|
Camp David zirvesi...
Filistin halkına kurulan tuzaklar
ABDnin rolünü en iyi tanımlayan ise, Zbigniew Brzezinskidir. Brzezinski ABDnin havuç ve sopa politikasının can alıcı önemini hatırlattıktan sonra; Clinton çok zeki, çok yetenekli ve ikna edici bir tiptir. Ama, ciddi bir biçimde tehdit etme kabiliyetinde olup olmadığını bilemiyorum. Çünkü sorunun bu yönü çok önemlidir diyor.
11 Temmuz günü Washingtonda başlayan Camp David zirvesinin tarihinin kesinleşmesi ile birlikte, tarafların herbirisi kendi cephesinden yoğun bir propaganda yürütmeye ve kamuoyu oluşturmaya başladılar. Filistin Özerk İdaresi Filistin halkının iç birliğini yaratmış gibi görünmekte ve İsraile yönelik sataşmacı ve tehditkar beyanatlara ağırlık vermeye özen göstermektedir. İsrail cephesinde dökülmeyi andıran tam tersi bir atmosfer egemen. Bir yolsuzluktan ötürü de olsa 10 Temmuz günü Devlet Başkanı Ezer Weizman istifa ettiğini açıkladı. İşbaşındaki hükümet koalisyonu, birçok bakanın istifa etmeleri, bazı partilerin ortaklıktan çekilmeleri sonucu, tamamen dağılmış sayılır. Ehud Barak, son anda varılan bazı karanlık uzlaşmalar sonucu, muhalefetin gensoru önergesini kıl payı atlatarak Washingtona uçabildi.
Zirveye evsahipliği yapan Orta Doğu krizinin hamisi ABD ise, başta Bill Clintonun kendisi olmak üzere, en ileri düzeydeki sorumluları aracılığı ile, günübirlik mesajlar yayınlamakta, gündemi işgal etmeye çalışmaktadır. ABD sorumlularının verdikleri mesaj sorunun dramatikleştirilmesi etrafında eklemlenmekte, özetle, eğer Camp Davidde uzlaşma sağlanamazsa bundan sonra gelişmelerin seyrini belirleyecek olan silahların sesidir denilmek istenmektedir.
Orta Doğu barış sürecinin programlanmış biçimi ile sonuçlanmasının ve dolayısıyla Camp David zirvesinin başarıyla noktalanmasının özünde Filistin delegasyonunun vereceği ödünler olduğu açıktır. Bu açıklık Oslo anlaşmasından bu yana yaşanan sürecin, Filistin Özerk İdaresi üzerinden egemen kılınan teslimiyet ruhunun ve pazarlıklardaki mevcut güçler dengesinin dolayımsız sonucudur.
Zirvenin telefon yasaklama, basına bilgi sızdırmama, kameralar önünde önden programlanmış üçlü pandomim yapma türünden traji-komik mizansenlerini saymazsak, yukarıda özetlediğimiz tavırlar, aslında sorunun özünü kamuoyu önünde karartma işlevi görüyorlar.
Filistin delegasyonunun birleşiminden hareketle, Filistin halkının iç birliğini yaratmış gibi görünüyor yorumunu yaptık. Gerçekten de öyle. Arafatın önderliğinde icra edilen teslimiyet ruhuna baştan beri karşı çıkan, ama alternatif bir dinamik geliştirmeyi başaramadıkları için de zamanla oldu-bittileri sineye çekmek zorunda kalan Filistinli örgütler, ilk kez Camp David zirvesinde ileri düzeyde temsil edilmektedirler. Örneğin, Nayef Hawatmeh önderi olduğu Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi yürütme kurulu üyesi Taysir Halit, Halk partisi (eski komünist partisi) yürütme kurulu üyesi Süleyman Najab, Georges Habbaşın önderi olduğu Filistin Halk Mücadelesi Cephesi yürütme kurulu üyesi Samir Goshe, Filistin delegasyonu içinde yer alıyorlar. Oysa, bugüne kadar görüşme ve pazarlıklarda sadece Arafatın kliği, El Fetihin kadroları söz sahibi olmuşlardı. Dikkat edilirse, yıllardır FKÖnün adı kullanılmamakta, Filistin halkı hep President Arafat ya da özerk idare üzerinden anılmaktadır. Son dönemde President Arafatta hal kalmayınca, alttan alta yeniden FKÖden ve onun tarihsel birleşiminden bahsedilmeye başlandı ve Camp David delegasyonu da bu temelde oluşturuldu.
