8 Temmuz 2011
Sayı: SİKB 2011/26

 Kızıl Bayrak'tan
İçeride efelik taslayanlar dışarıda uşaklıkta sınır tanımıyor...
Emperyalizmin uşaklarından
halklara dost olmaz!...
Düzenin siyasal krizi ve Kürt sorunu
Katil devlet 18 yıl sonra yine işbaşındaydı!
Madımak'ta insanlık 2. kez utandı
Katliam ülkenin dört bir yanında lanetlendi...
BDSP’nin 2 Temmuz anmalarından
PTT direnişi büyüyor
“Direniyorum öyleyse varım!”
KESK Genel Kurulu sona erdi
Demokratik ve mücadeleci bir sendikal haraket için
On sendikadan güç birliği!
Tunus-Mısır
dersleri - H. Fırat…
Suriye’de durum
karmaşıklığını koruyor
Lübnan direnişini silahsızlandırma
planı tutmayacak!
“Sosyalist Enternasyonal” Atina’da toplandı
Emekçiler ‘grev’ dedi
İşte kapitalizmin futbolu: Para-mafya-şike!
Gerillalar sonsuzluğa uğurlandı
Çorum’u devlet hazırladı itirafı
Nükleer santraller ölümdür,
­izin vermeyelim!
Rakamlar kadının ezilmişliğine
Zilan: Kürt halkının
mücadele ateşi!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Lübnan direnişini silahsızlandırma
planı tutmayacak!

Lübnan Eski Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesiyle ilgili kurulan BM destekli Uluslararası Lübnan Özel Mahkemesi’nin resmi olarak açıklanmayan, ancak kısmen basına sızdırılan kararı belli oldu. Emperyalist/siyonist güçlerin güdümünde çalışan mahkemenin, Hizbullah’ın lider kadrolarından dördü hakkında tutuklama kararı aldığı ortaya çıktı. Bu karar Lübnan’daki kırılgan havayı iyice bozdu.

“14 Mart Güçleri” olarak adlandırılan Sünni Müslüman/Hıristiyan burjuvazisi ittifakı, mahkeme kararına balıklama atladı. Zira ABD, Fransa, Suudi Arabistan hatta İsrail gibi gerici güç merkezlerine sırtını dayayan 14 Martçılar, CIA-MOSSAD tarafından yönlendirilen mahkemenin kararını, Necip Mikati başkanlığındaki hükümete yüklenmek için “bulunmaz fırsat” sayıyorlar.

Esas hedef ise hükümet değil Hizbullah, daha özel planda ise hareketin silahlı direniş kanadıdır. Aylarca süren siyasi krizden sonra kurulan Mikati hükümetinin hedef alınması da, Hizbullah’ın bu hükümet üzerindeki ağırlığından kaynaklanıyor.

14 Martçılarla arkalarında duran gerici güç merkezleri, yıllardan beri Lübnan’daki silahlı direnişi tasfiye etmeye çalışıyor, ancak başaramıyorlar. Zira bu hareket emperyalist/siyonistlerle Suudi Arabistan gibi gerici güçlerin sırtındaki çıban gibidir. 14 Martçılar ise, Lübnan’daki iktidar ve ranttan daha büyük pay almak ve emperyalist efendilerine yaranmak için Hizbullah’ı silahsızlandırma isteğiyle yanıp tutuşuyorlar.

Direnişi silahsızlandırmak gibi zor bir meseleyi çürük bir mahkeme kararına dayanarak yapmak mümkün değil elbette. Zira sözkonusu mahkemenin hakla/hukukla bir alakasının olmadığını herkes biliyor. Nitekim mahkeme kararının açıklanmasının hemen ardından televizyona çıkan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, mahkeme başkanı ve üyelerinin CIA ve MOSSAD’la işbirliği yaptıklarını belgeleriyle açıklayarak, kirli sicillerini ortaya koydu. Nasrallah haklı olarak bunun mahkeme değil, emperyalist/siyonist güçlere hizmet eden siyasi bir oluşum olduğunu vurguladı.

Mahkeme adı verilen bu oluşum, daha önce de Hariri’nin öldürülmesinden Suriye yönetimini sorumlu tutmuş, dört Suriyeli subayı yıllarca hapse kapatmış, ardından ise “beraat ettiniz” diyerek salıvermişti. Keza bu mahkemenin dolandırıcı sahtekar kişilerden para karşılığı ifade aldığı da yıllar önce kanıtlanmıştı. Wikileaks belgeleri ise, soruşturmayı yürüten savcının ABD büyükelçiliğine başvurarak, itham edilenlere yönelteceği soru listesi istediğini ortaya koymuştu…

İşte mahkeme adı verilen bu oluşum, şimdi Hizbullah mensubu dört kişinin 30 gün içinde yakalanmasını buyuruyor. Bu oluşumun kararını gerekçe gösteren 14 Martçılar ise, Mikati’ye “ya mahkeme kararını uygula ya da istifa et” türünden açıklamalarla saldırmaya başladılar. Mahkeme heyetinin sicilini ortaya koyan konuşmasında 14 Martçıların söylemlerine atıfta bulunan Nasrallah, “30 gün değil, 30 yıl değil hatta 300 yıl geçse bile hiçbir Lübnan hükümeti adı geçen dört kişiye ulaşamaz” diyerek meydan okudu.

Bu arada, mahkeme kararının tartışıldığı gerilimli toplantıya sahne olan Lübnan meclisinde kozlar henüz paylaşılmış değil. 14 Martçıların saldırgan üslubu, Lübnan direnişini tasfiye etmek amacıyla başlatılan saldırının emperyalist/siyonist merkezlerle koordineli yürütüldüğü kanısını güçlendiriyor. Zira hukuksal açıdan ciddiye alınacak hiçbir tarafı bulunmayan bir oluşumun kararını gerekçe göstererek Lübnan’daki kırılgan havayı zehirleme çabasını başka türlü izah etmek mümkün değil.

