İçindekiler:

26 Eylül 2021
Sayı: KB 2021/Özel-34

Üniversiteler açılırken…
Gençliğe dair yalanlar ve gerçekler
Bu çürümüş düzeni barındırmayacağız!
Parasız, nitelikli, ulaşılabilir barınma!
“Barınamayanlar”a karşı yalanlar
Yüz yüze eğitimde önlem yerine boş vaaz!
İktidar sona yaklaştıkça saldırganlaşıyor
İşçi Emekçi Mitingi deklarasyonu
AdkoTurk ve Bel Karper işçilerine saldırı
Sinan ve Dersim - Baki Duman
EKİM - Teslim Demir
İki eğilim ve sosyalizm
Sosyal medya saldırısı Meclis’te
“Hapishaneler her kesimi ilgilendiriyor”
AUKUS paktı
“MED9 Zirvesi” ve Türkiye
Hayatı havalandıran Abdal
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Gerici-faşist iktidar sona yaklaştıkça
saldırganlaşıyor

 

AKP-MHP iktidarı oy desteğini kaybettikçe, ayakta kalmak uğruna tüm gücüyle baskı ve zor aygıtlarına sarılıyor. Gelinen yerde muhalif en küçük sese dahi tahammül gösteremiyor, her alanda saldırı-gözaltı-tutuklama furyasıyla iş görüyor. Pandeminin derinleştirdiği ekonomik, siyasi ve sosyal çok yönlü kriz karşısında bunalan dinci-faşist rejim, durmaksızın sosyal yıkım saldırılarını hayata geçiriyor. Bir diğer deyişle, başka işçi ve emekçiler olmak üzere toplumun büyük bir kesimine daha beter bir açlığı, daha derin bir sefaleti ve yoksulluğu dayatıyor.

Pandemi sürecinde işçi ve emekçilerin daha fazla hakkı gasp edildi. Gençliğe daha fazla işsizlik ve geleceksizlik dayatıldı. Kadınların yaşam hakkının yok sayıldığı bir dizi yasa ve gerici uygulama hayata geçirildi, geçirilmeye çalışıldı. Krizin faturası toplumun büyük bir kesimine yaşam pahasına ödettirilirken, diğer yandan sermayedarlar kârlarını katlamaya devam ettiler. Pandemi döneminde paylaşılan veriler dahi bu gerçekliği gözler önüne sermektedir.

DİSK’e bağlı Türkiye Genel Hizmetler İşçileri Sendikası’nın (GENEL-İŞ) Ocak 2021’de yayınladığı rapora göre, salgın döneminde çalışan yoksul sayısı 7,7 milyonu geçerken, en zengin ile en yoksul arasındaki gelir adaletsizliği 2019’da 8,3 kata yükseldi. Diğer yandan, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından açıklanan bilgilere göre de Mart 2020 ile Mart 2021 tarihleri arasında milyoner sayısı yüzde 36’ya yükseldi. Bir yandan servet çoğaldı, diğer yandan ise servet ile sefalet arasındaki uçurum…

AKP-MHP rejimi, pandemi dönemi boyunca din istismarında da hız kesmedi. Toplumu daha itaatkar ve sorgulamayan bir hale getirmek için yoğun mesai harcadı. Kapitalizm gibi insanlık dışı bir sistemi topluma “kader” olarak benimsetebilmek için, başta şefleri olmak üzere tüm saray dalkavukları, bu dönemde akıl almaz açıklamalarda bulundular. Bir yandan din üzerinden toplumda kutuplaştırma tırmandırılırken, diğer yandan ırkçı-şoven histeri tırmandırılarak, özellikle mültecilere yönelik saldırıların önü açıldı. Suriyeli mültecilerin yanı sıra, şimdi de Afgan mültecilere yönelik ırkçı saldırıların tırmanmasının gerisinde, bu bilinçli kışkırtma yatıyor.

Dinci-faşist iktidar can çekişme evresine girdikçe etrafına daha fazla saldırmaktadır. Son dönemde Kürt halkına ve politikacılarına yönelik adeta katliam boyutuna varan saldırılar (HDP binalarına saldırıların gerçekleşmesi, Deniz Poyraz’ın katledilmesi, Konya’da bir Kürt ailesinin katledilmesi vd.) da bu son çırpınışların bir yansımasıdır. HDP İzmir İl Başkanlığı binasında Deniz Poyraz’ı katleden faşiste gözcülük ettiği söylenen Mehmet Laçin’in, devlet tarafından polis koruması altında Ankara’da HDP Genel Merkez binası önünde çadır kurması için getirilmesi ve buna karşı çıkan HDP’li vekillere polislerin saldırması, iktidarın saldırganlıkta gemi azıya aldığının son örneklerinden biridir.

İktidarın ne denli saldırganlaştığı, hakları gasp edilen işçilerin direnişlerine, gençliğin ve kadınların gerçekleştirdiği eylemlere yönelik polis zorbalığında da görülmektedir. Artık ilerici-muhalif gazetecilere dahi hiçbir gösterilmemektedir. Son dönemde gerçekleşen haklı ve meşru eylemlerde, eyleme katılanların yanında gazeteciler de işkenceli saldırıyla gözaltına alınmaktadır. İktidara biat etmeyen gazeteciler son dönemde daha fazla hedef gösterilmekte, sık sık linç kampanyalarına maruz tutulmaktadır.

