İçindekiler:

7 Şubat 2022
Sayı: KB 2022/06

Ataletten harekete, dağınıklıktan örgütlenmeye
Saray rejimi ülkeyi şeyhlere pazarlıyor
Kürt sorunu ve CHP'nin "açılımı"
Sağlıkta ticarileşme AKP döneminde zirvede
İntihar ve "hayata veda" etmek
Kaza değil cinayet
Farplas bir yol açtı
Farplas işçileri mücadeleye devam ediyor
İşçi direnişleri yaygınlaşıyor
Marksizm ve sosyal-şovenizm / 4 - H. Fırat
Ukrayna krizi...
Pandemide ipin ucu kaçtı
Dünyada grev ve eylemler
3. Dünya Kadın Konferansı'na hazırlıklar
Kürt halkıyla dayanışmayı yükseltelim
OHAL Komisyonu lağvedilmelidir
Ressam Kazım Şimşek anlatıyor...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Kaza değil cinayet!

 

“Panzer ezdi yüreğimi, donup kalan gözler benim...”

Abdulgaffar Dayan henüz 23 yaşında, doktor olmak isteyen bir gençti. Üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. 26 Ocak’ta, Cizre’deki evinden çıkıp dershaneye gitmek isterken kolluk kuvvetinin kullandığı bir aracın “çarpması” sonucu yaşamını yitirdi. Gencin cenaze töreninde, polisler aileye “Olayı abartmayın” diyerek gözdağı verirken, Şırnak İl Emniyet Müdürlüğü de gazetecilerin sorduğu soruya “Sizi ilgilendirmez” cevabını verdi.

İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi’nin yayınladığı ve Kürt kentlerini kapsayan verilere göre son 13 yılda güvenlik kuvvetlerine ya da devlet kurumlarına ait zırhlı veya zırhsız resmi araçların çarpması sonucu 20’si çocuk 43 kişi yaşamını yitirdi. 90 kişi ise yaralandı. Sadece 2021 yılında 9 ayrı olayda 4’ü çocuk en az 6 kişi yaşamını yitirdi ve 6’sı çocuk en az 15 kişi de yaralandı.

Emniyete bağlı zırhlı araçlar yalnızca Kürdistan illerinde bulunmuyor. Ancak ne hikmetse yalnızca Kürtler bu araçların altında eziliyor ve yine yalnızca Kürtler bu araçlardan açılan yaylım ateşlerinde katlediliyorlar. Yakın tarihte yaşanan birçok olay halen daha hafızalardaki tazeliğini koruyor. Örneğin 2017 yılında Şırnak’ın Silopi ilçesinde, polis panzeri bir evin duvarını yıkarak içeri girmiş ve odalarında uyumakta olan 6 ve 7 yaşlarındaki Muhammet ve Furkan’ı katletmişti.

Diyarbakır Sur’da, 12 Ekim 2015 tarihinde zırhlı araçtan açılan ateşle katledilen 12 yaşındaki Helin Hasret Şen’in devam eden davası ise 1 Şubat tarihinde tekrar görüldü. Fakat ailenin katil polisin tutuklanması talebi mahkeme tarafından tekrar reddedildi.

Siirt’te 6 yaşındaki Felek, Mardin’de 7 yaşındaki Berfin, Van’da 17 yaşındaki Mustafa, 4 yaşındaki Taha, Cizre’de 5 yaşındaki Hakan panzerlerin altında kalarak yaşama gözlerini yumdular...

Daha yakın bir geçmişi hatırlayalım. Pandeminin hemen başında, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı günlerde Mardin’de sokakta oyun oynayan çocukları polis havaya ateş açarak kovalamıştı. Bu görüntülerin hemen ardından polislerin çocuklara “şirinlik” yapan vidoları burjuva basına servis edilmişti.

İşlenen bütün bu cinayetlerde katillerin hiçbiri hapse girmedi, göstermelik mahkemelerde, tutuksuz yargılandı. Neredeyse katillerin hiçbiri asli kusurlu olarak görülmedi. Çoğu üniformalı olan katiller açık bir şekilde sermaye devletinin mahkemelerince korunup kollandılar. Özellikle çocukların katledildiği birçok olayda resmi raporlar asli kusuru ailelerin üzerine attı. Tüm bunlar yeni cinayetlere adeta davetiye çıkardı.

Açıktır ki son dönemde zırhlı araç kaynaklı cinayetlerin artışı, Türk sermaye devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü kirli savaşın bir uzantısıdır.

Yaşanan olaylarda cinayeti işleyenlerin cezasız kalması, kamera kayıtlarına rağmen bir türlü kusurlu bulunmamaları Kürt halkına yönelik yürütülen kirli saldırı politikalarının bir parçasıdır.

