12 Mart 2010
Sayı: SİKB 2010/11

 Kızıl Bayrak'tan
Baharı kazanarak genel grev
genel direnişe yürüyelim!
Newroz’un isyan ateşi emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı harlanmalıdır
Amerikancı iktidar
“etkin taşeronluğa” devam edecek!
Binlerce emekçi
kızıl 8 Mart’ı kutladı
Devrimci 8 Mart etkinlikleri.
8 Mart eylem ve etkinliklerinden
Esenyurt Belediye işçileri:
“Yılgınlık yok, direniş var!...
Regal Cam’da direniş başlıyor!
TEKEL’de mücadele sürüyor..
İşçi ve emekçi hareketinden
TEKEL direnişinin
bazı dersleri
4/C’den istihdam bürolarına
esnek çalışma yaygınlaşıyor!
Gençliğin 8 Mart etkinliklerinden
Soruşturma-ceza terörü gençliğin sesini boğamayacak!..
Anadolu Üniversitesi’nde
baskılar sökmeyecek!
Elazığ depremi sermaye iktidarının gerçek yüzüdür
Fiyat düşürmek yetmez Ücretsiz ulaşım!
Avrupa’da 8 Mart
Kapitalist zincirin Yunanistan halkası iflasın eşiğinde.
Yunanistan’da emekçiler
iflasın faturasını ödemiyor!
Türkiye’de demokratikleşme sorunu hakkında kısa notlar… -4- M. Can Yüce
8 Mart bölünmesinin ideolojik ve
tarihsel arka planı
Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!
Seher Tümer serbest bırakılmadı!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Elazığ depremi sermaye iktidarının gerçek yüzüdür…

Güvenli ve insanca yaşanabilecek konut hakkı için
mücadeleyi yükseltelim!

Elazığ’da 8 Mart sabahı meydana gelen deprem, rant ve kâr üzerine inşa edilmiş sermaye iktidarının gerçek yüzünü bir kez daha gösterdi.

Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’ne göre, saat 04.32’de, merkez üssü Elazığ’ın Karakoçan İlçesi’ne bağlı Başyurt beldesinde, 6,0 büyüklüğünde, 5 kilometre derinlikte bir deprem meydana geldi. Deprem Elazığ’a 21 km uzaklıkta gerçekleşti. Depremde 41 kişi yaşamını yitirdi, yüze yakın kişi de yaralandı.

Erdoğan ölümleri kerpiç evlere bağladı…

Sermaye hükümetinin başbakanı Recep Tayip Erdoğan, depreme ilişkin yaptığı açıklamada bölgeye gerekli yardımların götürüldüğünü ifade etti. Elazığ Valisi Muammer Erol ise, depremden etkilenip de ulaşılamayan köy bulunmadığını açıkladı. Elazığ Valiliği Kriz Merkezi, depremde 51 kişinin öldüğünü belirtti.

Kentsel dönüşüm projeleriyle Türkiye’nin dört bir yanını büyük şirketlere pazarlayan, geliştirdiği rant projeleriyle sermayeye yeni alanlar açan AKP hükümeti, bir kez daha kendini aklama telaşına düştü. Depreme ilişkin açıklama yapan Erdoğan, ölümlerin nedenini kerpiç evlere bağlayarak şöyle konuştu: “Şu ana kadar kaybettiklerimizin nedeni bu bölgenin yerel mimari anlayışı yani kerpiç yapılanması nedeniyledir. Bu yapılanmanın bedeli ne yazık ki ağır olmuştur.”

Eskiden, başbakanından başbakan yardımcılarına, bakanlardan cumhurbaşkanına ve Genelkurmay’a kadar birçok devlet yetkilisi, “ulusal yas”larla, ölü sayısında artış olmaması için bol bol “inşallah”lı dualar edip dileklerde bulunurken, yine Türk sermaye devletinin “büyüklüğü”nden, “güçlülüğü”nden, depremin hakkından gelebileceğinden dem vururlardı. Son 8 yılın başbakanı ise, depremin sorumlusu olarak kerpiç evlerde oturan emekçileri işaret ederek arsızlıkta sınır tanımadı.

İşçi ve emekçileri açlık ve yoksulluk koşullarında yaşamaya mahkum eden bu düzende yeterli önlem alınmadığı için işçi ve emekçiler bir kez daha ölüme yollandı.

Deprem “geliyorum” dedi

Sermaye devleti Türkiye’nin bir deprem coğrafyası olduğu gerçeğine uygun olarak depreme hazırlıklı olmak ve depremin vereceği zararları asgariye indirmek için ciddi hiçbir önlem almadı. Genel olarak Türkiye çapındaki bu gerçek, Elazığ depremi somutunda bir kez daha gözler önüne serildi. Yine, “deprem değil, binalar öldürür” tespiti pratikte kanıtlandı!

Son açıklanan resmi verilere göre 41 kişinin öldüğü, yüze yakın kişinin yaralandığı ve yüzlerce evin kullanılamaz hale geldiği, Elazığ Karakoçan merkezli deprem olasılığına, Afet İşleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı bazı uzmanlar yayınladıkları bir raporda dikkat çekmişti. Yine İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Maden Fakültesi tarafından yapılan açıklamaya göre 15 Aralık 2001 tarihinden beri ciddi bir sismik hareketlilik gözleniyordu. Yani Elazığ’da, özellikle de deprem fayı üzerinde bulunan ilçelerde depremin olacağı belliydi. Belli olmayan sadece ne zaman ve hangi şiddette olacağıydı. İTÜ’nün açıklamasına göre bu deprem bölgesi, her 5-10 yılda bir 5-6 şiddeti büyüklüğünde bir deprem üretme potansiyeline sahipti.

