İçindekiler:

31 Ekim 2021
Sayı: KB 2021/Özel-38

Rejim cephesinde “serbest düşüş”
“Demokrat” elçiler, sahte kabadayılar
Savaş tamtamları ve Kürt düşmanlığı
AKP şefinin Afrika ziyareti
Kıbrıs’ta yaşananlar…
“Haklarınızı savunun, kendinizi ezdirmeyin!”
Zincir kırıldı
“Alba sermayesi de sendikal bürokrasi de hesap verecek!”
Katledilişlerinin 50. Yılı… Dr. Şivan ve yoldaşları - Baki Duman
NATO ve Rusya ilişkilerinde gerilim
Nobel Barış Ödülü ile savaş kundakçılığı...
Sudan’da namluların gölgesinde direniş
Frankfurt’ta IG Metall mitingi
AB zirvesinden yansıyanlar
Geleceksizlik ve Avrupa hayalleri
Rant, torpil, usulsüzlük kurumu TÜGVA
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Katledilişlerinin 50. Yılı…

Dr. Şivan ve yoldaşları

Baki Duman

 

26 Kasım 1971 günü Güney Kürdistan’da Kuzey’in üç Kürt devrimcisi Doktor Şıvan (Dr. Sait Kırmızıtoprak), Çeko (Hikmet Buluttekin) ve Brûsk (Hasan Yıkmış) aylarca süren ağır işkencelerin ardından kurşuna dizilirler. Bu olay Kürt solu içinde “İki Sait Olayı” olarak anılıyor. Oysa geride kalan yılların yarattığı açıklıklar gösteriyor ki, gerçekte sözkonusu olan kimliğini yeni yeni oluşturmaya başlayan Kürt ulusal devrimci hareketinin önderliğini biçme operasyonudur. Ankara’da Denizler’in idamı TBMM’de oylanırken “üçe üç” sloganı atan Türk gericilerinin Güney Kürdistan’daki sınıf kardeşleri de aynı şeyi Kuzey Kürtlerinin üç devrimci önderi için istiyorlardı. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da eş zamanlı olarak ortaya çıkan devrimci akımlar, karşılarında aynı düşmanı bulmuşlardı: Türk sermaye devleti, emperyalist odaklar ve onların Kuzey ve Güney Kürdistan’daki işbirlikçileri.

Kuzey’in devrimcileri Güney’de

Doktor Sait Kırmızıtoprak, meslektaşı Dr. Faik Savaş ve bir grup Kürt devrimcisi 1969 yılında Barzani kontrolündeki Güney Kürdistan’a geçerler. Amaçları Güney’in ulusal özgürlük mücadelesine katkıda bulunmak ve Kuzey’de özgürlük yürüyüşüne başlayabilmek için hazırlık yapmaktır. Doktor Sait Kırmızıtoprak’ın solcu ve marksist olduğunu öğrenen Mustafa Barzani önceleri grubu kabul etmek istemez ve sert tepki gösterir, Güney Kürdistan’ı terk etmelerini ister. Ne var ki Güneyli Kürtlerin tıp doktorlarına ve tıbbi yardıma şiddetle ihtiyaçları vardır. Doktor Sait Kırmızıtoprak bilgisi, yeteneği ve yardımseverliği ile kısa sürede Güney Kürtlerinin gönlünü fethederken, Barzani KDP’sinde birçok yöneticinin dostluk ve sempatisini kazanır. Birkaç aylık süre içerisinde Doktor Şıvan adı Kürtlerde adeta hayranlık sembolü haline gelir. Hatta bazı kaynaklar Kürtler Şıvan’nın başına yemin ediyorlardı diye yazmaktadır. Barzani bu nedenle doktor ve ekibinin pozisyonunu gözetmek zorunda kalır. Türkiye’ye karşı bir harekatta bulunulmaması koşuluyla, onlara bir kamp yeri gösterilir. 

Musa Anter anılarında süreci şöyle anlatıyor:

“Sait Kırmızıtoprak, yanına Dr. Faik Savaş’ı da alarak, Berzani’nin Irak faşistleri ile en kızgın savaşı anında Irak’a gitmişlerdi. (...) Şivan hem doktorluk yapıyor, hem gerillaları eğitiyor ve hem de kültürel çalışmalarda bulunuyordu. Nitekim, kendisi Dersimli olduğu için Kurmanci lehçesini daha önce bilmiyordu. Ama üç sene sonra gördüğümde, hani nerdeyse bana Kurmanci dersi verecek kadar mükemmel öğrenmişti. Kamuran Bedirxan ile ortaklaşa çıkardığı eserler bu dönemin ürünleridir.” (Hatıralarım, s.208)

Anter’in de belirttiği gibi kamp yeri hem bir hastane ve hem de Doktor Şıvan’ın başında olduğu hareketin karargâhı olur. Karargâh bir akademi işlevi görür. Türkiye, Suriye, İran ve Irak’tan birçok genç gerilla eğitimden geçirilir. Usta bir planlayıcı olarak karargâhtaki işlerini aksatmazken bir ayağı da sürekli Kuzey’de olan Doktor Şıvan, Kuzey’deki örgütün inşasını kendisi yapar. O Van’da  bir çoban, Ağrı’da dil bilmeyen bir köylü, Elazığ’da fötr şapkasıyla komşu ilden gelmiş bir varlıklı, Ankara veya İstanbul’da ise modern giyimiyle bir bürokrattır. Bu gezilerindeki amacı yalnızca yetiştirdiği kadroları bölge örgütleri içinde konumlandırmak değil, Kuzey’in bütün güçlerini tek potada birleştirerek ulusal devrimci bir Kürt partisi kurmaktır.

