İçindekiler:

1 Ağustos 2023
Sayı: KB 2023/12

İktidarı ve muhalefetiyle kokuşmuş bir düzen
Mafya şeflerinin şefi: Devlet Bahçeli!
Tarikatların karanlığını yaymak tercihi
Doğayı savunmak için topyekün direniş
AKP şefinin "Siyonizm'e hizmet maratonu"
Zorbalık "AB şalı" ile örtülebilir mi?
Doğalgaz "müjdesi" çok kullanışlı
Rant-talan politikaları
Sınıfa karşı sınıf
Metal işçilerinden TM'ye tepki
Metal TİSleri öncesi TM'nin bahaneleri
"Birlik olduğumuzda sesimiz daha gür çıkıyor!"
"İkinci Keman"dan da öte
Peru'da Lima'nın işgali
Yunanistan'da gerici saldırılar yoğunlaşıyor
Siyonist rejimin iç krizi derinleşiyor
Tahıl koridoru ve timsah gözyaşları
Lozan Antlaşması'na karşı yürüyüş
Frankfurt Havalimanı'nda işçi eylemi!
Gaz ve Nükleere "yeşil enerji" etiketi!
Grevdeki Corning Kablo işçileri anlatıyor...
Belediye işçisinin mücadelesi ve açmazları!
Kız çocukları gericiliğin girdabında!
"İmamların okula girmesine karşıyız!"
"Mücadelemizi güçlendirerek devam ettireceğiz"
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Sınıfa karşı sınıf

E. Eren Yılmaz

 

Tek adam rejiminin ülkeyi içine sürüklediği yer, çok yönlü bir iflas tablosudur. Toplumsal sorunlar yumağına ekonomik/mali krizin eklenmesi, işleri içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Kapitalizm, yapısı gereği krizler yaratan bir sistemidir. Periyodik olarak yaşanan ekonomik krizler dönem dönem ağır bunalımlar boyutuna ulaşır. Türkiye’de yaşanılan bu derin bunalım, emperyalist-kapitalist sistemin içine girdiği krizler sürecinin bir parçasıdır. Ancak AKP-MHP gericiliğinin kurduğu yağma ve talan düzeni, sorunları kat kat arttırıyor.

Her bunalım ve kriz sürecinde olduğu gibi faturayı kimin ödeyeceği sorusu yine öne çıkmaktadır. Bir yanda kapitalist düzenin efendileri diğer yanda işçi sınıfı ve emekçi kitleler. Yüzlerce yıllık yönetme deneyimine sahip olan burjuvazi, karşısında örgütlü bir sınıf hareketi ve mücadelesi görmediğinde, krizleri çok rahat yönetebiliyor. Faturayı işçi sınıfının sırtına yıkarak sistemin bunalımlarını aşmaya çalışıyor. Bunu başardığında ise geriye çalışma ve yaşam koşullarının ağırlaştığı, yoksulluk, sefalet ve yozlaşmanın derinleştiği, servet ve sefalet arasındaki uçurumun büyüdüğü koşulları bırakıyor. Bugünün Türkiye’sine baktığımızda yaşanan tam da budur. Şirketler/tekeller tarihlerinin en yüksek kâr oranlarına ulaşırken milyonlar sefalet ve kölece çalışma koşullarına mahkûm edilmiştir. Sarayın dalkavuğu olmayan tüm ekonomistler, durumun daha da vahim olacağını somut verilerle ortaya koyuyorlar. 

