seçim yasakları 12 Eylül generalleri seçime giderken milletvekili adayları ve partileri tek tek inceleyerek beğenmediklerini ayırmış, kendi istediklerini ise halka seçin diye sunmuşlardı. Bunun adı da demokrasiye geçiş olarak konmuştu. Bugün oynanan demokrasicilik ve parlamentoculuk oyunları, 12 Eylül faşizminin uygulamalarını aratmamaktadır. Yaklaşan seçim hazırlıklarının bir parçası olarak gündeme gelen seçim yasaklarıyla 50 civarında adayın milletvekili olabilmek için yaptığı başvuru reddedildi. Başvuruları reddedilenlerin içinde daha önceki seçimlerde aday olanların yanısıra, yasağın 12 Eylülde ceza almış olanları ve sabıka kayıtlarının silinip, memnu haklarının iade edilmiş olanları bile kapsaması, kısaca kararın mevcut burjuva hukuk normlarına bile uymaması, sermaye iktidarının, kendi anayasası ve hukuk ilkeleri dahil kural tanımazlığının yeni bir örneği olmaktadır. Seçimler halkın iradesinin parlamentoya yansımasının aracı ve hükümetlerin meşru dayanağı olarak gösterilmeye çalışılıyor. Oysa milletvekilliği adaylığına getirilen yasaklar bir kez daha gösteriyor ki ülkedeki gerçek iktidar derin devlet çetesinin elinde. Ağırlığını Kürt ve dinci siyasetiçilerin oluşturduğu yasak listesi, bu kesimlere yönelik tasfiye ve terbiye operasyonunun sürdürüldüğünü gösteriyor. Başvuruları reddedilmesine karşı gösterilen tepkiye ilk cevabın, her vesileyle TSKyı siyasete karıştırmayın diyerek kendisini yaşanan kokuşma ve çürümenin dışındaymış gibi gösterme gayreti içinde olan ordudan gelmesi dikkate değerdir. Ordu yasaklara karşı görüşünü, yine alışıldığı üzere resmi olarak değil de etkili bir mensubu aracılığıyla bildirdi. Şeriatın kestiği parmak acımaz ifadesiyle ordunun görüşünü açıklayan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cumhur Asparukun bu göreve gelmeden önce iki yılını MGK Genel Sekreteri olarak geçirmiş olması, terbiye operasyonun kurumsal kaynağına ayrıca bir göstergsidir. Demokratikleşme masalı ve yasaklar Emperyalistler ve işbirlikçi sermeye iktidarı kendi seçimlerini yaparak hizmetkarlarını belirlemekte, ardından bunları işçi ve emekçi kitlelere seçin diye sunmaktadır. Dün bunu gerçekleştirdikleri darbeler ve generaller aracılığıyla yapıyorlardı. Bugün ise biraz daha incelterek anayasayı, yargı kurumlarını, medyayı vb. araçları kullanarak hayata geçirmekteler. Kısa bir süre önce ABye uyum yasalarının meclisten geçirilmesinin ardından kitleler üzerinde demokratikleştik yalanı rüzgarı estirilmiş, düzen partilerinin herbiri demokrasi havarisi kesilmişti. Bugün Yüksek Seçim Kurulunun yasaklara gerekçe yaptığı Anayasanın 76. maddesinin değiştirilmesi ABye uyum yasaları çerçevesinde gündeme alınmıştı. Anayasanın 76. maddesinde yer alan ... ideolojik veya anarşik eylemlere katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından birinden hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler ibaresinin ideolojik veya anarşik eylemler kısmının terör eylemleri şeklinde değiştirilmesi ön görülmüştü. Anayasa Komisyonunda kabul edilen teklif meclisteki ilk oylamada kabul edildi. Ancak ikinci oylamada reddedildi ve eski ali korundu. Düzen partileri böylesi kısmi bir değişikliği, kağıt üzerinde