İçindekiler:

1 Ağustos 2021
Sayı: KB 2021/Özel-27

Faşizme ve ırkçılığa karşı omuz omuza!
Seçim hesapları ve Kürt sorunu
Covid-19 salgınında vahşi sömürü...
Yaşam alanlarımız için mücadeleye!
AKP iktidarının “küresel ısınma” bahanesi
İnternet yayıncılığı rejimin hedefinde
“Sağlıkta daha çok sorun yaşanacak”
Yasalar ve sınıf mücadelesi
Sinbo direnişçisinin Ankara yürüyüşü...
İstanbul Sözleşmesi ve mücadele
Boğaziçi Direnişi sürüyor...
Marx ve Engels’ten "Genelge Mektup"... Burjuva sosyalizmi üzerine
Alman devleti anti-komünizmi tırmandırıyor
Brauns: Almanya'nın antikomünizmi...
Cenevre Mülteci Sözleşmesi’nin 70. yılı
Emperyalistlerin harap ettiği Afganistan
Kapitalizm, iklim krizi ve “doğal afetler”
Dünyayı insanlığa dar edenler...
“Örgütlülük sadece müzisyenler için değil”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Marx ve Engels’ten A. Bebel, W. Liebknecht, W. Bracke ve ötekilere...

Burjuva sosyalizmi üzerine

 

(“Genelge Mektup”)

(Parça)

 

Genelge Mektup hakkında

Mektup 17-18 Eylül 1879’da yazıldı ve August Bebel’in adına gönderildi; ama bir parti belgesi biçimindeydi ve Alman Sosyal-Demokratik Partinin bütün önderliğine sesleniyordu. Elinizdeki cilt bu mektubun üçüncü, 1879’da Jahrbuch für Sozialwissenschaft und Sozialpolitik’te açıkça oportünizm va’zetmiş olan partinin sağ-kanat önderleri Höchberg, Bernstein ve Schramm’ın teslimiyetçi niteliğini açığa vuran parçasını içermektedir.

Marx ve Engels, mektupta, bu oportünizmin sınıfsal, politik ve ideolojik köklerini gösterdiler ve sosyal-demokratik önderler adına onun uzlaştırmacı tutumuna karşı protestolarını yükselttiler. Almanya’da sosyalistlere-karşı yasanın yürürlüğe girmesinden sonra partideki oportünist duraksamaları sertçe eleştirdiler. Marx ve Engels proleter partinin sınıf karakterini savundular ve partinin ve parti organlarının oportünist öğelerce etkilenmemesi gerektiğinde direndiler. Bu eleştiri, sosyalistlere-karşı yasa döneminde, parti her türlü zulme uğrarken, Alman sosyal-demokratik önderlere partideki durumu geliştirmede, partinin saflarını sağlamlaştırmada, örgütü yeniden kurmada ve legal ve illegal etkinlik biçimleriyle yığınlar için doğru yolu bulmada yardım etti. (Seçme Eserler yayıncısının notu)

 

III. Üç Zürihlinin Manifestosu

Bu arada Höchberg’in, kendisinin de bana söylediği gibi, tamamen Zürih Komisyonunun üç üyesi [Höchberg, Bernstein ve Schramm] tarafından yazılmış olan “Geçmişte Almanya’da Sosyalist Hareket” adlı bir makaleyi içeren Höchberg’in Jahrbuch’u (1) bize ulaştı. Burda hareketin bugüne kadar varan güvenilir eleştirileri ve onunla birlikte yeni organın (2) çizgisi için, bu onlara bağlı olduğuna göre, güvenilir programlarıyla karşı karşıyayız.

Hemen başında şunları okuyoruz:

“Lasalle’ın fazlasıyla siyasal olarak gördüğü, yalnızca işçileri değil, bütün namuslu demokratları, bilimin bağımsız temsilcilerini ve gerçek insanlık aşkı ile dolu bütün insanları harekete geçireceği başlık altında toparladığı hareket, Johann Baptist Schweitzer’in başkanlığında sanayi işçilerinin kendi çıkarları doğrultusundaki tek-yanlı bir savaşıma indirgenmişti.