***

Derinleşmiş ekonomik krizin faturasını işçi ve emekçilere keserek “fırsata” çevirmek AKP-MHP gericiliğinin temel işlerinden biridir. Buna dayanarak sermayenin büyüdüğü, işgücünün ucuzladığı, kalan sosyal hak kırıntılarının ortadan kaldırıldığı, vergi yükünün “tabana” yayıldığı bir ülke ve çalışma koşulları yaratmak istiyorlar. Bunda büyük ölçüde başarı sağlamış durumdalar. Bir avuç asalak kapitalisti ve onların saraylarda sefahat süren uşaklarını çıkarttığınızda geriye kalan on milyonlarca işçi, emekçi, emekli ise açlık sınırında ücretlerle hayatta kalma mücadelesi veriyor. Hal böyleyken yine enflasyon yükseliyor, dolar ve borsa spekülasyonları devam ediyor, temel tüketim ürünlerine fahiş zamlar yapılıyor, dolaylı-dolaysız vergiler arttırılıyor. Bu tablonun öte yanında sermayedarlara aktarılan kaynaklar, ülkenin değerlerini yabancı tekellere/şirketlere yok pahasına satma çabası vb. var. Tüm bu icraatlar, yakın gelecekte emekçilerin sırtındaki yükleri daha da arttıracak. “Rasyonel zemine” dönen ekonominin başındaki İngiliz vatandaşı “yerli/milli” bakanın vaatleri bundan ibaret. Bu ise ekonomik bunalımın sosyal, siyasal ve kültürel krizle tamamlanacağına işaret ediyor. 

***

AKP gericiliğinin tüm pervasızlıklarına rağmen 20 yıl boyunca iktidarda kalabilmesi, örgütlü bir işçi sınıfı hareketinin olmamasından kaynaklanıyor. İşçi sınıfı ağır bir saldırı dalgası altında olmasına rağmen buna karşı koyabilecek birikim, olanak ve örgütlülükten yoksun durumda. Sınıfın bilinç ve örgütlülük alanındaki bu zayıflığı, sermaye düzeninin ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel kuşatmasına karşı direnişini zayıflatıyor. Bunun farkında olan AKP-MHP rejimi, saldırganlıkta sınır tanımıyor.

1980’de sermaye düzeni, kapitalist gelişim ihtiyaçlarına yanıt üretebilmek için, 24 Ocak kararları olarak ifade edilen kapsamlı ekonomik saldırıları, ancak işçi sınıfını ezen, örgütlülüğünü dağıtan bir askeri faşist darbe ile hayata geçirebilmişti. Farklı hedef ve içeriğin yanı sıra esas amaç güçlenen işçi sınıfı hareketini kötürüm haline getirmekti. Bir yanıyla ’80 darbesinin ürünü olan AKP gericiliği, o dönem başlatılan vahşi neo liberal saldırıyı son sınırlarına ulaştırmaya çalışıyor. Bundan dolayı kendinden önceki hiçbir dönemle kıyaslanamayacak derecede histerik bir şekilde saldırıyor.

***

Rejimin pervasızlığına karşı AKP döneminde de işçi sınıfı ve emekçi kitleler haklarını aramak için mücadele ediyorlar. Eşyanın doğası gereği, emek-sermaye çelişkisi sorun ve tepkiyi her gün yeniden üretiyor ve bu kimi zaman güçlü, kimi zaman cılız reaksiyonlara neden oluyor. İşçi sınıfının belli bölükleri sosyal saldırılara, güncel ekonomik sorunlara karşı tepkilerini sınırlı da olsa ortaya koyuyor, örgütlenme çabası gösteriyorlar. Kimi zaman Tekel, Greif, Metal Fırtına örneklerinde olduğu gibi güçlü çıkışlar gerçekleştiriyor. Ancak hareket mevcut bilinç ve örgütlülük sınırlarını aşamıyor. Mücadele parçalı, dağınık ve kendiliğinden tepkilerin ötesine geçemiyor. AKP-MHP rejiminde din istismarı ve şoven-ırkçı propagandanın işçi sınıfının belli kesimlerini zehirlemesi, işçiler arasında yapay bölünme yaratarak sınıf hareketini bir yönüyle sakatlıyor. Sendika ağalarının iktidara sundukları uğursuz hizmetler ise bu sorunu pekiştirmektedir.

