İçindekiler:

26 Eylül 2021
Sayı: KB 2021/Özel-34

Üniversiteler açılırken…
Gençliğe dair yalanlar ve gerçekler
Bu çürümüş düzeni barındırmayacağız!
Parasız, nitelikli, ulaşılabilir barınma!
“Barınamayanlar”a karşı yalanlar
Yüz yüze eğitimde önlem yerine boş vaaz!
İktidar sona yaklaştıkça saldırganlaşıyor
İşçi Emekçi Mitingi deklarasyonu
AdkoTurk ve Bel Karper işçilerine saldırı
Sinan ve Dersim - Baki Duman
EKİM - Teslim Demir
İki eğilim ve sosyalizm
Sosyal medya saldırısı Meclis’te
“Hapishaneler her kesimi ilgilendiriyor”
AUKUS paktı
“MED9 Zirvesi” ve Türkiye
Hayatı havalandıran Abdal
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Emperyalist haydutların saldırganlıkta
yeni adımı: AUKUS paktı

D. Meriç

 

Uluslararası kapitalist tekellerle sermaye gruplarının çıkar çatışmaları, emperyalist ülkeler arasındaki rekabeti giderek derinleştiriyor. Güncel ekonomik veriler üzerinden bakıldığında kapitalist sistemin önemli bir egemen gücüne dönüşen Çin, ulaştığı sermaye birikimi, teknik alanda gerçekleştirdiği sıçrama, askeri alanda yakaladığı gelişme ve devam eden hızlı büyüme temposu ile emperyalist dünya sisteminin kurulu dengelerini sarsıyor. Emperyalist sistemin jandarması ABD güç kaybederken Çin ve Rusya önderliğinde kurulan BRICS, ŞİÖ gibi paktların yarattığı basınç emperyalist güç dengelerinde alt üst oluşlar yaratıyor.

Bu gelişmelere bağlı olarak egemenliği sarsılan ABD emperyalizmi, “baş düşman” ilan ettiği Çin’e karşı yeni önlemler almaya, ittifaklarını genişletmeye, her yola başvurarak yükselişini durdurmaya çalışıyor. On yıllardır yeryüzünün bütün kıtalarında işgalci güç bulunduran ABD, son süreçte dikkatini esas olarak Asya-Pasifik bölgesine yoğunlaştırdı.

ABD’nin Asya-Pasifik bölgesine yönelik yayılmacı/saldırgan tutumunun 70 yıllık bir geçmişi var. Yanına Avustralya ve Yeni Zelanda’yı alan ABD, 1951 yılında Çin’e karşı ANZUS Paktı’nı kurdu. 1954’te Güneydoğu Asya ülkeleriyle bölgenin NATO’su olması planlanan Güneydoğu Asya Anlaşması Teşkilatı (SEATO) oluşturuldu. Yine 2011 yılında Obama’nın öncülüğünde ABD, Hindistan, Avustralya ve Japonya’nın katılımıyla Dörtlü (QUAD) adıyla anılan saldırı paktı kuruldu.

***

ABD emperyalizmi, Obama yönetimi döneminde “Asya’ya dönüş” adı altında daha saldırgan yeni bir strateji oluşturdu. Bu kapsamda ABD, devasa askeri güçlerini yeniden yapılandırıyor, ittifaklarını pekiştiriyor ve Hint-Pasifik bölgesinde Çin’in etrafını sarmak ve savaşa hazırlanmak için askeri üs ve stratejik ortaklık anlaşmaları yapıyor. Son olarak ise Biden yönetiminin çabalarıyla ABD, İngiltere ve Avustralya Asya-Pasifik bölgesinde emperyalist çatışmaları şiddetlendiren yeni bir anlaşmaya imza attılar. Üç ülkenin isimlerinin İngilizce kısaltması ile ortaya çıkan AUKUS “güvenlik is¸ birliği” paktı 16 Eylül tarihinde ilan edildi.