Bunun tarihsel olarak doğru olup olmadığı ya da ne ölçüde doğru olduğunun üzerinde durmayacağım. Burda Schweitzer’e karşı yöneltilen bu özel suçlama, burada, burjuva demokratik insanseverlik hareketi olarak alınan lasalcılığı, sanayi işçilerinin burjuvaziye karşı bir sınıf savaşımı olarak niteliğini derinleştirerek, sanayi işçilerinin çıkarları doğrultusundaki tek-yanlı savaşıma indirgemiş olmasıdır. Üstelik “burjuva demokrasisini yadsımış” olmakla da suçlanmaktadır. Sosyal-demokrat partinin içerisinde burjuva demokrasisinin işi ne? Eğer “namuslu insanlardan” oluşuyorsa, bunu kimse kabul etmek istemez, ve eğer gene de kabul edilmesi isteniyorsa, bu, yalnızca bir patırtı çıkarmak için olabilir.

Lasalcı parti, “kendini, işçilerin bir partisi olarak en tek-yanlı bir yoldan yönetme yolunu seçiyor”. Bunu yazan bayların kendileri de işçilerin bir partisi olarak en tek-yanlı bir yoldan kendini yöneten bir partinin üyeleridirler, şu anda, bu parti içinde görev ve sorumluluk mevkiindedirler. Burda kesin bir uyuşmazlık var. Eğer yazdıkları amaçlarını ifade ediyorsa, partiyi terketmeleri gerekir, ya da en azından görev ve sorumlu mevkilerinden çekilmeleri gerekir. Eğer öyle yapmıyorlarsa, partinin proleter niteliğine karşı savaşım vermek için resmi konumlarını kullanmak istediklerini kabul etmiş oluyorlar. Demek oluyor ki, eğer parti, bunları görev ve sorumluluk mevkiinde bırakırsa, kendine ihanet etmiş olacaktır.

Bu bayların düşüncelerine göre, bu durumda sosyal-demokrat parti tek-yanlı bir işçi partisi değil, “gerçek insanlık aşkı ile dolu bütün insanların” çok yanlı bir partisi olmalıdır. Her şeyden önce, bunu, o bayağı proleter tutkusunu bir yana bırakarak ve “güzel zevkleri işlemek” ve “iyi huyları edinmek için” eğitilmiş, insansever burjuvazinin önderliği altına girerek kanıtlamalıdır. Böylece, bazı liderlerin “çirkin tutumu”, baştan sona saygıdeğer bir “burjuva tutumuna” yerini bırakacaktır. (Sanki burada sözü edilenlerin dışavurmuş çirkin görünüşleri ile hiç de suçlanamazlarmış gibi!) O zaman da “eğitilmiş ve mülk sahibi sınıf çevrelerinden pek çok yandaş boygösterecektir. Ama bunlar, yürütülen ajitasyon elle tutulur başarılara ulaşacaksa, … önce kazanılmalıdır.” Alman sosyalizmi “yığınları kazanmaya çok fazla önem verdi ve böyle yaparak da toplumun üst katmanları denenler arasında canlı (!) propagandayı boşladı.” Çünkü “parti, hala, onu Reichstag’da temsil etmeye yakışır insanlardan yoksundur.” Bununla birlikte “kendilerini gerekli bilgi ile enine boyuna donatmak için zaman ve fırsat bulmuş olan insanlara vekalet vermeleri istenilebilir ve gerekli bir şeydir. Basit işçi ve küçük elzanaatçı ustası … bu iş için gereken boş zamana ancak pek seyrek olarak ve olağan-dışı durumlarda sahiptir.”

Öyleyse burjuvaları seçin!

Kısacası, işçi sınıfı kendi başına kendi kurtuluşunu sağlayamaz. Bu amaç için, işçilere neyin yararlı olduğunu tanıyıp öğrenmek “zamanına ve fırsatına” tek başına sahip olan “eğitilmiş ve mülk sahibi” burjuvazinin liderliği altına girmesi gerekir. İkinci olarak da, kendine karşı savaşılacak olan hiçbir şekilde burjuvazi değildir, tersine- canlı propaganda ile kazanılması gerekendir.

Ama toplumun üst katmanları ya da onun iyi niyetli unsurları kazanılmak isteniyorsa, bunlar hiçbir şekilde korkutulmamalıdır. Ve işte üç Zürihli güvenli bir keşifte bulunduklarını sanıyorlar:

“Tam da şu sırada, sosyalistlere-karşı yasanın baskısı altında, parti, şiddete dayanan kanlı devrim yolunu izlemek eğiliminde olmadığı, legalite yolunu, yani reform yolunu izlemekte … kararlı olduğunu göstermektedir.”

