01 Ekim 2010
Sayı: SİKB 2010/38

 Kızıl Bayrak'tan
Kürt açılımı”nın denklemleri ve
gerçekler
Referandum sonrasında emperyalistlerle suç ortaklığında yeni dönem!
Tasfiye amaçlı yoğun
diplomasi trafiği
Beklenen oldu, “Cemaat” Avcı’nın kellesini aldı!.
Ulucanlar’ın On yıldızı selamlandı
Tescilli tasfiyecilerin
dayanılmaz hafifliği!
Sermaye kana doymuyor 
İşçi ve emekçi hareketinden...
BETESAN’da direniş kazanacak!..
Metal işkolunda mücadele büyüyor.
İhanet taslaklağını yırtmak
için mücadeleyi tabandan örgütleyelim!
Asalaklar daha fazlasını istiyor!
TMMOB Olağanüstü Genel Kurulu
sona erdi.
Üniversitelerden...
Avrupa’da emekçiler ayaktaydı.
Dünyadan...
Zafer bir kez daha Hugo Chavez yönetiminin oldu.
ABD’nin bitmeyen yalanları
Che kavgamızda yaşıyor! .
Çocuk katili devlet hesap verecek!
Gerici-faşist güruhu
aklama çabaları..
Devlet terörüne son!…
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Kürt açılımı”nın denklemleri ve gerçekler

Referandumun ardından oluşturulan uygun siyasal atmosferde “Kürt açılımı” yeniden yürürlüğe sokuldu. Halihazırda hükümet ve devlet bürokrasisi bu gündeme kilitlenmiş durumda. Bu kapsamda yürütülen yoğun diplomasi trafiğine Kürt sorununa ilişkin tartışmalar eşlik ediyor. Aynı zamanda sürece dair senaryolar yazılıyor, özellikle de PKK gerillalarının tasfiyesine ilişkin planların somut içeriğine dair bilgiler ortaya seriliyor. Sadece bu bilgilere değil, sürecin toplam seyrine ve özellikle de çok yönlü diplomasi seyrine bakıldığında, açılımın somut içeriği de rahatlıkla anlaşılabiliyor.

Tüm bunlarla birlikte Kürt sorununda çözüme gidiliyor beklentisi alabildiğine pompalanıyor. Fiyaskoyla sonuçlanan ilk açılım denemesinden sonra başlangıçta birçok kesim tarafından sergilenen ihtiyatlı tutumlar da artık bir yana bırakıldı. Her şey açılımı desteklermiş ve neredeyse hiçbir engel yokmuş gibi bir görüntü çiziliyor. Aslında geçtiğimiz yıl da benzer bir tablo yaratılmış, ancak Habur karşılamasıyla buna son verilmişti. Bugün de durumun benzer biçimde sekteye uğraması için bir hayli neden var. Ama düzen güçleri ve özellikle de bu iyimser havayı büyütmeyi iş edinmiş olanlar, bilinçli biçimde denklemi son derece basit biçimde kuruyorlar. Bu denklemin artık başka türlü sonuç vermeyeceğinden de eminler.

Onlara göre, iç ve dış koşullar çözüm için en ideal noktadadır. İçeride ordunun direnci büyük ölçüde kırılmıştır. CHP-MHP odaklı muhalefet büyük ölçüde etkisizleştirilmiştir. Kılıçdaroğlu başkanlığındaki CHP geçmiştekinden farklı olarak yapıcı bir çizgidedir. MHP ise, referandum yenilgisiyle tabanı tarafından bu konuda desteklenmediği açığa çıktığı için sesini fazla çıkaramayacak durumdadır. Bunla bağlantılı olarak Türk halkı içerisindeki katı milliyetçi refleksler törpülenerek “çözüm” yönünde bir irade oluşturulmuştur.

Dışarıda da PKK büyük ölçüde yalnızlaştırılmıştır. ABD ile birlikte Güney Kürdistan PKK’yi bölgede istememektedir. İran ve Suriye benzer bir tutum içerisindedir. AB de PKK’nin Avrupa’daki lojistik kaynaklarını kesmek konusunda kararlıdır. İşte bu koşullarda PKK kendini dayatmaktan vazgeçerek, devletin verebileceklerine rıza gösterip silahlı güçlerini tasfiye etmelidir.

Denklemi böyle kuran düzen güçleri, aslında açılımın gerçek özünün tasfiye olduğunu itiraf ediyorlar. Düzen cephesindeki durum her şeyi yalın biçimde ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak hemen tüm ileri gelen devlet sözcüleri hedefin tasfiye olduğunu açık açık söylüyorlar. Gerilla güçleri de gelinen noktada pazarlık masasında olduğu ölçüde, bu konuda bir gerilim de bulunmamaktadır.

Bu sonuncusu gerçek durumu daha doğru biçimde tariflemektedir. Bugün Öcalan ile yapılan pazarlıkların yansıyan içeriği de durumun böyle olduğunu göstermektedir. Devlet cephesi PKK’nin askeri varlığı karşılığında bazı haklar vermeye hazır olduğunu duyurmaktadır. Zaten ne Öcalan, ne PKK yönetimi ve ne de büyük ölçüde Kürt halkı bu tür bir pazarlığa karşı çıkmaktadır. Eğer hak taleplerini tatmin edecek adımlar atılır ya da bu adımlar için kesin güvenceler verilirse, gerilla güçlerini aşamalı olarak çekmeye hazırdırlar. Ancak tartışmanın düğümlendiği nokta da bu alanda yaşanmaktadır. Çünkü ilk olarak, devletin vermeyi planladığı haklar ile PKK’nin ve Kürt halkının talepleri arasında büyük bir uçurum bulunmaktadır. İkinci olarak ise, bu uçurum bir biçimde aşılsa bile verilecek haklar, Kürt hareketi ve halkı üzerinde ters yönde etkilerde bulunabilecektir.