Lübnan’ı dizayn etmeyi, Ortadoğu’yu dizayn etmenin ilk adımı olarak değerlendiren emperyalist/siyonist güçler, bu emellerine ulaşabilmek için her vahşete başvurmaya hazırlar. İsrail ordusunun Temmuz 2006’da Lübnan’a düzenlediği vahşi saldırıyı, dönemin ABD dışişleri bakanı Condoleezza Rice ağzıyla, “yeni Ortadoğu’nun doğum sancısı” olarak ilan etmeleri bunun göstergesidir. Zira 36 gün süren ve İsrail savaş aygıtının utanç verici bir şekilde geri çekilmesiyle sonuçlanan saldırıda yüzlercesi çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan 1500’ü aşkın sivil Lübnanlı siyonist cellatlar tarafından katledilmişti.

Belirtmek gerekiyor ki, ABD-AB onaylı/destekli İsrail’in vahşi saldırısına, Suudi Arabistan başta olmak üzere hiçbir Amerikancı Arap rejiminden itiraz gelmemiştir. Yani direnişin ezilmesi amacıyla Güney Lübnan’ın İsrail ordusu eliyle tahrip edilmesi ve sivillerin katledilmesi dinci gerici Amerikancılar tarafından da desteklenmişti.

Emperyalist/siyonist güçlerle bölgedeki işbirlikçilerinin halk isyanlarını yozlaştırma/hedefinden saptırma saldırısının ivme kazandığı günlerde, CIA-MOSSAD güdümündeki oluşumun Hizbullah’ı hedef alan kararını açıklaması, bir tesadüf değil elbet. Suriye’deki olayların karmaşık bir hal alması, Hizbullah’ın ise, Beşar Esad yönetimiyle işbirliği içinde olması, Lübnan direnişine saldırmak için uygun bir fırsat olarak görülüyor. En azından 14 Martçılarla onların arkasındaki gerici güç odaklarının durumu bu şekilde değerlendirdiği ortada.

Zira hukuksal açıdan beş paralık değeri bile olmayan bir karar için, 14 Martçılar tarafından fırtına kopartılması, olağan bir durum değil. Belli ki, 14 Mart oluşumu ile arkasındaki gerici güç odakları, Beşar Esad yönetimini sıkıştırıp Hizbullah’ı zayıflatmayı, Hizbullah’ın silahlı kanadını tasfiye edip Esad üzerindeki basıncı daha da arttırmayı hedefliyorlar. Bu iki gücün etkisizleştirilmesi ise, İran’ı temel müttefiklerinden yoksun bırakmak anlamına geliyor ki, sözkonusu plan ABD-İsrail-Suudi Arabistan mihverinin ilk maddesidir.

Emperyalist/siyonist güçlerle işbirlikçilerinin hedefleri belli. Ancak bu uğursuz planın hayata geçirilmesi hiç de kolay değil. Zira 14 Martçıları destekleyenler dahil, Lübnan halkının büyük çoğunluğu söz konusu gerici plana şüpheyle bakıyor. Mecliste kıyamet koparken sokakların sakin olması bununla ilgilidir. Belirtmek gerekiyor ki, onlarca yıldır gerici çatışmalardan dolayı ağır bedeller ödeyen Lübnan halkları, emperyalist/siyonist güçlerle işbirlikçilerinin iğrenç planlarının kendi hayırlarına olmadığının farkındalar. Elbette gerici güçlerin de sokaklara dökebileceği belli bir kitle mevcut, ancak kitlelerin, Lübnan halkının parasıyla çalışan kirli bir oluşumun kararından dolayı buna pek hevesli olmadığı da gözleniyor.

Gerici planın önündeki asıl engel ise, kuşkusuz ki direnişçi güçlerin kendisidir. Zira Suriye’deki olaylar Hizbullah’ı kısmen sıkıştırsa da, bu hareket öyle kolay silahsızlandırılabilecek bir durumda değil. Nitekim Hasan Nasrallah’ın mahkeme kararına soğukkanlı bir şekilde meydan okuması, özgüvenin ifadesiydi aynı zamanda. Kaldı ki bu koşullarda silahsızlanmanın Hizbullah ve destekçisi güçlerin imhası anlamına geleceği herkesin malumudur. Hal böyleyken direniş deneyimi ve birikimine yaslanan Hizbullah’ın silahsızlanmayı savaşsız kabul etmesi mümkün değildir.

Lübnan’daki tüm taraflar silahlıdır; her partinin kendine göre bir silahlı gücü bulunuyor. Ancak hiçbiri Hizbullah’la kıyaslanabilecek durumda değil. Yine de Lübnanlı güçler arasında silahlı çatışmanın yeniden başlaması, bu küçük ülke, hatta bölge için tam bir felaket olur. Nitekim bunun farkında olan Hizbullah lideri, anılan açıklamasında, mahkeme kararının Şii-Sünni veya Müslüman-Hıristiyan çatışması yaratmasına izin vermeyeceklerini özellikle vurguladı.

Lübnan ve bölge hakları açısından durum bu iken, emperyalist/siyonist güçlerle işbirlikçilerinin niyetleri farklıdır. 2006 saldırısı bu gerici güçlerin halkların kanını akıtmaktan geri durmayacaklarını kanıtlamıştır. Bunları durdurabilecek yegane güç direnişin kararlılığı ve Lübnan halklarının gerici egemenlerin sefil çıkarlarına alet olmayı reddetmeleridir.