09 Aralık 2011
Sayı: SİKB 2011/46

 Kızıl Bayrak'tan
Emperyalist saldırganlığa ve faşist teröre karşı birleşik mücadele!
Emperyalistler ile uşaklarını durduralım!
Gerici saldırganlık ve savaş cephesine karşı birleşik direniş!
Faşist baskı ve teröre karşı binler sokakta!
ÇHD İzmir Şube Başkanı Avukat Hüseyin Korkmaz ile tutuklamalar üzerine
Düzen partileri şike için seferber!
KESK’in tükenerek geçen kayıp yılları
Hekimlerden mücadele kararlılığı
AKP’nin bütçesi kimin sırtında?
Ergun Hidrolik’te sendikalaşan işçilerle mücadele deneyimleri üzerine
Penta’da toplu iş sözleşmesi bürokratik dayatmalarla sonlandırıldı
Metal İşçileri Birliği MYK Aralık Ayı Toplantısı...
ÇHD Genel Başkanı Avukat Selçuk Kozaağaçlı ile 19 Aralık katliamı ve direnişi üzerine...
TİHV Genel Başkanı Metin Bakkalcı’nın 19 Aralık sürecine ilişkin tanıklığı
19 Aralık ve siper yoldaşlığı
Yeni hükümeti grevle uyardılar...
“Dünya, Ortadoğu ve
Türkiye” söyleşisi..
İşçi Sağlığı ve Güvenliği
Kongresi gerçekleştirildi…
Yine, yeni, yeniden: Yetkin mühendislik/2
Erdal Eren
mücadelemizde yaşıyor!..
Yerel yayın çalışması deneyimleri
Yeni insan olma yolunda ANKA
“Kardeş olduk...”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yine, yeni, yeniden: Yetkin mühendislik/2

Yetkin mühendislik sömürünün maskesidir

Kapitalizmin sıkıştığı ve bir darboğaza girdiği bir dönemin içinden geçiyoruz. Almanya Başbakanı Merkel, Avrupa, Amerika gibi kapitalizmin merkez ülkelerinin neredeyse iflas ettiğini “İkinci Dünya Savaşı’ndan beri böyle kötü durumda olmadık” beyanatıyla özetlemişti. Dünya iktisadi sisteminin efendileri bu sıkışmışlıklarını yeni alanlar açarak aşmak için işgal ve savaş seçeneği de dâhil olmak üzere tüm güçleriyle saldırıyor. Afganistan, Irak, Libya’ya doğrudan saldırırken Mısır, Cezayir, Tunus gibi ülkelerdeki halk hareketlerini ezmek yoluna giden efendiler, İran ve Suriye’yi de “portföylerine” çoktan almış durumdalar.

Ancak saldırı tek başına bu biçimde gelmiyor. Dünya ölçeğinde sosyal haklara dönük büyük bir tırpanlama hareketi devam ediyor. Eğitimden, sağlığa kadar hemen her alan “sektöre” dönüştürülüyor, sermayeye açılıyor. Çalışma koşulları ağırlaşıyor, taşeronlaştırma yaygınlaşıyor, çalışma yaşamına ait sosyal güvence, sigorta, tazminat gibi tüm haklar ya tamamen yok ediliyor ya da büyük kısıntılara kurban ediliyor. Tüm bunlara devletin hak ve özgürlüklere dönük saldırısı da eklenince sermayenin 19. yüzyıl cehennemi ruhunun yeniden yükselişine tanık oluyoruz.

Ancak günümüz dünyası 19. yüzyıl kapitalist vandalizmiyle ortaklaşsa da oldukça temel ayrımlar sözkonusu. Gerek iktisadi gelişimi gerekse de nesnel koşullar ve bunun yarattığı siyasal üstünlük açısından geçmişin çok ilerisinde dünyayı kuşatmış bir sistemle karşı karşıyayız.

Kapitalizmin vardığı son aşamada beyaz yakalıları kesen büyük değişimler yaşandı. Bilginin kolay erişilebilir ve işlenebilir hale gelmesiyle “ayrıcalıklarını” büyük ölçüde kaybeden beyaz yakalılar, üretim teknolojilerinde gelişimle ve hizmet sektörlerine yığılan emekçi kitlelerinin artışıyla beraber kendilerini acımasız rekabet koşullarının içinde buldular. Üretim ve tasarım süreçlerinin de mekânsal olarak ayrışması yani teknoloji geliştirmenin ve kritik üretim süreçlerinin merkez ekonomilerde toplanması, geriye kalan her şey içinse üçüncü dünyanın ucuz iş gücüne başvurulması da teknik elemanlar açısından önemli değişimlere ve kastlaşmalara yol açtı. Böylece kafa emekçileri kendilerini hiç beklemedikleri, hatta kabul edemedikleri bir çarkın içinde bulmuş oldular. Artık beyaz yakalıların geçmiş “aristokrat işçisi” kimliği aşınmış ve güvencesizlik gibi yeni bir kavramla tanışılmıştır. İşten çıkartmalar, yoğun çalışma koşulları, düşük ücretler, mobbing, acımasız rekabet ve hak gaspları gibi beyaz yakalıların hiç bilmediği yeni koşullar hayatlara girdi.

