1 Temmuz 2011
Sayı: SİKB 2011/25

 Kızıl Bayrak'tan
Düzenin siyasal krizi ve olasılıklar
Emperyalist/siyonist güçlerin yanında saf tuttular!
Bir elinde anayasa
diğerinde polis copu
Dicle tepkisi sokakta
AKP hükümeti baskı ve terörü tırmandırıyor
“İşkence sokağa taşındı”
İşkenceciye ve katillere
yüksek tolerans!
Sivas Katliamı lanetlendi
Alaattin Karadağ cinayeti davasında 4. duruşma
Birleşik Metal’de gerilimli
genel kurul
Düzenin apolitizmine karşı devrimci politizasyon
“Ortak bir platform oluşturacağız”
Ontex önünde dayanışma etkinliği
Casper’da dayanışma etkinliği.
Sağlık emekçileri uyardı
Yunanistan’da emekçiler kararlı
Emekçiler IMF anlaşmasını
çöpe attı
ABD Afganistan’dan çekiliyor(!)...
I. Dünya Emekçi Kadın Konferansı’nın deneyimleri paylaşılıyor...
Burdur Cezaevi’ndeki katliam girişiminin 12. yıl dönümünde Veli Saçılık ile konuştuk.
İzmir’de 15-16 Haziran paneli
“Şirket Hikayeleri” adlı tiyatro oyununun oyuncuları ile konuştuk
Eti Gümüş'ten ÇMO'ya dava!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşkenceciye ve katillere
yüksek tolerans!

İşkence egemenler için vazgeçilmez bir silahtır. Emperyalist-kapitalist sistemin yürütücülerince de dünyanın her yerinde teslim alma, yıldırma, sindirme ve cezalandırma amacıyla kullanılmaktadır. Bilim ve teknolojideki ilerlemeler yeni işkence metotları için kullanılmaktadır. İşkence aletlerinin üretimi ve ticareti bir sektör haline gelmiştir. Bu da emperyalist-kapitalist sistemin ne kadar insanlık dışı bir sistem olduğunu bir başka açıdan doğrulamaktadır.

Türkiye ise işkence konusunda sicili hayli bozuk ülkelerin başında gelmektedir. Her ne kadar son yıllarda AKP hükümeti sözde “demokrasi” açılımlarının bir gereği olarak sıklıkla “işkenceye sıfır tolerans” argümanını kullansa da, durum değişmemektedir. İşkenceye sıfır tolerans bir yana işkenceciye tam tolerans gösterilen bir ülkedir Türkiye.

Türkiye’de konuyla ilgili istatistiklere bakıldığında sistematik işkencenin devam ettiği ortadadır. Bunu kanıtlamak için birkaç veri yeterlidir. Bu açıdan eldeki veriler “ileri demokrasi” söylemelerinin sahteliğini ayan beyan ortaya koymaktadır. İnsan hakları örgütlerinin verilerine göre, sadece 2011 yılının ilk dört ayında 776 kişi işkence gördüğüne dair başvuru yapmıştır. Kolluk güçleri sadece muhaliflere değil, önüne gelen herkese işkence uygulayabilmektedir.

İşkencenin cezasız kaldığı bir ülkedir Türkiye...

Türkiye “İşkenceye Karşı Sözleşme”yi 1988 yılında kabul etmiştir. Anayasa’da ve Ceza Kanunu’nda işkenceyi yasaklanmıştır. Fakat bunlar kağıt üzerinde kalmaktadır. Somut durumda, failler ne tespit edilebilmekte ne de yargılanabilmektedir. Yargılansa bile verilen cezalar uygulanmamaktadır ve bu nedenle herhangi bir caydırıcılığı olmamaktadır. Bizzat İstanbul Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, 2005-2010 yılları arasında “İşkence ve kötü muamele ettikleri” gerekçesiyle haklarında adli soruşturma açılan 2 bin 341 polisten sadece 22’sine hapis, meslekten men ya da para cezası gibi cezalar uygulanmıştır. Görüldüğü gibi karşımızda işkencecileri koruyan, kollayan bir devlet gerçeği bulunmaktadır.

AKP döneminde yeni yasal düzenlemelerle polise sınırsız yetki verilmiştir. Önce “işkenceye sıfır tolerans” yalanını inandırıcı kılmak için, insan hakları adına bir iki yasal düzenleme yapılmıştır. Ardından tüm bunları işlevsizleştiren ve kolluk güçlerini sınırsız yetkilerle donatmak üzere Terörle Mücadele Yasası’nda (TMY) değişiklikler yapıldı. Özellikle 2007 yılında Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nun (PSVK) değişmesi ile geniş yetkiye kavuşan polisler başta olmak üzere devlet görevlilerinden kaynaklı işkence ve kötü muamele olaylarında büyük artışlar yaşanmıştır. “Teslim ol” çağrısına uyulmaması veya silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde kolluk görevlileri, tehlikeyi etkisiz kılabilecek ölçü ve orantıda, doğrudan ve duraksamadan hedefe karşı silah kullanmaya yetkilidirler” hükmüyle yargısız infazlara ve bu tür iddiaların soruşturulmasının önüne geçilmesine olanak tanınmıştır. Sonuçta polislerin istediğini durdurup kimlik sorma, zor kullanma ve kuvvetin derecesini keyiflerine göre belirlemeleri yasalaşmış oldu. Kısacası, “ileri demokrasi” argümanı altında gerçekte işkencenin sokağa taşarak tırmanması sağlanmıştır.