Haziran 1970’de İstanbul’da bir grup Kürt aydınıyla gizli bir toplantı yapan Doktor Şıvan, bu ön hazırlık toplantısında program, tüzük ve partiye giriş yeminini tartışmaya açar. Partinin kuruluş gününü ise Şeyh Sait’in idam edilişinin yıldönümü olan 29 Haziran’a denk getirir. Türkiye-de Kürdistan Demokrat Partisi (T-deKDP) 29 Haziran 1970’de Ankara’da kurulur. Bu, Kuzey Kürdistan Kürtlerinin gizli kurduğu ikinci ulusal nitelikte partidir.

Hayat belirtisi kalmamış ilk parti

Kuzey Kürtlerinin gizli kurulan ilk ulusal partisi 11 Temmuz 1965 yılında Diyarbakır’da Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP) adıyla kurulur. Mahabat’ta yenilgiye uğrayan cumhuriyetin kurucu partisi olan İran Kürdistan Demokrat Partisi’nden (İKDP) beri farklı ülkelerdeki Kürtler parti kurarken bu adı kullanırlar. TKDP de bunu yapar. Kuruluşundan onbir ay sonra partinin Genel Başkanı Avukat Faik Bucak derin devletin rol oynadığı bir operasyonla öldürülür. Partinin başına Sait Elçi geçer. 19 Ocak 1968’de Diyarbakır’da MİT tarafından düzenlenen operasyonla TKDP’nin onbir parti yöneticisi gözaltına alınır. Dışarda sadece tek bir yönetici kalır. Parti MİT sorgularında deşifre olur. Yakalanmayan yöneticinin neden yakalanmadığı bellidir. Parti deşifre olup bütün yöneticiler sorguya çekildikleri halde kuruculardan biri olan Şerafettin Elçi’ye, o sırada askerde olduğu halde nedense dokunulmaz. Hiçbir tutanak veya ifadede adı da geçmez.

Parti fiilen tasfiye edilmiştir. Dışarda, sınır boyları da dahil, partililer ilişkisizdir. 1971 yılının Mart ayına kadar tam üç yıl boyunca partinin hiçbir organı ve etkinliği yoktur. Yöneticileri mahkemede ortak savunma yapabilecek manevi birliği bulamazlar. Genel sekreter Sait Elçi mahkemede, daha sonra Dr. Sait Kırmızıtoprak’a, ‘’Sait ağabey, sen bizim onurumuz ve şerefimizsin’’ dedirtecek (Emre Taykara, Son Nokta dergisi, 23-29 Mart 2011) denli tok bir tutum alır ve ötekilerle ortak savunma yapmaya yanaşmaz. Çünkü MİT sorgularındaki tutumlar manevi birliği kırmıştır. Kısaca T-de KDP kurulduğunda ortada TKDP diye bir parti kalmamıştır. Bu durum Doktor Şıvan önderliğinde kurulan Kürt partisi T-deKPD’ye ilgiyi artırır. Kürt kitlesi T-deKDP’ye kayar. Güney Kürtleri içinde de hızla güç olmaya başlayan parti bir yıl içinde 5 bin (kimi kaynaklara göre 7 bin) üyeye ulaşır.

Bu arada Türkiye’de 12 Mart darbesi gerçekleşmiştir.

12 Mart cuntasının topyekûn savaş ilanı

12 Mart 1971 cuntacıları işbaşına geldiklerinde, Kürt sorununa ilişkin olarak biri CİA, diğeri MİT tarafından hazırlanan iki rapor önlerine konulur. Bu raporlarda Doktor Şıvan ve partisine ait ayrıntılı değerlendirmeler vardır. Bir dönemin ünlü Amerikan Dışişleri Bakanı Kissinger bile o sıra olayla ilgilidir. Bu raporlara göre Doktor Şıvan Sovyetler Birliği’nin adamı bir komünisttir ve Barzani’yi aldatmaktadır. Asıl amacı Güney’e yardım etmek değil, Güney’deki olanaklardan yararlanarak Kuzey’de de bir cephe açmaktır. Doktor Şıvan önderliğinde gelişecek bir hareket çok büyük bir tehlike olacaktır. Burjuva basını, komünistlere yardım ediyor diyerek Barzani’ye dönük politik saldırı kampanyası başlatarak onu sıkıştırmaya çalışırken, 12 Mart cuntası da Barzani’den Doktor Şıvan’ın başında olduğu harekete müdahale etmesini ister. Bugüne kadar açığa çıkan belgelerden ve tanıklıklardan anlaşıldığı kadarıyla, istenilen müdahalenin yolu ve yöntemi MİT tarafından tayin edilir ve düğmeye basılır.

Kürdü Kürde kırdırmak!

Türkiye KDP’sinin başındaki Sait Elçi, 49’lar davasından (Aralık 1959) beri Doktor Şıvan’ın bir dostu ve 1968 yılından beri de sırdaşıdır. Aralarında dönem dönem sertleşen ideolojik tartışmalara rağmen bu böyledir. Doktor Şıvan Antalya’daki yargılamalar süresince Sait Elçi’yi düzenli olarak cezaevinde ziyaret eder. Konuştuklarının aralarında kalması kararlaştırılır. Çünkü Elçi’nin başında olduğu partiye sızmaların olduğu kesin bir veridir.

