11 Mart 2011
Sayı: SİKB 2010/10

 Kızıl Bayrak'tan
İktidarlarını sağlama almak için dizginsiz gericilik ve zorbalık!
İnkarcılığına karşı
isyan ateşi harlanmalıdır!
İnkara, asimilasyona, tasfiyeye ve
imhaya son!
“Kadın erkek birlikte mücadeleye!.."
Ankara’da coşkulu 8 Mart
Yaşamın yarısından
kavganın yarısına!
Emekçi kadınlarla 8 Mart alanında konuştuk
Metal işçileri tarih istiyor
Metal işçileri grev istiyor
MİB GREVle dayanışmaya
çağırdı
Ontex’te sendika bürokratları suçunu itiraf etti.
İzmir’de kurultay çalışmaları
Halkları köleleştirme
planları iflas ediyor!
Yemen’deki amerikancı rejimi
kaçınılmaz sona yaklaşıyor
Tahrir’den Wisconsin’e
mücadele büyüyor
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da
isyan dalgası
Dünyadan.
2011 Dünya Kadınlar Konferansı’nda enternasyonal mücadele çağrısı
Avrupa’da 8 Mart
TTB Merkez Konseyi üyesi Osman Öztürk’le konuştuk.
Üniversitelerden...
“Bu İŞte bir ‘iş’ var..”
Eğitim-Sen şubelerinde
genel kurul
Hüseyin Hoca’nın anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz!
16 Mart 1978 Beyazıt
katliamını unutmadık!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt sorununda kritik bir sürece girerken...

İnkarcılığına karşı isyan ateşi harlanmalıdır!

Düzen cephesi tarafından siyasal gündemin bir süredir arka sıralarına itilmeye çalışılan Kürt sorunu özellikle son süreçte yaşanan gelişmelerle birlikte yeniden ön plana çıktı. KCK’nın 13 Ağustos 2010’dan bu yana süren eylemsizlik kararını sona erdirdiğini açıklaması ve kısa süre sonra Öcalan müdahalesiyle kararın uzatılması, genel seçimlerle iç içe geçmiş olan Kürt sorunu cephesinden tansiyonu yükseltmiş oldu. Kürt hareketinin bu hamlelerini ise, AKP kurmaylarının başını çektiği düzen sözcülerinin birbiri ardına gelen tehditkar açıklamaları izledi. Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek ile açılan tehdit faslı, Erdoğan ve Gül’ün “gereğini yaparız” türünden açıklamalarıyla devam ettirildi.

Kısa süre içerisinde yaşanan böylesi gelişmeler, sermaye iktidarının, Kürt hareketinin fiziki tasfiyesini amaçlayan politikalardan ve buna referans oluşturan resmi imha-inkar çizgisinden vazgeçmeyeceğini bir kez daha kanıtlamış oldu.

KCK’nın taktik manevralarına ek olarak, düzen aktörlerinin ve daha özelde AKP’nin seçim çerçevesindeki hesapları ise bu denklemi daha karmaşık hale getiren bir rol oynuyor.

Bilindiği üzere, KCK Yürütme Konseyi 28 Şubat günü açıklama yaparak, eylemsizlik kararını sona erdirdiğini duyurdu. Karara ilişkin gerekçelerde, Kürt siyasetçilere yönelik operasyonların devam etmesi, KCK davasında ana dilde savunmanın engellenmesi ve hiçbir tahliyenin gerçekleşmemesi, Öcalan’ın koşullarında iyileştirilme yapılmaması, Hakikâtleri Araştırma Komisyonu’nun kurulmaması ve seçim barajının indirilmemesi başlıkları öne çıkarılırken, ateşkesin bozulmasında temel sorumlunun AKP hükümeti olduğu vurgulandı. Eylemsizliği bozma açıklamasını diğerlerinden farklı kılan önemli noktalardan birini ise, “Bu durumda güçlerimiz saldırılar karşısında kendisini daha etkili savunacak, fakat saldırmayan, operasyona çıkmayan güçlere karşı askeri eylemde bulunmayacaktır” sözleri oldu.