 Sermaye, dinci-ırkçı rejim ve yozlaşmış sendikal bürokratik kastın yarattığı sorunlar, sınıf hareketinin uzun süre sessiz kalacağı anlamına gelmiyor elbette. Nitekim son birkaç yılın verileri, işçi sınıfı hareketliliğinde belirgin bir artış olduğuna işaret ediyor. Hak talepli eylemlerin yaygınlığı, sendikal bürokrasiye karşı biriken öfke, Tayyip Erdoğan’ın grevleri yasaklama pervasızlığına rağmen alınan grev kararları, işyeri direnişleri vb… Tüm bunlar artık bir sınıra gelindiğini, sınıf saflarında yeni bir çıkış arayışının güçlendiğini gösteriyor.

***

İşçi sınıfının bugünkü tablosu, yılları bulan hareketsizlik halinin biriktirdiği sorunların ifadesidir. Çalışma ve yaşam koşullarında artık katlanılamaz düzeye gelmiş saldırı dalgası ile var olan hareketsizlik arasındaki çelişki her geçen gün keskinleşiyor. Bu “makus” talihi aşma ihtiyacı daha belirgin bir hal alıyor. Yılların birikimi ve öfkesi, yaygın ve güçlü sınıf eylemleri olarak dışa vuruyor. Daha çok sosyal hak talepli, ücret artışı vb. istemli, kimi zaman örgütlenme çabası olarak ortaya çıkan bu hareketlilik genelde bir sınıra kadar geliyor, ancak o eşiği atlayabilecek gücü gösteremiyor. Parçalı-dağınık yapısını aşamadığı gibi, istikrarlı bir hat da ortaya çıkartamıyor. Ancak yaygınlaşan eylem dalgası, işçi sınıfının mevcut bilinç ve örgütlülüğünün geri tablosunu aşacak zeminleri hazırlıyor, yeni ve güçlü çıkışların mayalanmasını sağlıyor.

2022 yılı başlarında ücret artışı talepli, büyük bir bölümü örgütsüz/sendikasız fabrikalarda eylemler gerçekleştirildi. Enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında sürekli eriyen gelirler karşısında, ekonomik dengesizliği fırsata çevirerek ücretleri düşürme çabasına giren sermayedarlara karşı farklı işkollarında onlarca fabrika ve işletmede, kendiliğinden gelişen bir direniş ortaya konmuştu. Canlılığı ve yaygınlığı azalsa da yıl sonuna kadar devam eden hareketlilik, eylem ve direnişler 2023 yılında güçlenerek sürme potansiyeli taşıyordu. Önce deprem, ardından ise seçim sürecinin gürültüsü, sınıf hareketini ve gündemlerini belli yönleriyle geri plana itti ve yaşanması muhtemel gelişmeleri baskılayan bir rol oynadı.

Seçimlerin ardından ise ekonomide “rasyonel zemine” dönüş yapan AKP-MHP rejimi, yıkımın tüm faturasını işçi sınıfı ve emekçilere çıkartacak adımları peş peşe atmaya başladı. Göstermelik ücret artışları, ara zam hamleleri ile yaratılmaya çalışılan sahte algı, günün gerçekleri karşısında tuzla buz oldu. Enflasyon, hayat pahalılığı, artan vergi yükü işçi sınıfı ve emekçi kitlelerde var olan öfke ve tepkiyi artırdı. İşçi eylemleri, kamu emekçilerinin yaygınlaşan protestoları, emeklilerin artan tepkisi vb. giderek güçlenme eğiliminde. Ülkenin farklı noktalarında, farklı işkollarında gerçekleşen ve gündemleri ortak olan bu eylem ve direnişler, giderek “toplumsallaşan” bir hareketlilik ve mücadele için güçlü potansiyellerin ilk işaretlerdir. Önümüzdeki süreçte sorunların daha da ağırlaşacak olması, hareketin hızla gelişme ihtimalini güçleniyor.