Anlaşmayı imzalayan ABD Başkanı Joe Biden, Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson ve Avustralya Başbakanı Scott Morrison AUKUS paktıyla ilgili ortak açıklama yaptılar. Hint-Pasifik bölgesi, Çözülmemiş toprak anlaşmazlıkları, terör tehditleri ve organize suçlar nedeniyle, potansiyel patlama noktaları bulunan bir bölge” ilan edildi.

Şüphesiz yeni bir döneme girdik. Hint-Pasifik’in geleceği, tüm geleceğimizi etkileyecek” diyen Avustralya Başbakanı Morrison, en az sekiz nükleer enerjili denizaltı alacaklarını ilan ederek, bölgede nükleer silahların da kullanılabileceği çatışmalara adeta davetiye çıkardı. Avrupa Birliği’nden ayrılarak ABD emperyalizmine koşulsuz itaat edeceğini her vesile ile ilan eden İngiltere ise, Asya-Pasifik’te daha fazla aktif olmaya, etki alanlarını genişletmeye başladı. Bunun için HMS Queen Elizabeth Uçak gemisini Hint-Pasifik’te konuşlandırdı. Ayrıca ABD donanmasının yüzde 60’ı da bu bölgeye kaydırılmış bulunuyor.

ABD ile İngiltere’nin, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nın (NPT) nükleer silaha sahip olmayan bir üyesi olan Avustralya’ya yüksek seviyede uranyumla çalışan nükleer teknolojiyi satma kararı, uluslararası toplumca haklı bir kaygıyla karşılandı. Nükleer olmayan statüdeki bir ülkenin nükleer enerji ile çalışacak denizaltılara yakıt sağlaması demek, bu ülkeye NPT çerçevesinde sahip olamaması gereken yüksek seviyede uranyum transferi yapılması anlamına geliyor. Her ne kadar, Avustralya Başbakanı ülkesinin nükleer silah edinmek veya nükleer enerji üretmek gibi bir amacı olmadığını iddia etse de Avustralya’ya tanınan bu ayrıcalık küresel anlamda nükleer silahların yayılmasını körükleyecektir .

Emperyalist ittifakın sözcüleri AUKUS anlaşmasının “üçüncü tarafı” hedef almadığını iddia etseler de, Pekin yönetimi ittifakın Çin’i çevrelemek için inşa edildiğinden şüphe etmiyor. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zhao Lijian, AUKUS’un kuruluş ilanından sonra yaptığı açıklamada, Washington ve Londra’nın “büyük bir sorumsuzluk” sergilediğini dile getirdi. Çin’in ABD Büyükelçiliği’ne Üçüncüülkelerinçıkarlarını hedef alan dışlayıcı bloklar kurulmamalı. Üçülke, soğuk savaş dönemi düşünceşeklinden ve ideolojisinden kurtulmalı” çağrısında bulundu. AUKUS platformunu Pekin yönetimine karşı bir ittifak olarak tanımlayan Çin’in Global Times gazetesi ise, nükleer gerilim sinyali verdi. “Küresel bir kaosa kim daha fazla dayanabilir? Çin mi yoksa onlar mı?” sorusunu yönelten gazete, “Batılı askerler arasında Güney Çin Denizi’nde hayatlarını ilk kaybedenler büyük ihtimalle Avustralyalılar olacak” diyerek Çin’in bu tehditlere boyun eğmeyeceğine işaret etti.

ABD-Britanya-Avustralya üçlüsünün imzaladığı AUKUS askeri ittifakı nükleer silahlı güçler arasındaki olası korkunç bir savaşın fay hatlarını açıkça ortaya koydu. Anlaşmanın militarist karakteri, ABD ile Britanya’nın, Avustralya’yı uzun menzilli nükleer güçle çalışan denizaltılarla silahlandırma amacını taşımaktadır. Denizaltıların akla gelebilecek tek amaçları ise, Pentagon’un olası bir nükleer savaş için Batı Pasifik’te Çin nükleer denizaltılarını ve savaş gemilerini hedef almak ve Çin topraklarına füze fırlatabilmektir. İttifak, Avustralya’nın nükleer güçle çalışan bir denizaltı gücü inşa etmesine yardımcı olmanın yanı sıra siber savaş yapay zeka^, kuantum hesaplama ve deniz altı muharebe yeteneklerinin geliştirilmesi alanlarında teknik işbirliğini artıracak. Avustralya ayrıca Güney Doğu Asya’ya bitişik olan kuzey askeri tesislerine ABD’nin erişimini genişletecek ve ülkeyi İkinci Dünya Savaşı sırasında olduğu gibi dev bir Amerikan askeri operasyon üssüne dönüştürecektir . Bu arada Avustralya, denizaltılarının yenilenmesi karşılığında on milyarlarca doları ABD silah tekellerinin kasalarına transfer edecek.