Sait Elçi 1969 yılında tahliye olduktan sonra Güney’de Doktor Şıvan’ı ziyaret eder ve ondan partinin başına geçmesini ister. Doktor Sait ise adaşını incitmek istemez ama ona en doğru yolun TKDP’nin tasfiye edilmesi olduğunu, yeni bir partinin daha doğru bir adım olacağını, kendisinin partinin manevi lideri olarak Güney’e ya da Avrupa’ya yerleşmesi gerektiğini söyler. Eski partide mesele sızmalardan ötedir. Tümüyle “enfekte” olmuş, MİT’in sağlamca yuvalandığı bir partiden yarardan çok zarar gelecektir. Bu zararı en çok da Elçi’nin kendisi görecektir. Elçi ve Doktor Şıvan birbirilerini ikna edemezler ama diyaloglarının sürmesi gerektiği üzerine anlaşırlar.

12 Mart cuntacılarının işbaşı yaptıkları günlerde Elçi’ye yoğun telkinler başlar. Bu telkinlere göre Doktor Şıvan Elçi’nin partisini çalmıştır. Bunun bir sonraki adımı Barzani’ye komplo kurarak öldürmek olacaktır. Bunları Elçi’ye anlatan, Doktor Şıvan’ın 1966 yılından beri MİT elemanı olduğundan şüphelendiği KDP yöneticisi Dervişe Sado (Derviş Akgül) ile partinin kurucusu ve partiye ait herşey deşifre olduğu halde kendisi hakkında hiç bir işlem yapılmayan Av. Şerafettin Elçi’dir.  Sait Elçi, Kürt aydınları Dr. Naci Kutlay, A. Melik Fırat Av. Canip Yıldırım ve Dr. Tarık Ziya Ekinci gibi bir çok Kürt ileri geleni ile buluşturulur. Onlardan Doktor Şıvan’ı durdurmaları konusunda yardımcı olmaları istenir. Adları anılan Kürt aydınları Barzani meselesindeki spekülasyonu ciddi bulmazlar. Ayrıca, biri adı var kendisi yok, iki parti arasında taraf olmak istemedikleri için Güney’e gitmezler.

Aynı günlerde radyodan Sait Elçi’nin sıkıyönetime teslim olması yönünde yayınlar yapılır. Bazı kaynaklara göre bu anonslar planın bir parçasıdır. Böylelikle Elçi sınırı geçmesi için daha kolay razı edilecektir. Anonslar işe yarar. Sait Elçi, Mehemedê Begê ve Ahmedê Heso ile birlikte 23 Mayıs 1971’de, Suriye üzerinden Güney Kürdistan’a geçer.

Elçi ve Begê Irak KDP bölge bürosunda Abdüllatif Savaş adlı Bingöl’lü bir gençle karşılaşırlar. Bu genç akrabası doktor Faik Savaş’ı görmek istemektedir. Bir akraba ziyareti  için orda olan Abdüllatif Savaş böylelikle Elçi ve Begê ekibine İKDP’nin bölge bürosunda dahil olur. Sonrası tam bir muammadır. Üçlünün imi timi belirsiz olur. Dervişe Şado (Derviş Akgül), Sait Elçi KDP’sinin yöneticilerinden Şakir Epözdemir’i Dişkek kampına gönderir. Kamptakilerin de Elçi’den haberi yoktur. Şakir Epözdemir kamptakilerin samimiyetine inanarak geri döner. Bu inancını Derviş Akgül’le paylaşınca, IKDP tarafından gözetim altına alınır. Derviş Akgül onu ifadesini değiştirmeye ikna edene kadar da aylarca gözetim altında kalır. 

Derviş Akgül ile Av. Şerafettin Elçi ikilisi, önce Elçi’nin doktor Şıvan tarafından öldürüldüğünü yayarlar. Ardından TKDP adına Barzani’ye giderek Doktor Şıvan’ı şikâyet ederler.

‘70’li yıllarda TKDP’nin başına getirilen Derviş Akgül o sıralar “Jirek” adıyla tanınmaktadır. 1977 yılında Bayındırlık Bakanı yapılan Av. Şerafettin Elçi ise “Durnas”. Bu iki kurucu “enfekte” olmuş partide iki kara deliktir. Bu ikilinin çağrısıyla Kürt toprak ağaları toplu seferberlik ilan eder. Binlerce sahte imza toplanır ve bu imzalar başlarında büyük toprak ağası Ziya Şerefhanoğlu’nun olduğu Kürt feodallerinden oluşan bir heyetle Barzani’ye iletilir. beş bin imzayla Barzani’ye giden Kürt ağaları “Sait Elçi’yi komünist ve Kızılbaş Doktor Şıvan öldürdü, şeriat kanunları uygulansın” diyerek bir de gösteri düzenlerler. “Şeriat kanunları uygulansın” derken istedikleri, “üçe üç”tür!

Görünüşe göre Barzani bu gösterinin ardından devreye girer. Gerçekte ise Barzani Temmuz 1971’de ABD ile yaptığı gizli görüşmede bu sözü zaten vermiştir. Bu görüşmenin raporunda şu cümle yer almaktadır: “Barzani, kendi bölgesinde Amerikan karşıtı unsurları temizlemeye hazırdır.” (Nesimi Aday, Dersim gazetesinin Şubat 2014 tarihli sayısı)

Gizli görüşmeyi izleyen günlerde, 18 Temmuz 1971 günü Doktor Şıvan bir çocuğun hastalığı bahanesiyle kampın dışında bir kasabaya çağrılır ve böylece tutuklanır. Doktor Şıvan’ı enterne ederek bir direniş ihtimalini ortadan kaldıran Barzaniciler ardından kampı dağıtırlar. Olayın yapılış tarihi, biçimi ve hızı, önden hazır bir planın olduğu konusunda hiçbir kuşku bırakmıyor.  Bu baskınla birlikte parti yöneticileri Nazmi Balkaç, Ömer Çetin ve Hikmet Buluttekin tutuklanırlar. Partinin tüm malvarlığına el konulur. Dr. Şıvan’ı suçlu gösterecek evraklar tanzim edilir ve bunların aramada yakalandıkları tutanaklaştırılır.

