Bizler, Irak direnişinin mensuplarıyız. Dinimizi, inancımızı, vatanımızı, halkımızı savunmak için işgalcilerle savaşacağız... Irakın direnişi yasal, uluslararası hukuk ve sözleşmelere uygundur... Binlerce Iraklı tutuklanırken, topraklarımız işgal edilirken, onurumuz kırılırken nasıl olur da direniş göstermeyiz?..
Yolsuz rejimi devirme gerekçesiyle kirli bir savaş başlatan Amerika, bizi aynı rejimin uzantısı olarak gösteriyor. Güçlenen direnişin eski rejimin kalıntılarıyla hiçbir bağlantısı yok. Çünkü, onların ilkeleri ve değerleri yok. Onların Amerikan işgaline karşı direnişe katılma ehliyetleri yok. Onlar, çocuklarını ve ailelerini kurban edemezler. Bunu yapabilselerdi, Bağdatı kolayca işgalcilerin ellerine terk etmezlerdi...
Ürdün elçiliğine yönelik saldırı, direnişi sabote etmek için istihbaratçılar ve hainler tarafından düzenlendi... Direniş, işgalin önündeki en büyük engel haline geldi. Gerilla savaşı ise vatanımızı savunmamız için tek yol...
İşgalciler çocukları, erkekleri, genç ve yaşlı kadınları öldürürken beyaz ve siyah sarıklılar (Şii ve Sünni din adamları) cihad ilanı için daha ne bekliyorlar?.. Irakı işgalci ve sömürgecilere mezar edeceğimize, onlar için bir bombaya dönüştüreceğimize yemin ediyoruz.
Irak Direniş Grubu adına yukarıdaki açıklamayı yapan kişiler, Iraka asker gönderecek ülkelere son uyarılarını yapıyorlar ve işgal güçlerine destek için gelmemeleri çağrısında bulunuyorlar. 10 Ağustosta bu açıklamayı yapan kişiler, Irakta Amerikan askerlerine yönelik saldırıları üstleniyor ve saldırıların artarak devam edeceğini belirtiyorlar.
Her ne kadar güçleri, ne kadar örgütlü oldukları, söylemleri ve hiyerarşik yapıları netleşmese de, Orta Irakta Sünni Üçgen denilen bölgede bir direniş var ve bu direniş kendini bağımsızlık savaşı olarak tanımlıyor. Kürtlerin ABD ile işbirliğini, Şiilerin ABD-İran ilişkilerinin seyrini izlemesini bir tarafa bırakırsak, bu direnişin gün geçtikçe zemin kazanacağını söyleyebiliriz. Daha dün, sadece bir günde 8 Amerikan askeri öldü ve bu ölümler devam ediyor.
İtaat mi ederdik, direnip terörist mi olurduk?
Bir ülke düşünün... Gayrimeşru ve ahlaksız gerekçeler öne sürülerek, üstelik dünyanın nefretini kazanan bir kibirle işgal ediliyor. İnsanları köleleştirilmeye, kaynaklarına el konulmaya, bütün çirkinliği ile yüz yıllar öncesinden taşınan azgın bir yağma ve sömürüye maruz kalıyor. Ardından işgalcilere ve onların sözcülüğünü yapan kukla yönetime itaat etmesi isteniyor. Karşı gelenler terörist ilan ediliyor.
Bu ülke bugün Irak. Yarın yanıbaşımızdaki bir başka ülke olabilir. Hatta bu ülkenin Türkiye olduğunu düşünün. İşgal edilmiş, yağmalanmış, kurtlar sofrasına düşmüş, herkesin pay almak için birbiriyle yarıştığını, ganimet elde etmek için insani ve hukuki değerleri ezip geçtiğini, ülkeyi paramparça ettiğini, her tarafında esir kampları kurduğunu, zenginliklerinin çokuluslu şirketlere paylaştırıldığını düşünün... Bu tehlikenin ihmal dışı olmadığını düşünün...