Bugün pazarlık masasındaki gerilla güçleri ve PKK örgütlenmesi, aynı zamanda Kürt halkının sigortası olarak görülmektedir. Bu nedenle basit kırıntılar ve hiçbir güvencesi olmayan vaatler karşılığında bu gücün tasfiyesinin kabul edilmesi mümkün değildir. Kürt hareketinin tasfiye koşulu “demokratik özerklik” ve anadilde eğitim başta olmak üzere temel taleplerini içerecek yeni bir anayasadır. Kürt hareketinin bu iki talebinin kabul edilmesi ise şu durumda oldukça zor, hatta mümkün görünmemektedir. Çünkü “demokratik özerklik” bağımsızlık yolunda bir ara halka olarak görülmektedir. Anadilde eğitimin de yine benzer bir sonuca yol açabileceği iddia edilmektedir. Tayyip Erdoğan da yaptığı açıklamayla anadilde eğitim hakkına kapıları kapatmıştır.

Bunlardan da görüleceği üzere, Türk burjuvazisi ulusal ayrıcalıklarını kaybetmek istememekte, bu doğrultuda kesin bir kararlılık göstermektedir. Fakat bu koşullarda toptan reddetme ile mesafe alması da mümkün değildir. Bunun için ara çözümler üretilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Öcalan’ın daha önce tarif ettiği biçimde, ayrı bayrağı, parlamentosu, resmi dili ve askeri gücü olan bir özerkliğe yanaşılmamakla birlikte, yerel yönetimlere daha fazla yetki tanıyacak bir yerel yönetimler yasası için hazırlık yapıldığı ifade edilmektedir. Anadil konusunda ise anadilde eğitim yapan okulların kurulmasına kesin biçimde karşı çıkılırken, Kürtçe’nin seçmeli ders olarak okutulması konusunda kapı açık tutulmaktadır.

Bu tür bir ara formül geliştirilebilir ve gerçekleştirilebileceğine dair kesin güvenceler verilebilirse (elbette bu güvenceler konusunda Kürt hareketinin ikna olması gerekir), önümüzdeki günlerde PKK’nin gerilla güçlerinin tasfiyesi gündeme gelebilir mi? Bugün için devlet ve düzen cephesi ile Öcalan’dan bu yönde iyimser açıklamalar karşılıklı olarak yapılmaktadır. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu kadarı bir anlaşmaya konu olsa dahi, Kürt hareketinin ve özelde de Kürt halkının vereceği tepkiler sürecin gidişi üzerinde dolaysız biçimde etkili olacaktır. Habur karşılaması gibi, gelişmelerin büyük bir zafer olarak algılanacağı siyasal koşulların varlığı durumunda, bir kez daha kurulan denklemlerin bozulacağı ve başa dönüleceği bir tablo ortaya çıkacaktır.

Kürt sorununun bu biçimde düzen içi bir çözüme ulaştırılmasının mümkün olabileceğini bir an olsun düşünsek dahi, bu sorunun köklü bir çözümü olmayacaktır. Çünkü bugün işaretleri fazlasıyla verildiği gibi, bu türden sonuçlar bir dönem için Kürt halkında memnuniyet yaratsa da, onu tatmin etmeyecektir. Çünkü bugün sermaye devletinin çözümü bir takım haklar getirse dahi, ulusal baskı ve ayrıcalıklara son vermemekte, sadece onu yeni koşullara uyarlayarak inceltilmiş olarak devam ettirmektedir.

Eğitim boykotunda olduğu gibi hak talepleri uğruna düzeni zorlayan kitle mücadelelerinin önünün alınamayacağı da kesindir. Kürt işçi ve emekçilerinin sosyal sorunları katmerlenerek devam ettiği ölçüde, ulusal mücadele dinamikleri sınıfsal duyarlılıklar zemininde kendisini üretmeye devam edecektir. Zaten bugünden Kürt halkı içerisinde de ulusal sorun konusunda sınıfsal temelde bir tutum farklılaşması sözkonusudur. Devletin esas olarak Kürt burjuvazisiyle tam bir bütünleşmeyle sonuçlanacak olan “açılım” sürecini başarıya ulaştırmasından sonra, Kürt emekçileri de tatmin edilemeyen ulusal hak talepleri ve sosyal-sınıfsal özlemleriyle diğer milliyetlerden işçi ve ve emekçilerle daha çok kaynaşma imkanı bulacaktır.

Bu da haliyle Kürt hareketinin sınıfsal bir temelde diğer milliyetlerden işçi ve emekçilerle, düzene karşı mücadele zemininde kaynaşarak devrimci bir önderlik altında yürüyeceği bir tarihsel dönemin önünü açacak, Kürt halkının mücadele birikimleri geleceğe taşınacaktır.