İçindekiler:

1 Ağustos 2021
Sayı: KB 2021/Özel-27

Faşizme ve ırkçılığa karşı omuz omuza!
Seçim hesapları ve Kürt sorunu
Covid-19 salgınında vahşi sömürü...
Yaşam alanlarımız için mücadeleye!
AKP iktidarının “küresel ısınma” bahanesi
İnternet yayıncılığı rejimin hedefinde
“Sağlıkta daha çok sorun yaşanacak”
Yasalar ve sınıf mücadelesi
Sinbo direnişçisinin Ankara yürüyüşü...
İstanbul Sözleşmesi ve mücadele
Boğaziçi Direnişi sürüyor...
Marx ve Engels’ten "Genelge Mektup"... Burjuva sosyalizmi üzerine
Alman devleti anti-komünizmi tırmandırıyor
Brauns: Almanya'nın antikomünizmi...
Cenevre Mülteci Sözleşmesi’nin 70. yılı
Emperyalistlerin harap ettiği Afganistan
Kapitalizm, iklim krizi ve “doğal afetler”
Dünyayı insanlığa dar edenler...
“Örgütlülük sadece müzisyenler için değil”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

AKP iktidarının “küresel ısınma” bahanesi

 

İnsanlık küresel ısınmanın sonuçları ile her geçen gün daha da yakıcı bir biçimde karşı karşıya kalıyor. Dünya genelinde yaygınlaşan kuraklığın yanı sıra sık sık yaşanan sel ve yangın felaketleri küresel ısınmanın sonuçları olarak değerlendiriliyor. Türkiye de elbette bu zincirin dışında değil. Bir yandan kuraklık diğer yandan sel felaketleri haberleri olağanlaştı. Ne var ki küresel ısınma, AKP-MHP iktidarı için sorumluluktan kaçmanın bir bahanesi oldu. Yaşanan tüm olumsuzlukların ana kaynağı olarak küresel ısınmayı göstermek iktidarın alışkanlığına dönüşmeye başladı. Doğayı tahrip eden projeleri, yandaşların doğa talanını aklamak için bile küresel ısınma bahanesi kullanılıyor.

Günah keçisi, küresel ısınma ve iklim değişikliği

Marmara denizinde musilaj görülmesinin ardından, geçtiğimiz günlerde Tuz Gölü’nde de flamingo katliamı gündeme geldi. Karadeniz bölgesinde tekrar sel vakaları yaşandı. Son olarak orman yangınlarıyla sarsıldı ülke. Bu gelişmeler iklim sorununu yeniden tartışmaya açtı.

Birinci derece Sit alanı, sulak alan ve hatta UNESCO’nun Dünya Miras Alanları Geçici Listesi’nde yer alan Tuz Gölü’nde flamingoların yavruları ile birlikte susuzluktan ölmesi gözleri ilgili bakanlıklara çevirdi. Ancak açıklamalarda, soruşturma açıldığı, flamingoların ölümlerinin araştırıldığı gibi beylik ifadelerin ötesine geçilmedi. AKP’li Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, konuya dair yaptığı açıklamada bol keseden atıp tuttu. Tuz Gölü’nü koruma alanı ilan ettiklerini, “her türlü tedbiri” alarak Tuz Gölü’ndeki doğal yaşamı koruduklarını iddia ettikten sonra, “İklimin değiştiğini her ortamda dile getiriyoruz. İklim değişikliği Orta Anadolu Bölgesinde su kaynaklarının azalması gibi problemleri beraberinde getiriyor. İklim Değişikliği etkilerini aza indirmek adına adımlar atıyoruz. Artık bazı olaylar sadece kendisini ilgilendirmiyor, birçok etkenle birlikte şehre bitki türüne zarar verebiliyor. Bunları korumak adına iklim değişikliğiyle mücadelemizi topyekûn sürdürmek zorundayız” dedi.

Fakat Çevre Mühendisleri Odası Başkanı’nın ve kitle örgütlerinin yaptıkları açıklamalar Bakan Kurum’u yalanlıyor. Söz konusu açıklamalarda flamingo ölümlerinin nedeninin iktidarın yanlış politikaları olduğuna, denetim ve planlamalarda sermayenin ihtiyaçlarının ön plana alındığına işaret ediliyor. Tuz Gölü’nün onu besleyen kanaların önünün “vahşi tarımsal sulama” amacıyla kapatılması sonucu kuruduğu bir gerçek. Bu gerçek karşısında AKP iktidarı bir kez daha üç maymunu oynayarak, rantı doğanın önünde tutmayı sürdürüyor.