AUKUS batı blokunda sorunları derinleştiriyor

İlk tepkiler AUKUS anlaşmasının Avrupalı güçler arasındaki uçurumu daha da derinleştireceğine işaret ediyor. Fransa, duyurulan ittifakın hemen ardından ABD ile Avustralya’daki büyükelçilerini geri çağırdı . Paris’teki endişe, yalnızca Avustralya’yla dizel denizaltılar inşa etmek için yapılan 56 milyar dolarlık sözleşmenin çöpe atılmasından kaynaklanmıyor. Daha da önemlisi Fransa’nın kendisini bir Pasifik gücü olarak görmesi ve bu anlaşmadan dışlanmış olmasıdır. Çünkü Fransa’nın münhasır ekonomik bölgelerinin yüzde 93’u¨ Asya-Pasifik bölgesinde bulunuyor. Fransa’nın AB dışındaki ihracatının yüzde 40’ı, ithalatının ise yüzde 35’i bu bölgede gerçekleşiyor. 7 binden fazla Fransız ya da Fransa bağlantılı şirket bu coğrafyada faaliyet yürütüyor. Benzer şekilde 2 milyon Fransız’ın yaşadığı Asya-Pasifik’te 7 ile 8 bin arasında Fransız askeri bulunuyor.

Avrupa Birliği (AB) de gelişmelerden kaynaklı “hayal kırıklığını” gizlemiyor. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell “Böyle bir anlaşma herhalde bir gecede ortaya çıkmadı . Üzerinde uzun süre çalışıldığını tahmin ediyorum. Bize bilgi verilmemesi üzücüifadelerini kullandı. Washington yönetiminin tek taraflı hamlelerini gündeme taşıyan Borrell “Bu durum bir kez daha bizi Avrupa’nın stratejik özerklik meselesine öncelik verme ihtiyacı üzerinde düşünmeye zorluyor. Bu, kendi başımıza ayakta kalmamız gerektiğini gösteriyor.” diye ekledi. Brüksel ile Washington arasında açılan makasın siyasi arenada Avrupa’da “üçüncü yol” fikrini, askeri sahada ise “özerk ordu” sürecini hızlandırması bekleniyor. Afganistan’dan çekilme süreci ve AB’nin bilgisi dışında imzalanan AUKUS anlaması AB cephesinde bu süreci hızlandıracaktır.

Emperyalist haydutlar tarafından kurulan bu yeni ittifak, başta bölgedeki nükleer silahlanmayı arttırarak, Asya-Pasifik’te savaş tehlikesini güçlendiriyor. Zaten ittifakın bileşenleri tarafından bu durum açıkça ifade ediliyor. Çünkü AUKUS paktının kapsamı içerisinde, ortak askeri yetkinlikler kazanılması, askeri teçhizatın uyumluluğunun arttırılması, yeni koordinasyon mekanizmaları oluşturulması ve savunma/dış politika yetkilileri arasında temasların arttırılması da var.

Emperyalist ABD’nin şefi Joe Biden, son demecinde AUKUS ile tam olarak ne amaçlandığının ipuçlarını verdi: “Bugünün ve yarının tehditlerine yönelik daha etkin çalışmak. Bu stratejik revizyonu neyin tetiklediğini hepimiz biliyoruz: Çin’in yükselişi.”

AUKUS’un odağının Hint-Pasifik bölgesi olarak belirlenmesinin sebebi de bu. Söz konusu coğrafya doğu Pasifik’ten başlıyor ve Afrika’nın doğu sahillerine kadar uzanıyor.

