İçindekiler:

1 Mayıs 2023
Sayı: KB 2023/06

Çözüm ne seçimde ne mecliste!
Seçim vaatleriyle Erdoğan kendisine muhalefet!
Saray rejimi yine ırkçı dişlerini gösterdi
Sınıf mücadelesi güçlendirilmelidir!
AKP'nin emekçileri düşmanlaştırma girişimleri
Saray rejimi elini güçlendirmek istiyor...
Sahtekar zihniyet pişkinlikte sınır tanımıyor!
Şehir Hastaneleri masalı
Esas yasa fiili-meşru mücadeledir!
Kamu işçilerinin TİS süreci
İşçi sınıfının biriken öfkesi
14 Mayıs seçimleri ve devrimci parti
Sınıf mücadelesi Avrupa'ya geri dönüyor
Kapitalizm bir ölüm ve yıkım düzenidir!
Avrupa'da yoksulluk artarken...
ABD'nin savaştaki rolü ifşa oldu
Sudan'da çatışmalar ve bölgesel savaş riskleri
Gate Gourmet'te işten atma saldırısı
Rejim kadınlara düşmanlıkta çıtayı yükseltiyor!
"Yaraları sarmaya, hesap sormaya devam edeceğiz"
Haramilere verecek oyumuz yok, soracak hesabımız var!
Hatice Yürekli kavgamızda yaşıyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Sahtekar zihniyet pişkinlikte sınır tanımıyor!

 

20 yıldır sermaye sınıfı adına Türkiye’yi yöneten AKP ile suç ortakları, seçim kampanyasını ilk defa seçimlere katılan bir düzen partisiymiş gibi yürütüyorlar. MHP, BBP gibi faşist partiler ve Perinçekçi Vatan Partisi’nin desteği ile kurulan Saray rejimini ayakta tutma telaşı öyle bir noktaya vardı ki, atılan nutuklar en sıradan mantık kurallarını bile altüst ediyor. Seçimlerden sonra yerine getirileceği söylenen vaatler listesine bakanlar, başını AKP’nin çektiği dinci-faşist ittifakın 20 yıldır iktidarda değil muhalefette olduğunu sanır.

Hafıza-i beşer…

Orta çağ artığı bir ideolojiye dayanmasına rağmen, Saray rejimi teknolojinin tüm imkanlarını kullanarak “İletişim Başkanlığı” adı altında bir propaganda merkezi kurmuştur. Nazilerin Propaganda Bakanı Goebbels yöntemleriyle çalışan bu kurum, her alana dair büyük yalanlar üretip piyasaya sürüyor. Öte yandan AKP şefi, daha önce söylediği hemen her şeyin zıddını söylemekte hiçbir sakınca görmüyor. Dün söyledikleri şeye bugün karşı çıkmak, dün ak dediklerine bugün kara demek onlar için ‘olağan/sıradan’ şeylerdir. 

Propaganda merkezinin direktifleriyle çalışan Saray beslemesi medya için de aynı şey geçerlidir. Dün ne söylediklerinin ne yazdıklarının hiçbir önemi yoktur. Saray’dan gelen talimat ne diyorsa onu yazar ya da söylerler. Erdoğan’ın ifadesiyle “gereğini yerine getirirler.” Hal böyleyken de etrafa ‘ahlak dersi’ vermekte de en ufak bir sakınca görmezler. Bu ise onları daha da ucube hale getiriyor, bir tür ‘tiksinti nesnesi’ durumuna düşürüyor. 

 Sermayenin hükümetleri ya da onların medyasından elbette dürüst olmaları beklenemez. Bu onlara tamamen yabancı olan bir şey. Buna karşın görüntüde olsa bile asgari sınırlarda bir tutarlılık gösterme kaygıları da olur. Zira düzen politikacısı da olsa kimse riyakâr, sahtekâr, yalancı gibi sıfatlarla anılmak istemez. Bir düzen politikacısı bile…

İşte dinci-faşistlerde olmayan şey budur. Saltanatlarını devam ettirmek dışında hiçbir şey umurlarında değil. Dolayısıyla saltanatın ayakta kalmasına yaracağı varsayılan her şey onlar için mubahtır. O kadar pişkinler ki, imajlarının beş paralık olmasına bile aldırmıyorlar. Bu kadar rezaleti göze almaları, hafıza-ı beşerin nisyan ile malul olduğunu var saymalarıdır.

Saray rejiminde dolu-dizgin sömürü…

Egemen olan sömürü ve ücretli kölelik düzeninde sefalet bir tarafta servet öte tarafta birikir. Bu yasa kapitalizmin olmazsa olmazıdır. Dolayısıyla emekçilerin yoksulluk ve sefalete sürüklenmesi, genel anlamda kaynak olmamasından değil, kaynakların eşitsiz dağıtılmasından kaynaklanır. Bunu kısmen de olsa değiştirmenin yolu işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü mücadeleyi yükseltmeleridir. Nitekim mücadelenin yükseldiği dönemlerde işçi ve emekçilerin toplumsal artı-değerden aldıkları pay kısmen de olsa artar. Tersi durumlarda ise düşer.