Kendi de bir ağa çocuğu olan Ömer Çetin’in ailesi harekete geçer. Devrede Şerafettin Elçi vardır. Kürt feodalleri anlaşırlar. Ömer Çetin ve Nazmi Balkaç serbest bırakılır. Onların yerine kendi de Sait Kırmızıtoprak gibi yoksul büyümüş Hasan Yıkmış’ı (Brusk) tutuklarlar. Tutuklulara ilişkin dışarıya hiçbir bilgi verilmezken ve Brusk’un eşi tüm çabasına rağmen eşinden hiçbir bilgi alamazken, “ifade ve itiraf” başlıklı bir yazı Ömer Çetin ve Nazmi Balkaç’ın önüne konulur. Aynı yazı Kürt feodallerinin temsilcisi komite (Derviş Akgül ve Şerafettin Elçi) tarafından da dışarda dağıtılır. Doktor Şıvan’ın Almanya’daki akrabalarının girişimiyle 2005 yılında Mannheim Üniversitesi Akademik Heyeti Bilirkişisi tarafından el yazısının Doktor Şivan’a ait olmadığı rapor edilen “ifade ve itiraf” başlıklı düzmece yazı, Doktor Şıvan, Çeko ve Brusk’a işkenceyle kabul ettirilmeye çalışılır. Dr. Şivan “ben bir Kürt kardeşimi öldürecek kadar alçak olamam. Bu şerefsizliği yüklenmektense ölümü tercih ederim” tutumunda ısrar eder ve açık yargılanma talep eder. Eğer fırsat verilirse komployu tümüyle ispatlayacağını ifade eder. 

Ona bu fırsat tanınmaz. Barzaniciler üç devrimciyi kurşuna dizerler. Mesut Barzani’den yıllar sonra gelen itirafa göre, tetikçi TKDP’li Dervişe Şado’dur. Bazı kaynaklar tetikçinin  Derviş Akgül değil Av. Şerafettin Elçi olduğunu belirtir. Hangisinin olduğunun bir önemi yoktur. Sonuçta ikisi de değişik zamanlarda “komünist ve Kızılbaş” Doktor Şivan’a elleri titremeden kurşun sıktıklarını böbürlenerek anlatmışlardır. 

Kürtlerin üç fidanı

Kuzey Kürdistan’ın bu üç incisinden Dr. Sait Kırmızıtoprak, Kürtlerin ulusal özgürlük mücadelesinin özgün teorisini kuran, bunu ulusal devrimci bir pratikle birleştirerek buzu kırıp yolu açan bir önderdir. O, 1960’lı yılların başında, Ön Asya halklarının kardeşçe yaşayabilecekleri bir sosyalist halklar cumhuriyeti kurmayı düşler. 49’lar Davası’yla birlikte başlayan sürecin ardından Türkiye’de halk hareketi ile Kürt hareketinin devrimci buluşmasını savunur. Zamanın sol ve sosyalistleri gibi, bir dönem sol Kemalist subaylardan medet uman vurgular yapsa da, bunun bir çıkmaz sokağa işaret ettiğini çok geçmeden anlar ve “Doğu’yu sosyalizm kurtarır” başlıklı makalesini kaleme alır (Makale Yön Dergisi’nde yayınlanır). Daha o zaman, Kasım 1962’de, “Sosyalizmin maddi unsurları, Türkiye’ de fazlasıyla teşekkül etmiştir” dedikten sonra şöyle devam eder: “Sosyalist bir düzen insan sevgisi üzerine kurulur. İnsanın hayatı, haysiyeti, gerçek hürriyeti ön planda yer alır. Medeniyetin, insanca yaşamanın araçları küçük bir azınlığın değil, bütün halkın yararına planlanır. Parasız tedavi, parasız eğitim, herkese insan gibi yaşayacağı bir mesken, çalışmak isteyen her insana iş, yapılan her işe göre hayat düzeyi ancak sosyalizmle sağlanır.”

“Kültür bakımından da durum aynıdır. Gerçek demokrasi ve sosyalist anlayış, hiçbir topluluğun kültür hakkını pazarlık konusu yapamaz. Kültürel kalkınmanın gerçekçi, insancı ve bilimsel uygulanış metotları, sosyalizmin anlamında zaten mevcuttur. Sosyal adalet ilkesinden hareket eden ekonomik kalkınmanın yanı sıra en geniş bir hoşgörü ve anlayışla, kültürel kalkınma pazarlıksız, karşılıksız olarak sosyalizmin baş ödevleri arasında yer alır.”

“Tek kelimeyle sosyalizm, bölgeler arasındaki her türlü eşitsizliği kaldırmak suretiyle, müreffeh, adil ve sıhhatli bir Türkiye yaratabilir”.