Böylece, eğer 500.000-600.000 sosyal-demokrat seçmen -toplam seçmenin onda-biri ile sekizde-biri arasında ve ayrıca da ülkenin her tarafına dağılmış halde- kafalarını duvara çarpmamak ve ona-karşı-birin “kanlı ihtilali” girişimine kalkışmamak idrakine sahipseler, bu, bazı son derece büyük dış olaylardan, bu olaylardan doğacak olan beklenmedik devrimci kalkışımlardan ya da hatta onlardan doğan bir çatışmada halkın kazanacağı bir zaferden yararlanmayı sonsuza dek reddettiklerini kanıtlamaktadır. Eğer Berlin bir kez daha bir başka 18 Martı (3) yaşayacak kadar eğitilmemiş olursa, sosyal-demokratlar, “barikat çılgınlığı içinde ayaktakımı” olarak kavgada yerini almak yerine, “legalitenin yoluna düşmeli”, çalı-çırpıyı ayıklayıp, barikatları temizlemeli ve eğer gerekiyorsa, tek-yanlı, kaba, eğitilmemiş yığınlara karşı şanlı ordu ile birlikte yürümelidir. Ya da eğer bu baylar bunları söylemek istemediklerini ileri sürüyorlarsa, o zaman ne demek istemişlerdi?

Ama ardından daha da iyisi geliyor.

“Demek oluyor ki, mevcut koşulları eleştirisinde ve bu koşulları değiştirmek konusundaki önerilerinde (parti) ne denli ağırbaşlı, nesnel ve ihtiyatlı olursa, bilinçli gericilerin kızıl hayalet ile burjuvaziyi korkuttuğu bugünkü (sosyalistlere-karşı yasanın getirildiği sırada) hareketi yinelemek o denli daha az olanaklı olacaktır.”

Burjuvazideki kuşkunun en son izini silip atmak için, kızıl hayaletin gerçekten yalnızca bir hayalet olduğu, var olmadığı, açık-seçik ve inandırıcı bir biçimde ona kanıtlanmalıdır. Ama kızıl hayalet gizemi eğer burjuvazinin kendisi ile proletarya arasındaki kaçınılmaz ölüm-kalım savaşının dehşeti değilse, başka nedir ki? Modern sınıf savaşımının kaçınılmaz sonucunun dehşeti değil mi? Sınıf savaşımını kaldırın, o zaman, burjuvazi ve “bütün bağımsız insanlar, proletarya ile elele gitmekten korkmayacaklardır”! Ve aldatılmış olacak olanlar da yalnızca proleterlerdir.

Öyleyse parti, saygılı ve yumuşakbaşlı tutumu ile, sosyalistlere-karşı yasanın yolaçtığı “uygunsuzlukları ve aşırılıkları”, bir daha dönmemek üzere terkettiğini kanıtlasın. Eğer kendi isteği ile yalnızca bu yasanın sınırları içerisinde hareket etme niyetinde olduğunu vaadederse, Bismarck ve burjuvazi, hiç kuşku duyulmasın ki, artık bir işe yaramayacağına göre, bu yasayı kaldırma inceliğini göstereceklerdir!

“Kimse bizi yanlış anlamasın”; biz “partimizden ve programımızdan vazgeçmek” istemiyoruz, “önümüzdeki yıllar içinde, eğer tüm gücümüzü ve enerjimizi, düşünülebilecek olan çok daha uzak vadeli istemlerin gerçekleştirilmesinden önce mutlaka başarılması gereken belli ivedi amaçlara ulaşmak üzerinde yoğunlaştıracak olursak, çok şeyler yapacağımızı düşünmek” istiyoruz.

İşte o zaman, o burjuvazi, küçük-burjuvazi ve “uzak vadeli istemlerimiz yüzünden … şimdi korkarak kaçan” işçiler, bize yığınlar halinde katılacaklar.

Programdan vazgeçilmeyecek ama yalnızca -belirsiz bir dönem için- ertelenecektir. İnsan bunu, gerçekten kendisi için, kendi yaşamı boyunca da değil, ölümünden sonra da, kuşaktan kuşağa çocuklarına, torunlarına aktarılacak bir şey olarak kabul ediyor. Bu sırada insan kendi “tüm gücünü ve enerjisini”, her türlü küçük süprüntülere ve en azından burjuvaziyi ürkütmeden bir şeyler olduğu görünümünü yaratmak için kapitalist toplum düzeninin orasını burasını yamamaya harcamış oluyor. Burda, olanca gücüyle düzenbazlık yaparak, bütün içtenliğiyle 1873 iflasına katkıda bulunarak ve böylece gerçekten de mevcut düzenin yıkılması yolunda bir şeyler yaparak, gelecekteki birkaç yüz yıl içerisinde kapitalist toplumun kaçınılmaz yıkılışına olan sarsılmaz inancını kanıtlayan “Komünist” Miquel’i gerçekten de övmem gerekir.