Deprem geliyorum, geldim işaretlerini verip binaların temeline dayandığı halde, depremi kerpiç evlere bağlayan Tayyip Erdoğan’ın da aralarında bulunduğu devlet yetkilileri depreme karşı kelimenin gerçek anlamında hiçbir önlem almadı. Kapsam ve şiddet olarak daha küçük olsa da 17 Ağustos 1999 ve 12 Kasım 1999 tarihli depremlerde yaşananlar benzer biçimde yeniden yaşandı.

Önlem alınmıyor!

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) 2000 yılında yaptığı bir araştırmanın sonuçlarına göre Türkiye çapında, 129 bin 627’si harap ve yıkılması gereken, 570 bin 101’i ise esaslı tamirat ve tadilat gerektiren bina tespit edildi. Yani yaklaşık 700 bin binada oturulmaması gerekiyor… Ama oturuluyor! İstanbul’da yakın zamanda yaşandığı gibi, böylesi binaların çökmesi için depreme de gerek yok!

Her depremden sonra devlet yetkilileri, süreci sermayeye kaynak akıtma anlayışı ile yönetti. Devlet yetkilileri bir yandan devletin vatandaşını ne kadar “sevdiğini” göstermek için vergi ödentilerinin ertelendiği yönünde kararlar alıp açıklama yaparken; diğer yandan deprem sonrasında yıkılan birçok bina ve evin sigortalı olmadığını da öne sürerek zorunlu deprem sigortasını TBMM’de kanunlaştırdı.

Dönemin sermaye hükümeti 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremleri sonrasında gelen yardımlara el koyup, deprem vergisi uygulamasından sonra, emekçileri soymanın bir başka yolu olarak deprem sigortasını seçti. Hükümet depreme karşı alınacak tedbirleri alabilmesi için de bu kanuna gerek duyduğunu, bunu emekçileri düşündüğü için yaptığını da büyük bir pişkinlikle savunabildi.

Sermaye devleti Türkiye’nin deprem gerçekliğini tüm açıklığı ile bilmektedir. Depreme ilişkin tüm bilimsel çalışmaların bilgisine sahiptir. Çalışmalar onun bilgisi ve denetimi çerçevesinde yapılmakta, haritalar önünde durmaktadır. Buna rağmen hiçbir önlem alınmadığı için on binlerce emekçi depremlerde ölmekte, milyonlarla hesaplanan maddi kayıplar da emekçilerin sırtına kambur olarak yüklenmektedir.

Depreme karşı neden tedbir alınmıyor? Çünkü sermaye devleti toplumun, toplumsal ihtiyaçların ötesinde, emekçilerin yaşam hakkını da asla önemsemiyor. Devletin de sahibi bulunan kapitalist sınıf ve onu oluşturan bireyler, depreme dayanıklı lüks malikânelerde yaşadıkları için deprem onları hiç etkilemiyor. Üstelik, deprem sayesinde önemli bir kazanç elde ediyorl

İnsanca bir yaşam için mücadeleyi yükseltelim!

Depremde zarar gören emekçilerin zararlarını karşılama, kalıcı konut sunma görevi devletindir. Türkiye’de gerçekleşen ise, hem emekçilerin parasına el koyma hem de kalıcı konut vermemektir. Tüm konutlarını kaybeden ya da konutları bir dahaki depremde daha kolay yıkılacak biçimde zarar gören depremzedeler, devletten karşılıksız insanca yaşanabilir kalitede olan kalıcı konut talep etmeli, bunun için mücadele birliğini sağlamaya çalışmalıdırlar.

Depremi gerçek anlamda bir felakêt haline getiren, hırsızlığı, yağmayı gerçekleştiren; depremzedeleri çadırlara, prefabrik evlere mahkûm eden ve depremzâdeler yaratan bu soygun-sömürü düzenidir. Bu düzenden hesap sorulmalıdır!

Asgari ücreti açlık sınırının altında tutan bir devletten söz ediyorsak eğer, açlık-tokluğuyla ilgilenmediği insanların konut gibi bir sorunuyla ilgilenmesini elbette ve hiç beklememek gerekiyor. İlk depremde mezarımız olacak konutlardan kurtulmanın, sağlıklı ve ihtiyaca uygun konutlara kavuşmanın bir tek yolu vardır. İşçi sınıfının sosyalist iktidarını kurmaktır.

Sağlıklı, depreme dayanıklı konut sorununu ancak işçi sınıfı çözebilir. Çünkü, işçi sınıfı barınma hakkının gaspını en ağır yaşayan kesimlerin başında geldiği gibi, depremlerde de en fazla ölen kesimi de oluşturmaktadır. Diğer yandan, konut sorununun çözümü, daha pek çok sorunun çözümü konusunda olduğu gibi, işçi sınıfının topluma verdiği başlıca sözlerden biridir. Zira sosyalizm, toplumcu bir düzendir. Tüm çözüm yollarını toplumsal ölçekte ele alır.