İşte teknik elemanlar açısından tüm bu süreçlerin kesişim noktasında “yetkin mühendislik” kavramlaştırmasıyla akıllarda yer eden mesleki yeterlilik uygulamaları durmaktadır. Sorun öylesine komplikedir ki tüm bu koşullardan birini dahi gözardı ederek tartışmak sorunu bambaşka mecralara taşıyabilir. Bundan dolayıdır ki tartışmanın “yetkinlik” cephesinden oldukça rasyonel cevaplar almak mümkündür. Örneğin akademik camia “açılan tabela üniversitelerden” dem vurarak eğitimdeki kalite düşüşüne vurgu yapmakta ve “yetkinliği” de bir çözüm olarak sunmaktadır.

Sektörlerden gelen tepki işe aldıkları mühendislerin “tecrübesiz ve eğitilmesi gerektiği” yolundadır ki, bu onlar açısından hiç de karlı değildir. Çünkü kendi adlarına aldıkları her genç, yeni mezun mühendis, mimar ve plancı sonu belli olmayan bir yatırımdır. Yaşını almış mühendisler “yeni yetmelerin” kendileri ile aynı yetkilerle donatılmasından rahatsızdır. Başka bir yerden ise yetersiz mühendislik hizmeti çözüm bekleyen bir sorundur. TMMOB bürokrasi bloğu ise –kendince iyi niyetli olduğunu varsayarak- tüm bu gerekçelerden bir parça alarak, bu alanı düzenlemeye tek yetkili kurum olan odaların bu işi “hakkıyla” yapacağını söylemektedir. Tüm cevaplar ve gerekçeler tek tek belli bir iç mantığa sahip olsa da sorunun bütünselliği karşısında anlamsızlaşmaktadır.

Çünkü işin gerisinde eğitimin ticarileşmesinden esnek ve güvencesiz çalışmaya kadar yeni dönemin tüm sermaye politikaları durmaktadır. Yetkin mühendisliğin gerisinde Türkiye’nin giremese de taleplerinin tümünü karşıladığı AB, GATS, küresel sermaye odakları, siyasi ve kişisel rantlar ve oluşturulmak istenen büyük bir sektör vardır. Ve sonuçları açısından güvencesiz ve esnek çalışma biçimleri gibi sermayenin dört gözle beklediği uygulamaların somutlaşması ete kemiğe bürünmesi sözkonusudur. Mevcut durumda dahi oldukça zor koşullarda çalışan, hatta iş bulamayan yeni mezun mühendisler, yeni düzenleme ile birlikte tam bir yıkıma uğrayacaklardır. Yaşanacak kastlaşma ile beraber teknik elemanlar arasında oluşan uçurumlar bu alanın tamamını içine alacaktır. Örneğin bir dizi sektörde 3 ay deneme/staj süresi adı altında insanların hiçbir ücret almadan çalıştırılması yaygın olarak görülürken benzer bir durumun mühendislik alanında da yaşanması sürpriz olmayacaktır.

Ancak yetkinlik cephesinin cephanelerinin neredeyse sonu yok gibi durmaktadır. Yine bu tartışmalar içinde çokça duyduğumuz “staj süresinin bir sınırı var; birkaç sene de dişinizi sıkın” şeklinde bir yaklaşım tam bir burjuva arsızlığıdır. İçindeki acımasızlığı bir kenara koyarsak, kim kime “4 yıllığına köle statüsünde çalış” deme hakkına sahiptir? Ayrıca 4 yılın sonunda herkes “yetkin” olacaksa zaten buna gerek olmadığı açıktır. Kaldı ki bu sürenin 4 yıl ile sınırlı kalıp kalmayacağı da tamamen bir muammadır. Kesintisiz 4 yıl boyunca çalışmak lüks statüsünde bir olaydır ve ortada geçilmesi gereken bir sınav ve onaylatılması gereken bir rapor olduğu gerçeği de unutulmamalıdır. Yetkin mühendislik, tersanelerde, şantiyelerde, madenlerde veya proje ofislerinde gününün 13-14 saatini çalışmak 2-3 saatini işe gitmek için yolda harcayan, hem de bunları hiçbir iş güvencesi olmadan ve sosyal hakları ya tamamen ya da kısmen gaspedilmiş olarak yaşam mücadelesi veren emekçi teknik elemanlara köleliği vaat etmektedir.