Bir başka kabahat da, olsa olsa “zamanlarının çocukları olmaktan başka bir şey olmayan kurucu gruba karşı abartılmış saldırılardı”; o nedenle “Strousberg ve benzeri kimseleri kötülemekten … kaçınmak çok daha iyi olurdu.” Ne yazık ki, herkes, “kendi zamanının çocuklarından” başka bir şey değildir ve eğer bu yeterli bir mazeret ise, artık hiç kimseye saldırılmaması gerekirdi, bütün tartışmalar, bütün çatışmalarımız dursun, karşıtlarımızın bize salladıkları tekmeleri sessizce karşılayalım, çünkü o pek akıllı bizler, bu karşıtların “kendi zamanlarının çocukları olmaktan başka bir şey olmadıklarını” ve başka türlü de davranamayacaklarını biliyoruz. Tekmelerini faizi ile birlikte geri ödemek yerine, bu bahtsızlıklara acımalıyız.

O zaman gene Komünün desteği dezavantaja sahipti, ama şöyle ki, “başka türlü bize oldukça eğilim duyan insanlar soğutulmuş ve genel olarak bize karşı burjuvazinin nefreti artırılmıştı”. Üstelik parti, “Ekim Yasasının (4) geçirilmesinde tümüyle de suçsuz değildir, çünkü gereksiz yere burjuvazinin nefretini artırmış bulunuyordu”.

İşte üç Zürih sansürcüsünün programı böyle. Açıklık konusunda geriye hiçbir kuşku bırakmıyor. Hele de 1848 günlerindeki bu tür lafebeliklerini tümüyle pek iyi bilen bizler için. Burada kendilerini ele veren, proletaryanın devrimci konumunun baskısıyla “çok ileri gidebileceği” kuşkusuyla dolu küçük-burjuvazinin temsilcileridir. Kararlı siyasal muhalefet yerine genel arabuluculuk; hükümete ve burjuvaziye karşı savaşım yerine onları kazanmaya ve inandırmaya çabalamak; yukardan gelen kötü muamelelere karşı yiğitçe direnmek yerine uysalca boyuneğme ve cezanın hakedildiğini itiraf etmek. Tarihsel olarak zorunlu çatışmaların tümü yanlış olarak yorumlanmakta ve bütün tartışmalar, eninde sonunda, esas noktada anlaşmış olduğumuz yolundaki güvenceyle son bulmaktadır.

1848’de burjuva demokratları olarak ortaya çıkan kimseler, şimdi pekâlâ kendilerini sosyal-demokrat olarak adlandırabiliyorlar. Birinciler için demokratik cumhuriyet ne kadar ulaşılmaz bir uzaklıkta ise, ikinciler için de kapitalist düzenin alaşağı edilmesi o kadar uzaktadır ve bu nedenle bugünün politikasında kesenkes bir önem taşımaz; insan arabuluculuk edebilir, uzlaşabilir ve başkasının gönlünce iyilikseverlik edebilir. Proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf savaşımı, tıpkı bunun gibidir. Sınıf savaşımı kağıt üzerinde kabul ediliyor, çünkü bunun varlığı artık yadsınamıyor, ama pratikte örtbas ediliyor, sulandırılıyor, daraltılıyor. Sosyal-demokrat parti işçilerin partisi olmamalı, burjuvazinin ya da bir başkasının nefretini üzerine çekmemelidir; her şeyden önce burjuvazi arasında çok canlı bir propaganda yürütmelidir; burjuvaziyi ürkütecek ve her şeyden önce bizim kuşağın erişemeyeceği uzun vadeli amaçlara ağırlık vereceğine, bütün gücünü ve enerjisini, toplumun eski düzenini yeni payandalarla destekleyerek, belki de kesin bir yıkımı, giderek, azar azar ve olabildiğince barışçıl bir çözülme süreciyle dönüştürebilecek şu küçük-burjuva reform yamalarına vermelidir.

