11 Kasım 2011
Sayı: SİKB 2011/42

 Kızıl Bayrak'tan
Gerici savaş ve saldırganlıkta sınır tanımıyorlar
Amerikan tetikçiliği
“benzeri olmayan” noktada
Kürt sorununa dokunan yanıyor!.
BDP Eşbaşkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş ile konuştuk
Karadağ’ın katledilişinin 2. yıldönümü dolayısıyla avukatlarından polis cinayetleri ve dava süreci üzerine.
Cinayet(ler)in faili ve
nedeni - Temel Demirer
Ölümsüzlüğe uğurlanışının 2. yılında Alaattin yoldaş üzerine
Metal İşçileri Birliği MYK Kasım Ayı Toplantısı
Sendikal çalışma, reformizm ve
devrimci politika üzerine
TKİP’nin 13. yılı etkinliğindeki konuşma: Güne yükleniyor, devrime hazırlanıyoruz!
“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği gecesi” gerçekleşti.
13. Yıl etkinliği mesajlarından
AB’nin zayıf halkası Yunanistan’da
kriz derinleşiyor
“İşgal Et” eylemleri sürüyor!
Göçün 50. yılı ve kısa hikayesi
Libya’da yeni emperyalist
işgal dönemi
Direnişçi Hugo Boss işçileriyle konuştuk
Şubeler hazırlıklara başladı
Asgari ücretliye 1 somun ekmek
DİSK/Tekstil’de muhalefeti
sindirme operasyonu
İstanbul’da 6 Kasım protestoları
“YÖK’e karşı alanlardaydılar
Galatasaray önünde 345. hafta
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sendikal çalışma, reformizm ve devrimci politika üzerine…

“…Dünyanın hiçbir yerinde proletaryanın gelişmesi, sendikalar olmadan, sendikaların ve işçi sınıfının partisinin karşılıklı eylemi olmadan gerçekleşmemiştir ve gerçekleşemez.” (Lenin)

Marks’ın ya da Lenin’in sözlerinin çarpıtılması ya da söylenen sözlerin sadece işlerine yarayan kısmının alınması günümüzde pek çok sol hareketin yaygın eğilimi haline geldi. Marksizm’den, devrimcilikten söz eden, tartışmalarda (mangalda) kimseye söz (kül) bırakmayan bu hareketler, Lenin’in Marksizm’i hiçbir zaman bir dogmalar yığını olarak ele almadığını tekrar edip dururken, Lenin’in bizlere sınıf mücadelesinde rehberlik edecek en özlü ifadelerini sadece kağıt üzerinde bırakmaktan zerre kadar rahatsızlık duymuyor. Bu eğilim beslendiği küçük-burjuva ideolojik zeminden bağımsız gelişmiyor elbette. Emek üzerine, sömürü üzerine, demokrasi üzerine söylenecek ne varsa hepsi söylendi, söyleniyor belki ama, söylenen her söz teori-pratik arasındaki kopmaz bağın bir o tarafa bir bu tarafa çekilerek esnetilmesinden başka bir işe yaramıyor. Bu sınıf dışı/karşıtı çaba, işçi sınıfının en kitlesel örgütleri olan sendikalarda da kendisini ne yazık ki hissettiriyor.