Öcalan’ın 20 Şubat günkü “Önümüzdeki günlerde somut demokratik çözümün belirdiği ya da belirmediği yönünde açıklama yapacağım. Eğer belirmezse aradan çekileceğim” açıklamasının ardından yeni hamlesi beklenmeden KCK tarafından atılan bu adım, Kürt hareketinin özellikle açılımın iflasını kabulüyle daha da belirginleşen açmazına yeniden işaret etmektedir. Birkaç gün sonra gelen Öcalan müdahalesi ise, Öcalan’ın süreç içerisindeki temel belirleyici konumunun hatırlatılması dışında, söz konusu sıkışmayı teyit eder niteliktedir.

KCK’nın eylemsizliği sona erdirdiğine ilişkin açıklaması AKP hükümetinin çözümsüzlük ısrarına işaret etmektedir. Attığı adımlara rağmen hiçbir karşılık alamadığını söyleyen Kürt hareketi, referandum sürecindeki gibi, genel seçimlere giden yolda ateşkes kartını kullanarak dengeleri lehine çevirecek bir zemin yaratmak istemektedir. Öyle ki, referandumu önceleyen 1 Haziran-13 Ağustos arasındaki çatışmalı süreç, gözle görülür bir biçimde AKP hükümetini sıkıştırmış ve Kürt hareketiyle sermaye devleti arasında sonu eylemsizlik ilanıyla biten pazarlıkların önemli aracı olmuştur.

KCK açıklamasını takiben görüşme notları yayınlanan Öcalan ise bir kez daha “demokratik çözüm ve barış” umudundan söz edip müdahale etti. Öcalan, “Devlet ile görüşmelerim, diyalog süreci devam ediyor. Ben bu görüşmelerden hala umutluyum. 21 Mart’a kadar herhangi bir olumsuzluğun olmamaması gerekir. Bazı gelişmelerin olabileceğini düşünüyorum. 21 Mart’tan Hazirana kadar da bu durum devam edebilir. Kürt sorununun çözümü için demokratik anayasal çözümü geliştirmek istiyoruz” sözleriyle eylemsizliği fiilen uzatmış oldu. Öcalan’ın açıklamalarında öne çıkan bir diğer noktayı ise, Mısır ve Tunus’taki gibi ayaklanma yöntemini şimdilik önermediğini özel bir tarzda vurgulaması oldu. Böylece Öcalan, Kürt halkının bahar dönemi ve Newroz’la birlikte ivme kazanacak eylemlilik sürecine düzen cephesini zora sokmayacak bir sınırı baştan koymuş oldu.

Öcalan’ın attığı bu adımla bir kez daha devletle yürüttüğü pazarlığı “çözüm virajı” olarak sunması yeni değildir.

Öyle ki, AKP hükümeti ve bir bütün olarak sermaye devleti, PKK’yi hareketsiz kılmak ve Kürt halkını oyalamak için dönemsel olarak Öcalan’la diyalog zeminini öne çıkarmaktadır. Ancak ne “diyaloğun müzakereye evrilme” zemini güçlendiğinde ne de diyalog tamamen askıya alındığında düzen cephesinin tutumunda özde bir değişiklik olmaktadır. Her durumda inkarcılık ve tasfiye temel politika olmaktadır.

Ateşkes adımlarına ve kurulan diyaloglara rağmen Kürt hareketini ezme ve Kürt halkının taleplerini görmezden gelme tutumundan vazgeçmeyen düzen cephesi, Öcalan’ın ve dolaysız biçimde Kürt hareketinin yaşadığı sıkışmayı arttırmaya çalışmaktadır. Öcalan’ın birbirini takip eden “çekilme restleri” ve “çözüm” sinyalleri ise her seferinde inandırıcılığını daha da fazla yitirmektedir.

Benzer bir çözümsüzlük sarmalı AKP hükümeti ve sermaye düzeni açısından da geçerlidir. Halihazırda ABD merkezli emperyalist güçlerin ve TÜSİAD’ın başını çektiği tekelci burjuvazinin Kürt sorununun düzen içi çözümü için yaptığı basınç da AKP’yi ciddi biçimde zorlamaya devam etmektedir. Öte yandan, her ne kadar AKP kurmayları KCK kararına yüksek perdeden tehditler yağdırsa da, olası çatışmalı ortamın sermaye hükümetini genel seçimler öncesi oldukça sıkıştıracağı da açıktır.

