25 Mart 2011
Sayı: SİKB 2011/12

 Kızıl Bayrak'tan
Kurultaylar ve sınıfın
mücadele gündemleri
Erdoğan: “NATO’nun ne işi var Libya’da?”
Bir yağma savaşı, iki farklı dünya
Yüzbinler Newroz
alanlarında buluştu!...
Newroz ateşi alanlarda harlandı!..
Düzenin ve CHP’nin
sosyal demagoji ihtiyacı! ..
İlk adımı Süsler Doruk işçileri attı...
Yaşasın grev,
yaşasın dayanışma!
Konak’tan Ontex’e direniş köprüsü
ÇEL-MER Çelik’te kirli oyunlar/PTT iccilerinden zincirli eylem
İşçiler kurultaylara yürüyor...
Emperyalist saldırganlığa karşı Ortadoğu halklarıyla enternasyonal dayanışmayı yükseltelim!
Kanlı ve kirli ellerinizi
Libya’dan çekin!
Arap dünyasında isyan
dalgası sürüyor
Bölgesel gericiliğin mızrak başı:
Suudi Arabistan.
Nükleer karşıtı protestolar
ve görevlerimiz
Nükleer protestoları sürüyor
Almanya’da onbinlerin
katıldığı coşkulu Newroz
Newroz ateşi kampüslerde
Haklarımıza göz koyanlara
İstanbul’u dar edelim!..
Şerzan Kurt davasında erteleme
T. Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Musa Servi ile konuştuk...
3 Nisan eylemi ve sendikal
birlik üzerine..... 
Emek örgütleri: Susmayacağız!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Hiçbir şey için olmasa da
çocuklarımız için...”

Japonya’daki deprem ve tsunami felaketinin ardından meydana gelen Fukushima Nükleer Santrali’nde yaşanan radyasyon sızıntısı gözleri bir kez daha insanlık düşmanlarına ve onların icraatlarına çevrilmesine neden oldu.

Doğanın neden olduğu yıkımın sonuçlarına vurgu yapılırken hafızalarımızı silmeye çalıştılar. Oysa ki bu ilk değildi son da olmayacaktır…

- Temmuz 2008’de Fransa Tricastin Nükleer Santrali’nde 100 görevli radyasyona maruz kaldı.

- 2004 yılında Japonya Mihama reaktöründe buhar patlaması sonucu 5 işçi hayatını kaybetti.

- 30 Eylül 1999 tarihinde yine Japonya’da Tokaimura santralinde zincirleme reaksiyon başladı ve 2 çalışan radyasyon sebebiyle hayatını kaybetti, 400’den fazla insan radyasyona maruz kaldı ve bakım masraflarını üstlenmemek için güvenlik raporlarıyla oynandığı ortaya çıktı.

- 26 Nisan 1986 Çernobil, Ukrayna, Belarus ve Türkiye’nin Karadeniz kıyıları radyoaktif kirlenmeye maruz kaldı ve bu kirlenmenin etkileri insan yaşamını etkilemeye devam ediyor.
Liste Rusya (1957), Pensilvanya (1979), İngiltere (1957) gibi ülkelerde meydana gelen radyasyon sızıntılarıyla uzatılabilir.
Bu kadar kaza ve radyoaktif sızıntıya rağmen nükleer santraller konusunda ısrarcı olmaları tesadüf olmanın ötesinde büyük şirketlerin kâr ve rekabet hırsından kaynaklıdır.
Japonya’daki radyasyon sızıntısı gösteriyor ki maliyetleri kısmak ve güvenlik teftişlerini arttırmaktansa sermayelerini kutsamak, onlar için insanlığın felaketini engellemekten çok daha değerli. Japonya’nın, fay hatlarının aktif olduğu bir ülke olduğu düşünülürse doğanın kapitalizm karşısında ne kadar masum olduğu anlaşılabilir.

