16 Aralık 2011
Sayı: SİKB 2011/47

 Kızıl Bayrak'tan
Mücadelenin geleceğini sınıfın bağımsız inisiyatifi belirleyecektir!
“Sıfır sorun”dan “herkesle çatışma”ya
İktidar ve rant uğruna cemaat savaşları.
Ankara’da binler haykırdı:
Hepimiz eşkıyayız!
Polis-yargı-Adli Tıp işbirliğiyle
kadına işkence!
Türk-İş’te “değişim” olmadı
DİSK: “Mücadele... mücadele... mücadele...”
Armine'de direniş kazandı
Mersin Büyükşehir Belediyesi’nde örgütlenme deneyimi
Sınıf sendikacılığı bayrağı altında birleşelim!
19-22 Aralık katliamı ve direnişi
11. yılında!
“Bedenlerini aldılar ama bilinçlerini teslim alamadılar”
“Operasyonun yapılacağı
biliniyordu”
“F tipi cezaevleri kapatılmalıdır”
Sermaye devletinin “insan hakları”
sicili: Dizginsiz baskı ve terör!
Maraş’ın katili sermaye devleti!
Erdal Eren mezarı başında anıldı.
AB’nin periferisi
Çinleşiyor… - Volkan Yaraşır
Rusya’da onbinler gerici rejime
karşı alanlara indi
‘İşgal et’ eylemleri ABD limanlarına sıçradı
BM Dünya İklim Zirvesi’nden
sonuç çıkmadı.
Devlet bizi sevmesin - G. Umut
Çetinsaya YÖK’e, Özcan Köşk’e!.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AB’nin periferisi Çinleşiyor…

Almanya ve Fransa’nın emperyalist tahakkümü artıyor

Volkan Yaraşır

Son AB Zirvesi AB’nin “yeniden yapılanma” sürecinin yeni bir adımı olarak dikkat çekti. Kapitalizmin yapısal krizinin yıkıcı etkileri ve krizin Avrupa’da bir borç krizi şeklinde derinleşmesi AB’nin iki dominant ülkesini harekete geçirdi. Zirve, kriz sonrası sürecin önemli politik eşiklerinden biri oldu. Almanya ve Fransa’nın emperyal hamlelerini dışavurdu.

Almanya ve Fransa Avrupa’nın periferisini saran borç krizini, kendi ekonomik ve nüfuz alanlarını yaymak ve güçlendirmek yönünde kullanıyor. Finans kapital yaptığı stratejik ataklarla AB’nin periferisini yeniden sömürgeleştiriyor. Periferi sosyal yıkım programlarıyla önce felç edilerek enkaz haline getiriliyor ve böylece emperyalist operasyonların zemini hazırlanıyor, sonra emperyalist hegemonyanın yeniden tahsisi yönünde son derece soğukkanlı hazırlanmış düzenlemeler devreye sokuluyor.
Süreç, AB’nin giderek daha da homojenleşmesi ve özellikle Almanya’nın AB içinde etki gücünü arttırması şeklinde biçimleniyor.

AB içi hiyerarşi yeniden belirleniyor

Brüksel’de yapılan AB Zirvesi’nde Merkel ve Sarkozy’nin belirlediği çerçevede mali/borç krizi ve etkileri üzerinden AB’nin yeniden dizaynı gündeme getirildi.

Borç krizinin AB’nin periferisini sarması ve yarattığı senkronize etki bazı “acil” önlemlerin alınmasını zorunlu kıldı. AB içinde “mali birlik” sağlanması için Almanya ve Fransa harekete geçti. Zirve, AB bölgesindeki ülkelerin daha güçlü bir ekonomik yapıya kavuşması, bütçelerinin disiplin altına alınması ve mali birliğin sağlanması yönünde tartışmalara sahne oldu.