Tümüyle kapitalist tekellerin hizmetinde olan sermaye devletleri, yeni pazarlar uğruna sınırsız silahlanmayı teşvik ediyor, bölgesel savaşlarla yıkıcı sorunlara zemin döşüyor.

“Sistemin yapısal krizinin temel önemde bir başka unsuru, emperyalistler arası ilişkiler alanıdır. Emperyalist dünyanın ilişkilerinde kızışan rekabet, yoğunlaşan nüfuz mücadeleleri, artan silahlanma yarışı ve tırmanan militarizm, nihayet tüm bunları tamamlayan ve en yıkıcı biçimde somutlayan saldırganlık ve savaşlar dizisi, günümüz dünyasının ön plandaki gündelik görünümlerini oluşturmaktadır. Sistemin yapısal krizinin temel unsurlarından biri olan hegemonya bunalımı yeni gelişmelerle gitgide ağırlaşmaktadır. Sistemdeki hegemonya bunalımının en özgün yanı, ABD emperyalizminin hegemon konumunu artık eskisi gibi sürdüremez duruma düşmesi, fakat emperyalist dünyada hegemonyayı ondan koparıp almaya talip bir emperyalist gücün ise halen olmamasıdır. Bu özgün tarihi durumun ikili sonuçlarından ilki, her şeye rağmen en güçlü emperyalist devlet olan ABD emperyalizminin belirgin üstünlüklerine dayanarak ve hegemonyasını restore etmek üzere saldırgan bir politika izlemesidir. Öteki sonuç buna direnen ve büyüyen güçlerine bağlı olarak kendilerine alan açılmasını isteyen emperyalist devletlerin bunu çok kutuplu dünya istemi olarak somutlamaları, buna uygun yeni ilişkiler ve ittifaklar geliştirmeleridir.” (TKI·P VI. Kongresi Bildirisi, EKİM, Sayı: 314, Şubat 2019)

 

 

 

 

 

Guterres’in “çıkmaz sokağı”
ve Che’nin sosyalizm çağrısı

 

24 Ekim 1945’te kurulan ve bugün 193 ülkenin üye olduğu Birleşmiş Milletler’in (BM) 76. Genel Kurulu New York’ta yapıldı. “Dünya barışını ve güvenliğini korumak” ve uluslararası ekonomik, toplumsal ve kültürel bir işbirliği oluşturmak amacıyla kurulduğunu iddia eden BM, bunun tam tersi tutum ve politikalar izleyegeldi. Kapitalist sistemin kirli politikalarını gizleyen ve perdeleyen bir rol oynadı. İşgallere, etnik kışkırtmalara, soykırımlara katılan ABD ve diğer emperyalist ülkeler BM’nin asli üyeleridir.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Genel Kurul’da kurumun çatısı altında bulunan ülke liderlerine ve büyükelçilerine seslenirken, ağzından itiraf ve uyarı içeren şu sözler dökülüverdi: “İnsanlık uçurumun kenarında ve yanlış yönde ilerliyoruz. Dünyanın uyanması gerekiyor.”

Belki tarihçiler bir gün Guterres’in acı çığlıkları ya da acı ifşaatları diye bahsedecekler bu cümleden. O an onu dinlerken oradaki “büyük başların” aklına ne geldi bilinmez ama bizim aklımıza şair Yusuf Hayaloğlu’nun “Başım Belada” şiirindeki şu dizeler geldi: “Nereden baksan tutarsızlık/ Nereden baksan ahmakça.”