Tüm bu tablo göstermektedir ki, genel seçimlere uzanan bahar dönemiyle birlikte Kürt sorunu açısından kritik bir dönemece girilmiştir.

Düzen aktörlerinin genel seçimler üzerinden Kürt halkını sahte umutlarla oyalama ve kurulu düzene bağlama çabalarını yoğunlaştıracağı, yanı sıra Kürt hareketini tasfiye amaçlı adımlarını hızlandıracağı bu süreç ancak Kürt halkının devrimci enerjisini açığa çıkarmasıyla aşılabilecektir.

Sermaye devletinin inkarcılığına ve her türlü saldırısına rağmen bugüne dek militan ve kararlı mücadelesinden vazgeçmeyen Kürt halkı, özgürlük mücadelesinin simgesi olan Newroz’u bu bilinçle karşılamalı ve isyan ateşini Ortadoğu’dan esen rüzgarlarla harlayarak devrimci baharı kucaklamalıdır.

 

 

Gazeteciler için eylemler

Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın gözaltına alınmasının ardından gazeteciler 4 Mart günü Ankara ve İstanbul’da kitlesel eylemler gerçekleştirdiler.

İstanbul’da 25 basın örgütünün oluşturduğu ve dönem başkanlığını Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) üstlendiği Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun çağrısıyla gerçekleştirilen eyleme 3 bin kişi katıldı. Eylem için kitle Taksim Meydanı’nda bir araya geldi. Farklı eğilimlerden insanların yer aldığı eylemde çeşitli pankartlar açılarak İstiklal Caddesi’nde yürüyüş gerçekleştirildi. “Gazeteciysen boyun eğmeyeceksin. Boyun eğeceksen, gazeteciyim demeyeceksin” ve “Bugün Ahmet, Nedim - yarın kim?” pankartları dikkat çekti.

Basın açıklamasında tutuklu gazetecilere vurgu yapıldı. 61 gazetecinin tutuklu olduğu ve 3 bin gazeteci hakkında çeşitli davalar nedeniyle soruşturmaların devam ettiği ifade edildi. Türkiye’de basının ciddi baskılarla karşı karşıya olduğu söylendi.

Ankara’da ise eylem Kızılay Meydanı’nda gerçekleştirildi. Güvenpark yakınında toplanan gazeteciler, Yürüyüşte ‘’İleri demokrasiyle gurur duyuyoruz. ABD’den daha özgür basınımız var’’ pankartı taşındı.

TGS Ankara Şube Başkanı Göksel Yıldırım tarafından gerçekleştirilen basın açıklamasının ardından gazeteciler kalemlerini kırarak yere bıraktı.

 

G20 Türkiye’de toplanıyor

Dünya emekçi halklarına yönelik yeni saldırı planlarını ve yıkım stratejilerini belirlemek üzere her yıl toplanan G-20 Zirvesi’ne bu yıl Türkiye ev sahipliği yapacak. G-20 Konferansı’nın, nisan sonu mayıs başı gibi bir tarihte İstanbul’da toplanması bekleniyor.

ABD, Hindistan, Japonya, Brezilya, Rusya, Almanya, Arjantin, Fransa, Suudi Arabistan, Meksika, Güney Afrika, Birleşik Krallık, Güney Kore, İtalya, Çin, Kanada, Avustralya, Endonezya, Türkiye, AB’den oluşan G-20’nin bu yılki toplantısının ana gündemi gıda ve enerji fiyatlarındaki yükseliş olacak. Emperyalistlerin, bu gündemi belirlemesinin temel sebebinin ise Ortadoğu’daki halk ayaklanmaları olduğu biliniyor. Emperyalist-kapitalist düzenin efendileri, yapacakları bu toplantıyla emekçilere dünyayı dar etmenin yollarını arayacaklar.

Emperyalist haydutlar, Türkiye’de yapacakları toplantıyla içerisine girdikleri bu darboğazdan çıkışın yollarını masaya yatıracaklar.

G-20’nin dönem başkanı Fransa ile Türkiye’nin eşbaşkanlığında düzenlenecek olan 16. Zirve’ye yönelik hazırlıklar emperyalistler cephesinden yoğunlaşırken ilerici ve devrimci güçler de tıpkı IMF-DB karşıtı mücadele sürecinde olduğu gibi emperyalist haydutları hak ettikleri gibi karşılayacaklardır.