05 Ocak '02
Sayı: 01 (41)


  Kızıl Bayrak'tan
  Düzenin iflası ve Türkiye'nin devrimci geleceği...
  Aşılamayan sendikal ihanet barikatı
  Faşist baskı, terör ve katliamların boyutlandığı bir yıl
  Milyonlarca emekçinin kanı, emeği ve geleceği pazarlanacak!
  Azami sefalet ücreti belirlendi
  Gençlik hareketinin politizasyonu artıyor
  Barbarlık ya da sosyalizm!..
  2001: Emperyalizme köleliğin pekiştiği, sosyal yıkımın derinleştiği yıl
  Anadolu Yakası Liseli Gençlik Platformu Bülteni'nden...
  Özgürlük ve sosyalizm 21. yüzyıla damgasını vuracak!..
  Arjantin'in iflası ve Türkiye
  İşçi Kültür Evleri'nin etkinliklerinden...
  Emperyalizme karşı direniş sürüyor!..
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
2002’ye girerken.../1

Özgürlük ve sosyalizm
21. yüzyıla damgasını vuracak!..

Yirmibirinci yüzyıl da iki yıl geride kaldı. Genelde yeni yüzyıla, yeni binyıla büyük umutlarla girilmişti. Yeni yüzyılın barış ve kardeşlik yüzyılı olacağı, 20. yüzyılın kötülüklerinin tekrarlanmayacağı vaaz edilip durulmuş ve sayısız pembe tablo çizilmişti. Oysa 21. yüzyıl, 20. yüzyılın bir devamıydı; onun bütün ilişki, çelişki ve eğilimlerini olduğu gibi devralmıştı. Emperyalizmin barbarizm aşaması olan 20. yüzyılın son on yılı, 21. yüzyılın geçen bu iki yılına da bütün şiddetiyle damgasını vurdu. Böylece insanlığın ufku daha da karartıldı, hegemonya, paylaşım ve haydutluk savaşları, işgaller, açlık, sefalet, işsizlik ve daha bir dizi ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel sorun 20. yüzyılın başındaki dünya gerçekliğini çağrıştırıyordu. Yani hayaller daha yüzyılın birinci ve ikinci yıllarında yerl bir oldu... “Evrensel barış ve demokrasi, “küresel mutluluk” yalan balonu çok erken patladı.

Yüzyılın bu ilk iki yılı, bu iki yılın her önemli gelişmesi, İmralı’da içine girilen utanç verici teslimiyet ve ihaneti “Evrensel barış ve demokrasi çağı” demagojisiyle teorileştirmeye çalışan Öcalan ve İmralı Partisi yönetenlerinin suratlarına inen ölümcül bir şamar oldu.

2001 yılı, dünyada çok önemli gelişmelerin yaşandığı bir yıl oldu. Öyle ki bu yılda ortaya çıkan gelişme eğilimleri ve çelişkiler, içinden geçmekte olduğumuz yüzyılın çehresini şekillendirecek niteliktedir. Kuşkusuz ortaya çıkan ve belirginleşen gelişme eğilimleri ve çelişkiler son iki yılın ortaya çıkardığı eğilim ve çelişkiler değildir; bunlar, emperyalist sistemin doğasında var olan ve 20. yüzyıl boyunca çeşitli düzeylerde ve olaylarda kendini çeşitli biçimlerde açığa çıkaran eğilim ve çelişkilerdir. 2001 yılında meydana gelen gelişmeler ve bunların ardındaki eğilim ve çelişkiler yüzyılın çehresini biçimlendirme niteliğinde olduğu için bunların genel bir değerlendirmesini yapmakta yarar var. 2002’ye girerken an çizgileriyle deolsa dünyamızın, Ortadoğu’nun, Türkiye ve Kürdistan’ın siyasal bir panoramasını çıkarmamız gerekiyor. Bu, geleneksel “Yıl değerlendirmeleri”nden farklı bir anlama sahiptir. İçinden geçmekte olduğumuz dönemi doğru ve daha az eksikli kavramak ve devrimci görevlerimizi daha doğru belirlemek ya da belirlenen politikaları değişen koşullara yanıt verecek nitelik ve düzeye getirmek açısından, bu ıl değerlendirmesi çok daha önem kazanmış bulunmaktadır.