“Sendikalar siyasete karışmaz” eğilimi, bugün için sendikaları denetim altında tutmak için her türlü çabayı gösteren burjuva siyasetçilerinde görülebildiği gibi, ufku dar olan, bu yüzden de dar grupçuluk elbisesini üzerinden hiçbir zaman çıkaramayacak olan reformist akımlarda da karşımıza çıkıyor. Bir tarafta AKP’nin Hak-İş’i, MHP’nin Türk-Metal’i, CHP’nin Birleşik Metal-İş’i doğarken, diğer tarafta da “sendikaların ve işçi sınıfının partisinin karşılıklı eylemi olmadan” ifadesini “sendikaların başına geçip yönetimi ele almak” olarak algılayan sol partilerin siyaset dışı ekonomist yaklaşımları sınıf mücadelesi önündeki engellerden biri haline geliyor. Proletaryanın ekonomik mücadelesini, yani yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirmek (çalışma saatlerinin kısaltılması, işçi güvenliği önlemlerinin alınması, ücretlerin yükseltilmesi vb.) için verdiği mücadeleyi, kapitalist sömürüyü tamamıyla ortadan kaldıracak olan devrimci politik mücadeleden ayıran bu akımların işi vardırdığı nokta en nihayetinde devrimcileri sendikalardan olabildiğince uzak tutmak, her türlü ileri eylemi durdurmak ve tam da günü kurtarma çabası demek olan sınıfın yerinde saymasını sağlamak oluyor. İşyerlerinden sıklıkla duyduğumuz ve alışık olduğumuz “İşçiler henüz eyleme hazır değil”, “Aceleci davranıyorsunuz”, “Ortalığı karıştırıyorsunuz” diyen hareketlerin ideolojik arka-planına bir bakın. Ne ilginçtir ki, bugün sendikaları devrimci sınıf mücadelesine çekmek, kendiliğinden bir şekilde sendikalarda örgütlenen ve ekonomik mücadele veren işçi kitlelerinin ufkunu siyasal olarak da genişletmek için sınıf devrimcilerinin ortaya koyduğu pratiği bu ifadelerle bastırmaya çalışanlar, yani işçi sınıfının kendi öz politikasından, yani kapitalizmi yıkıp sömürüyü ortadan kaldırma politikasından korkanlarla sendikaların yönetici koltuklarına çöreklenenler ve böylelikle kendi dar siyasal anlayışlarını sendikalarda da yaşatmaya çalışanlar aynıdır.

“Zaafından hain olanla, hesaplı ve kasıtlı hainlik yapan biri arasında kişisel olarak büyük fark vardır; siyasal açıdan ise böyle bir fark yoktur, çünkü milyonlarca insanın gerçek kaderi siyasete bağlıdır. Ama milyonlarca işçi ve yoksul köylünün, zaafından hain olanların mı yoksa bencil çıkarları için hain olanların mı ihanetine uğramış oldukları, bu kaderi değiştirmez.” (Lenin)

Türkiye’de sendikalar ve sendikacılık sorunu sınıf adına söz söyleyen herkes için önemli bir yerde duruyor. Herkes şu veya bu şekilde bu soruna dair fikirlerini ifade ediyor. Pek çoğu da “sendika bürokratları” ve “iyi niyetli sendikacılar” ayrımı yaparak, bugün burjuva düzenin dayanağı haline gelen sendikaların bürokrasiyle birlikte anılması sorununu ülke koşullarından, iktisadi-siyasal koşullardan kopuk ele alıyor. Öyle ki, sendikal bürokrasi denince sınıf adına geri kararlar alan, sınıfı pratik ve ideolojik olarak geliştireceği yerde onu kendi dar çerçevesine hapseden bir grup yönetici anlaşılıyor. Çözüm olarak da ilk fırsatta onların gidip yerlerine “iyi niyetli” kişilerin gelmesi öneriliyor. Hemen her sendikanın kurullarında ortaya çıkan tablodan bunu görmek mümkün. Bu tabloda her seferinde gözümüze çarpan karşıt iki sınıf arasındaki savaş yerine, yani işçi sınıfının burjuvazi karşısındaki mücadelesi yerine, bürokratlarla “iyi niyetli” sendikacılar arasındaki yarış oluyor. Burada şunu belirtmekte fayda var, sendikaların elbette ki üye aidatlarıyla saltanat kuran ve işçilerden uzaklaştığı ölçüde burjuvaziye yaklaşan, bunun sonucu olarak da artık burjuvazinin ağzından konuşmaya başlayan ağalardan temizlenmesi, onların yerine devrimci işçilerin geçmesi gerekir. Fakat bu hiçbir şekilde, “yönetimde devrimcilerin bulunması gerekir, bu yüzden mevcut yönetimle bir süre flört edilebilir” şeklinde kendisini gösteren sefil bir pragmatist tutum almak biçiminde çarpıtılmamalıdır. Bunu yapmak adına, mücadeleden, sendikal bürokrasinin yıkılması gerektiğinden dem vuranların nasıl da iş seçimlere gelince onlarla kol kola yürüdüğünü görebiliyoruz. Yapılması gereken, emek-sermaye arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi ve bu çelişkinin siyasal iktidardan bağımsız ele alındığı, bununla beraber sendikal bürokrasinin yarattığı tahribattan kurtulunmadığı taktirde asla yok olamayacağını açıkça ifade etmek, “siyasal konuşup yöneticileri ya da geri bilinçteki işçileri korkutmamak” adına işi kendini inkara vardırmamaktır.

