Yaşamımızın hücreleştirilmesine
dur diyelim!
Gün geçmiyor ki bir saldırı haberi gelmesin. Özelleştirmeler, sosyal kurumların tasfiyesi, işsizlik sigortası aldatmacası, sendikal hakların gaspı (grev ertelemesi) ve siyasi tutsaklara dayatılan hücre (F) tipi cezaevleri... Ve devlet hücreye geçişin provasını yapıyor. Dün Ulucanlarda on devrimciyi katlederek, bugün Burdur Cezaevine saldırarak... Sermayenin faşist devleti kana ve cana doymuyor.
Burdurda siyasi tutsaklara saldırarak kafalarını, gözlerini kırıyor, kollarını kopartarak hücrelere tıkıyor. Sonra da kendine göre uygun cezaevlerine gönderiyor. Tüm bunları yaparken çocuklarını merak eden analara, babalara ve hatta avukatlarıyla görüşmesine izin vermiyor. Haziran ayında bir grup avukat heyet oluşturup Burdura gidiyor. Ne cezaevi idaresi ne de savcıyla görüşebiliyorlar. Herşey olup bittikten sonra ancak sağlıklı bilgileri almaya başlıyoruz.
İzmirde yeni oluşturulan Hücre Karşıtı Platform var. Sendikaların çağrısıyla (DİSKe ve Türk-İşe bağlı birkaç sendika), daha sonra İHDnin çabalarıyla, diğer DKÖler, partiler (HADEP, ÖDP ve SİP) ve sosyalist basın bu platforma katıldılar. KESK ise daha sonra bir çekince belirtti.
5 Temmuzda platform toplanarak birkaç konuyu tartıştı. Tartışmanın genel ekseni, geniş kitlelere nasıl ulaşabiliriz ve KESKin çekingesi oldu. Burdur Cezaevine saldırı haberi gelmişti. Daha sonra toplantı yaklaşık bir saat sürdü. Postaneden Cumhurbaşkanlığı, Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığına, hücre hakkında yalan yazı yazan burjuva basına ve kalemşörlerine faks eylemi kararı ile Konakta basın açıklaması kararı alındı. Bu karar ertesi gün gerçekleştirildi. Eyleme katılım azdı. Bu da ilimizde refleksin ne kadar zayıf olduğunun göstergesidir.
7 Temmuzda bekleme vardı. Bir avukat heyeti oluşturulup Burdura gönderilmeye çalışılıyordu. Gidildi; fakat kimseyle görüşemediler. Hatta tutsak avukatlarına da görüş yaptırmıyordu cezaevi idaresi. DSPli bir milletvekili içeri girmiş, bazı arabuluculuk girişimlerinde bulunmuş. Cezaevi idaresi onun da siyasi tutsaklarla görüşmesine izin vermedi. Söylediği şuydu; gereği yapılacak, hiç kimse merak etmesin.
Evet, devlet sonuçta gereğini yaptı. İnsanların kafalarını gözlerini kırarak, bir tutsağın kolunu kopartarak hücrelere tıktı. Hastaneye gidiş gelişlerde sürekli işkence yaptılar. Sevkleri çıkanları aynı şekilde döverek gönderdiler. Aynı gün İstanbulda Murat Dilin cenazesi vardı. Kanser olduğu bilindiği halde tedavisi yapılmadı. Ölmeye yakın dışarıya bırakılan TİKB tutsağının durumundan anlaşılacağı gibi, devlet cezaevlerinde hastalık yolu ile de insanlarımızı ölüme gönderiyor.
8 Temmuzda Burdurda bulunan avukatlar bilgi vermeye başlıyordu. Erkek tutsakların Bergama, Bursa, Nazilli, Gebze cezaevlerine, bayanların ise Uşak Cezaevine sevkleri çıkmıştı. Kalan 14 kişinin Burdurda hücrede olduğunu, onların da yakında sevk edileceğini bildirdiler. Bu süre içinde Burdur Baro Başkanı ile bir türlü görüşme yapılamamış. Baro Başkanı ya yok, ya da işi çıkmış! Tabii ki böylesi günlerde işleri olur. Ne de olsa MHPli, partisine gidip durum değerlendirmesi de yapmış olabilir.