Kuşkusuz, 2001 yılının en önemli olayı 11 Eylül’de ABD emperyalizminin siyasal, askeri ve ekonomik güç merkezlerine yapılan saldırıdır. Bu olay, ABD’nin 21. yüzyıl stratejisinin bütün çıplaklığı ile gözler önüne serilmesine vesile olan bir olaydır. Birçok siyasal yorumcu, 11 Eylül olayını “21. yüzyıl miladı” olarak değerlendirdi, kimileri yeni bir dönemin başlangıcı, dönüm noktası olarak tanımladı. Bu saldırıyı bahane eden ABD, “Terörizme karşı global savaş” açtığını ilan etti. Bununla yetinmeyen ABD Başkanı, her devleti ve gücü saf belirlemeye, tavırlarını netleştirmeye çağırdı; çok net konuştu: “Ya bizden yanasınız, ya da düşmandan!” Ve ardından bir dizi karar açıklandı, savaş makinesi harekete geçirildi, beyinler ve yürekler de aynı ölçüde ideolojik ve psikolojik savaşın hedfleri haline getirildi. İlk planda göze çarpan, ABD’nin siyasal, stratejik-askeri ve psikolojik açıdan çok hazırlıklı olduğuydu. Bush’un çok tartışmalı Başkan seçimi ile başlayan süreç, 11 Eylül olayı ile birlikte yeni bir aşamaya, uygulama aşamasına sıçradı.

Evet, 11 Eylül olaylarıyla ABD emperyalizmi çok büyük imaj ve moral darbe yemişti, kendi kalbinden de vurulabileceği mesajı verilmişti, bu, kendi içinde bir özgüven bunalımını da getiriyordu. Ama 21. yüzyıl stratejisi açısından bu etkiler çok daha sınırlı ve görece etkilerdi, süreç içinde bir biçimiyle bunlar aşılabilirdi. Burada olayları “komplo teorileri” ile açıklama eğiliminde değiliz, bunu doğru da bulmayız. Ama 11 Eylül’den sonra açığa çıkan gerçekler, ABD emperyalizminin, silah ve petrol tekellerinin 21. yıla damgasına vuracak bir stratejiyi yürürlüğe koyduğu yönündedir. Aslında bütün unsurlarıyla yeni bir stratejiden çok, YDD olarak kodlanan stratejinin güncelleştirilmiş, yeni unsurlarla zenginleştirilmiş biçiminden söz etmemiz daha doğru bir değelendirme olur. Bu anlamda 11 Eylül’ü “bir milat”, “yepyeni bir sürecin dönüm noktası” biçiminde tanımlayan yaklaşımları doğru bulmuyoruz. 11 Eylül’ü, 1990’larda dayatılan Yeni Dünya Düzeni stratejisinin bir üst aşamasına geçişin dönüm noktası olarak değerlendirmek daha doğru olur kanısındayız.

Vurgulamaya çalıştığımız bu “ayrım” önemlidir; hem ABD stratejisindeki devamlılığı ve yeni unsurlarını doğru anlamak, hem de devrimci görevleri ve sorunlarını daha doğru belirlemek açısından önemlidir. ABD emperyalizminin 21. yüzyıl stratejisi, sadece Sovyet sisteminin çökmesiyle yakaladığı avantajları, tek kutuplu dünya gerçekliğini, kendi liderlik ve dünyaya jandarmalık konumunu korumayı içermiyor; yani salt bir “savunma” pozisyonu yok, aynı zamanda çok önemli saldırı unsurlarını ve bunların somut biçimlerini de içeriyor. 11 Eylül’den sonra ortaya çıkan gerçeklik gösteriyor ki, ABD, bütün dünyayı, bütün bölgeleri, en başta da zengin petrol ve doğal gaz yataklarına sahip bölgeleri tek başına, tıpkı Roma İmparatorluğu döneminde olduğu gibi yönetmek istiyor. İmaratorluk, askeri işgal olmadan gerçekleşemez. YDD stratejisinde daha da somutlaştırılan ve uygulamaya konulan unsur budur. Bu, yeni türden bir “sömürgeleştirme” dönemi değilse nedir?

Globalizm, bir bakıma yeni sömürgecilik ideolojisidir!