Bu zoraki sentez, Filistin halkının iç birliğinin sağlanmış olduğu anlamına gelmiyor. Elbette Filistin direniş hareketinin, zayıf da düşmüş olsalar, halen canlı damarlarını temsil eden akımlar Washingtona President Arafatın teslimiyet politikasına dolgu malzemesi olma düşüncesi ile gitmediler. Onların asıl endişesi ödün politikasını frenlemek, yıkımın faturasını sınırlı tutmaktır. Ancak, Filistin politikasındaki güçler dengesi bunları nesnel olarak Arafat çizgisine kefillik yapan figüran konumuna düşürmektedir. Onun için bu göstermelik birliğin gerisindeki esas amaç, Camp Davidde verilecek ödünlere herkesi suç ortağı yapmak ve dolayısıyla Filistinli kitlelerce kabulünü kolaylaştırmaktır. Çünkü, en temel konularda en ciddi tavizleri vermesi istenen ve beklenen Filistin delegasyonudur. Başka bir ifade ile, President Arafat Filistine dönmekten korktuğu için beraberinde muhaliflerini götürmek zorunda kalmıştır. Aynı zaman dilimi içinde Filistinli sorumlularca sarfedilen; İsraili bir kan gölüne çeviririz!, gerekirse Baraka askeri olarak karşılık veririz!, görüşmelere değil savaşmaya hazırlanmalıyız! türünden sataşmaların asıl işlevi de bu atmosferi beslemek, perişanlığı gizlemektir.
Buna karşılık, İsrail cephesinde tanık olunan dökülme de işin aslında bir zayıflığın işareti değildir. İşin içinde elbette küçük politik hesaplar vardır. Ama, zirvenin tam da arifesinde bir heyhüla koparılması, hükümet koalisyonunun dağılması, toplumun kolektif bir histeriye boğulmak istenmesi vb., Ehud Barakın pazarlık gücünü zayıflatmamakta, tam tersine, onun sadece taviz vermesini zorlaştırmaktadır.
İsrailin geleneksel politikasının özü de bunu gerektiriyor. Emperyalizmin Orta Doğu politikasının çökmesi ile İsrailin yaşadığı sıkışmışlık, hesaplarının tutmamış olması, bir direniş dinamiği ile yüzyüze kalma riskleri, sözkonusu zirvenin gündemini aşan sorunun bir başka boyutudur.
ABD sorumlularının dramatik açıklamaları, son trenin son vagonu kaçırılırsa silahlı çatışmalar, savaş kaçınılmazlaşır anlamındaki değerlendirmeleri, Washingtonun bölgede barışa verdiği önemden kaynaklanmıyor. Bill Clintonun iki tarafı taviz vermeye, uzlaşmaya davet ediyormuş görünümünü taşıyan uyarıları, aslında Filistinlilere yöneltilmiş tehditlerdir. Ancak, bölgede hüküm süren gerginliği elverişsiz bir anda körüklememek amacıyla tehditlerin hedefi muğlak tutulmakta, arasıra İsrail de aynı kefeye konarak geçiştirilmektedir. Ama, bu arada Madeleine Albright, İsrail kamuoyunu yatıştırmak için, biraz daha açık konuşma gereği duymakta; Ehud Barakın halkının çıkarlarına ters düşen bir anlaşmayı imzalayacak cinsten bir adam olmadığını ilan etmektedir.
ABDnin bu rolünü en iyi tanımlayan ise, Zbigniew Brzezinskidir. Brzezinski ABDnin havuç ve sopa politikasının can alıcı önemini hatırlattıktan sonra; Clinton çok zeki, çok yetenekli ve ikna edici bir tiptir. Ama, ciddi bir biçimde tehdit etme kabiliyetinde olup olmadığını bilemiyorum. Çünkü sorunun bu yönü çok önemlidir diyor.
Güney Kore'de banka çalışanlarının grevi
G. Korede tüm toplumsal kesimlerde öfke durdurulamıyor. Otomobil işçilerinin özelleştirmelere karşı aylardır süren kitlesel, militan, yaygın eylemlilikleri sermaye hükümetinin baskı ve gözaltılarına rağmen sürüyor. Geçtiğimiz hafta ise sağlık sektöründe çalışanların grevleri yaşanmıştı. Sağlık emekçilerinin işgal eylemine saldıran polis, 1600 sağlık emekçisini gözaltına almıştı.
Bu kez sahneyi banka çalışanları aldı. Güney Kore banka sektöründe çalışanlar, 11 Temmuzda ülke genelinde greve gittiler. Grev sendikalarla hükümet arasında, bu işkolunda yapısal plan tartışmalarında anlaşmaya varılamaması sonucu gerçekleşti.
Grev sermaye devletinin gözünü korkutmuş olacak ki, hükümet bir yandan sendikalara karşı hukuksal yollara başvuracakları yönlü tehditlerini savururken, Maliye Bakanı daha o gün görüşmelere yeniden başlayabilecekleri konusunda sendikaya çağrıda bulundu. Sendika bu çağrıya uymadı.
Yongsey Üniversitesinde 20 bin öğrenci de, banka çalışanlarının ülke genelinde sürdürdükleri grev ile dayanışmak için yürüyüş yaptılar.
|