Dr. Sait Kırmızıtoprak’a göre o gün Türkiye’de baş düşman faşizmdir. Faşizme karşı işçi sınıfı ve emekçiler ile Kürtlerin birliği bir zorunluluktur. Böyle bir ön koşulu ise Kürt varlığının kabul edilmesidir. Dönemin hemen bütün sol siyasal simalarıyla faşizme karşı birlikte mücadele etmenin zorunluluğunu konuşur. Bu temaslarında hemen bütün kesimlerde Kürt sorunu sözkonusu olduğunda Ordu’yu ürkütmeme kaygısının hâkim olduğunu fark eder. Argümanlar aynıdır: “Biz bir halkız, ayrılığa ne hacet var efendim!” Doktor Sait’e göre bu argümanlar ırkçılık ve Turancılığın ambalajlanmış söylemleridir.

Gerek Kürt sorunundaki hassasiyeti ve gerekse de faşizme karşı bir mücadele cephesi oluşturma çabası MİT’i ve MİT tarafından organize edilen sivil faşist saldırıları ona yöneltir. Bu tür saldırılar karşısında maalesef yalnız kalır. Talat Aydemir ekibi şahsında “zinde kuvvetler”in aldığı ilk yenilgi günlerinin ardından Doktor Sait o günün solundan umudu kesmeye başlar. YÖN yazarları ve yöneticileri ile yaşadığı tartışma ve sorunların ardından gönül bağları kopar. Bu aşamadan sonra ise tüm çabasını Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin teorik, siyasal, örgütsel ve askeri temellerini yaratmaya adar. Dönemin kimi sol, sosyalist aydınlarının Marksizm’den ve sınıf perspektifinden bir tür uzaklaşma olarak tanımladığı bu yeni yöneliş içinde, “Kürtlerin Che Guevera’sı” Doktor Şıvan’a dönüşür. Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin teorik, siyasal, örgütsel ve askeri temelini oluşturan ilk adımlar bu dönemde atılır.

Kendisi de Şıvan’ın partisi T-deKPD’nin kurucularından biri olan Kürt politikacı Remzi Kartal, 1997 yılında Şam’da, PKK lideri Abdullah Öcalan’a Dr. Şivan’ı anlatır. Bu görüşmeye ilişkin olarak, Dr. Şivan’ın biyografisini kaleme almış olan Selahattin Ali Arik’in aktardıkları dikkate değerdir. Arik’e göre Öcalan, Dr. Şivan’ın ölümünün Kürt özgürlük hareketi için büyük bir kayıp olduğunun açık bilincine sahiptir. Yerine göre kendisinin Marks’ı, Lenin’i, Mao’yu, Che’yi aştığını ifade eden Öcalan’ın, Dr. Şivan sözkonusu olduğunda, “o hayatta kalsaydı PKK hareketi olmayabilirdi” dediğini iddia eder. Arik’in aktardığına göre, Dr. Şivan’ın yazdığı bir kitabın teksir baskısını Remzi Kartal’a gösteren Öcalan, Kürtler ve Kürt özgürlük mücadelesi için Dr. Şivan’ın yazdıklarının önemine dikkati çektikten sonra, “Doktorun yazdıkları stratejik bir perspektif taşır” diye ekler. Ayrıca Güney Kürdistan önderliğiyle ilişkilerinde Dr. Şivan deneyiminden önemli dersler çıkardığını belirtir. Son olarak da, “ardılları O’nun mücadelesini tarihe mal edemediler ve bundan dolayı da Dr. Şivan’ın yapmak istedikleri bilinmez” der. (Bkz. Selahattin Ali Arik, Dr. Şıvan (Dr. Sait Kırmızıtoprak), İsmail Beşikçi Vakfı Yayınları, s.222-223)

***

Çeko (Hikmet Buluttekin), 1947 doğumlu, nispeten varlıklı bir ailenin çocuğudur. Ergani Öğretmen Okulu’ndan ilk beşin içinde mezun olduğu için Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’na sınavsız girer. Bir yıl sonra da Ankara Fen Fakültesi Kimya Bölümü’nü kazanır. Sol düşüncelerle ve TİP’le burada tanışır. TİP’in “Doğu Mitingleri”ne aktif katılan Çeko bu aynı süreçte illegal bir yapılanma olan KAK (Koma Azadixwazen Kürdistan) kurucularından biridir. Kürt halkının örgütlü birleşik mücadelesinin yaratılması ihtiyacı dile getirildiğinde, örgütlemiş bulunduğu gizli çekirdeğiyle tereddütsüz Doktor Şıvan’ın önderliğindeki harekete katılır.

Babası Demirel’in Adalet Partisi ilçe başkanıdır. Ama Çeko bütün ayrıcalıkları bir tarafa iter, ailesine Fransa’ya gidiyorum diye bir not bırakır ve ideallerinin peşine düşerek Güney Kürdistan’a geçer. Ankara Anıttepe Jandarma Subay Meslek ve Tatbikat Okulu’nda teğmen olarak kurs gören kardeşi Fuat Buluttekin Mart 1972 yılında sakıncalı personel ilan edilince, ailesi Çeko’nun akıbetini öğrenir. O da “yaptıkları bilinmeyen” bir başka Kürt devrimcisidir.

***

Brûsk (Hasan Yıkmış), 1945 Dersim doğumlu ve yoksul bir ailenin çocuğudur. İlkokuldan sonra Erzurum’a kaçar ve Yapı-Sanat Okulu sınavını kazanarak eğitimine devam eder.  İstanbul Yıldız Teknik Mühendislik Fakültesi’nden 1967 yılında mezun olur. Mühendis olarak işe başladığı günlerde Doktor Şıvan’ın herşeyi bir kenara iterek çetin bir savaşa hazırlanma önerisini tereddütsüz kabul eder ve Güney’e gider.