11 Eylül’den sonra daha da geliştirilen, zenginleştirilen ve daha somut uygulama planlarına kavuşturulan bu strateji, dünya çapında ve her cephede uygulamaya konuldu, daha doğru bir deyişle var olan uygulama yeni bir aşamaya sıçratıldı. Bunun için ilk planda daha somut bir düşman kavramının geliştirilmesi, geliştirilecek “global savaşın” ideolojik bir meşruiyete kavuşturulması gerekiyordu. 11 Eylül olayı bu konuda kendilerine önemli sayıda malzeme sunuyordu. ABD’nin dünya çapındaki baş düşmanı “terörizm”di, ona karşı global düzeyde, her olanak, araç ve yöntem kullanılacak ve savaşılacaktı. Bu savaşta hiç kimse tarafsız ve kayıtsız kalamazdı, saflarını net belirlemek durumundaydı. Ya ABD’den yana, ya da düşmanından yana...

Öteden beri dillendirilen ve 11 Eylül’den sonra baş düşman ilan edilen “terörizm” ve bu bağlamda bütün devletlere ve güçlere dayatılan saf belirleme tavrı, ABD’nin 21. yüzyıl stratejindeki pervasızlığı, barbarizm boyutlarındaki saldırganlığını çok kesin bir biçimde özetlemektedir.

Bir: Artık dünya çapında savaşılması gereken bir düşman vardır; bu, stratejilerin ve hegemonya savaşlarının gerekçesi, bu savaşların gerçek niteliklerini gizleyici ve meşrulaştırıcı unsurudur.

İki: Bu düşman kavramı ve terörizm edebiyatıyla içte demokratik hak ve özgürlükler budanacak, siyasal gericilik her alanda egemen hale getirilecek, her türlü muhalefet susturulacak, hak arama mücadeleleri yasa dışı ilan edilerek bastırılacak, mali sermayenin sınırsız egemenliği ve saltanatı önündeki engeller temizlenecek, keyfilik ve zorbalık, özel savaş temel yönetim yöntemi olarak kurumlaştırılacaktır. Bu nokta, yeni dönemin en önemli unsurlarından biri ve aynı zamanda burjuva demokrasisi hakkında yaydırılan ham hayallere kesin bir darbe niteliğindedir. Siyasal gericilik, özel savaş, demokratik hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alınması bütün emperyalist merkezlerde esas alınmalı ve bu alanda tam anlamıyla “Kutsal İttifak” kurulmalı ve titizlikle uygulanmalıdır.

Üç: Dünya çapında ABD’nin liderliği ve jandarmalığı her devlet ve güç tarafından yeniden onaylanacak ve buna biat edilecek, bu düzene rakip olabilecek güç odakları etkisizleştirilecektir.

Dört: Terörizmin kaynağı durumundaki Afganistan, Irak, Somali, Sudan, vb. ülkeler askeri işgal hareketleriyle temizlenecek ve ABD hegemonyasına alınacaktır. Bu hegemonyanın kalıcılaşması için de ABD’nin askeri işgali, askeri üsler kurması ve bunlara dayalı “yerel yönetimler” geliştirmesi gerekir.

Kısacası ABD’nin 21 yüzyılda dünyayı yönetme planı üç temel ayağa oturuyor: İçte siyasal gericilik ve özel savaş, ekonomik, sosyal ve siyasal mevzileri tırpanlamak, demokratik hak ve özgürlüklerin gaspı, yaşanan ekonomik durgunluğun faturasını emekçilere ve ezilen halklara fatura etmek, yeni bir silahlanma programını geliştirmek; ezilen ülkelere ve halklara hegemonya savaşı ve sömürge yönetimi ile dünyayı bir sömürge imparatorluğu gibi yönetmek; diğer emperyalist güçlerin rakip olarak sivrilmelerini önlemek ve nüfuz alanlarında paylaşım savaşını bütün yöntem ve araçlarla sürdürmek...

Açık ki, ABD liderliğindeki emperyalist sistem, dünya çapında emekçilere, ezilen halklara savaş açmış ve bu savaşın on yıllar boyu süreceğini ilan etmiştir. Devrimci, sosyalist ve ulusal kurtuluşçu güçler bu gerçekliği mutlaka doğru okumak ve kendilerini, örgütlenme ve çalışma tarzlarını bu gerçekliğe göre yeniden biçimlendirmek durumundadırlar.

