12 Mart 2010
Sayı: SİKB 2010/11

 Kızıl Bayrak'tan
Baharı kazanarak genel grev
genel direnişe yürüyelim!
Newroz’un isyan ateşi emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı harlanmalıdır
Amerikancı iktidar
“etkin taşeronluğa” devam edecek!
Binlerce emekçi
kızıl 8 Mart’ı kutladı
Devrimci 8 Mart etkinlikleri.
8 Mart eylem ve etkinliklerinden
Esenyurt Belediye işçileri:
“Yılgınlık yok, direniş var!...
Regal Cam’da direniş başlıyor!
TEKEL’de mücadele sürüyor..
İşçi ve emekçi hareketinden
TEKEL direnişinin
bazı dersleri
4/C’den istihdam bürolarına
esnek çalışma yaygınlaşıyor!
Gençliğin 8 Mart etkinliklerinden
Soruşturma-ceza terörü
gençliğin sesini boğamayacak!..
Anadolu Üniversitesi’nde
baskılar sökmeyecek!
Elazığ depremi sermaye iktidarının gerçek yüzüdür
Fiyat düşürmek yetmez:
Ücretsiz ulaşım!
Avrupa’da 8 Mart
Kapitalist zincirin Yunanistan halkası iflasın eşiğinde.
Yunanistan’da emekçiler
iflasın faturasını ödemiyor!
Türkiye’de demokratikleşme sorunu hakkında kısa notlar… -4- M. Can Yüce
8 Mart bölünmesinin ideolojik ve
tarihsel arka planı
Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!
Seher Tümer serbest bırakılmadı!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

4/C’den istihdam bürolarına
esnek çalışma yaygınlaşıyor!

TEKEL işçisinin eylemi toplumu sarstı. 78 gün boyunca süren direniş esas olarak iş güvencesi ekseninde gelişti. TEKEL işçisinin 4/C köleliğine karşı başkaldırısı son dönemde birer-ikişer hayatımıza giren esnek çalışma uygulamalarına karşı yürütülecek mücadeleye de ışık tutmaktadır.

TEKEL Direnişi’nin sarsıcı etkisi ülkenin her köşesine yayılırken, küçük bir kızın üzerinde bıraktığı etki oldukça anlamlıydı. Küçük kız şöyle diyordu: “Arkadaşlarım için çok üzülüyorum bugün 2-C’de okuyorlar 2 sene sonra onlar da 4-C olacaklar.” Bu, bir yanıyla direnişin yarattığı etkiyi tanımlarken bir yandan da küçük kızın istemeden de olsa 4/C ve geleceği arasında oldukça anlamlı bir bağ kurduğunu gösteriyordu. Evet, 4/C ile başlayan tartışma aslında geleceğimizin ipotek altına alınmasından başka bir şey değildir.

Özel istihdam büroları: Zamanın modern amele pazarları

Geçtiğimiz yaz gündeme gelen “Özel İstihdam Büroları” da esnek çalışmanın vücut bulmuş bir başka hali olarak karşımıza çıkıyor. Bu büroların çalışma sistemini incelediğimizde modern köleliğin ipuçlarını yakalıyoruz. ÖİB, patronun işçi kiralamasına dönük yeni bir dönemi başlatacak. Böylece taşeronlaşma yaygınlaşmış olurken, bürolar işçilerle geçici iş sözleşmesi yapıp onu rızası olmadan istediği şirkete kiralayacak. Yani “amele pazarı” olarak bilinen insan onurunun ayaklar altına alındığı yerler köşe başlarından plazalara, süslü ofislere taşınmış olacak. Ancak, bu büroların marifeti bunlarla da sınırlı değil. İsteyen herkesin basit bir izin ve 20 bin TL’lik teminat ile kurabildiği bu bürolar denetlenemez durumda. Yani işçiye sigorta borcu olan büroya hiç kimse hesap soramayacak. İşçi ücretlerinde yaratacağı kırılma ile iş güvencesi tamamen yok olurken kıdem tazminatı hakkı da ortadan kaldırılıyor. Örgütlenme, grev gibi haklarından yoksun durumdaki işçi büronun tam anlamıyla bir kölesi haline gelmiş olacak. Bu uygulama ile ortaya çıkacak tablo belki de yatacak yerleri, iki öğün yemekleri olan geçmişin kölelerinden bile daha korkunç bir durum olarak tanımlanabilir.