O zaman bizler ne düşünürdük? İtaat mi ederdik? Ankarada kurulacak Amerikan-İngiliz kukla yönetimine bu ülkeyi peşkeş mi çekerdik? Yoksa Irak topraklarında İngilizlere karşı binlerce şehit veren, 1. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğudan nasıl çıkarıldığımızı, bu toprakların nasıl paylaşıldığını, ardından Anadolunun nasıl işgal edildiğini en iyi bilen bizler, direnişi seçip teröristler mi olurduk?
Yeni Dünya Düzeni tartışmaları, diplomasi manevraları veya dünyanın yeni gerçekleri arasında bu düşünceler ilkel ve modası geçmiş kabul edilebilir, ayıplanabilir de. Ancak tüm zamanların en yalın gerçeği budur ve bizler bu gerçeklerin hakim olduğu bir bölgeye, Amerika ve İngilterenin terörist dediği vatanlarını savunan insanların üzerine asker göndermeye hazırlanıyoruz.
Oysa biz, küresel güçlerin, devletlerin ve şirketlerin estirdiği terörü, kurmak istedikleri terör düzenini tartışmalıyız. İktidara geldiğinden bu yana sayısız hukuksuzluk, terör, baskı ve şiddet eylemine imza atan Bush yönetimi şimdi konvansiyonel silahların yerine kitle imha silahları kullanmak için hazırlık yapıyor, bunu tartışmalıyız.
150 kişilik gizli toplantı
Hiroşimaya atom bombası atıldıktan 58 yıl sonra, hem de bombardımanın yıldönümü olan 6 Ağustosta, generaller ve nükleer endüstrinin önde gelen isimlerinden oluşan Amerikalı 150 kişi, Nebraskadaki Offutt Hava Üssünde toplandı. Amaçları Amerikanın yeni nükleer politikasını oluşturmak. Son derece gizli tutulan bu toplantıda, İsrailde yayınlanan Haaretz gazetesine göre, ABDnin bundan sonra konvansiyonel silahlar kullandığı bazı durumlarda aynı kolaylıkla nükleer silah da kullanabilmesinin yolunu açacak yöntemler tartışıldı.
Bir yıl önce Pentagon tarafından Kongre için hazırlanan belgede, ABDnin 7 ülkeye karşı kitle imha silahları kullanmasına izin veriliyordu. Şimdi bu durum genişletiliyor ve ABD, nükleer silahları olmayan ülkelere karşı da nükleer silah kullanma yolunu açıyor. Sadece ülkeleri değil, terörist ilan ettiği gruplara ve kişilere karşı da...
Bazı ülkelerin bu güçlü silahları ellerine geçirmelerini önlemek için işgaller yapan ABD, nükleer silahı olmayan ülkeleri atom bombaları ile tehdit edecek. Bunun için 1 kilotonluk bombalar yapacak. Nükleer silahı olmayan ancak ABDnin tehdidine maruz kalan bütün ülkelerin tek seçeneği kalıyor: Nükleer silah edinmek. Dünyada güvenliği ve adaleti kim tehdit ediyor acaba?
Bırakın Iraka barış, Irakın bütünlüğü ve halkının huzuru için gidiyoruz. Jandarma olmayacağız. -Barış Gücü olarak gideceğiz, çıkarlarımız böyle gerektiriyor gibi süslü lafları. Bizler Iraka işgalci güçleri korumak, Irak halkının özgürlük taleplerini bastırmaya yardımcı olmak, kaynak yağmasından pay almak, on yıldır yaptığımız gibi ABDnin geri hizmetlerini yürütmek, Amerika ve İngilterenin terörist dediği ülkesini savunan insanlarla savaşmak için gidiyoruz. Gerisi boş laf...
Günlerdir medyada ekonomideki bahar havasından söz ediliyor. Düşen enflasyon, süren büyüme, artan ihracat, düşme eğilimi gösteren faizler... Bunlar ekonomi madalyonunun bir yüzündeki olgular. Hiçbiri de tek başına yalan-yanlış değil. Ama tek yüzlü madalyon nerede görülmüş ki... Bu bahar kokusunun arka yüzünde yatan ekonomik ve siyasal olgular neler?