Bunlar, yalnızca bir şey yapmamakla kalmayıp, gevezelik dışında görünüşte her şeyi önlemeye çalışan bitmez tükenmez faaliyetlere girişmiş aynı kimselerdir; 1848 ve 1849’da her türlü eylem korkusuyla hareketi her adımında köstekleyen ve sonunda yıkılmasına yolaçan aynı kimselerdir; tepkiyi asla görmeyen ve sonunda kendilerini direnmenin de, kaçmanın da olanaksız olduğu bir çıkmazın sonunda bulmaktan ötürü şaşıran aynı kimselerdir; tarihi kendi çok darkafalı ufuklarına hapsetmek isteyen ve tarihin kafalarını her zaman aşarak gündeme geldiği aynı kimselerdir.

Sosyalist inançlarına gelince, bu, Manifesto’da “Alman Sosyalizmi ya da ‘Hakiki’ Sosyalizm” bölümünde yeterince eleştirilmiş bulunuyor. Sınıf savaşımının istenmeyen, “kaba” bir görüngü olarak bir yana itildiği yerde, sosyalizmin temeli olarak, “gerçek insanlık aşkı” ve “adalet” konusunda boş lafebeliğinden başka geriye bir şey kalmaz.

Bugüne dek egemen sınıflardan gelen insanların da militan proletaryaya katılmaları ve onları eğitsel unsurlarla beslemeleri gerektiği, gelişmenin izlediği yolda kök salmış, kaçınılmaz bir olgudur. Biz bunu apaçık olarak Manifesto’da koyduk. Ama bunda iki noktayı belirtmek gerekir:

Birincisi, proletarya hareketi için yararlı olabilmeleri için, bu insanların, gerçekten eğitsel olan unsurları harekete katmaları gerekir. Ama Alman burjuva döneklerinin büyük çoğunluğu için bu sözkonusu değildir. Ne Zukunft ne de Neue Gesellschaft (5) hareketi bir adım ileri götürebilecek en ufak bir katkıda bulunmuşlardır. İster pratik nitelikte olsun, ister teorik nitelikte, gerçek eğitsel malzeme yönünde burada mutlak bir boşluk vardır. Onun yerine, bu bayların üniversiteden ya da şurdan burdan birlikte getirdikleri ve Alman felsefe artıklarının bugün geçirmekte olduğu ayrışma süreci nedeniyle, biri ötekinden daha anlaşılmaz olan son derece değişik teorik görüş açılarını yetkinleşmiş sosyalist düşüncelerle zorlama yollarla bağdaştırmaya çalışma girişimleri vardır. İşe yeni bilimi enine boyuna incelemekle başlayacakları yerde, bunların herbiri, daha önce birlikte getirdiği görüşlerine uydurma yolunu yeğlediler, hemen kendi özel bilimi haline getirdiler ve bunu öğretmek isteğinde oldukları görüntüsüyle öne fırladılar. Böylece bu tabaka arasında kaç kafa varsa, o kadar da görüş vardır, tek bir duruma açık-seçiklik getireceklerine, yalnızca kafa karışıklığı -çok şükür ki hemen hemen yalnızca kendi aralarında- yarattılar. Öğrenmemiş olduklarını öğretmeyi birinci ilke olarak benimseyen öğretici unsurlara, parti, pekâlâ yolverebilir.

İkincisi, eğer öteki sınıflardan bu türden kimseler proletarya hareketine katılırlarsa, ilk koşul, bunların kendileriyle birlikte herhangi bir burjuva, küçük-burjuva vb. önyargılarının kalıntılarını getirmemeleri, tersine proletarya görüşünü bütün kalpleriyle benimsemeleridir. Ama bu beyler, kanıtlandığı gibi, burjuva ve küçük-burjuva düşünceleriyle dopdoludur. Almanya gibi bir küçük-burjuva ülkesinde bu düşüncelerin, kuşkusuz haklı nedenleri vardır. Ama yalnızca Sosyal-Demokrat İşçi Partisi dışında. Eğer bu beyler bir küçük-burjuva sosyal-demokrat parti içerisinde birleşeceklerse, bunu yapmakta yerden göğe hakları var; o zaman insan onlarla oturur, koşullara göre bir birlik oluşturma konusunu, vb. konuşabilir. Ama bir işçi partisi içerisinde bunlar, bozucu unsurlardır. Bunları hoşgörmek için nedenler varsa, şimdilik onları yalnızca hoşgörmek, parti liderliğini etki altına almalarına izin vermemek ve bunlarla ipleri koparmamanın yalnızca bir zaman sorunu olduğunun bilincinde olmak bizim görevimizdir. Üstelik bu zaman da gelmiş görünüyor. Parti, bu makalenin yazarlarının, artık kendi içinde kalmasını nasıl hoşgörebiliyor, bizce pek anlaşılır bir şey değildir. Ama parti liderliği bu tür kimselerin şu ya da bu ölçüde ellerine de düşmüş olsaydı, parti düpedüz iğdiş edilmiş olur ve proleter kıvılcımı sönerdi.