Ali Babacan böylesi bir vahşeti bakın nasıl savunuyor: “Diyelim ki, işyerimizde sadece akşam saatlerinde 3-4 saatliğine telefonlara bakacak elemana ihtiyacımız var, ya da haftada sadece 2 gün gelip belli konuları, belli işi yapacak elemana ihtiyacınız var ya da otobüsünüz var, gündelik olarak otobüs şoförü çalıştırıyorsunuz yanında. Ya da en basitinden milletvekili arkadaşlarımız için, milletvekili arkadaşlarımızın günde birkaç saatliğine şoföre ihtiyacı var. Şu anda bizim mevzuatımızda bu tür çalışacakları, sosyal güvenlik çatısı altında sosyal güvenliğini sağlayarak çalıştıracak bir mekanizma yok. Bugün amele pazarları Türkiye’nin bir gerçeği. Semtlerde bunlar var mı? Bakıyorsunuz sabahın erken saatlerinde bir araba yanaşıyor, 20 kişi, 30 kişi, 50 kişi arabanın başında. Sadece günlük yevmiyelik bir inşaatta çalışmak için bu insanlar gidiyorlar. Hiçbir sosyal güvenliği, hiçbir güvencesi yok. Bu günlük yevmiyeyi almak için çalışıyor insanlar. Bu Türkiye’nin gerçeği.”

Devletin 4/C ile de yapmak istediği aslında tam da budur. “Esnek istihdam” isteyen TÜSİAD’ın düşlerini gerçeğe çeviren bu anlayış hayatın her alanında güvencesizliği ve taşeronlaştırmayı yaygınlaştırmakta, yasa güvencesi altına almak istemektedir. Avrupa eliyle gerçekleştirilen bu uygulama ne bu hükümete özgüdür ne de Türkiye’ye, tersine Ali Babacan’ın da dediği gibi bu uygulama “AB müktesebatında zaten bizden beklenen ve olması gereken bir konu’’ olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu söylem kapitalizmin vahşi dönemlerini de geride bırakacak bir döneme girdiğimizin açık kanıtıdır. Bu kapitalizmin lordlarının krallıklarını koruma çabasından başka bir şey değildir.

Teknik elemanlar saldırılardan kendilerine düşen payı alıyor

Geçmişte kapitalist üretim süreçlerinde yaşanan her değişim teknik elemanları doğrudan etkilemişti. Fordizm, Taylorizm, postfordizm gibi kapitalizmin ihtiyaçlarına uygun bir biçimde örgütlenen üretim, bu üretimi rasyonalize etmek ve onu verimli kılmak gibi görevleri olan -daha doğrusu bu görevler biçilen- teknik elemanlar için köklü değişimlere yol açmıştı. Bugün de esnek üretim ile birlikte bir dizi mesleğin yapısında değişimler yaşanmaktadır. Yetkin mühendislik, mesleki yeterlilik, stajyerlik ve akreditasyon gibi uygulamalar mühendis, mimar ve şehir plancıları açısından kapsamlı bir dönüşüme işaret etmektedir. Esnek üretimin yaygınlaşması ile birlikte teknik kadronun buna uygun yapılanması kaçınılmazdır. Bu iki yönlü bir süreçtir. Öncelikle mesleklerin tanımı değişmektedir. İş ilanlarında onlarca satıra sığmayan patron istekleri bunun ilk işaretleridir. Yani sermaye her işe yarayabilecek esneklikte bir çalışan deyim yerindeyse “İsviçre çakısı” kıvamında insan aramaktadır. Zaten “esnek çalışma saatlerine uymak”, “seyahat edebilme” yani sürekli mobil olmak, bilmem kaç dil konuşmak, bilgisayar programları bilmek gibi birçok şart iş ilanlarının vazgeçilmezi olmuş durumda. Bu koşullara eğitim sürecinin de uydurulması ile süreç tamamlanmış olacak. Sonuç ise “yetkin mühendislik” gibi yeni bir meslek alanı tanımlamak olacak. Bu sürecin diğer yanı ise sınıfsal olarak yaşanacaklar olacaktır. Elbette bu noktada işçi sınıfının tüm katmanları için yaşananlar ortak olacaktır. Süreç içerisinde burjuvazi üretim organizasyonundaki bu tip değişiklikleri hayata geçirirken elbette bunları sadece birtakım teknik anlamdaki değişiklikler olarak kurgulamamaktadır. Yapılan her şey kapitalizmin bütünlüklü birer saldırısıdır. Böylece işçinin sınıfının hareket gücü ve genişliği, ideolojisi parçalanmak istenmektedir. Örgütlü olmanın ne büyük bir güç olduğunu bilen sermayedarlar, en çok da örgütlenmenin önünü almaya, kısıtlamaya, bozmaya çalışmaktadır.