Bu tehlikeli rüzgara en soğukkanlı analistler bile kendilerini kaptırmışken şu soruları sormadan edemiyor insan.
Düşmekte olan enflasyon ile daralan özel ve kamusal tüketim harcamalarının ve mevsimsel etkenlerin rolü yok mu? Enflasyon düşüş eğilimine girmiş olsun, reel gelirlerden ne haber. Yıllık yüzde 20 bandına düşme eğilimi gösterse de enflasyon, reel ücret ve maaşlar, çiftçi gelirleri bu oranın altında artışlara mecbur tutulmuyor mu? Bu bahar o zaman kimin için bahar?
Bu enflasyondaki düşüş eğiliminde aşırı değerlenmiş kurun etkisine ne buyurulur? Bu yalancı baharı yaratan aşırı değerli kur sonsuza kadar sürmeyeceğine ve birgün gerçek değerini dayattığında bu fiyatların akıbeti acaba ne olacak?
1994te 15 bin TL olan dolar kuru 40 bin TLyi dayattığında, 2001de 675 bin TL olan kur 1 milyon 300 bin TLyi dayattığında fiyatlara neler olduysa, bugün 1 milyon 400 bin TLlik kur da yarın 1 milyon 700-800 bini dayattığında aynı akıbeti yaşayacağımızı kabul etmiyor musunuz?
Bu bahar, nasıl bir bahar ki, durmadan işsiz sayısını ve atıl işgücünü yukarı çekiyor? Bu bahar nasıl bir bahar ki, artan ihracatın yanında patlayan ithalata, dolayısıyla büyüyen dış açığa gözlerini kapatıyor. Turizm ve diğer gelirlerle kapatılamayan açığın, cari açığı tırmandırdığını aklına bile getirmiyor?
Düşen enflasyonu, faizi, artan ihracatı, üretimi görüp, bozulan gelir dağılımın, artan işsizliği, tırmanan cari açığı, azalmayan borç yükünü görmezlikten gelmek olur mu?
Ekonomide yaşandığı öne sürülen bahar kokusunun ardında yatan Iraktaki kan kokusuna ne buyurulur?
Bu bahar havasını yaratan IMFnin durup durduğu yerde gerçekleştirdiği borç ertelemesi olmadı mı? Allahtan bunu teslim eden işadamları da var. Bakın Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Oğuz Satıcı, IMFnin borç ertelemesi ile ekonomide bir şok yaşanmasının önlendiğini teslim ettikten sonra neler söylemiş:
Geçmiş dönemde söylediğimiz birtakım şeyler vardı, sonbaharda ekonomi bazı şoklar yaşayabilir demiştik, ama IMFnin borç ertelemesi ile ortaya koyduğu durum, böyle bir havanın olmayacağının işareti. İşin siyasi tarafından bakınca, Türkiyeye verilen iyi notlar, Türkiyeye yapılan adımlar 3. tezkere için uzatılmış sıcak mesajlar olarak algılanmalı. Türkiye adına doğrusu neyse o karar verilmeli. ...
Durum açık. Bahar havalı madalyonun öte yüzünde Iraktaki kan kokusu var. Ortada gerçekleştirilmiş olumlu bir ekonomi yönetimi ve onun toplanan meyveleri olduğu yalanına kimse kendini kaptırmasın. Fena halde hüsrana uğrar. Herkes kabul etmeli ki bu estirilen havanın merkezi Washingtondur. Yapılan borç erteleme jesti ve ucu gösterilen hibeye karşılık Türkiyenin Iraka askerini sokması, o bataklıkta kestaneleri ateşten alması istenmektedir. İşgalden bu yana kimi kaynaklara göre 100e yakın askerini kaybeden işgal kuvvetleri, içinden çıkamadıkları bataklıkta Türkiyeden yardım istemekte ve dökülecek kanın karşılığı olarak ekonomide yapay bahar havaları estirmekteler..
Gelin Oğuz Satıcı kadar gerçekçi olun ve önce bahar kokusunun ardındaki kan kokusunu kabullenerek kendinize karşı dürüst olun, kendinizi kandırmayın.
Sonrasını tekrar konuşuruz...