Öncelikle şu anlaşılmak zorundadır; saldırı altında olan mesleğimiz değil geniş bir işçi katmanıdır. İşçi sınıfının bir bölüğünün hakları tırpanlanmak, yabancı sermayeye alan açılmak istenmektedir. “Akreditasyon” gibi büyülü sözlerin arkasına saklananlar “yurtdışında geçerli diploma” demagojisiyle yabancı mühendislik şirketlerine bu alanı peşkeş çekmek istemektedirler. Zaten daha şimdiden büyük projelerin altında yabancı proje firmalarının imzalarını görmek mümkündür. Hatta bir dizi proje firması yabancı firmaların temsilciliğini almak için şimdiden sıraya girmiş durumdadır. Bunun sonuçları bellidir. Zira bugün Türkiye’nin teknik eleman sayısı bellidir, bunların kaçının yetkin kaçının köle olacağı da bellidir. Yetkin olan mutlu azınlık imza atmaktan yorulurken burada oluşacak açık yabancı mühendislik tröstleri eliyle kapatılacak, kısa vadede akıl almaz bir talanın önü açılacaktır. Yetkin mühendislik ile meslek içerisinde yaratılacak elitleştirme harekâtının sonuçları daha fazla yıkılan bina olmazsa daha fazla HES, kentsel dönüşüm, nükleer santral ve gökdelen olacaktır.

İmza yetkisi meselesine gelince. Burada temel sıkıntı inşaat, mimarlık, planlama ve doğalgaz gibi projelerinin onaylanması gereken alanlarda ortaya çıkmaktadır. Bunun cevabı ise basittir, yanlış proje onaylanmaz olur biter. Sonra da inşaatları, uygulamaları doğru denetlenir böyle bir karmaşa da ortaya çıkmaz. Ama niyet farklıdır, yapılan şey tüm faturanın yeni mezunlara çıkartılmasından başka bir şey değildir. Çöken tüm binaların baş sorumlusu bu devlet ve koruyuculuğunu yaptığı sistemdir.

Ayrıca bir dizi spesifik iş için zaten bir takım yeterlilik belgeleri zorunludur. Demek ki mesele belge ile de çözülememektedir. Zira imza kiralama/satma işi herkes bilir ki başlı başına bir sektördür. Öyle her canı çeken işporta tezgâhı açar gibi diplomasını satışa çıkartamaz. İmza ve diploma kiralama işi şimdiden büyük bir sektör olmuş durumdadır. Örneğin açmak için diploma gereken anaokulu ve kreşler için diploma kiralama yöntemi yaygınca kullanılmaktadır, sonuçları ortadadır. Yetkin mühendisliğe kişisel sevda güdenlerin beklentisi de bu sektörden paylarına düşecek kırıntılardır, yoksa mühendislik uygulamalarının akıbeti hiç umurlarında değildir.

Şunu bir kez daha hatırlatalım, Konya’daki Zümrüt Apartmanı’ndan, raydan çıkan trene; maden ocaklarındaki göz göre göre iş cinayetlerinden tersanelere; depremde un gibi ufalanan binalardan her yağmurda Karadeniz’i sel götürmesine yol açan ve bir doğa katliamı olan sahil yoluna; derelerin prangası HES’lerden nükleer santrallere kadar tüm “ucube” mühendislik uygulamalarının altında “yetkin” olan mühendislerin imzası bulunmaktadır.

TMMOB üzerine

TMMOB’nin bu süreçte aldığı tutumu, daha doğrusu örgüte hâkim liberal algının “sol” maskesi altında binlerce mühendis, mimar ve şehir plancıyı yedeğine alarak “yetkin mühendisliğe” kucak açmasını, yine çokça tartışacağız. Ancak tablo her geçen gün daha fazla vahim bir hal almaktadır. KHK saldırısı altında bir TMMOB’yi savunmak için hiçbir şey yapılmadığı, bir şeyler yapmak için çırpınan “sol güçlerin de” oldukça kaba yöntemlerle saf dışı edildiği bir ortamda artık sözün bittiği yerdeyiz. TMMOB bürokratları “yetkin mühendislik”, sosyal hak gaspları ve KHK’lar arasındaki bağı bile göremeyecek kadar körleşmiş durumdadır.