Guterres’in diğer itirafları ise içerisinden geçtiğimiz Covid-19 salgınından iklim krizine, Afganistan, Etiyopya, Yemen ve diğer birçok ülkedeki açlık, iç çatışmalar ve insan hakları ihlallerine ilişkindi. Guterres, Covid-19 salgınına vurgu yaparken emperyalist ülkeler ile yoksul ülkeler arasındaki ekonomik ve sosyal eşitsizliği doğal gören kapitalizmin ahlakını şu sözlerle ifade ediyordu: “Dünyanın bazı yerlerinde son kullanma tarihi geçmiş, kullanılmamış Covid-19 aşılarını çöpte görüyoruz. Bazı ülkelerde aşı bolluğu, diğerlerinde boş raflar.” Zengin ülkelerin çoğunluğunun yüksek oranda aşılandıklarını, Afrika ülkelerinde ise halen yüzde 90 ilk doz aşının beklendiğini dile getiren BM Genel Sekreteri, bu sözlerle, dünyanın nasıl bir ahlaka sahip olduğu korkunç gerçeğine dikkat çekiyordu. Bu durumu emperyalistlerin sözcüsü Guterres bile “kaldıramıyor” dense yeridir. Emperyalist ülkeleri “siyasi irade eksikliği, bencillik ve güvensizlik göstermeleri” sebebiyle “zaferi” elde etmemekle itham eden Guterres, rekor sürede aşıyı bulan bilim emekçilerinin becerisini takdir etmeyi unutmadı.

Pandemi ve iklim krizinin kapitalist sistemin tüm gerçekliğini görünür kılmasını ülkelerin dayanışmadan kaçınmalarına bağlayan Genel Sekreter, bununla kapitalistleri “yıkımın çıkmaz sokağı”nı yönlendirdiğini ifade ediyor. Aslında Guterres’in “yıkımın çıkmaz sokağı” dediği, çürümüş emperyalist-kapitalist sistemin bizzat kendisidir. BM değerleri ve inançları diye öne sürdükleri “insan hakları, herkes için onurlu bir yaşam, eşitlik, adalet ve dayanışma” ise “yıkımın çıkmaz sokağı”nın ahlakında bulunmaz. Guterres’in “insanların sadece hükümetlerine olan güvenlerini değil, aynı zamanda BM değerlerine de inançlarını kaybetme riski altında olduklarını” söylemesi kapitalist sistem için korkutucu olduğu kadar dünya işçi ve emekçileri için sevindirici bir gelişmedir.

BM Genel Sekreteri Guterres’in 76. BM Genel Kurulu’nda korku ve kaygılarla “yıkımın çıkmaz sokağı”na ilişkin kapitalist efendilerine yaptığı uyarılara sahne olan BM salonunda, bundan 57 yıl önce, 11 Aralık 1964’te Ernesto Che Guevera Küba delegasyonu adına dünya işçi emekçilerine ve ezilen halklarına hitaben tarihi bir konuşma yapmıştı.

Che konuşmasında, “Değişik sosyoekonomik düzenlere sahip devletlerin barış içinde bir arada yaşaması ortaya konması gereken asıl sorundur” diyerek, Fidel Castro’nun Mısır’ın başkenti Kahire’de İkinci Bağlantısız Ülkeler Hükümet ve Devlet Başkanları Konferansı bildirisinde sarf ettiği şu sözleri yineliyordu: “Dünya barışı güvence altına alınmak isteniyorsa, barış içinde yaşamak hakkı sadece en güçlülere tanınamaz. Barış içinde bir arada yaşama ilkesine tüm devletler uymalıdır.”

Che sözleriyle emperyalist güçlerin maskesini düşürürken, onların korkularını da derinleştirmişti. Ve sakınmadan amaçlarını ve görüşlerini dile getirmişti: “Sosyalizmi kurmak istiyoruz. Barış uğruna mücadele edenleri desteklediğimizi daha önce belirttik. Marksist-Leninist olmakla birlikte, bağlantısız ülkeler grubundan olduğumuzu bildirdik, çünkü bağlantısız ülkeler, tıpkı bizim gibi emperyalizme karşı mücadele içinde. Halkımız için daha iyi bir hayat sağlamak amacındayız. Bu nedenle, Yankee provokasyonlarından kendimizi korumaya çalışıyoruz. Amerika Birleşik Devletleri’ni yönetenlerin yapısını biliyoruz. Barışı bize çok pahalıya ödetmeyi amaçlıyorlar. Cevabımız, hiçbir bedelin onurumuzdan daha yüksek olamayacağıdır.”

M. İmran