Biz kendi payımıza, bütün geçmişimiz yönünden önümüzde tek bir yol görüyoruz. Nerdeyse kırk yıldır, sınıf savaşımının tarihin doğrudan itici gücü olduğunu, ve özel olarak burjuvazi ile proletarya arasındaki savaşımın modern toplumsal devrimin büyük kaldıracı olduğunu vurguladık; o nedenle, bu sınıf savaşımını hareketten çıkarıp atmak isteyen kimselerle işbirliği yapmak bizim için olanaksızdır. Enternasyonal oluşturulduğunda biz şu savaş narasını açık seçik biçimde formüle etmiştik: İşçi sınıfının kurtuluşu işçi sınıfının kendi işi olmalıdır. Dolayısıyla, işçilerin kendilerini kurtarmak için çok eğitimsiz oldukları ve önce insansever büyük burjuvazi ve küçük-burjuvazi tarafından yukardan özgürlüklerine kavuşturulmaları gerektiğini açıkça öne süren kimselerle işbirliği yapamayız. Eğer yeni parti organı, bu bayların görüşlerine uygun düşen bir yol, burjuva olan, proleter olmayan bir yol benimsiyorlarsa, o zaman bizim için, üzülerek de olsa, buna karşı olduğumuzu kamuoyu önünde açıklamaktan, şimdiye dek yurtdışında temsil etmiş olduğumuz Alman Partisi ile olan bağlarımızı kesmekten başka yapacak bir şey kalmıyor. Ama işlerin buraya vardırılmayacağını umalım. …

 

Marx ve Engels tarafından
17-18 Eylül 1879’da yazılmıştır.

 

(Engels tarafından kaleme alındığı bilinen metnin buradaki başlığını içeriğini gözeterek biz koyduk.- KB)

 

İlk kez, 15 Haziran 1891’de

Die Kommunistische Internationale,

XIII. Jahrg., Heft 23’te yayımlanmıştır

(Marx- Engels, Seçme Yapıtlar,
Cilt 3, Sol Yayınları, s.106-114)

 

(1) Gönderme, Karl Höchberg’in (Ludwig Richter takma adıyla) 1879-81 Zürich’te çıkardığı Jahrbuch für Sozialwissenschaft und Sozialpolitik (“Toplumsal Bilim ve Toplumsal Politika İçin Yıllık”) adlı toplumsal-reformcu dergiyedir; üç sayı çıktı.

(2) Gönderme, Zürih’te kurulması planlanmış bir parti organınadır.

(3) Gönderme, 18 Mart’ta Berlin’deki barikatlarda yapılan dövüşedir; bu, Almanya’da 1848- Devriminin başlangıcını damgaladı.

(4) Gönderme, Alman Reichstag’ında 1878 Ekim’inde kabul edilen sosyalistlere-karşı yasayadır.

(5) Die Zukunft (Gelecek)- Karl Höchberg’in Berlin’de, Ekim 1877’den Kasım 1878’e kadar çıkardığı toplumsal-reformcu dergidir. Marx ve Engels, Sosyal-Demokratik Partiyi reformcu bir yola yöneltme çabaları yüzünden dergiyi sertçe eleştirdiler.

Die Neue Gesellschaft (Yeni Toplum)- Zürih’te 1877 ve 1880’de çıkmış toplumsal-devrimci dergi.

 

 

 

 

 

Friedrich Engels anmasına çağrı

 

İlki 2015’te, Wuppertal’de genç komünistlerin inisiyatifiyle düzenlenen ve çeşitli örgütlerin katılımıyla gelenekselleşen Friedrich Engels’i anma etkinlik ve yürüyüşünün bu yıl altıncısı yapılacak. Son yıllarda olduğu gibi bu yılki etkinlik de Engels İttifakı (BİR-KAR, DKP, MLPD, ATİF, Trotz Alledem, Linkes Forum, Kommunistischer Aufbau, Rebel, Revolutionärer Jugendbund, SDAJ) tarafından düzenliyor.