Aynı gün SESin Ankaradaki eylemine polis saldırmış, insanları köprüden aşağıya atmış ve dayaktan geçirmiştir. Hücrelerle ilgili pankart açtıkları ve slogan attıkları için. Evet, satılmış burjuva basın kalemşörleri F tipi cezaevlerini oda tipi, villa tipi gibi tanıtarak sermaye devletine yaranıyorlar. Fakat insanlar demokratik tepkilerini dile getirdiği zaman neden hep saldırıya uğruyorlar? İşçiler bir greve, bir direnişe gittiklerinde neden saldırıya uğruyorlar? Kısacası en sıradan bir hak arama eylemine devlet neden saldırıyor?
Devlet yıkım paketlerini hayata geçirebilmek için, toplumsal muhalefet dediğimiz karşı çıkışa polisi, askeri ve diğer beslemeleriyle saldırıyor. Toplumun büyük bir kısmını açlığa, yoksulluğa ve işsizliğe sürüklüyor. Diğer bir deyişle yıkıma sürüklüyor. İMF heyeti ülkeden ayrılmıyor. Memnuniyetlerini her defasında dile getirmekten geri durmuyorlar. Herşeyi piyasaya ve kâra göre belirlenmeye çalışılıyor. İşçilerin-emekçilerin dişleri ve tırnakları ile kazandığı tüm haklar bir çırpıda yokedilmek isteniyor. Sermaye sınıfına daha fazla kâr ve daha fazla sömürme olanaklarını sağlamak için.
İşte bu saldırı paketlerinin bir ayağı da cezaevlerindeki siyasi tutsaklar. Onları teslim alma politikası her defasında duvara çarpmıştır. Her defasında bedeller ödenerek püskürtülmüştür. Bu son hücre saldırısında, gerekirse bedeller ödenerek siyasi tutsaklar hücrelere girmeyecekler.
Şunu da unutmamak lazım; eğer bu hücreler şimdi devrimci tutsaklar içinse, yarın biz işçiler-emekçiler ve çocuklarımız içindir. Geleceğimiz ve hele çocuklarımızın geleceğinin hücreleştirilmesine izin vermeyelim. Yüreklerimiz sağırlaşmasın, unutmayalım yarın bizler de oralara tıkılabiliriz. Hücre Karşıtı Platforma destek olalım! Yaşantımızın hücreleştirilmesine dur diyelim!
Hücre ölümdür, izin vermeyeceğiz!
Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!
Gebze Cezaevindeki
devrimci tutsaklardan açıklama...
Arkadaşlarımız, faşist devletin pislik yuvası bir kontra cezaevi konumunda olan Kırklareli Cezaevine bir yıl önce zorla kaçırıldılar. Arkadaşlarımıza, savcılık, idare, polis ve itirafçı kontralar tarafından itirafçılık dayatılıyor. Sürekli saldırılara maruz kalıyorlar, ölümle tehdit ediliyorlar. Hücrelere kapatılan arkadaşlarımız, insanlıktan çıkarma, kişiliksizleştirme ve ihanete, itirafçılığa karşı onurunu korumak ve arkadaşlarının yanına Gebze Cezaevine sevklerinin yapılması için süresiz açlık grevine girdiler. Açlık grevi 55. günleri geçip 60lara, ölüm sınırına dayandı.
TİKB(B) davasından yargılanan R. Şevket YILMAZ, Turan OBAY, Fikret ESKİ, Reşat EKTİ ve DKH davasından yargılanan Selçuk GÜNGÖR onurlarını korumak ve sevk taleplerinin kabul edilmesi için girdikleri açlık grevinde durumları ağırlaşmaya başladı. Arkadaşlarımızda, mide kanaması, sürekli kusma başladı. Artık yürüyemiyorlar. Tansiyonları düşüp yükseliyor. Görme ve duyma bozukluğu başladı. Artık bu aşamadan sonra yaşasalar bile, kalıcı hasarlar oluşmaya başladı.
İnsanın kendisini inkar ve onursuzlaşmasının en aşağılık biçimi olan itirafçılığa karşı tüm duyarlı kesimleri arkadaşlarımızı desteklemeye ve harekete geçmeye çağırıyoruz.