Doktor Şıvan ve Çeko tutuklandıklarında Brûsk Kuzey’dedir. Güneye geçtiğinde dostlarından Barzani’nin kendisini tutuklayıp işkence edeceği uyarısı aldığı halde, işkence altındaki Doktor Şıvan ve Çeko’yu bırakıp gitmenin yoldaşlarına ihanet olacağına inanarak, kaçma teklifini reddeder. Tutuklandığı anda sonunun kurşuna dizilmek olduğunu anlayan Brûsk, son sözleri olarak eşi Zekiye’ye şöyle seslenir: “Sizi anneme ve babama değil, senin annen ve babana da değil, Kürt ulusuna emanet ediyorum!”

Kürdistan’ın bu üç incisi, Kürt devriminin ilk üç önderi, Denizler’den altı ay önce kurşuna dizilirler. Cesetlerinin ne yapıldığı, bir mezarlarının olup olmadığı aradan geçen elli yılın ardından hala da belli değildir.

“İnce hainlik”

Kürt basınında sıklıkla “Kürtler haini ve ajanı bol bir millettir” diye yazılır. Bu söylem, modern dünyanın bir parçası olarak Kürtlerin sınıflardan oluştuğu gerçeğinin bir ifadesidir aslında. Gerçekten de Kürt toplumunda feodal karanlıktan kök alan, uluslararası emperyalist güçlerle ve sömürgeci devletlerle tam bir çıkar birliği içinde davranan, dini inançları yığınları uyuşturmak için etkin kullanan, özgürlük ve sosyalizme karşı düşmanlıkla şartlanmış, çağdışı değerlere sıkı sıkıya sarılan geniş ve köklü bir Kürt gericiliği bulunmaktadır. Bunun tipik örneklerinden biri de Barzani ailesidir. 1947 yılında Mahabat Kürt Cumhuriyeti’nin yıkımından sonra sığınabildiği tek liman Sovyetler Birliği olan ve onbir yıl boyunca Sovyetler Birliği’nin imkanlarını tepe tepe kullanan, Irak’a dönüş yolunun güvenceli olmasını da Sovyetler Birliği’ne borçlu olan baba Barzani, tüm bunlara rağmen sosyalizme karşı düşmanlığından hiçbir şey kaybetmez. Türk sermaye devletinin Molla Mustafa Barzani ve Kürt feodal sınıflarının aktif desteğini Doktor Şivan hareketinin komünist ve Kızılbaş olduğu söylemi üzerinden aldığı göz önüne alındığında, Kürt gericiliğinin ve Barzanilerin bu düşmanca karakteri daha da kolay anlaşılır.

Doktor Şivan olayı sözkonusu olduğunda bir de bir iç hainlikten, bugüne kadar çok da dile getirilmeyen bir ihanetten söz etmek gerekir. Bu “iç hainlik” Şivan ardıllarının tutumunda ifadesini bulur. Zeki Okçuoğlu ve Ömer Özsekmenler gibi ara kadroların suskun kalmalarının kabul edilmese bile anlaşılır nedenleri vardır. Çünkü onlar o gün perdenin arka kısmındaki oyunları görebilecek bir deneyimden yoksundurlar. Ama T-deKDP’den geriye üçü Merkez Komitesi üyesi olmak üzere yığınla ileri kadro kalır. Ömer Çetin T-deKDP yetkili bir kişidir. Nazmi Balkış (Soro) fiilen ikinci sekreter gibi görülmektedir. Bu ikili bu nedenle tutuklanırlar. Tutuklanmadan sonra Kürt ağaları devreye girer. Ömer Çetin ve Nazmi Balkış serbest bırakılır. Kime karşılık? Brûsk’un hayatına karşılık. Ömer Çetin, Nazmi Balkış ve Osman Aydın ömürlerinin sonuna kadar bu sürecin sırrı konusunda suskun kalırlar. Niye ve neye karşılık?

Kurtarabildiği belgeleri güvenli bir yere ulaştırmayı bir tek Necmettin Büyükkaya görev edinir. Kurtarılabilen herşeyi mayın tarlalarının içinden geçerek Suriye tarafına geçirir. Bunlara Ömer Çetin’in “kardeşim yakmış” dediği “Ezen ve Ezilen Milletler Sorunu” adlı eser de dahildir. 

‘70 devrimci çıkışı değerlendirme dışı kaldı

Egemen güçler, THKO, THKP-C ve TKP/ML-TİKKO hareketlerinin tasfiyesini 12 Mart faşizminin militarist gücüyle başarmışlardı. Sömürgeci faşist iktidar, ‘71 Kürt devrimci çekirdeğini yok etmek için CİA ve Barzani gericiliğinin yanında MİT’in denetimindeki Türkiye KDP’si şahsında Kürt feodalleri ve toprak ağalarını da kullanmak zorunda kalır. Çünkü, T-deKDP, THKO, THKP-C ve TKP/ML-TİKKO gibi kitlelerden kopuk bir devrimci gençlik hareketi değil, iki yıl içinde Kürdistan’da beş bin üyeye ulaşan kitle desteği oluşmaya başlamış bir harekettir. TİP’in Doğu Mitingleri bunu ilk elden kanıtıdır. İkinci kanıtı ise, T-de KDP’nin Kuzey’in hemen bütün eyaletlerinde bölge organları düzeyinde örgütlü olması ve TİP’in Dördüncü Kongre kararlarını etkileyecek denli bir güce sahip olmasıdır. 