Körlük derken gerçek bir körlükten bahsediyoruz şöyle ki: “Özellikle tercihlerinizi akredite olmuş ya da buna başvurma cesaretini göstermiş bölümlerden yana kullanınız. Akreditasyon kurumu bir üniversitenin ne tür bir programla nasıl bir öğrenci yetiştireceğini kontrol etmekte, asgari şartlarda bir eğitim-öğretim faaliyetinin temel ihtiyaçlarını garanti altına almaktadır. Vakıf üniversiteleri tercihinizde de yine akreditasyon önemli olmalıdır.” Başbakanın, cübbeli liberal hocaların söylemleri gibi duran bu sözler, yakın zamanda TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı’ya aittir. Üniversite adaylarına dönük olarak resmi bir açıklamasında söylenmiştir.

Hükümetin TMMOB operasyonu salt talana karşı ayak bağı olan bir örgütün temizlenmesi değil, bu alanı düzenlemeye yetkili tek kurum konumundaki odaları kazanma manevrasıdır. Yetkin mühendislik ile oluşacak rantın büyüklüğü ortadayken hiç kimsenin bu büyük rantı paylaşıma açmayacağı açıktır. TMMOB’nin bu rantın merkezine doğru yaptığı hamleler ve yetkin mühendisliğin odağı olma konusundaki talebi, en azından örgütün bugünkü haliyle abesle iştigaldir. TMMOB bu işin dümenine geçmek için en azından muhalif kimliğinden, emekten yana tutumundan soyunmak zorundadır. Bu oda beylerinin sandığının aksine örgütün sağa kayması ile çözülecek bir sorun değildir. Çok köklü değişimler gerekmektedir. Bu da örgütün yıllardır oluşmuş geleneğinin temellerini dinamitlemek anlamına gelmektedir. Her ne kadar gidişat bu yönde olsa da örgütle bağlantıları olan tabanından yükselen ses bu gidişatın kolayından olmayacağını açıkça ortaya koymaktadır.

Yapılması gereken bu neo-liberal saldırıya topyekûn karşı koymaktır. Güvencesiz çalışmaya karşı örgüt hızla emekçi tabanına doğru yol almalı, örgüt içindeki tüm ilerici özneleri kapsayacak bir politik hat oluşturulmalıdır. Ancak KHK sürecinde bile örgüt içindeki sol unsurlara saldırılarını azaltmak bir yana, arttıran bir anlayışın önümüzdeki dönemde alacağı tutum bellidir. Öğrenci hareketiyle bir türlü kurulmayan bağ, felce uğratılmış örgüt içi demokrasi, önemli bir güç biriktiren kadın çalışmasına duyarsız kalmak ve ücretli ve işsiz üyeler konusunda atılmayan/attırılmayan adımlar vs. yeterince fikir vermektedir.

TMMOB üzerine bugüne kadar yazılan çizilenleri tekrar etmeye gerek yok. Yetkin mühendislik ABD, AB gibi emperyalist odaklardan çıkmış bir sömürü çemberidir. TMMOB buna alet edilmektedir. Sertifika programları, gözetim kriterleri, yetki belgeleri eliyle örgüt bu çemberin ortasına çekilmiştir. Türkiye’de ilk yetkin mühendislik yönetmeliğinin TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası tarafından hazırlandığı düşünüldüğünde örgüt bürokrasisinin yakın zamanda işçi üyelerinin yaşayacaklarından dolaysız olarak sorumlu olduğunu söyleyebiliriz. İşte o zaman 25 tane soru yetmeyecektir. (İMO Yetkin Mühendislik uygulaması tepki alınca “25 soruda yetkin mühendislik” diye komik sayılabilecek bir metinle cepheden yetkinliği savunmuştu)

Nasıl bir mühendislik eğitimi?

“Nasıl bir mühendislik eğitimi” sorusu “nasıl bir mühendislik” sorusuyla aynı başlık altında cevaplanmak zorundadır. “Mesleklerimizin tanımını, amaçlarını ve niteliğini belirleyen kapitalizmdir. Mesleklerimizi en fazla bu sistem kadar “etik” ve ahlaki olarak icra etme şansına sahibiz.” (Yankı yinelediği sesten güzeldir-TMMŞP) Mühendislik eğitimi üzerine söylenecek sözler kapitalizmi işte bu yüzden kesmek zorundadır. Mesele hiç de “4 yıllık bir eğitimle mühendis yetişir mi yetişmez mi?, eğitim sistemi yeterli mi?” soruları kadar basit değildir. Zira bunlar oldukça teknik ve çözülebilir sorunlardır. Oysaki ortadaki sorunun bir ucu Türkiye’deki sınıf ilişkilerine bir ucu sanayi politikalarına ve daha doğrusu emperyalist-kapitalist sistemle kurulan bağa kadar uzanmaktadır. Yani sorunun çözümü ancak bu sistemin çözülmesi ile mümkün olacaktır. Politeknik eğitim, gerçek bir sanayi-üniversite işbirliği –burada üniversitenin eğitim dışındaki asıl işlerinden biri olan toplumun ihtiyacı olan bilgiyi üretmesini kastediyoruz yoksa sermaye üniversite işbirliğini değil- sorunun en köklü çözümleri olacaktır. Zira çıraklık ilişkisi içinde ve zaten teknoloji üretmekten aciz bırakılmış bir ülkede mühendisliğin tanımı ve standartları oldukça karmaşık ve içinden çıkılmaz bir durumdadır.