ABD, dünyayı tek başına bir sömürge imparatorluğu gibi yönetme stratejisine sahip olmakla birlikte, diğer emperyalist güç odakları da dünya hegemonya savaşından geri durmamakta, paylaşım savaşında yer almakta ve geleceğe daha güçlü hazırlanmanın çabası içinde bulunmaktadırlar. En son Afganistan savaşında diğer emperyalist devletler ABD ile uzlaşma içinde hegemonya ve paylaşım savaşı içinde yer aldılar. Burada uzlaşma, kendi gücü ölçüsünde pay almanın bir biçimidir. Henüz cepheden tavır alma güçleri olmadığı için uzlaşma yolunu seçmek durumunda kalıyorlardı. Ama bu, görece ve geçici bir durumdu, var olan çıkar çatışmasının görece bir biçimiydi.

2001 yılı içinde AB, ABD karşısında siyasal ve askeri bir güç haline gelebilmek için önemli ve etkili adımlar attı. Bunlardan biri, 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren para birimi olarak “Euro”ya geçilmiş olmasıdır. Ortak para birimi uygulaması ile AB, ekonomik bütünleşmeyi ve büyüyerek güçlü bir ekonomi haline gelmeyi planlamaktadır. İkincisi, bu önemli ekonomik adımla AB’nin birleşik bir devlet haline gelme istemlerinin altyapısını güçlendirmeyi ve daha üst düzeyde siyasal bütünleşmeyi koşullamayı düşünmektedir. En son Laekan zirvesinde alınan bir kararla AB’nin anayasasını yapmakla görevlendirilen bir “Konvansiyon”un kurulmuş olması, AB’nin “Birleşik bir devlet”, federal veya konfederal devlet olma yönündeki eğilimini ve çabasını çok net bir biçimde ortaya koymaktadır. Öte yandan “Avrupa Ordusu#148; projesinin 2001 yılında çok daha somut bir hale getirilmesi, bu bağlamda kaydedilmesi gereken diğer bir gelişmedir. Kısaca özetlediğimiz bir birine bağlı bu üç gelişmeyi birlikte değerlendirdiğimizde, AB’nin dünya siyasal gündeminde bir blok olarak ve kendi adına söz sahibi olma, daha doğru bir ifadeyle hegemonya kavgasında daha etkili ve ABD’ye açıktan ve cepheden kafa tutma eğilimini &ccedl;ok net bir biçimde anlatmaktadır.

ABD karşısında üçüncü bir güç odağı olarak Rusya-Çin-Hindistan ekseni gelişme eğilimindedir. Şanghay Anlaşması ile belli bir somutluk kazanan bu eğilim, önümüzdeki yıllarda yeni boyutlar kazanabilir. Bu noktada Rusya, AB ile uzlaşma noktalarını da geliştirebilir.

Uzakdoğu’da Japonya eksenli bir güç odağının, gelişme ve dünya siyasetinde daha etkin olma eğiliminde olduğunu da eklememiz gerekiyor.

Emperyalist devletler arasındaki çelişkiler ve hegemonya kavgasının ötesinde kaydedilmesi gereken diğer önemli bir olgu da emperyalist metropollerde yaşanan ekonomik durgunluk ve bundan çıkış yöntemi olarak emekçilerin ekonomik, sosyal kazanımlarını tırpanlama ve siyasal gericiliği daha geliştirme politikasının çok daha ileri boyutlar kazanmasıdır. Bu, metropollerdeki sınıf mücadelesini koşullayan nesnel bir olgudur. Önümüzdeki dönemde emperyalist metropollerde toplumsal mücadele yeni bir ivme kazanma eğiliminde görünüyor. Sömürü, işsizlik, hak gaspları ve siyasal gericilik karşısında işçi sınıfının ve emekçilerin direnmekten, sınıf mücadelesini yükseltmekten başka bir seçenekleri yoktur.

2001 yılında globalizmin, küreselleşmenin ipliği pazara çıktı. 2001, küreselleşme masalının ne anlama geldiğinin açığa çıktığı bir yıl oldu. Küreselleşmenin, bir tür vahşi kapitalizm, siyasal açıdan barbarizm ve savaş, dünyayı sömürge imparatorluğu haline getirmek ve sömürge imparatorluğu olarak yönetmek demek olduğu bütün çıplaklığı ile gözler önüne serildi.