Bizler Gebze Cezaevinde bulunan tüm devrimci tutsaklar olarak, arkadaşlarımızın derhal Gebze Cezaevine sevklerinin yapılması için 10.07.2000 tarihinde, akşam sayımı vermiyor ve havalandırma kapılarını kapatmıyoruz. Arkadaşlarımızın başına gelecek herhangi bir şeyin sorumlusu Adalet Bakanlığı ve faşist devlettir.
TİKB(B) davası tutsağı Gülümser SEYİTCEMALOĞLUnun süresiz açlık grevi 17. gününe ulaştı ve arkadaşlarımız Gebze Cezaevine getirilene kadar da sürecek. Ayrıca TİKB(B) davası tutsakları olarak arkadaşlarımızın sevk talepleri kabul edilene kadar, başladığımız süresiz/dönüşümlü açlık grevini sürdüreceğiz.
Gebze Cezaevindeki tüm devrimci tutsaklar
Berlinde devrimci tutsaklarla dayanışma etkinlikleri
7 Temmuz günü Berlin TC Konsolosluğu önünde Devrimci Tutsaklarla Dayanışma Komitesi (DETUDAK) bir basın açıklaması yaptı. Burdurda sermaye devletinin gerçekleştirdiği kanlı saldırı protesto edildi. Yaklaşık yarım saat süren eylem boyunca Devrimci tutsaklar onurumuzdur!, İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!, Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük! gibi sloganlar atıldı. Eylem burjuva basına da yansıdı.
9 Temmuzda ise, 96 Süresiz Açlık Grevi-Ölüm Orucu şehitlerini, Burdur Cezaevindeki son siyasal gelişmeleri ve Murat Dilin şehit düşmesini içeren bir panel gerçekleştirdi. Panele Kızıl Bayrak, Alınterimiz, S. Rızgari, P. Atılım, Devrimci Demokrasi katıldı.
Yaklaşık 70 kişinin katıldığı panelde ilk sözü Alınterimiz temsilcisi aldı. Murat Dilden hareketle cezaevlerinde tedavisi yapılmayan devrimcilerin durumu ve devletin katliamcı politikaları anlatıldı. Sterka Rızgari adına konuşan panelist, Türkiye ve Kürdistandaki cezaevlerinin durumu, cezaevlerindeki mücadelenin önemi ve anlamı üzerinde durdu. Devrimci Demokrasi adına konuşan panelist mücadelenin ve direnmenin sembolleri olan Denizlerin, Mahirlerin, Sinanların, İboların bizlere bıraktıkları geleneğin takipçisi olmak gerektiğini vurguladı. Politikada Atılım adına konuşan panelist hücre sistemi saldırısının psikolojik yönüne vurgu yaptı.
Kızıl Bayrak adına konuşan panelist ise, devletin cezaevlerindeki son yirmi yıllık saldırılarını kısaca özetleyerek, bu saldırıların nasıl geri püskürtüldüğünü, en son Ulucanlar direnişinde devletin yaptığı katliamla neyi amaçladığını, cezaevlerindeki devrimci tutsakların bu saldırılar karşısında ölüm pahasına direneceklerini anlattı. Devletin saldırılarının bir tek devrimci tutsaklara dönük olmadığı, işçi ve emekçilere dönük saldırıların bir parçası olduğu belirtilerek, cezaevlerindeki saldırıların püskürtülmesi için işçi ve emekçilere gitmek gerektiği, bu saldırıların ancak böyle püskürtülebileceği vurgulandı.
Panelde ayrıca cezaevlerindeki katliamları anlatan bir dia gösterilerek şiirler okundu. Panele çağrılmış olmalarına rağmen Kurtuluş ve Özgür Gelecekten kimse katılmadı.
Cezaevleri kampanyasını daha da zenginleştirerek sürdüreceğiz. Berlindeki bütün evleri kapı kapı dolaşarak sermaye devletinin faşist ve katliamcı yüzünü anlatacağız. İlerici kurum ve kuruluşları tek tek ziyaret ederek geniş kamuoyu oluşturacağız. Devrimci, anti-faşist, demokrat, ilerici, aydın, insan hakları dernekleri vb. tüm kişi, grup, örgüt, partileri çalışmalarımızın birer parçası haline getireceğiz. Burdan tekrar sesleniyoruz;
Devrimci tutsaklar yalnız değildir!
Berlinden Kızıl Bayrak okurları
|