Zirvede Almanya ve Fransa’nın inisiyatifinde hazırlanan bütçe disiplini yönünde “mali sözleşme” adı verilen yeni bir anlaşma imzalandı. 27 AB üyesi ülkeden 26’sı anlaşmaya onay verdi. Çek Cumhuriyeti ve İsveç anlaşmayı parlamentoya götüreceklerini açıkladı. Yalnızca İngiltere ve Macaristan anlaşmaya karşı çıktı. Ayrıca zirvede IMF’ye 200 milyar Avro’luk ek kaynak aktarımının yapılması kararı alındı. Avrupa İstikrar Fonu 2012’de Avrupa İstikrar Mekanizması’na dönüştürülerek bütçesi 500 milyar avroya çıkarıldı.

İmzalanan mali sözleşmeye göre kamu borçları GSYH’ya oranı yüzde 60’la sınırlandı. Bütçe açığı ise Maastricht kriterlerine (AB’nin ekonomik ve parasal birliğe geçiş kriterleri)  uyumlu hale getirilmesi ve açığın GSYH’ın yüzde 3’ünü geçmemesi yönünde anlaşmaya hüküm konuldu. Olası bir geçişte ise ilgili ülkeye çeşitli yaptırımların uygulanması kararı alındı. Yaptırımların uygulanması avro bölgesindeki ülkelerin çoğunluk kararına bağlı olarak biçimlenecek. Ayrıca avro bölgesi ülkelerinde denk bütçelerin sağlanması anayasada yer buldu.

AB içinde borç krizinin yarattığı büyük sarsıntıyı aşmayı, en azından krizi kontrol etmeyi hedefleyen daha stabilize bir süreci önüne koyan Almanya ve Fransa, AB’nin yeniden yapılanması yönünde adımlar atıyor. Bu adımlar finans kapitalin ve Avrupa gericiliğinin sistematik karşıdevrimci programlarını içeriyor.

Emperyalist özneler arasında hegemonya krizi/savaşı

AB Zirvesi ve zirvede alınan kararlar AB’nin daha kristalize bir yapıya dönüşmesini sağladı. Bu kararlar Almanya’nın ve Fransa’nın atağını simgelerken İngiltere sürecin dışında kaldı. İngiltere pro-amerikancı oryantasyon içinde hareket etti. İngiltere, Almanya-Fransa kutuplaşması uzun “dinginlik” döneminden sonra yeniden günyüzüne çıktı. İngiltere AB sürecinin başından beri AB’nin heterojen bir yapı olarak zayıf ve kontrol edilebilir bir konumda kalması yönünde politikalar izledi. AB’nin zayıf ve tabi bir hegemon güç olması yönünde uğraş verdi. AB Zirvesi İngiltere’nin bu tavrındaki yeni bir aşamayı simgeledi.

Kapitalizmin yapısal krizlerinin en belirleyici öğelerinden biri kriz senkronlarıdır. Yapısal kriz kendini salt ekonomik bir kriz olarak dışavurmaz. Aynı zamanda bir dizi krizle (uygarlık, etik, ekolojik, gıda gibi) dışavurur. Bu kriz senkronlarının en önemlilerinden biri de hegemonya krizidir. Kapitalizmin yapısal krizi bir başka boyutta emperyalist özneler arasında hegemonya krizlerini/savaşlarını tetikler. AB Zirvesi’nde son derece diplomatik şekilde kendini dışavuran aslında tipik bir hegemonya “savaşı”dır. İngiltere, AB’nin Almanya ve Fransa merkezli daha homojen bir emperyalist güç olmasını ve kıta Avrupası’nda ekonomik ve nüfuz alanlarını derinleştirmesini engellemeye çalıştı.

Zirvede İngiltere’nin aldığı tavır bu politikanın dışavurumu oldu. Benzer yaklaşımın G-7 içinde yaşanması da kaçınılmazdır. Diğer yandan Almanya ve Fransa’nın “ortak” politikalarını nötrlük ya da “uyumluluk” olarak düşünmek yanlıştır. Bugün bu iki ülke arasında AB’nin geleceği ve yeniden dizaynı için ötelenen yapısal sorunlar ve çelişkiler bulunuyor. Emperyal öznelerin çelişkili birliği ya da görece kolektif emperyalist politikalar altında son derece şiddetli gerilimler yaşanıyor. Fransa AB içinde Almanya’nın ataklarından rahatsızlığını yakın dönemde göstermişti. Fransa AB içindeki sıkışmışlığını Libya’ya NATO müdahalesi yapılırken aldığı agresif tutumla ortaya koydu.