‘71 yenilgisini izleyen yıllarda, sol hareket yeniden toparlanma sürecine girerken, ‘71 Devrimci Çıkışı’na damgasını vuran THKO, THKP-C ve TKP-ML/TİKKO hareketlerinin ideolojik çizgileri, çizgilerinin uluslararası esin kaynakları, sınıfsal konumları, eylem çizgileri ve örgütsel yapıları tartışılmıştı. Bu tartışmalar ‘70’li yılların ikinci yarısında kitle mücadelesinin geliştirilmesinde önemli bir rol oynamıştı.

Kürt hareketinin Sait Kırmızıtoprak önderliğinde gerçekleşen ‘70’teki devrimci çıkışının dersleri ise hiçbir zaman irdelenmedi. Oysa bu hareket ‘71 devrimci çıkışıyla benzer bir akıbeti aynı zaman diliminde yaşamıştı. “İki Sait Olayı” söylemi bu çıkışı örten kalın bir sis perdesi işlevi görmüştü. Bu sis perdesini yırtacak bir girişim yazık ki çıkmaz. Önderliği tasfiye edilen hareketten arta kalanlar derin bir manevi tahribata düşerler.

Sürecin bu yanına ilişkin anlatımı şimdilik böylece bırakıyoruz. Kürt aydınları ve ileri gelenleri ile Ömer Çetin, Nazmi Balkış ve Osman Aydın’ın sorumluluk ve konumları, “Görüntü ve gerçek” başlığı altında bu bölümün devamı olarak ayrıca ele alınacaktır.

Doktor Şivan’ın mirası

‘71 Devrimci Hareketi Türkiye solu için bir dönemin sonu ve yeni bir dönemin başlangıcı kabul edilir. Dr. Sait Kırmızıtoprak önderliğinde ifadesini bulan T-de KDP hareketi (“Şivan Hareketi”) de Kuzey Kürdistan’da bir dönemi kapatarak yeni bir dönemi başlatır.

12 Mart yenilgisinin ardından yaşanan süreçte THKO, THKP-C ve TKP-ML-TİKKO gibi ‘71’in devrimci hareketleri enine boyuna tartışıldı. Devrimci kahramanları her ölüm yıldönümlerinde anıldı. Ama Mahirler’den yalnızca dört ve Denizler’den altı ay önce kurşuna dizilen T-de KDP önderleri anlamlı bir değerlendirmeye konu olmadı. ‘70’li yılların devrimci kuşağı Doktor Şivan adını elbette duydu. Ama öylesine bir Kürt yurtseveri olarak ve çoğu kere yalnızca “iki Sait Olayı” bağlamında. Yazık ki Kürt devrimciler kendi gerçek değerlerini sahiplenip öne çıkaramadılar. Oysa Doktor Şivan önderliğindeki hareket geriye mücadelenin önünü açacak önemli bir miras bırakmıştı.

Doktor Şivan, Kürt ulusal özgürlük mücadelesi açısından bir dizi alanda ilklerdendir. Ortaya koyduğu teorik ürünler, siyasal perspektifler, askeri hazırlıkla Kuzey Kürdistan’da ulusal devrimci mücadelenin yönünü tayin etti. Doktor Şivan önderliğindeki hareket 1971 yılında dağıtılıp yenilgiye uğratılmış olmakla birlikte, bıraktığı teorik, siyasal, örgütsel ve askeri miras sonraki döneme kaldı. Bunun yeni dönem için büyük bir imkân olduğu sonraki gelişmeler tarafından kanıtlandı.

Kuzey Kürdistan Ulusal Hareketi Doktor Şivan’ın birikim ve deneyiminden sonuna kadar yararlanarak oluştu. Kemal Burkay’dan İbrahim Güçlü’ye, Abdullah Öcalan’dan Recep Maraşlı’ya, Hatice Yaşar’dan Orhan ve Mümtaz Kotan’lara kadar Kürt siyasetinin tüm önemli siyasal temsilcileri, Doktor Şıvan ve T-deKPD’nin mirasından sonuna kadar yararlandılar Ama denebilir ki hiçbiri onun emeğinin gerçek anlamını ve önemini yeni kuşaklar önünde açıkça ortaya koymaya yanaşmadı. Nihayet ikibinli yıllarda (otuz küsur yıl sonra!) gerçeklerin bir biçimde dile getirilmiş olması bu anlaşılması güç durumun vahametini ortadan kaldırmıyor. Onun mirasından sonuna kadar faydalanıldı ama maruz kaldığı kanlı ve kirli komplonun gerçek yüzünü açığa çıkarmak için hiçbir adım atılmadı. Yazık ki bunu yapmak sonunda Doktor Şivan’ın ailesi ve dostlarına kaldı. Bu Kürt hareketi payına akıl almaz bir zaafiyetin ifadesidir.