Esnek üretim hızla hayatımıza girerken esnekliğin daha da yaygınlaşması ile birlikte işçi sayısının istenilen şekilde değiştirilmesi, işe alma ve işten çıkarmalarda patronun serbestliğinin artması anlamına gelen esnek istihdam ile iş güvencesini ortadan kalkacak. Çalışma sürelerinin esnekliği ve değişkenliği, işçinin alacağı ücretin belirsizleşmesine ve patronun tazminat gibi yükümlülüklerinden korunmasını sağlayacak. Zaten taşeronlaşma ile bu yolda çok büyük adımlar atıldığını ve bundan sonrasının bugünü bile aratacağını düşündüğümüzde bu değişimin getireceklerinin boyutunu anlayabiliriz. Ücretlerin esnekleştirilmesi, ücretin büyük bölümünün kişi ve işletme performansına bağlı olarak belirlenmesi anlamına gelecektir. Yine bu süreçte artık toplu sözleşme gereksiz hale gelecek örgütlenme fiilen ortadan kalkacak, ücret esnekliği, işçiler arasında rekabete yol açacaktır. Bunların bir kısmı bugün zaten yaşanmaktadır. Burada kullandığımız gelecek zaman sadece bunların boyutunun bugünü katbekat aşacağını anlatmaktadır. Bu tip çalışmanın bir laboratuarı konumundaki Tuzla Tersaneler bölgesinde çalışma şartlarının büyük bir “ölüm havzası” yarattığına hep birlikte tanık olduk. Sayısı yüzlerle ifade edilen işçi ölümü yetmezmiş gibi ücret ve hak gaspları, uzun çalışma saatleri ve güvencesiz çalışma bu havzanın en belirgin özellikleri oldu. İşçi simsarları eliyle yürütülen bu kuralsız vahşet tersane patronlarını zengin ederken geniş işçi yığınları için tam bir cehennem anlamına geliyordu. Bugün ise tersanelerde azalan iş yoğunluğu işçiler için işsizlik anlamına gelirken patronlar ise hiçbir sorumluluk taşımadıkları için krizden rahatça sıyrılmıştır. Yapılmak istenen böylesi cehennemi hayatın her alanına taşımaktır.

Kapitalizm hiçbir boşluk bırakmak istemez!

TEKEL işçilerinin 4/C’ye karşı yürüttükleri mücadele başlangıcından bugüne kadar özelleştirmeden daha çok güvencesiz çalışmaya karşı gelişmiştir. Açıktır ki bu sorun sadece 4/C ile sınırlı değil. Bu sorun hızla yaygınlaşmakta, hayatımızın en ücra köşelerine doğru yayılmakta. Bunu kendinden uzak sanan herkes aslında bir şekilde bu girdabın içine giriyor. İş ararken üye olduğumuz sitelerden, kamudaki çalışma koşullarına kadar her yerde benzer uygulamalar bizleri de kuşatmakta. Bugün belediyelerde çalışan teknik elemanların büyük bir kısmı 4/B ve 4/C’de çalışmaktadır. Çoğunun kadroları dahi bulunmamakta, kadrolu olanlar da kendilerine uydurulan kadrolarda çalışmaktadır. Daha geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi işe alacağı şehir plancılarını itfaiye kadrosunda istihdam edeceğini bildirerek sözlü mülakata girmeye hak kazananlara eşofman ve spor ayakkabı ile gelmelerini tebliğ etti. Belediye bir yandan itfaiyeyi taşerona devrederken boşalan kadroyu da farklı bir şekilde doldurmaktadır. Bu ve buna benzer örnekler belediyelerde sıklıkla yaşanırken, kamunun diğer alanlarında da durum farklı değil. Kamudaki tasfiye genişledikçe eski tip özelleştirme yerini esnek çalışmanın bir dizi uygulamasına bırakıyor. Sözleşmeli çalıştırma, farklı şirket isimleri altında istihdam, işçi kadrosuna -ki bu işçi kadroları genellikle sözleşmeli olarak açılmakta ve iş güvencesi gaspedilmekte- alma gibi uygulamalar ile devlet memurluğunun kanuni yapısında yapılan değişiklikler son dönemde en sık başvurulan illüzyonlar olmakta. Ancak özel sektörde durum daha içler acısı. Sigorta hakkından bile yoksun çalışmak sadece mavi yakalılara değil işçi sınıfının her katmanı için olağan bir duruma dönüşmüş durumda. Sözleşme yapmak neredeyse bir lüks haline dönüşürken çalışmak veya işinden olmak patronun iki dudağının arasında. Böylesi bir esnekliğin bile sermayeyi tatmin etmiyor olması karşımızdaki gücün pervasızlığını açıkça ortaya koymaktadır. Herhangi bir konuda bahis burjuvazi olduğunda “yok artık bu kadarını yapamazlar” diye bir şey söz konusu bile değildir...