Zirve ayrıca yaşanan mali-borç krizinin derinleşmesiyle AB hiyerarşisinin yeniden belirlenmesini zorladı. Almanya ve Fransa’nın başını çektiği emperyal çekirdek daha konsantre olurken periferi  giderek enkaza dönüştü. AB hiyerarşisini içiçe geçmiş daireler ya da halkalar olarak tanımlayabiliriz. Birinci halkayı beş ülkeyi kapsayan emperyal çekirdek oluşturuyor.

İkinci halkada AB’nin periferisi bulunuyor. Doğu Avrupa ülkeleri ise hiyerarşinin üçüncü halkasını meydana getiriyor.

Borç krizi ve AB, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’nin yani troykanın aracılığıyla gerçekleştirilen karşıdevrimci operasyonlar AB içi hiyerarşiyi giderek keskinleştirdi. Periferinin yıkımı ve enkaza çevrilmesi yönünde politikalar izlendi. Başta Almanya (tek para birimine geçişle başlattığı muazzam atak, sermaye ihracıyla pekiştirildi ve derinleştirildi) ekspansiyonist politikalar izledi. Almanya ağırlıkla diplomatik, ekonomik ve Yugoslavya’da olduğu gibi askeri yöntemlerle genişlemeci ve yayılmacı politikaları hayata geçirdi. Böylece yeni pazarlar, yeni sermaye yatırım alanları ve hammadde kaynakları elde etmeyi amaçladı. AB’nin en etkili dominant ülkesi haline geldi.

Kıta Avrupası’nı saran borç kriziyle birlikte Yunanistan, Portekiz, İrlanda’ya sistematik, karşıdevrimci programlar dayatıldı. Aynı politikalar İspanya ve İtalya’nın da gündeminde. Borç krizi senkronu yıkıcı bir şekilde Avrupa’nın Akdeniz Havzası’ndaki ülkeleri anaforu içine almış durumda. Sosyal yıkım programları periferide ve merkez ülkelerde poperizme, yani emekçi kitlelerin yoğun olarak yoksullaşmasına ve en temel ihtiyaçlarını karşılayamamasına yol açtı.

Avrupa işçi sınıfının nesnel ve öznel şekillenme süreci

AB’nin yeniden dizaynı yönünde Almanya ve Fransa güdümlü yeni politikalar, Avrupa’yı saran borç krizi riskini azaltmayı amaçlıyor. Çünkü sürecin sarsıcı diyalektiği kendini her momentte gösteriyor. Troykanın aldığı kararlar periferinin Çinleştirilmesi ve yeniden sömürgeleştirilmesini içerse de bir dizi denge önemli kırılmalara, büyük kopuşlara yol açabilir.

En başta periferinin enkaz haline getirilmesi, emperyal hegemonyanın derinleştirilmesi ve sistematik yeni sömürgeci politikalar Yunanistan’da muazzam sınıf ve kitle hareketi yarattı. Bu hareket Akdeniz Havzası’nda etkisini gösterdi. Son olarak İngiltere’de 2 milyon kamu işçisinin genel grevi,  görkemli eylemler olarak iz bıraktı. Yunanistan ve İtalya’da bugüne kadar gerçekleşen ve hazırlıkları yapılan genel grevler Avrupa’yı saran sınıf ve kitle hareketinin büyük ayağa kalkışını gösteriyor. Genel grevler, büyük kitle gösterileri, meydan işgalleri, kitlesel blokajlar ve sokak savaşları kitlelerin ruhunu silahlandırdı. Neo-liberal karşıdevrimci atmosfer bu pratiklerle dağıtıldı. Pesimizm, hedonizm ve ruhların kadavra oluşu aşılarak umut ve isyan ayaklandı, sokaklar fethedildi. Mücadele, direnç, inat ve reddetme üzerine kurulu bu süreç bugün açısından kapitalizmin sonuçlarından hareket ediyor. Kendiliğindenci karakterine rağmen yıkıcı ve infilak edici potansiyelleri içinde taşıyor, umut dalgaları yayıyor. İsyanın, sokağın gücünü kitlelere öğretiyor. Kitleler yaparak öğreniyor, öğrenerek yapıyor. Sorun sınıf ve kitle hareketinin yıkıcı enerjisini kristalize etmektir. Bunu sağlayacak devrimci önderliğin yaratılmasıdır.