Dinci-faşist AKP-MHP rejiminin bu denli saldırganlaşmasının gerisinde aynı zamanda büyük bir korku yatmaktadır. Toplum nezdinde meşruiyetini kaybetmiş olması, özellikle sarayın şefi Erdoğan’da, her gerçekleşen kitlesel eyleminin bir Gezi eylemine dönüşebileceği fobisini yaratmaktadır. Fabrikalar önünde süren işçi direnişleri, gençliğin Boğaziçi Direnişi ve son “Barınamayanlar/Yurtsuzlar” hareketi, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine ve bir dizi gerici uygulamanın hayata geçirilmesine karşı kadınların eylemleri, iktidarın tüm baskı ve şiddetine karşı sokakların hiç terk edilmediğinin, terk edilmeyeceğinin göstergeleridir. Toplumsal mücadele dinamiklerinin sokaklardaki ısrarı, toplumun büyük bir kesimi için umut kaynağı olmakta, haliyle AKP-MHP rejiminin ve dalkavuklarının da uykularını kaçırmaktadır.

Zulmünü artırdıkça sonunu da hazırlayan gerici-faşist iktidar, emeğini sömürdüğü, haklarını gasp ettiği işçi sınıfı ve emekçi-ezilen müttefikleri tarafından er ya da geç yıkılacaktır. Baskı ve şiddetin olmadığı, insanın insan tarafından sömürülmediği bir dünya, tam da bu mücadele içinde gerçekliğe dönüşecek olan işçilerin birliği ve halkların kardeşliği ile kurulacaktır.

 

 

 

 

 

Çip krizini işçiler yaratmadı,
bedelini işçiler ödememeli!

 

Mart ayında Japonya’nın Naka şehrindeki Renesas Electronics’in çip fabrikasında bir yangın meydana gelmişti. Söz konusu şirket, Toyota, Nissan, Honda ve diğer birçok otomobil firmasına çip tedarik ediyor. Aradan 6 ay geçmesine rağmen yangının sonuçları hakkında henüz detaylı bir bilgi edinilebilmiş değil. Ancak çip krizi tüm hızıyla devam ediyor. Bazı medya kuruluşları ve otomotiv kapitalistleri çip krizinin yangından ziyade pandemide elektronik eşyalara artan talepten ve çip fabrikalarında yaşanan pandemi duruşlarından kaynaklı yaşandığını iddia ediyorlar. Yanı sıra bu sürecin 2022 yılının ortalarına kadar devam edeceğini dile getiriyorlar.

Sonuç olarak çip krizinden kaynaklı gündemde olan tek şey, otomotiv kapitalistlerinin 2021 yılında kârdan zarar ettikleri, üretilen araçlarda sayıların düştüğüdür. Ancak otomotiv sektöründe çalışan binlerce işçi gündemde değildir. Otomotiv işçisi, tam aksine, çip krizinin sonuçlarını çalışma yaşamında fazlası ile hissediyor ve görüyor.

Toyota, Tesla, Fiat, General Motors, Tofaş EGEA, Renault, Ford, Honda, Mercedes Benz (Daimler) gibi tekeller şimdiye kadar çip krizini doğrudan yaşadılar. Tabii ana otomotiv sanayinin yanında bu firmalara iş yapan yüzlerce yan sanayi fabrikası da çip krizinden payına düşeni alıyor.

Sınıfımız açısından bakılırsa faturanın yine işçiye kesildiği görülecektir. Çip krizinde olan, bir kez daha otomotiv sanayisindeki işçilere oluyor. Art arda yaşanan üretim duruşları, ara vermeler otomotiv işçisini doğrudan etkiliyor. Binlerce işçinin yıllık izinleri zorunlu olarak kullandırılıyor. Vardiya ve üretimde işçi sayısı azaltılıyor. Yıllık izni olmayan işçiler borçlandırılıyor vb. Bunlar şimdiye kadar otomotiv işçinin yaşadığı ilk kayıplar.

Çip krizi göstermiştir ki yaşanan aslında kapitalizmin daha fazla üretim ve daha fazla kâr mantığının bir krizidir. İnsanlığın ihtiyacı için değil, bir avuç kapitalistin daha çok kâr elde etmesi anlayışına dayalı bir sistem döne döne böylesi krizler üretmeye devam edecektir. Bugün bunun adı “çip krizi” olur, yarın başka bir kriz çıkar. Ancak bu krizlerden sınıfımız adına kayıplar yaşamadan çıkmak, haklarımıza sıkı sıkıya sarılmaktan geçer.

Bunun başarılabilmesi için de örgütlü bir işçi sınıfı şarttır. Çip krizinin yatacağı yeni yıkım ve hak gasplarına karşı şimdiden hazırlanmak gerekmektedir.

B. Ufuk