Hali hazırda süren, çoğunlukla ücret artışı ve ek zam talepli çıkışlara önümüzdeki haftalarda MESS Grup TİS süreci eklenecek. On binlerce metal işçisini doğrudan, ileri çıkışlar olması durumunda işçi sınıfı hareketinin bütününü etkileme potansiyeli taşıyan MESS TİS süreci, şimdiden metal fabrikalarında temel tartışma konusu olmuştur. Sendikal bürokrasiye yönelik tepkilerle birlikte, ekonomik ve sosyal hakların arttırılması istemi tüm yakıcılığıyla kendini ortaya koyuyor. Petrokimya gibi temel işkollarında imzalanmış sözleşmelerin günün koşullarında boşa çıkmasının yaratacağı etki bir diğer başlıktır. Tekstil işkolunda asgari ücret güncellemelerinin genellikle ücretleri düşürme hamleleriyle birleşmesinin yaratacağı tepki, inşaat işçilerinin, motokuryelerin yaşadıkları hak gaspları, kamu emekçilerinin toplu sözleşme görüşmelerinin başlaması vb… Tüm bunlar hareketi güçlendirme potansiyeli taşıyan dinamiklerdir.

***

İşçi sınıfı farklı kentlerde ve fabrikalarda öne çıkan gündemler çerçevesinde talep ve istemlerini dile getiriyor, kimi zaman eylemler gerçekleştiriyor. Henüz sınırlı ve cılız olan bu ses güçlenme potansiyeli taşıyor. Bugün yapılması gereken bu eylem ve tepkileri birleştirmek, kaynaştırmak ve yaygınlaştırmaktır. Milyonlarca işçi ve emekçinin yaşadığı ortak sorunlara karşı biriken öfke, bilinç ve örgütlülüğün zayıflığı koşullarında akacak kanal bulamıyor, kendi yönünü çizemiyor. Olduğu kadarıyla zayıf seyreden eylem ve direnişler, bu anlamıyla önemli bir tetikleyici içerik taşıyor. Genel bir hareketliliğin potansiyellerini açığa çıkartmak için, hiç olmadığı kadar olanakları içinde barındırıyor. Tam bu noktada öncü müdahalenin yetersizliği ve önemi belirgin hale geliyor. 

Bir diğer önemli başlık ise sendikal mücadelenin içinde bulunduğu kötürüm haldir. İşçi sınıfının büyük bir bölümü halen sendikal örgütlenmeden yoksundur. Örgütlü fabrikalar ise çoğunlukla sendikal bürokrasinin denetimi altındadır. İçinden geçtiğimiz sürecin parçalı ve dağınık sınıf hareketi koşullarında, olduğu kadarıyla birlikte hareket etme zeminleri anlamına gelen sendikal örgütlülüğün bu durumu, aşılması gereken bir diğer önemli engeli gösteriyor.

İşçilerin sendikalı olduğu fabrikaları da kesen ortak sorunlar etrafında atılabilecek adımlar işçi sınıfının genelini etkileyebilecek bir mahiyet taşıyor. Önümüzdeki günlerde başlayacak MESS Grup TİS süreci ve farklı işkollarında belli bir örgütlülüğü ve mücadele deneyimi olan işçilerin daha aktif bir tutum almaları, işçi sınıfı mücadelesine yeni bir dinamizm kazandıracaktır. Bu ise yine fabrikalarda kurulacak taban örgütlülükleri ile işçi inisiyatifinin açığa çıkartılmasına, mücadelenin güçlendirilmesine ve sendikal bürokrasinin geriletici etkisini kırıp atacak bir yaklaşımın egemen kılınmasına bağlıdır.

Kuşkusuz işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin içinde bulunduğu durum, bilinç ve örgütlenme düzeyi bir çırpıda değişecek konular değil. Birbirini bütünleyen sorunları aşacak iradeyi örgütleme çabası, ortak talepler ekseninde mücadelenin güçlendirilmesi, hareketin sıkışmışlık durumunu aşabilecek olanakları da güçlendirecektir. İleri-öncü işçiler ve sınıf devrimcileri biriken öfke ve tepkiyi açığa çıkartma çabasını güçlendirmeli, parçalı ve dağınık eylemleri birleştirme, örgütleme, siyasallaştırma ve engelleri birer birer aşma bakışıyla günün görevlerine yüklenmelidirler. Krizin faturasını ödememek için örgütlenme ve sınıf mücadelesini güçlendirme bakışı, yaşamın her alanında egemen hale getirilmelidir.