Özellikle Yunanistan bu noktada önem taşıyor. Yunanistan Avrupa’da sınıf mücadelesinin odak coğrafyası olarak öne çıkıyor. Avrupa işçi sınıfı içerisinde Yunanistan işçi sınıfı katalizör bir rol üstlendi. Yunanistan işçi sınıfının deneyimleri, birikimleri, kazanımları kıtadaki sınıf mücadelesini besliyor. Yunanistan sınıf mücadelesinin yoğunlaştığı coğrafyaya ve kavganın merkezine dönüştü. Bu durum hem işçi sınıfı hem de finans kapital için geçerli. Yunanistan işçi sınıfının kazanımı Avrupa işçi sınıfının kazanımı olacak ve Avrupa işçi sınıfının büyük salınımını besleyecektir. Enternasyonalizmi güçlendirdiği gibi yeni, büyük kitle hareketlerine zeminler açacaktır. Yunanistan işçi sınıfının olası yenilgisi de aynı derecede sarsıcı olacaktır. Yenilgi Avrupa işçi sınıfının yenilgisi olarak düşünülmelidir.

Finans kapitalin Yunanistan, İtalya, İspanya’da kurduğu ara rejim hükümetlerinin işlevi de bu noktada ortaya çıkıyor. Sınıf hareketini pasifize ve paralize etme ve sınıfın yıkıcı enerjisini boşaltma bu hükümetlerin gerçek misyonudur.

Her ne kadar AB Zirvesi’nde krize yönelik önlemler alınsa da bu önlemlerin palyatif çözümler olduğu görülüyor. Bırakın krizi aşmayı, krizin kontrol edilmesi bile zordur. Borç krizinin derinleşmesiyle Avrupa’daki sınıfsal antagonizma yoğunlaştı, sınıf mücadelesi keskinleşti.

Avrupa İstikrar Mekanizması’na ayrılan 500 milyar avroluk bütçe İtalya ve İspanya’nın sorunlarına bile çözüm olamaz. Borç krizinin özellikle İtalya ve İspanya’yı sarması AB içinde yıkıcı sonuçları beraberinde getirebilir. Bu anlamda AB oligarşisinin bürokratları ve bazı burjuva iktisatçılarının borç krizinin yaratacağı tahribatların altını çizmesi boşuna değildir. Bugün açısından avro bölgesindeki 15 ülke kredi derecelerinin düşürülmesi riskiyle karşı karşıya.

Özellikle krizin İtalya ve İspanya’da kontrol edilememesi kıtayı büyük sınıf mücadelelerinin yaşandığı bir coğrafyaya dönüştürebilir. İtalya’daki son genel grev kararı bunun somut göstergesidir.

Yunanistan işçi sınıfının mücadelesinin uzun solukluluğu ve yarattığı alternatif toplumsal örgütlenmeler, ülkede yaşanan “düşük yoğunluklu” isyan hali, borç kriziyle birlikte özellikle Akdeniz Havzası’nı saran mücadele zeminini besleyecek ve güçlendirecektir.

Avrupa işçi sınıfı yeni bir momentin içine giriyor. Bu anlamda Yunanistan, İtalya ve İspanya’da kurulan pro-faşist ve teknokrat hükümetlerin alaşağı edilmesi Avrupa işçi sınıfının siyasal kazanımı olacaktır. Bu, karşıdevrimci program ve saldırıların boşa çıkarılmasıdır.