Saray rejiminin izlediği ekonomik politikaların bu alana yansıması, ücretli/maaşlı çalışan işçi ve emekçilerin toplam gelirden aldıkları payın dramatik bir şekilde düşmesi oldu. Bu vahşi saldırıyı püskürtecek bir sınıf/kitle hareketi olmadığı için, on milyonlarca işçi ve emekçi AKP ile suç ortakları tarafından sefalet kuyusuna itildi. Asgari ücretin binlerce lira açlık sınırının altında kalması görülmüş şey değildi. Oysa son yıllarda ücrettin arttırıldığı ilk bir ya da iki aydan sonra açlık sınırının altında kalıyor. Geçmişte yoksulluk sınırına yakın ya da bir nebze üstünde ücret alan kamu işçileri ile özel sektördeki sendikalı işçiler, artık açılık sınırının bir nebze üstünde ücret alabiliyor. Sermayeye bu kadar büyük bir hizmeti ilk defa Saray rejimi yapmıştır.

Bu arada AKP döneminde sendikalı işçi sayısı azalırken asgari ücretlilerin oranında da büyük bir artış oldu. Sendikaların yaptıkları hesaplamalar, işçilerin %60’ının asgari ücret ya da altında kalan bir ücretle çalıştırıldıklarını gösteriyor. Bu ise işçi sınıfının yarısından fazlasının açlık sınırı altında kalan bir ücrete mahkum edildiği anlamına geliyor. Son günlerde çokça tartışılan soğanın taneyle satılması, “zenginleştiği” söylenen Türkiye’de gelir dağılımının ne duruma getirildiğini gösteren çarpıcı örneklerden biridir. 

“Sizi sefil bıraktık, bize oy verin sizi kurtaralım”

Emekçilerin soğanı bile taneyle alacak duruma düşürüldüğü bu kokuşmuş rejimde, dolar milyonerlerinin/milyarderlerinin sayısı da artıyor. Bir kişinin dolar milyarderi olabilmesi için ise on binlerce işçi ve emekçinin sefalet içine itilmesi gerekiyor. Bu ikisi sıkı bir şekilde birbirine bağlıdır. Nitekim tam da bu sayede, sefalet derinleşirken saraylarda sefahat sürenlerin ekonomisi ‘tıkırındadır.’ Pişkin pişkin “soğanı bırak Togg’a bak” diyebilmeleri de bu sayede mümkün olmaktadır. İşçi ve emekçiler soğanı taneyle alıyor ama onlar fiyatı bir milyon olan “yerli/milli” otomobille övünüyorlar.

Daha düne kadar sahtekarların nutuklarına bakılırsa, “ülke şaha kalkmış durumda. Yoksulluk yok, işsizlik sorunu ortadan kaldırılmış, depremde kimse mağdur olmamış, herkes ‘mutlu/mesut’ yaşayıp gidiyor. Avrupa, Amerika bile bu tablo karşısında kıskançlıktan çatlıyor.” Yakın zamana kadar AKP şefi ile müritleri böyle konuşuyor, Saray beslemesi medya da bunları yazıp/çiziyordu.

Ne var ki cami avlularını seçim meydanına çevirenler oy isterken, söylemlerini değiştirmek zorunda kaldılar. Artık vaat üstüne vaat sıralıyorlar. Elbette vaatler sahte, ama vaat listesine her gün yeni bir şeyin eklenmesi, “memlekette her yolunda/işler tıkırında” havasında edilen lafların Goebbels yöntemiyle üretilen yalanlar olduğunun itirafıdır aynı zamanda. Zira durum daha önce söyledikleri gibi olsaydı, yeniden Goebbels yönetimlerine uygun sahte vaatler sıralamaya ihtiyaçları olmazdı. Zaten çoğunluk koşa koşa onlara oy verirdi.

Sahtekarların pişkinlikte sınır tamama tutumları burada belirginleşiyor. Sefalete mahkum ettikleri işçi ve emekçilerden oy isterken mealen şunu söylemiş oluyorlar: “20 yılı aşan iktidar döneminde sizi sefalete mahkum ettik. Yine de sizi ancak biz kurtarırız. Çünkü bu sürede çok çaldık, ülkenin zenginliklerini yağmaladık. AKP şefi ve yakınları başta olmak üzere birçok yandaş dolar milyarderi oldu. Yine bize oy verirseniz, sizi içine ittiğimiz sefalet çukurundan çıkaracağız…” 

Bu kadar küstah bu kadar sahtekar bu kadar pişkin bir zihniyetin işbaşında olması, emekçiler başta olmak üzere toplumun ezici bir çoğunluğu için tam bir kabustur. İşçi sınıfı ve emekçiler din istismarı ve şoven-ırkçılık üzerinden siyaset yapan bu zihniyetle hesaplaşmadan, bu vahim tablonun değiştirilmesi mümkün değil. O halde işçi ve emekçilerin önceliği, sermayenin bu arsız temsilcilerine oy vermek değil onlardan ve onları başımıza bela eden düzenden hesap sormak olmalıdır.