28 Eylül '02
Sayı: 38 (78)


  Kızıl Bayrak'tan
  Hükümet krizinden kriz hükümetine...
  Sermayenin demokrasi oyunu ve emekçiler
  İstanbul 3. bölge bağımsız sosyalist milletvekili adayı Müslüm Turfan'ın açıklaması...
  Adana bağımsız sosyalist milletvekili adayı Özden Demirel'in konuşması...
  İşçi sınıfının bağımsız devrimci platformu altında birleşelim!
  İşçi ve emekçilerin bağımsız sosyalist milletvekili adayı Mustafa Uğur Akkaya'yı destekleyelim!
  Sermayenin çözümü seçimde, gençliğin çözümü devrimde!
  Seçimler ve sol hareket
  Seçimler, gençlik ve devrimci seçim platformları
  Demokratikleşme aldatmacası ve seçim yasakları
  Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!/2
  Emperyalist saldırganlığa meşruiyet sağlanamıyor
  Direnen Filistin kazanacak!
   Almanya'da Federal Parlamento seçimleri...
   "Medya Savunma Bölgeleri" demagojisi...
   Ulucanlar zindanından devrimin güçlü soluğu yükseldi
   Ulucanlar katliamının hesabı mutlaka sorulacak!
   Buca ve Diyarbakır katliamları
   Lütfen binin, tren kalkıyor!
   Güney Afrika'da genel grev hazırlığı
   Irak: Cezalandırma oyunu
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Irak: Cezalandırma oyunu

François Lafarge

Saddam Hüseyin, Kuveyt’i ilhak etmesinin ardından geçen 11 sene sonunda, ABD’yle hâlâ dalaşıyor. Ancak bu dalaşma kısa süre sonra sona erecek. Çünkü Amerika’nın Irak’a karşı askeri harekât başlatması neredeyse kesinlik kazandı. ABD’nin Irak’a müdahalesi iki nedenle açıklanabilir: Petrol ve siyaset.

ABD’nin son beş senedir en fazla petrol üreten, aynı zamanda da dünya petrol ithalatında birinci sırada yer alan bir ülke olduğunu hatırlayalım. Bununla birlikte, sanılanın aksine ABD, Ortadoğu’nun petrolüne muhtaç değil.
2000 yılında, ABD’nin ithal ettiği petrolün sadece çeyreği Ortadoğu’dan geldi. Çünkü, Washington temel olarak Latin Amerika’dan, Nijerya ve Angola gibi bazı Afrika ülkelerinden petrol ithal ediyor. Meksika’nın Amerika’ya sattığı petrolün miktarı, Suudi Arabistan ile eşit düzeyde.

Şimdi de Orta Asya

Ortadoğu petrolü ise dünya petrolünün yüzde 65’ini oluşturuyor. Bu bölgede, İran ve Irak hariç, bütün petrol üretici ülkelerin ABD’yle gayet yakın ilişkileri var. Bununla da kalmıyor, Suudi Arabistan topraklarında, ABD’nin 5 bine yakın askeri bulunuyor. Washington, son olarak Afganistan’a yaptığı askeri harekât sayesinde Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan’la da ilişkilerini yoğunlaştırdı. Amerikan ordusunun, Özbekistan ve Kırgızistan’daki eski Sovyet askeri üslerinde de askeri bulunuyor.

Amerika’nın, en büyük tutkusu, hem Hazar Deniz’inde, hem de Ortadoğu’da petrolü kontrol ederek, kendi rakiplerine karşı üstünlük kurabilmek. Çin bu politikadan en fazla etkilenen ülke. Pekin, önümüzdeki yıllarda ABD’nin hem siyasi hem de askeri açıdan en güçlü rakibi olmak peşinde. Petrol konusu da, iki taraf arasındaki ilişkilerde en belirleyici unsurlardan birisi olacak. Pekin ile Washington’ın güttükleri siyaset son yıllarda iyice farklılaştı. ABD Pekin’i, Amerikan topraklarında nükleer casusluk yapmakla suçladı. Pekin de Amerika’nın Sırbistan’a karşı müdahalesini şiddetle eleştirdi. Tayvan meselesi de iki taraf arasındaki farklılıkları artıran bir başka unsur.

Çin, 1993 yılından bu yana, petrol ithal ediyor. Bu ülke son yıllarda, en fazla petrol ithal eden ülkeler sıralamasında dokuzuncu sırada. Çin’in enerji konusundaki bağımlılığı, ülkenin dünyadaki rolünü de zora zokuyor. Pekin, petrolün çoğunu Ortadoğu’dan satın alıyor. 2005-2020 yılları arasında Çin’in petrol ithalatının miktarı iki katına ulaşacak. Böylece, petrol tüketiminin yarısını Ortadoğu karşılayacak. Oysa Çin, ne petrol yollarını ne de Ortadoğu petrolünü kontrol edebilecek durumda. İşte bu nedenle, Hazar petrolü, Ortadoğu’ya bağımlılığını azaltacağı için, Çin’in önceliği haline geliyor.

Washington, Bağdat’a istediği bir iktidarı getirmesi durumunda, dünyanın en büyük petrol depolarını -Ortadoğu ve Hazar Denizi’ndeki rezervleri kontrol altına almış olacak. Böylece, Uzakdoğu ülkelerinin, özellikle de Çin’in siyasi çıkışlarını da engelleyecek.

Bununla birlikte Saddam Hüseyin’in devrilmesinin jeopolitik sonuçları olacak. Şu anda, ABD’nin, Avrupalı ortaklarının ve Japonya’nın Suudi Arabistan petrolüne ihtiyacı bulunması nedeniyle, Riyad’ın dokunulmazlığı var. Üstelik ülke, bölgede Amerika için askeri yönden de önemli bir konumda. Ancak, Vahabi olan bu monarşi rejimi, artık köktenci İslam’ın beslendiği bir ülke olarak görülüyor. Hiç kimse, 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren 19 kamikazenin 15’inin Suudi vatandaşı olduğu gerçeğini unutmuyor. Ülkede ağırlığını hissettiren Prens Abdullah’a da şüpheli gözlerle bakılıyor.

Irak’taki iktidar değişikliği sayesinde, ABD, Suudi Arabistan’da kökten bir jeopolitik değişiklik yapabilir. Bu konuda Suudi krallığının yıkılması da dahil olmak üzere, birçok senaryo bulunuyor. Örneğin, Mekke ve Medine’nin yönetimi Suud ailesinin yönetimine bırakılabilir, zengin petrol bölgesi olarak bilinen Hassa bölgesinde de bağımsız, Amerika’nın iplerini elinde tuttuğu bir emirlik oluşturulabilir. Petrol gelirleri olmadan, köktenci İslam da en büyük mali kaynağından mahrum kalır. Hassa bölgesinde, ırkçılığa maruz kalan Şii azınlığın böyle bir değişikliği desteklemesi muhtemel görünüyor. Suudi Arabistan’la ilgili bir başka senaryo ise ABD’nin, Kral Fahd’dan sonra gelecek krala köklü kurumsal reformlar gerçekleştirmeyi zorla kabul ettirmesi.

Sonuç olarak Washington’ın Irak politikası, Ortadoğu’nun önümüzdeki dönemdeki sınırlarını belirleyecek bir unsur haline gelecek.

(Paris’te Saint Quentinen Yvelines Üniveritesi’nde jeopolitik doktoru, 17 Eylül 2002)

(Radikal, 25 Eylül ‘02)