16 Aralık 2011
Sayı: SİKB 2011/47

 Kızıl Bayrak'tan
Mücadelenin geleceğini sınıfın bağımsız inisiyatifi belirleyecektir!
“Sıfır sorun”dan “herkesle çatışma”ya
İktidar ve rant uğruna cemaat savaşları.
Ankara’da binler haykırdı:
Hepimiz eşkıyayız!
Polis-yargı-Adli Tıp işbirliğiyle
kadına işkence!
Türk-İş’te “değişim” olmadı
DİSK: “Mücadele... mücadele... mücadele...”
Armine'de direniş kazandı
Mersin Büyükşehir Belediyesi’nde örgütlenme deneyimi
Sınıf sendikacılığı bayrağı altında birleşelim!
19-22 Aralık katliamı ve direnişi
11. yılında!
“Bedenlerini aldılar ama bilinçlerini teslim alamadılar”
“Operasyonun yapılacağı
biliniyordu”
“F tipi cezaevleri kapatılmalıdır”
Sermaye devletinin “insan hakları”
sicili: Dizginsiz baskı ve terör!
Maraş’ın katili sermaye devleti!
Erdal Eren mezarı başında anıldı.
AB’nin periferisi
Çinleşiyor… - Volkan Yaraşır
Rusya’da onbinler gerici rejime
karşı alanlara indi
‘İşgal et’ eylemleri ABD limanlarına sıçradı
BM Dünya İklim Zirvesi’nden
sonuç çıkmadı.
Devlet bizi sevmesin - G. Umut
Çetinsaya YÖK’e, Özcan Köşk’e!.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Bedenlerini aldılar ama bilinçlerini teslim alamadılar”

19-22 Aralık 2000 tarihinde 20 hapishanede ‘Hayata Dönüş’ adı altında eşzamanlı olarak gerçekleştirilen katliamın 11. yıldönümünde, döneme tutsak yakını olarak tanıklık eden İsmail Karagöz, katliamın öncesini, sonrasını ve bugüne etkilerini anlattı.

1997 yılında tutuklanarak Gebze Cezaevi’ne konulan MLKP dava tutsağı Gönül Karagöz’ün babası olan İsmail Karagöz, yeni 19 Aralık’ların yaşanmaması için mücadele çağrısı yaptı.

 

- 19-22 Aralık katliamı nasıl bir süreçti?

Aileler olarak çok ağır bir süreç yaşadık. Katliamların yaşandığı bu kanlı dönemi ifade etmek çok zor. Çocuklarımızın cezaevlerindeki bütün imkanlarını devlet ellerinden aldı. Onlara yaşama hakkı tanımadı. Onlar da o dönem yapılacak tek şeyi yaptılar ve bedenlerini ortaya koydular. Tabutluklara girmeme düşüncesi vardı. Çocuklarımız açlık grevine başladı. Açlık grevi bir hayli devam etti ve ölüm orucuna dönüştü. 1996’daki ölüm orucu sürecinde yaşananları da bildiğimiz için bunların yaşanmaması, çocuklarımızı kurtarmak ve katkı sağlamak için TUYAB’ı kurdu. İnsanların kaynaşması, yan yana gelmesi iyi oldu. Süreç yakıcı bir süreç olduğu için aileler de bu durumun farkındaydı.

- Katliam günlerine nasıl gelindi?

Aydınlar, yazarlar, çizerler, hakimler, bir sürü insan araya girdi. Defalarca Ankara’ya gittik, geldik, görüştük. Fakat onların o dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, “bunların üzerinde bir süredir çalışıyorduk” diye konuştu. Açıkçası katliam projesi önceden hazırlanmıştı. Ailelerle birlikte aydınları, yazarları herkesi kandırdılar, bizimle oyun oynadılar.

Ankara’da ailelerle birlikte Cumhurbaşkanı, parti başkanları ve Adalet Bakanı’na kadar devamlı temas halindeydik. TUYAB ve TAYAD’lı arkadaşlarla birlikte 3 kapı 3 kilit dönemi öncesinde Sami Türk’le görüşüldü. Bu görüşme öncesinde Baro Başkanı Yücel Sayman’la TAYAD’lı Aileler ve TUYAB olarak bir görüşme yaptık. 15’er kişilik heyetler halinde Sayman’la görüştük. Sayman, 3 tane kapı açılacak, 3 duvar yıkılacak ve 9 kişi yanyana gelecek biçiminde bir projeden bahsetti. Ölüm orucu direnişinin 68-69. gününe geldiğinde “bu öneriyi kabul edin ve bitirin” denildi. TUYAB buna razı oldu. Kabul edelim ama işin muhatabı içerideki arkadaşlarımızdır dedik. TAYAD’lı arkadaşlarımız bunu kabul etmediler. Biz orada dağıldık. Nitekim ölümler yaşanmaya başladı.

Devletin gerçek niyeti katliamdı. Ölümler yaşanmaya başlandığında o zamanın İHD Başkanı Hüsnü Öndül’le birlikte dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ten 18 Aralık 2000 tarihine randevu aldık. Daha sonra bu tarih 19 Aralık’a alındı. İlk defa Sami Türk’le biraraya gelecektik ve bu durum ailelerde bir çözüm beklentisi yaratmıştı. O gece Ankara’da bir yerde misafirdim. Sabahın 5’inde cezaevlerine baskın düzenlendiğini öğrendik. Televizyona baktım ve haberleri gördüm. “Hayata Dönüş” adıyla katliam yaptılar. Kağıt üzerinde en azından 200-250 ölümün normal olduğunu hesaplamışlardı. 30 arkadaşımız şehit düştüğü zaman bunu candan saymadılar.