onaylamakta bile özenle kaçındılar. Çünkü bugün işçi ve emekçi kitlelerin ekonomik ve demokratik talepleri uğruna yaptıkları, anayasal bir hak olan basın açıklamaları dahi İdeolojik ve anarşik eylemler kategorisine sokulmakta, böylece söz, basın, örgütlenme, seçme-seçilme hakları peşinen ellerinden alınmaktadır. Nitekim yasak kapsamında 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına muhalefetten dolayı adaylığı iptal edilenler de bulunmaktadır. Son 6 yıl içinde TCK 169. maddesinden toplam 32 bin 753 kişiye, TCK nın 312. maddesinden ise 4912 kişiye dava açılmıştır. Yani yasak binlerce kişiyi kapsamakta, bu da herkesin seçme ve seçilme özgürlüğüne sahip olmadığını göstermekte. Seçme &oul;zgürlüğünde olduğu gibi seçilme özgürlüğü de yalnızca burjuvaziye ait bir hak olmaktadır. Bozuk düzende sağlam çark olmaz! Her yargı yılının açılışında Yargıtay başkanlarının yargının bağımsızlığı üzerine konuşmaları adet olduğu üzere bu yılda tekrarlandı. Yargıtay Başkanı politikacılara seslenerek siyasilerin ellerini yargıdan çekmelerini istedi. Ne var ki artık ne Yargıtay başkanlarının her yargı yılı açılışında, yargıya olan güveni tesis etmeye dönük olarak yaptığı çıkışlar, ne de yargının bağımsızlığı, demokratik hukuk devleti üzerine atılan nutuklar yargının sermaye iktidarını dolaysız egemenliğinde ve hizmetinde olduğunu, onunla birlikte çürüyüp kokuştuğunu gizlemeye yetmemektedir. 28 Şubat ve ardından bugün yaşananlar, yargının sermaye iktidarı elinde düzenin tahkimatına dönük olarak nasıl etkili bir silaha dönüştüğünü açıkça göstermektedir. Sermaye iktidarının istikrar adına gündeme getirdiği her uygulama istikrarsızlığını daha da derinleştirmektedir. Ekonomik istikrarı sağlamak adına pervazsızca uygulanan İMF yıkım programları ekonomik krizi derinleştirmekten başka bir işe yaramadığı gibi, siyasi istikrarı sağlamak adına gündeme getirilen seçimler de, daha bugünden görüldüğü üzere, çözümsüzlüğü daha da derinleştirmektedir. 4 Kasım gününe dönük kabus senaryoları bunun ürünüdür. ABDye uşaklıkta, İMF-TÜSİAD yıkım programlarına bağlılıkta, işçi ve emekçi kitlelere ise düşmanlıkta ortaklaşan düzen partilerinin hemen hepsi bugünden baraja takılmış görülmekte. Hal böyle olunca beklenmeyen bir sürprizle karşılaşmak istemeyen düzen cephesi kendi çıkarları için her türlü yolu mubah görmektedir. Sermayenin seçim yasakları yalnızca bir takım adayların tırpanlanmasından ibaret değildir. Kendi iradelerine rağmen seçime girenlere de her türlü yasak ve baskı ile karşı koymakta, işçi ve emekçilerin taleplerini gündeme getirilmesi engellemek için tüm araçlarını devreye sokmaktadırlar. İçişleri Bakanlığının valilerle gerçekleştirdiği toplantıların ardından, seçimlerin güvenlik ve huzur içinde yapılması için alınması gereken tüm önlemlerin alındığı açıklamaları yapılmaktadır. Güvenlik ve huzur bahanesi altında alınan önlemler, seçimlerin yaratacağı politizasyondan devrimci temelde yararlanmak isteyen bağımsız devrimci adayların önünü kesme kaygısının ürünüdür. Seçim ve savaş koşullarının baskı ve yasaklara dayalı devlet terörünü daha da arttıracağını göz önünde bulundurmalı, hazırlıklarımızı buna göre yapmalıyız. |
|||||