Dr. Sait Kırmızıtoprak zor dönemin devrimcisidir. 1950’li yılların sonunda bilinçli bir marksistir. “Doğu Sorunu”nun aslında Kürt Sorunu’ndan başka bir şey olmadığını ilk ifade eden devrimci bir Kürt aydınıdır. O, Kürt sorununda Kürt üst sınıfların tekeline son verir ve “Doğu Sorunu”nu sınıfsal içeriğiyle birlikte işler. Kürt halkı ile Türkiye emekçilerinin bütünlüklü mücadelesinin ulusal ve sınıfsal özgürlüğün önünü açacağını çok erken dile getiren yine odur. Kürt sorunu sosyalizm ile çözülür perspektifinin bir parçası olarak, Kürdistan’ın pozitif ayrımcılık görmesi gerektiğini öngören de Dr. Sait Kırmızıtoprak’tır. Kürt halkına armağan olarak bıraktığı düşünsel miras içinde dil, kültür ve toprak bütünlüğü bakımından Kürt ulusunun şekillenmesinin tarihsel sürecinin bilimsel izahı da var. Kürdistan’ın sömürge olduğu tezi de tümüyle Dr. Sait Kırmızıtoprak’ındır. Ona göre Kürt sorununun çözümü toprak sorununun çözümüyle sıkı sıkıya bağlantılıdır. Devrimci şiddet sömürgeci egemenliği kırmanın zorunlu bir aracıdır. Gerilla savaşı bunun bir ön adımıdır. Türkiye’nin batısında başarılı bir tıp doktoru iken, sahip olduğu bütün ayrıcalıkları bırakarak Kürdistan’a geçmesi tümüyle bu amaçladır.

Çocukluğu, kendisinin “dünya tarihinin şahit olduğu en korkunç, en tüyler ürpertici bir jenosid hareketi” olarak tanımladığı Dersim ‘38 Kırımı dönemine denk gelir. Üç yaşındayken tesadüfen kurtulduğu ‘38 katliamında ailesinden 54 kişi öldürülür ve cesetler yakılarak yok edilir. Ardından babasını kaybederek yetim kalır. Doktor Şivan hikayesi, “yetim Sait”in acılarla dolu bu çocukluk dönemiyle başlayıp adım adım efsaneleşen bir yaşamın anlatımıdır. Doktor Şivan hikayesi bizi, üzerine ağıtlar yakılmış, kitaplar yazılmış, belgesel çekilmiş, bir kuşağın belleğinde yer edinmiş karizmatik bir liderle tanıştırır. Sait, güneşten yüzü yanmış bir çocuk, yatılı okulda verilen kıyafetler içinde gözleri ışık saçan bir talebedir. Musa Anter’in sözleriyle, Harbiye tabutluklarında “başı dik, kalkık göğsü önde, yiğit yiğit” gezen bükülmez bir fidan, kravatı, takım elbisesi ve ince bıyığı ile doktor Sait Kırmızıtoprak’tır. Şal û şepik ve başında kefisiyle bir gerilla komutanı, ortaya koyduğu yazılı eserleriyle ise Kuzey Kürtlerinin ilk önemli teorisyenidir.

Kürdistan’ın tarihsel geçmişini ve toplumsal yapısını bilimsel yöntemler kullanarak inceleyen ve özgün bir Kürt devrimi teorisi geliştiren Doktor Şivan, hareketin gelişmesinin sonraki yönünü tayin eder. Bağımsız her inceleme, Kuzey Kürdistan Kürt ulusal hareketinin gelişimi ve vücut bulmasında Doktor Şivan’ın Kürdistan devrimi teorisinin bütün etkilerini kolaylıkla görür. Kuzey Kürdistan Kürt ulusal hareketinin devrimci temelini atma onuru bu nedenle tümüyle Doktor Şivan’a aittir.

Bu hikâye, devrimci ilklerin bir tarihsel şahsiyette buluşması kadar, ulusal ve sınıfsal özgürlüğü birleşik bir mücadele içinde kazanma arzusu ve çabasının, dönemin Türkiye soluna egemen reformist çizgiye ve sosyal-şoven tutuma çarparak hayal kırıklığına dönüşmesi bakımından da dikkate değerdir. Öte yandan “marksist bir solcu” olan Dr. Sait Kırmızıtoprak’ın Doktor Şivan’a dönüşmesi sürecinin Kürt ulusal davası açısından çok yönlü bir ilerlemeyi sağladığı da bir gerçektir.

Şıvan pratiğinin bir kez daha kanıtladığı başka olgular da var: Kürtlerin de sınıflardan oluştuğu, ulusal sorun sözkonusu olduğunda her sınıfın kendince bir çözüm önerisi olduğu, ulusal mücadelenin özünde sınıf mücadelesinin bir biçimi olarak ele alınması gerektiği, bunun bir an bile gözardı edilmesinin büyük kırılmaların sebebi olabileceği gibi.

Doktor Şıvan çıkışının karşı karşıya kaldığı açmazlar ile hareketinin akıbeti arasındaki bağı görmek, bunun bugünün Kürt hareketindekindeki tıkanmayla ilişkisini doğru kurabilmek, günümüzün önemli bir sorunu ve sorumluluğudur. Dr. Sait Kırmızıtoprak’ın asıl hayali olan sosyalist bir halklar cumhuriyeti kurmanın yolu şimdi daha bir netlikle görünüyor. Sadece “Doğu”nun değil, Türkiye emekçilerinin de baş düşmanı faşizmdir. Buna karşı birlik olmak dışında özgürlüğe giden bir başka yol yoktur. Dr. Sait Kırmızıtoprak’ın 1960’ların başında yazdığı “Doğu’nun Baş Düşmanı Faşizm” ile “Irkçı, Sömürücü Tehlikeyi Görmek ve Birleşmek Gerek!” makalelerindeki perspektif bugün her zamanınkinden daha günceldir.

Kürt devrimci hareketinin doğuşuna önderlik eden ve “marksist bir solcu” olarak siyasal yaşama başlayıp “Kürdistan’ın Che Guevera’sı”na dönüşen Doktor Şivan’ın siyasal yaşamı ve mücadelesinin değişik evrelerini ele almaya devam edeceğiz.