Olay dünyada bu kadar vahim iken Türkiye’de açılması planlanan santraller konusunda geri adım atılmamış, muhalefet ve iktidar el ele nükleer santrallere karşı olmadıkları konusunda hemfikir olmuşlardır. Çernobil’in etkileri Karadeniz kıyılarında hala kendini insanlar ve toprak üzerinde hissettirirken, Akkuyu’da nükleer santral kurulmasıyla ilgili anlaşma her şeye rağmen tamamlanmıştır. Üstüne üstlük Akkuyu santralinin 25 km. uzağında Ecemiş fay hattının aktif olduğunun tespit edilmiş olmasına rağmen.
Beri taraftan Başbakan Erdoğan’dan “evdeki tüpün de riskli olduğu’’ açıklaması gelmiştir ve böylece aymazlıkta sınır tanımadığını bir kez daha göstermiştir.

Sonuç itibariyle işçi ve emekçiler hiçbir şey için mücadele etmeseler bile çocuklarının hayatı için mücadele etmelidir! Dünyanın neresinde olursa olsun kapitalist sömürü düzeni insanlığı bir kez daha amansız felaketler ve ölümle karşı karşıya bırakmaktatır. Doğanın değil sermaye düzeninin öldürdüğü bir kez daha tarih önünde kanıtlanmaktadır.

Bursa’dan bir okur

 

 

 

“Ev işçisi kadınların örgütlenmesi lazım”

Bundan 10 yıl önce, ev işine giden kadınlar, ev işine gidiyoruz, demezlerdi, utanırlardı. Onlara verilen ad onur kırıcıydı. Güzel bir isimleri yoktu, hizmetçi, gündelikçi, bakıcıydı onların adı. O yüzden, gizli giderlerdi işe. Oysa, onların yaptıkları da, diğer işlerden farksız bir işti. Tek farkı, sigortasız ve güvencesiz çalışmalarıydı.
Kimin umurunda, bizim sigortamız yok, güvencemiz yok. Bir de tepeden bakarlar bize, hor görürler. Hor görenlerin, tepeden bakanların bizlerden tek farkı, paraları. Bizler onların kirlettiklerini temizliyoruz. Bu düzen, her şeyi kirletti. İnsanı insana köle etti. Hayatlarımızı bu kirli dünyaya mahkum etti. Uyanmak lazım, bilinçlenmek lazım. Ev işçisi kadınların örgütlenmesi lazım. Bilinçlenmeli, sorunlarımızı tartışmalı ve örgütlenmeliyiz. Bizler Ümraniye İşçi Kurultayı’na bu çağrıyı taşıyacağız.
Ümraniye’den ev işçisi bir kadın

 

 

 

Orhan İyiler’in anısınaI

Bir dost gitti
            mavi atlası kucaklayarak.
Ve dört mevsim
            alev alev yanarak.
Işıtarak düştü göktaşımız
            kararan yeryüzünü.
Hasretti gözleri…
            Gülen gözlere.

II
Ölüm de gerçek mi
            eeyy ustam!
Neden sığamadın göklere?
            Dar geldi biliyorum
ateşten çemberi zulmün.
            Kalemin ustura ağzı
iki yanı keskin.
            Gerçeğin peşi sıra
raflardan indirdin;
            kayıp gülün dosyasını…
Aradın…
“İşte gerçek” dedin.

III
Bizim için senin adın
            çağlar ötesinden gelen
görkemli bir ses…
            Ve hiç yitmeyecek
duyulacak bir nefes.
            Bir direniş çadırında
“Bir Gün Bile Yaşamak”
            hocam sana has.

IV
Şimdi kalbim dinamit kuyusu…
            Yakında patlayacak.
Gözlerim, çocukların gülen gözlerine
            senin anılarınla bakacak.
Çok zaman kalmadı bilmeliyiz.
            Toprakta tohum…
Ağaçta tomurcuk:
- Bil ki küçük çocuğum
yine bahar gelecek.

V
Yaralı geyikler misali ben
            hangi çağıltıdan su içmeli…
Hangi çeşmelerde
            yumalıyım yüzümü.
Ustamın yüzü…
            Yüzlerimiz.
Giden ustamız, yüzakımız.

Rahime Henden
Çobançeşme
25.02.2011