Friedrich Engels 5 Ağustos 1895’te hayata gözlerini yumduğunda, geride, yoldaşı Karl Marx’la birlikte yarattıkları ölümsüz bir eser bırakmıştı. Kendisiyle birlikte tüm ezilenlerin kurtuluşunu sağlayacak olan işçi sınıfının mücadelesine kılavuzluk eden bilimsel sosyalizm, birbirine etle tırnak gibi kaynaşmış bu iki devin ellerinde yoğruldu. Eserin inşasına ilk gençlik yıllarından itibaren başladılar ve bu çabayı son nefeslerine dek sürdürdüler. Tüm ömürleri devrimci savaşım içinde geçti. İşçi sınıfına felsefi-teorik silahların yanı sıra hala da güncel taktik yöntemler ve ilk proleter devrimci örgütleri kazandırdılar. Yaşadıkları dönemin hemen tüm devrimci savaşımlarının en ön saflarında yer aldılar. Engels’in, yoldaşı Marx’ın mezarı başında ona ithafen işaret ettiği gerçek her ikisi için de geçerliydi: Marx ve Engels her şeyden önce devrimciydiler.

Yaktıkları meşale 170 yılı aşkın bir zaman boyunca tüm dünyayı boydan boya dolaştı. Paris Komünü’nden Büyük Ekim Devrimi’ne, Çin’den Vietnam ve Küba’ya milyonlarca işçi ve emekçinin yolunu aydınlattı. Komünizm ideali, Marx ve Engels’in bu büyük eseri dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin, ezilen halkların yegane kurtuluş umudu oldu. Sosyalist inşa deneyimlerinin başarısızlığı üzerinden gözden düşürülmeye çalışılsa da o her seferinde dünya burjuvazisinin karşısına dikilmeyi, sömürücü egemenlerin kabusu olmayı, tüm dünyadaki işçi sınıfı ve emekçi kitlelere ise umut aşılamayı sürdürdü, sürdürüyor.

Emperyalist kapitalizmin her bakımdan çıkmaza saplandığı, kendisiyle birlikte doğayı, uygarlığı ve insanlığı yok oluşa sürüklediği bir dönemde, Engels ve Marx’ın ölümsüz eseri tüm görkemiyle işçi sınıfının önünde duruyor. Kapitalist bunalımın faturalarının döne döne işçi ve emekçilere ödettirilmesi, kızışan emperyalist hegemonya kavgasının ürünü kronik bölgesel savaşlar, on milyonlarca insanın mülteciliğe itilmesi, yüzmilyonlarca insanın mahkum edildiği sefalet ve açlık, ekolojik dengenin ve iklimin altüst edilmesi ve daha nice sorun karşısında işçi sınıfı, emekçiler, ezilen halklar, kadınlar ve gençler çaresiz değil. “Doğal afet” denilerek gerçek failin gizlendiği felaketlerin, kapitalist devletlerin zavallılığını gözler önüne seren pandemi gibi musibetlerin kaynağı olan emperyalist kapitalist sistemin yegane alternatifi sosyalizmdir. İnsanın insan tarafından sömürülmediği, tüm kaynakların ve tekniğin toplumsal çıkarların hizmetinde olduğu, doğal çevreyi korumayı ve doğayla uyumlu yaşamı esas alan biricik toplumsal düzen, sosyalizmle erişilecek komünizmdir.

Marx’la birlikte Engels, işte bu düşün gerçek kılınmasının bilimsel yol, yöntem ve kaynaklarını oluşturdu. Dünyaya veda edişinin 126. yıldönümünde Engels’i anmak, onların bıraktığı ebedi meşalenin hep yüksekte tutulacağının bir ifadesidir. Devrim ve sosyalizm çağrısını ısrarla işçi ve emekçilere taşıyacağımızın ahdidir. İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu olarak, ölüm yıldönümünde büyük ustayı anmak için bu bilinçle 7 Ağustos 2021 Cumartesi günü, Wuppertal-Oberbarmen’de olacağız. “Başka bir dünya”nın özlemini çeken tüm emekçileri, Engels İttifakı’nın düzenlediği anma etkinliği ve yürüyüşüne katılmaya çağırıyoruz.

BİR-KAR