Bir örnek: Alaattin Karadağ davası

TMY ve PVSK’da 2006 ve 2007 yıllarında yapılan düzenlemelerin ardından polis terörü ve cinayetlerinin pek çok örneği yaşanmıştır. Alaattin Karadağ yoldaşın cinayeti ve halen devam eden yargı sürecinden de görüldüğü gibi, polisin kullandığı sınırsız öldürme hakkı, yargı tarafından da kollanmaktadır. Alaattin yoldaş 19 Kasım 2009 akşamı Esenyurt’ta sermaye devletinin eli kanlı cellatları polisler tarafından katledilmişti. Görgü tanıklarının da ifade ettiği gibi, Alaattin yerde yaralı yatarken polis tarafından kurşunlanarak katledilmiş, hastaneye götürülmeyerek ölmesi beklenmiştir.

Sonuçta polis cinayetlerinin bildik akıbeti bu davada da işletilmek istenmektedir. Uzunca bir sürece yayılan soruşturma aşamasında, işlenen bu cinayetin delilleri açıkça karartılmaya çalışılmıştır. Görgü tanıklarının son duruşmada da ifade ettiği üzere Alaattin Karadağ yoldaşın göz göre göre infaz edildiği ortadayken, tek sanık olan ve “kasten adam öldürme”, “görevi kötüye kullanma” ve “kişilerin malları üzerinde usulsüz tasarruf” suçlamalarıyla yargılanan polis Oğuzhan Vural’ın tutuklanması talebi reddedilmiştir. Kendisi başka bir ilde görevine, yasal olarak öldürme yetkisiyle birlikte devam etmektedir. Böylelikle bir kez daha görüldüğü gibi Türkiye, işkenceye sıfır toleransın olduğu değil, işkenceciye yüksek tolerans gösterilen bir ülkedir.

Dahası Türkiye “26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” vesilesiyle hazırlanan işkence karşıtı afişlerin dahi yasaklandığı bir ülkedir. Bu afiş, “İşkenceye sıfır tolerans, orantısız güce sonsuz müsamaha”, “İşkence bir insanlık suçudur, sokak işkencesine yasal kılıf: Orantılı güç” yazıları ve polisin sokakta uyguladığı şiddetin fotoğrafı bulunduğu için toplatılmıştır. Toplatma gerekçesi “Devletin askeri ve emniyet teşkilatını alenen aşağılamaktır” Devlet işkencecilerini korumaya ve kollamaya devam etmektedir.

Yaptıkları yapacaklarının teminatı...

Hatırlanacağı üzere AKP’nin seçim sloganlarından biri de “Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatı” biçimindeydi. Gerçekten de seçim öncesinde yaptıkları bundan sonra yapacaklarının kanıtı oldu. Seçim süreci, işkencenin ve yaşam hakkı ihlalinin çokça yaşandığı bir süreçti. Seçim sürecinde kolluk güçlerinin, toplantı, gösteri ve protesto eylemlerine yönelik terörü sonucunda 3 kişi yaşamını yitirmiş, 347 kişi yaralanmış ve 2019 kişi de gözaltına alınmıştır. Kürt illerinde, Hopa’da ve sonrasında yaşananları protesto etmek için Ankara’da yapılan eylemlerde polisin uyguladığı şiddet kuşkusuz sermaye devletinin bundan sonra yapacaklarının göstergesidir. Hopa’da kolluk güçlerince sınırsızca kullanılan gaz bombası sonucu Metin Lokumcu yaşamını yitirmiştir. Dahası, Metin Lokumcu’nun ölüm raporu polisi aklar nitelikte hazırlanmıştır. Bir kez daha görülmüştür ki, devlet işkencecilerini ve katillerini korumaktadır.

Sermaye düzeni ancak baskıyla, işkenceyle ayakta kalabilmektedir. Çünkü burjuvalar korkmaktadır. Onların korkusu “ayakların baş” olması, bu düzenin değişmesi, saltanatlarının yıkılması ihtimalindendir. Bu yüzden sınırsızca baskı ve terör uygulamakta, işkence yapmakta, katletmektedir. Bu nedenle yapılması gereken onların korkularını gerçeğe çevirerek, mücadeleyi daha da büyütmektir. İşkenceci düzen yerine sosyalizmi kurmadıkça insanlık kurtulamayacaktır.