Avrupa’nın Akdeniz Havzası odaklı sınıf ve kitle hareketinin yarattığı enerjinin, AB’nin merkez ülkelerinde büyük salınımlar yaratması kaçınılmazdır. 2012 yılında özellikle Yunanistan ve İtalya’da sınıf mücadelesinin yoğunlaşması beklenmelidir. Yunanistan ve İtalyan işçi sınıfının, yaratacağı pratiklerle Avrupa işçi sınıfı üzerindeki ataleti kırması muhtemeldir.

 

 

 

Kadınlar faturayı reddetti

İtalya’da binlerce kadın tasarruf adı altında yapılan kesintileri protesto etti.

Yüzlerce kadın, başkent Roma ve Venedik kentlerinde meydanlara indi.

Geçen 13 Şubat tarihinde ‘’Şimdi değilse, ne zaman?’’ sloganıyla meydanlara inen kadınlar, ‘’Kadınlar yoksa, kim?’’ sloganıyla ikinci kez eylemdeydiler. Yasalaşması beklenen 30 milyar avro değerindeki kesintiler kadınlar tarafından protesto edildi. Eylemde ekonomik önlem paketinde kadınlarla ilgili çalışma hayatında ve emeklilik reformunda yapılacak düzenlemeler hedef alındı.

 

 

 

İtalya’da genel grev

İtalya’da hükümetin krizin faturasını emekçilere çıkaran kesintilerine karşı ülkenin en büyük üç işçi sendikası olan İtalyan Genel İşçi Konfederasyonu (CGIL), İtalyan İşçi Sendikası Konfederasyonu (CISL) ve İtalyan İşçi Birliği (UIL) genel grev kararı aldı. Karar doğrultusunda işçi sendikaları 12 Aralık gününden itibaren genel grev başlattı.

Başbakan Mario Monti ve sendika temsilcileri arasında 11 Aralık günü gerçekleştirilen görüşmelerden sonuç çıkmadı. İki saat süren görüşmenin ardından sendikalar grev kararından vazgeçmedi. Sendikalar özellikle, kemer sıkma tedbirleri içinde yer alan emeklilikle ilgili maddelere karşı çıkıyor.

12 Aralık günü de Roma’da parlamento binası önünde kitlesel bir gösteri yapıldı. Birçok kentte düzenlenen gösterilerde işçilerin yanısıra öğrenciler de yer aldı.

Fiat işçileri 8 saatlik iş bırakma eylemi yaparken, grev farklı sektörlerde önümüzdeki günlerde devam edecek.

 

 

 

Yunanistan’da basın
emekçilerinden grev

Yunanistan’da “krizle mücadele için kemer sıkma” adı altında devlete ait bazı basın kurumlarının birleştirilmesine ve işten çıkarılmalara itiraz eden basın emekçileri 13-14-15 Aralık günlerinde üç günlük greve çıktı.

Yazarlar Federasyonu (POESY) ve ERT Çalışanları Federasyonu’nun (POSPERT) ortak kararıyla 13 Aralık Salı günü saat 06.00’da başlayan grev çerçevesinde, devlete ait radyo-televizyon kurumu ERT tüm yayınlarını durdururken, resmi haber ajansı AMNA da haber geçmedi ve internet sitesini yenilemedi.

29 Kasım’dan itibaren günün belirli saatlerinde iş bırakan AMNA ve haber yayınlarını tamamen durduran ERT çalışanları, 2-3-4 Aralık günlerinde de aynı taleplerle greve çıkmışlardı.

Yunanistan’da yakın zamanda, ERT’nin birinci kanalı ERT1’in ve bölgesel yayın yapan bazı radyo istasyonlarının kapatılması, bu kurumlardaki çalışanların bir bölümünün başka kurumlara kaydırılması, bir kısmının ise “iş yedeğine alınma” adı altında işten çıkarılması kararlaştırılmıştı.