Tüm bu yaşananlar ve saymakla bitiremeyeceğimiz yüzlerce örnek, Kürtlere yönelik vahşi bir katliam saldırısının on yıllardır sürdürüldüğünün bir göstergesidir. Kürt halkına yönelik imha, inkar ve asimilasyon politikalarına geçit vermeyelim!

 

 

Sağlık emekçilerinin beyaz çığlığı

 

Kendi haline bırakılan salgın, başta işçiler ve sağlık emekçileri olmak üzere  toplum için tehdit olmayı sürdürüyor. Hekimler, omicron varyantının hızla yayıldığı ve baskın varyant olacağı uyarısını yapmışlardı. Buna rağmen yeni tedbirler alınmadığı gibi, var olan bazı önlemler de kaldırıldı. Birkaç hafta içerisinde sadece resmi rakamlara göre vaka sayısı 100 bine kadar dayandı ve her gün 200’e yakın kişi Covid-9’dan yaşamını yitiriyor. Son dönemde filyasyon bırakıldı. PCR testi yaptırmak “belirti” gösterme şartına bağlandı. Temaslıların karantina süresi kısaltıldı ve karantinadakilerin yeniden PCR yaptırmaksızın karantinadan çıkabileceği gibi kararlar açıklandı. “Çarklar dönsün” odaklı bilim dışı bu uygulamalar vaka ve ölüm sayılarındaki artışın önünü açtı.

Aşılamadaki programsızlık ve yönetememe krizi nedeniyle toplumsal bağışıklık sağlanamaması da ölüm ve vaka sayılarının artıran diğer etkenler oldu. Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) paylaştığı verilere göre, toplam ölümlerin %24,2’si 11 Mart-31 Aralık 2020 tarihleri arasında, %33,5’i 1 Ocak-30 Haziran 2021 arasında ve %42,3’ü 1 Temmuz 2021 ile 18 Ocak 2022 arasında kaydedilmiş. İlk dokuz ayda bu rakam toplam ölümlerin dörtte birine denk düşerken, son altı ayda ilk dokuz ayın neredeyse iki katına yakın kişi yaşamını yitirdi. Yani salgın son 6 ayda öncesine göre çok daha büyük bir tehdit olmayı sürdürüyor.

Resmi rakamlar bile salgında binlerce kişinin ölüme terk edildiğini ortaya koyarken, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca “Endişeye mahal yok” mealinde açıklamalar yaparak, virüsün eski gücünde olmadığını ve pandemide sona gelindiği iddia ediyor. Ancak sağlık emekçileri için de durum hiç böyle değil. Tüm süreç boyunca seslerini duyurmaya çalışan sağlık emekçilerinin çalışma koşulları, salgının kendi haline bırakılması nedeniyle daha da ağırlaştı. Pandeminin değil algının yönetilmesi, pandeminin tüm yükünü sağlık emekçilerinin sırtına yükledi.

Hekimlerin ekonomik ve özlük haklarında düzenleme içeren yasa tasarısının geri çekilmesi ve Ocak ayında görüşüleceği söylenip görüşülmemesi üzerine, sağlık emekçileri Beyaz Yürüyüş, Beyaz Forum, Beyaz G(ö)rev’in ardından bu kez de Beyaz Nöbet ile seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Yasa tasarısının görüşülmesi talebi ile başlayan nöbetin diğer gündemlerini de nitelikli tıp eğitimi, ücret, nöbet sonrası izin, şiddet, mobbing, angarya çalışma vb. başlıklar oluşturuyor. Sağlıkta Dönüşüm Yasası’nın yalnızca hekimleri güvencesizleştirmediği, sağlık hakkının da gaspı anlamına geldiğini vurgulayan hekimler seslerini yalnızca Saray rejimine değil, sağlık hakkı gasp edilen milyonlara da duyurmak istiyorlar.Sağlık alanındaki çöküşün pandemi sürecinde daha da hızlanması sağlık emekçilerini tüketirken toplum sağlığında da bozulmalara yol açtı. Sağlığa erişimde yaşanan güçlüklerin derinleşmesi ve rutin sağlık hizmetlerini aksatması çok daha fazla kişinin yaşamını yitirmesine neden oldu. Sorumluluğu üzerinden atan saray rejimi bu konuda da şeffaf davranmayarak sağlık sistemindeki tıkanıklıkları seyretti. Sağlık emekçileri şiddete, mobbinge, düşük ücretlere, mesleğin itibarsızlaştırılmasına karşı sağlık emekçilerinin özlük hakları ve toplumun sağlık hakkı için başlattıkları Beyaz Nöbet’i talepleri karşılanmadığı koşullarda Beyaz Grev’le devam ettirecekler.

Sağlık hakkı gasp edilen ve salgında ölüme terk edilen işçi ve emekçiler, haklı talepleri için mücadele eden sağlık emekçilerinin sesine ses katmalı, mücadelelerine omuz vermelidirler.