Ezilen ülkelerle emperyalist sistem arasındaki çelişkiler derinleşti, var olan uçurum dehşet verici boyutlar kazandı. Resmi istatistiklere göre, dünya nüfusunun yarısı, günde 2 doların altında bir gelirle geçinmek zorunda kalıyor; bir milyar insan her gece yatağına aç giriyor; her bir dakikada doğum yaparken bir kadın ölüyor... Rakamları uzatmak mümkün, ancak bu kadarı bile işin korkunç boyutlarını anlatmaya fazlasıyla yeterlidir. Yeni sömürge ve bağımlı ülkelere dayatılan IMF damgalı politikalar peş peşe iflas etmektedir. Bu iflasların bir sonucu olarak toplumsal çelişkiler büyümekte ve bu, ayaklanmalara ve sosyal patlamalara yol açmaktadır. Arjantin, bunun en somut ve son örneği olmaktadır... Benzer örneklerin önümüzdeki yıl ve yıllarda çoğalması büyük bir olasılıktır. Bu olgu ezilen ülkelerde devrimin nesnel oşullarının daha da olgunlaşmakta olduğunu göstermektedir...

Küreselleşme karşıtı, kapitalizm karşıtı hareket de 2001 yılı içinde yeni boyutlar kazandı. Cenova’daki eylemler bu hareketin zirvesi oldu. Cenova’da yaşanan çatışma düzeyi ve İtalya hükümetinin sergilediği kanlı tutum, bundan sonraki mücadelenin şiddeti konusunda önemli işaretler sunmaktadır.

Kısacası emperyalist merkezlerde kapitalizm karşıtı mücadele gelişme eğilimindedir, bunun nesnel temelleri daha da olgunlaşmaktadır. Ancak küreselleşme karşıtı hareketin kendi iç zaafları da var ve bunlar henüz aşılmış değildir. Bütün mücadele bileşenlerini birleştirecek belirlenmiş ortak bir programın henüz yaratılamaması en önemli eksiklik olarak karşımızda durmaktadır. Ya da bu noktada yaşanan parçalılık ve belirsizlik aşılmadığı sürece küreselleşme karşıtı hareket dünya çapında etkili politik bir güç olma konumunu kazanma hedefinin gerisinde kalacak, ya da etkisizleştirilme ve düzen içine çekilip uysallaştırılma olasılığı çok büyüktür.

Bu noktada sosyalist ideolojinin yaşadığı krizi henüz aşamaması, kendisini her açıdan bir çekim merkezi haline getirmemiş olması çok önemli bir yetersizliktir ve bu eksiklik her düzeyde kendisini hissettirmektedir. Ama yaşanan nesnel gelişmeler ve sınıf mücadelesinin yeniden gelişme ve yükselme olasılığı, sosyalizmin ideolojik olarak kendini aşmasını ve yeniden bir çekim merkezi haline getirmesini koşullayacak çok önemli bir olgudur.

Evet, ABD emperyalizmi dünyayı bir sömürge imparatorluğu gibi yönetme stratejisini her türlü savaş makinesini harekete geçirerek, siyasal gericiliği ve özel savaşı derinleştirerek uygulamaya çalışmaktadır. Ancak bu hakim durumla çelişik olan sayısız güç etkeni ve gelişme eğilimi var. Bunların başında da emperyalist merkezlerin yeni bir sınıf mücadelesinin gelişimine ve yükselişine gebe oluşu gelmektedir. Ezilen halklar ve ülkeler de yeni bir devrimci dalganın mayalandığı alanlar durumundadır.

Evet, emekçiler ve ezilen halklar çok zor bir dönemden geçmektedirler, ancak umutsuzluk ve karamsarlık yerine umutlu ve iyimser olmak için sayısız neden var...

21. yüzyıl emekçilerin ve ezilen halkların yüzyılı olacak; özgürlük ve sosyalizm 21. yüzyıla damgasını vuracaktır!

Özgür, sömürüsüz ve eşit bir dünya, başarılarla dolu bir yıl dileğiyle halklarımızın yeni yılını kutluyoruz!

(Bu yazının devamı olarak Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan’daki gelişmelerle ilgili değerlendirmeyi önümüzdeki hafta sunacağız...)

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları
29 Aralık 2001



Antakya’da 4 devrimci basın çalışanı keyfi biçimde tutuklandı...

Faşist baskı ve teröre direneceğiz!