İşçi sınıfının devrimcileştirilmesiyle sendikal mücadeleyi bir arada ele alan ve buna uygun bir pratik sergileyen sınıf devrimcilerinin, Birleşik Metal-İş’in genel kurullarında karşılaştığı tutuma (gerek bürokrat takımından gerekse de sözde “devrimcilik” iddiası taşıyanlardan) bakarak bu daha iyi anlaşılabilir. Bugün, ne yazık ki, işçileri politikleştirme, tabanın öfkesini açığa çıkarma, onların kendileri adına karar almaları konusunda ön açıcı olma adına gösterilen her çaba vakit kaybetmeden bastırılmaya çalışılmaktadır. Ve ne yazık ki “iyi niyetli” sendikacılar da iş yönetimde yer edinmeye gelince bırakalım sessiz kalmayı, işi sınıf devrimcilerine sözlü saldırıda bulunmaya kadar vardırmaktadır. Bir taraftan düzen ağzıyla konuşup “Ortalığı karıştırıyorlar” demeyi eksik etmezken bir taraftan da “Sendikaları karalıyorlar” diyerek ihanetçi bürokrat takımıyla aynı tarafta yer almaktadır. Yönetimde bir yer edinip onları denetleyerek bürokrasiyi yıkabileceğini zannedenler, mücadelede esas olan tabanın öfkesi biraz da olsa kendini gösterdiğinde “işçiler bölünüyor” diye geri tavır sergileyebilmektedir.

Bugün işçi sınıfının her türlü ileri eylemini bastırmak, söz söyledikleri yerde onları susturmak, karar alma süreçlerinin dışına itmek olarak karşımıza çıkan sendikal bürokrasi, işçilerin ve işyeri temsilcilerinin eğitimine de tam da ihtiyaçları kadar ve ihtiyaç olunduğu şekilde gereken “ilgiyi” gösteriyor. Bu durum, sınıf bilincini geliştirmek için hiçbir şekilde eğitim vermemek olarak karşımıza çıktığı gibi, işçileri kendi kontolleri altında tutabilmek için burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda eğitimler vermek olarak da kendini gösterebiliyor. Örneğin, eğitim uzmanlarını sözleşme döneminde işçilere eğitim vermeye çağırıp onlara görevlerini hatırlattığımızda karşımızda “bekleyin, sabredin, yasalar böyle” diyerek “eğitim” veren birini bulabiliyoruz.

“Ekonomik mücadele, ancak ve ancak proletaryanın politik mücadelesiyle doğru bir şekilde bileştirildiği ölçüde işçi kitlelerinin koşullarını kalıcı olarak geliştirebilir ve onların gerçek sınıf örgütlenmelerini güçlendirebilir (…) Parti, proletaryanın sosyalist amaçlarının ve sınıf mücadelesinin anlaşılması adına sendikalara üye işçileri eğitmek için her türlü çabayı göstermelidir.” (Lenin)

Marksizm-Leninizmi rehber edinen ve kendi siyasal çizgilerini sendikalarda işçi kitlelerine taşıyan Bolşeviklerin deneyimini referans alan devrimci işçiler, koşulların ve sınıf hareketinin geriliğini kendi rahatlarını bozmamanın bahanesi haline getiren sendika bürokratlarının ve onlardan geri kalmayan, sınıfın devrimci eylemine öncülük etmek yerine işçilerin kapalı odalarda yetişeceğini düşünen “iyi niyetli”, “romantik” solcu sendikacıların aksine, işçi sınıfını devrimci çizgiye çekmek, hem politik hem de pratik olarak onları eğitmek için her türlü çabayı harcayacaktır. Çünkü, sendikalar ancak ve ancak o zaman işçi sınıfının gerçek mücadele örgütleri ve okulları haline gelecek, ve ancak o zaman sosyalizm mücadelesinde ileri bir adım atılacaktır.

Sendikalı bir işçi