Ancak tartışmayı burada noktalamak veya sonuçları salt bunun üzerinden üretmek kolaycılık olacaktır. YÖK eliyle karartılan ve neo-liberal saldırı fırtınasının önemli hedeflerinden biri olan yükseköğretim gerçeğine karşı mücadele öncelikli şarttır. İşçi mühendis, mimar ve şehir plancılarının örgütlenmesi sistemin çarpıklığına karşı işçi sınıfı ile birleşik bir mücadele hattı oluşturması gerekmektedir.

Mühendis yetiştirmek akademik bir süreçtir. Bu usta-çırak ilişkisi ile tanımlanamaz. Mevcut 4 yıllık lisans eğitiminde öğrenilenlerin dahi iş hayatında kullanılmadığını, standartlaşan işler için teknik kadronun tasarım ve projelendirme işinden çok uygulamacı sıfatını aşamamış olması da yapılacak sınavı gereksiz kılacaktır. Zaten böylesi bir sınavın TUS örneğinden de yola çıkarak tam bir at yarışına döneceğini, kısa bir süre içinde bilginin denetlenmesinin değil sıralamanın belirleyici olacağı bir biçim alacağını önden söyleyebiliriz. Özetle mücadele edilmesi gereken YÖK düzeni, onun yarattığı ezberci eğitim sistemi ve buna uygun olarak yetişen “piyasa mühendisi” profilidir.

Sonuç yerine

Bugün için yeni mezun genç mühendisler oldukça ağır koşullarda, düşük ücretlerle ve güvencesiz çalışmaktadır. Yeni mezunların omuzlarına bindirilen yükün ağırlığı ve sömürünün boyutları gittikçe artarken bunun boyutlandırılması çalışmaları “okumuşlar” için zor günlerin habercisidir. Piyasa gerçekleri ortadayken, yeni mezunları “çöken binalardan” sorumlu tutmak yüzsüzlüğü, bu devletin gençlere verdiği değerin de en açık özetidir. Yalan söylenmektedir, yeni mezun, genç mühendisler en azından “ustalarından” daha fazla büyük projelere imza atmış değildir. Girdiğe işte tutunma mücadelesi veren, karın tokluğuna, yarını belli olmadan uzun saatler boyunca çalışan ve sigortası bile işveren tarafından gaspedilen işçi teknik elemanları daha da köleleştirmek için linç kampanyası örgütlenmektedir. Başbakanından rektörüne, ensesi kalın mühendisten odaları mesken tutan oda beylerine kadar herkes bu uğursuz koronun bir elemanıdır.

Kıdem tazminatının gaspından fahiş vergilere, mezarda emekliliğe kadar her şey bu saldırının parçasıdır. Buna karşı susmak onurumuzu ayaklar altına almak yeni Van’lar yaratılmasına yardım etmek demektir. Bizler yetkin mühendisliğe karşı çıkarken bunu meslek adına yapmıyoruz. Zaten mesleği kurtarmanın hijyenik, dünyanın tüm “kötülüklerinden” uzak, insanlık için mühendislik yapmanın bu düzende mümkün olmadığını da çok iyi biliyoruz.

Son söz olarak bir kez daha altını çiziyoruz:

- Yetkin mühendislik öncelikli olarak işçi sınıfına ve onun kazanımlarına dönük bir saldırıdır, sömürüdür.

- Yetkin mühendislik güvencesiz ve esnek çalışma demektir.

- Yetkin mühendislik ticari eğitim demektir.

- Yetkin mühendislik mühendisliğin girdiği hayatın her alanında talan ve yıkım demektir.

- Yetkin mühendislik teknik elemanların tüm örgütleri, kurumları ve beceriyle sisteme teslim olması demektir.

Toplumcu Mühendis Mimar&Şehir Plancıları