- Katliamla amaçlarına ulaşabildiler mi?

Hem aileleri hem de devrimcileri susturmak için katliam yaptılar. Bunu yaptılar ama o insanların çelik iradesini kıramadılar. Bedenleri aldılar fakat yaptıkları onlara büyük bir ders oldu. Çünkü çocuklarımız bütün insanlığa eşitlik, kardeşlik, dostluk istediler. Onlar ise katliamı seçtiler. Bugün kendileri itiraf ediyorlar yaşananları. Kenan Evren kadar eli kanlı biri de Demirel’dir. Pişkin pişkin toplumun da belleğinden kaçmış olabilir ama biz katliamları hazırlayan MGK ve devletle işbirliği yaptıklarını biliyoruz. Bu devlet bir çetedir. Aileler, devrimciler, insan olarak bugün daha ileriye daha güzel günlere doğru bakıyoruz. Kendi adıma bazen, devrimcilerin yıllar önce söylediklerini bugün görüyorum. Denizlerin, Mahirlerin, İboların dönemini de yaşadım. Onların söyledikleri bugün hayatta yeşilleniyor.
Düşman tektir, ordu ve faşizm tektir. Beynimizi ve yumruklarımızı bir yaparsak düşmana karşı güçlü oluruz. Kürdistan’da çocukları kimyasal silahlarla öldürüyorlar. Hala faili meçhul cinayetler, katliamlar yaşanıyor. Ateş düştüğü yeri yakar, o ateş, günü gelir herkesi, hepsini yakar. İşimiz çok zor ve daha çok bedel ödemek zorundayız.
Yan yana durmazsak 19 Aralık gibi katliamları katmerli yaşarız. Daha çok insanlarımızı alacaklar. Bazıları “Erdoğan Türkiye’yi değiştirdi” diyor. Erdoğan gerçekte polis cumhuriyeti kurdu.

19 Aralık gerçekten çok ağır bir katliamdı ve hala yaşanıyor. 19 Aralık’ta devrimciler zapturapt altına almak istemişlerdi. Onların bilincini kıramadılar ama bedenlerini aldılar, aileleri perişan ettiler.

- O dönemde aileler olarak dayanışmanız nasıldı? Bu girişimleriniz toplum genelinde etki yarattı mı?

19 Aralık sürecinde ailelerin yaptıkları topluma yansıdı. Aileler olarak gece-gündüz militan bir şekilde cezaevleri önünde, Ankara’da mücadele veriyorduk. Hatırlıyorum, Ankara’ya gitmeden önce Taksim’de eylem yapıyorduk, polis saldırıyordu. Kafam gözüm kan içinde kalıyordu ve gözaltına alınıyorduk. Gece serbest bırakılıp tekrar Ankara’ya gidiyorduk. Bu sadece ailelerle bitmiyor. Bir hafta boyunca Gebze Cezaevi’nin önünde oturduk. Bir hafta Ümraniye ve Bayrampaşa’da oturuyorduk. Ailelerin bazıları öyle hale geldi ki, çocuklarını kurtarmanın yanında onların düşüncesini savunmaya başladılar. Onları katletmeyin bizi katledin diyorlardı. Ama ne oldu? Yük bütün ailelerin üstüne kaldı. Aileler olarak bizler ve çocuklarımız sonuna kadar haklıydık. Dün çocuklarımızın söyledikleri şeyler bugün Türkiye’de yaşanıyor. Herkesin üzerinde baskı ve zulüm var. Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman insanlığa hizmet etmedi. Herkese düşman muamelesi yaptı. Bu halk da kendisini korumak için örgütlenmelidir. Buradaki insanlar gözaltına alınıyorsa buna tepki göstermelidir. O dönem insan hakları komisyonunda olan bir milletvekili vardı. Aileler olarak bu adamla görüşmeye gittik. Oturduk konuştuk ve bizi dinledi. Çocukların durumunu anlattık. Adam bize en son, “Ben bunların hepsini çok iyi biliyorum” dedi. Ben de o zaman, istifa et dedim. Bu kadar kirlenmiş bir ortam var. Hakimler, savcıları o kadar iyi bilmiyorduk. O zaman, bu devletin nasıl çalıştığını gördük.

Bu ülkede Dersim, Maraş, Çorum, Sivas gibi Ulucanlar katliamı gibi birçok katliam yaşandı. Ulucanlar katliamı sırasında Gebze Cezaevi önündeydik. Sonrasında ise Ümit Altıntaş’ın anmasında eşimi öyle bir dövdüler ki bütün vücudu simsiyah oldu işkenceden. Düşünün ki yaz geldiği zaman bir tarlada her çiçek kendi renginde açar.

Bugün Cemil Çiçek’in anayasa yapacağına inanmıyorum. Onların felsefesinde insanlık yoktur. Erdoğan’ın ağzından salyalar akıyor. Düşünen insanların işi çok zor. Aydın yazarlara da bir çağrım var. Belki kalem, kitap da lazım ama bir insan çok şey bilip de hiçbir şey yapmıyorsa o insan hiçbir şeydir. O arkadaşım da elini taşın altına koymak zorunda.

Kızıl Bayrak / İstanbul