19 Aralık’ta katil devlet 28 devrimci tutsağı katletmişti. Aradan bir yıl geçti ve katil devlet katliamlarına her geçen gün bir yenisi ekliyor. Bizler Antakya sosyalist-devrimci basın okurları olarak (SY Kızıl Bayrak, Vatan, Atılım, Partizan) katliamın 1. yıl dolayısıyla alana çıkmayı kararlaştırdık. Bu çevrelerden Partizan, açıklama öncesi geri çekildiğini bildirdi. Bizler herşeye rağmen bu açıklamayı yapacağımızı belirttik.

Eğtim-Sen’de toplandıktan sonra yaklaşık 80 kişilik kortej oluşturarak Cumhuriyet Meydanı’na doğru yürüyüşe başladık. Meydan girişinde polis barikatıyla karşılaştık. Açıklamanın yasadışı olduğunu söyleyen polis şefi tehdit savurarak bizi korkutmaya çalıştı. Bizler tüm tehditlere rağmen bu açıklamayı yapacağımızı belirttik. Bunun üzerine açıklama için bir dakikalık bir zaman tanıdıklarını söyleyerek daha sonra dağılmamızı söylediler. Pankart, döviz vs. açılmayacak uyarısında da bulundular. Bizler pankartın açılması konusunda taviz vermedik. Bunun üzerine faşist kolluk güçleri bize saldırdı. Yerlerde sürükleyerek ve coplayarak toplam 25 kişiyi gözaltına aldılar. Emniyete götürülmek için bindirildiğimiz arabada slogan attığımız için burada da saldırı ve tehditlere devam ettiler. Emniyette ve TMŞ#146;den çıkarılana kadar baskı ve işkenceye maruz kaldık.

TMŞ’de bizi bodrum katındaki hücrelere koydular. Burada da saldırılarına devam ettiler. Saldırılara kararlı tavrımız, “İşkenceci polisler hesap verecek!” sloganımızla yanıt verdik. Sabaha kadar marşlar söyleyerek, sloganlar atarak psikolojik üstünlüğü elimizde tuttuk. Ertesi gün öğlene doğru bizi adliyeye çıkardılar. Adliyeye sloganlarımızla girdik. Bunun üzerine kolluk güçleri tekrar saldırdılar. Çalışanımız Abdullah Lif’in aldığı darbe sonucu göz kapağı yarıldı. Adliye koridorunda bize sürekli psikolojik baskı uygulamaya çalıştılar.

TMŞ’den, çevik kuvvetten ve özel harekat timinden tüm faşist kolluk güçleri oradaydı. Biri kafasını, diğeri de elini sarmış iki polis kendilerini bu hale bizim soktuğumuzu söylerek bizi tehdit ettiler. Polisler daha önceden belirledikleri 4 kişinin ismini aldılar. Daha sonra sözde mağdur durumda olan çevik kuvvet polislerini getirerek 4 kişiyi teşhis ettirdiler. Mahkemeye çıkarıldığımızda bu 4 arkadaşımız tutuklandı. Diğerlerimiz serbest bırakıldı. Tutuklananlar Zeynel Nihadioğlu, Oktay Rende (SY Kızıl Bayrak), Soydan Dadük (Atılım), Hasan Kutlu (Asi) cezaevine götürüldüler.

Serbest bırakılmamıza rağmen polisler “savcının her an itiraz edebileceği” bahanesiyle bizi alıkoymak istedi. Niyetleri hepimizi tutuklatmaktı. Avukatımız bizim mahkemece serbest bırakıldığımızı, yaptıklarının yasadışı olduğunu belirtti. Bunun üzerine faşist polisler avukatımızı da tehdit ettiler. Avukatımızın diretmesi sonucu bırakıldık. Bunu da kendilerine yediremeyen faşist kolluk güçleri dışarıda avukatımız kimliklerimizi verirken saldırarak bizi dağıtmak istediler.

Bu olay katil devletin şanlı Ölüm Orucu direnişine destek amaçlı herhangi bir eyleme tahammül edemediğini ve teslim alamadıkları devrimci irade karşısında nasıl saldırganlaştığını göstermiştir. Biz komünistler, dışarıda şanlı Ölüm Orucu direnişinin sahiplenilmesi, kitlelerin duyarlı ve aktif olması için sonuna kadar direneceğiz.

Yaşasın şanlı Ölüm Orucu direnişimiz!
Katil devlet hesap verecek!

SY Kızıl Bayrak çalışanları/Antakya