AKP sözcülerine göre Karadeniz’de yaşanan sel vakalarının günah keçisi de yine “iklim değişikliği” oldu. Onlarca kişinin hayatını kaybettiği, evlerin sular altında kaldığı sel felaketlerinde ezberden ve şovlar eşliğinde atılan nutuklarda, “yaraların en kısa sürede sarılacağı”, “tüm millete baş sağlığı dilendiği” söylendi. Fakat Rize’ye üç ayrı bakanın üç ayrı uçakla gitmesi AKP iktidarının yaraların sarılmasıyla milletin derdiyle bir ilgisinin kalmadığını yeniden gösterdi. Kamu kaynaklarını talan eden, doğal kaynakları sermayeye peşkeş çeken AKP iktidarı, derelere kurulan HES’ler, maden ocakları için katledilen ormanlar, oy avcılığı ve yandaş sermayeyi palazlandırmak uğruna yapılan köprüler ve yollar ile doğanın düzenini bozduğunu kabul etmeye yanaşmıyor. Bu “sel felaketinin”, bilim insanlarının yaptıkları açıklamalara ve uyarılara kulakların tıkanmasının, “HES istemiyoruz”, “maden ocağı istemiyoruz” diyen bölge halkının coplanıp yerlerde sürüklenmesinin bir sonucu olduğunu kabul etmiyor. “Küresel ısınmanın sonuçları” açıklamasına tüm “kaderci” yalanları ile dört elle sarılıyor. Öyle ki, üç koldan uçaklarla vardıkları Rize’de tek yaptıkları, timsah gözyaşları eşliğinde Karadeniz bölgesinin iklimini suçlamak oluyor.

Velev ki öyle…

AKP iktidarının ikiyüzlülüğü ve samimiyetsizliği küresel ısınma ve iklim değişikliği konularında her geçen gün ortaya seriliyor. AKP hükümetinin tüm sorumluluğu üzerinden atarak, doğayı rant ve talana açmasının sonuçlarını hasır altı etmek adına günah keçisi ilan ettiği küresel ısınmaya karşı neler yaptığı da muamma. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Temmuz 2011’de son hali verilerek paylaşılan İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı’nın (2011-2023) icraatları pek iç açıcı değil. Zira 8 sene önce tamamlanması ve sonuç alınması gereken maddeler dahi hala rafa kaldırılmış dosyalar olarak Bakanlığın arşivlerinde bekliyor. Mevcut politikaların devamı niteliğinde herhangi bir yenilik getirmeyen ve her seferinde ertelenen planlar yeni şaşalı adlar ile ısıtılarak gündeme getiriliyor. Örneğin 16 Temmuz tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan “Yeşil Mutabakat Genelgesi” 9 bakanlık ile özel işletmelerin birlikte düzenlediği bolca laf salatası arasında ne doğanın korunması ne de STK ile varılan ortak bir kararın ürünü. Tek işlevi “Doğa, çevre ve iklim değişikliği konusunda biz de bir şeyler yapıyoruz” algısı yaratmak olan bu ve benzeri yasalar, genelgeler, projeler, kağıt üzerinde iş gören ama asıl faaliyetin kapalı kapılar arkasında rant ve talan üzerine kurulu olduğu AKP hükümeti için dosta düşmana gösterilecek can simitleridir yalnızca.

Uluslararası anlaşmalara imza atmakta zorlanan AKP iktidarı, imzaladığı sözleşmelerin sorumluklarından kaçınmaya da devam ediyor. Paris İklim Antlaşması’nı imzalamayan tek G20 ülkesi durumdaki Türkiye, Kyoto Protokolü’ne 2009 yılında imza atmıştı. Ancak sera gazı emisyonlarında herhangi bir azaltma hedefi koymadı ve 2013 Ocak’ında başlayan Kyoto’nun İkinci Yükümlülük Dönemi’nde de herhangi bir sorumluluk üstlenmedi.

Görüldüğü üzere, küresel ısınmaya suç atan AKP iktidarı, hayata geçirdiği talan politikaları ile doğayı yıkıma uğratırken, diğer yandan yapmadığı icraatları, almadığı önlemleri ile de küresel ısınmaya Türkiye coğrafyası üzerinden olumsuz anlamda katkı sunmaya devam ediyor.

Doğayı korumak, yaşamı savunmak için…

Madencilerin göçük altında kalmasına “işin fıtratında var” diyerek açıklama getiren dinci-faşist AKP’den doğa söz konusu oluğunda farklı bir açıklama beklemek ölüden göz yaş beklemekle eşdeğerdir. Gölgesini satamadığı ağacı kesen kapitalist zihniyeti “kaderci, fıtratçı” yalanlarla harmanlayan AKP iktidarı altında sermaye düzeni katliamlar, yıkımlar ve felaketler üretmektedir. Doğayı ve yaşamı korumak ancak bu zihniyete ve felaket üreten sisteme karşı verilecek mücadele ile mümkündür.