İçindekiler:

18 Haziran 2021
Sayı: KB 2021/Özel-23

Faşizme karşı omuz omuza!
HDP binasına saldırı: Deniz Poyraz katledildi!
“Denizler ölmez!”
Katil devlet hesap verecek!
Biden-Erdoğan görüşmesi
AKP iktidarı kandan ve ölümden besleniyor
AKP-MHP rejimi kadına yönelik şiddeti teşvik ediyor
Sinbo’da direniş okulu: “İstanbul Sözleşmesi”
MİB MYK: Harekete geçelim, örgütlenelim!
Burjuva devrimleri, cumhuriyet ve “piyasa” H. Fırat
Küba ambargosu pandemiyle mücadeleyi sekteye uğratıyor
G7: Çin karşıtı ekseni güçlendirme çabası
NATO zirvesi: Rus-Çin düşmanlığı
Savaş ve suç örgütünün zirvesinden yansıyanlar
Putin ve Biden’ın Cenevre zirvesi
Gençliğin tek seçeneği mücadele!...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

G7’den Çin karşıtı ekseni
güçlendirme çabası

 

Görünüşe bakılırsa, batı dünyasının en önemli sanayileşmiş ülkeleri olan G7 ve AB, zirvede “uyumlu” bir tablo sundu ya da böyle olduğu propaganda edildi. Oysa G7 zirvesinin sonuç bildirgesi, birçok noktada kararların muğlak kaldığını ortaya koyuyor. Dolayısıyla Cornwall’daki “güneşli güzel günlerin” ardından hayal kırıklığı başlayabilir, verilen sözler, genelikle olduğu gibi yerine getirilmeyebilir. Zaten birçok vaadin göz boyamaktan ibaret olduğu sır değil.

G7 zirvesinde, iklim değişikliği ve pandemi ile mücadele öne çıkarılsa da gündemin birçok konuyu kapsayan zenginliğe sahip olduğu, daha önemli konuların öne çıktığı, tartışmalar üzerinden de yansıdı. G7 grubu, yüzmilyarlarca dolarlık bir girişim üzerinden Çin’le rekabet etmek istediğini belirtti. Projenin, Çin’in 2013 yılında başlattığı ve yönettiği Avrupa, Afrika, Latin Amerika ve Asya’ya yeni ticaret yolları açtığı “Yeni İpek Yolu” projesine alternatif olması amaçlanıyor. Bu çerçevede, “Daha İyi Bir Dünyayı Yeniden İnşa Et” başlıklı girişim, G7 zirvesinin en temel konuları arasında yer aldı. Bunu tamamlayan diğer konular da düşünüldüğünde, G7 zirvesine ABD Başkanı Joe Biden’ın Çin karşıtı ekseni güçlendirme girişimlerinin damga vurduğu görülüyor.

Biden: “Çin’le savaş halindeyiz”

Avrupa basınının bildirdiğine göre Washington Post, Biden’ın bir köşe yazısını yayınladı. Yazısında Biden, “21. yüzyılda ticaret ve teknolojinin kurallarını Çin veya başka birinin değil, ABD ve müttefiklerinin belirlediğini” görmenin bir görev olduğuna dikkat çekiyor. Nisan ayında Kongre’de yaptığı konuşmada ise “21. yüzyılın kontrolü için Çin ve diğer ülkelerle rekabet halindeyiz” demişti. Bu strateji için ise Avrupalı emperyalist güçlerin desteğini kazanmak hedefleniyor. Zira eski bir NATO komutanı olan ABD’li Amiral James Stavridis’in ifadesiyle, “Sadece Avrupa, ABD’nin adaletini yerine getirmek … ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli nüfusa, coğrafyaya, değerlere ve her şeyden önce ekonomik ağırlığa sahiptir. ABD, Çin tehdidine karşı koymak için gerekli olan teknolojik kapasitelerin yanı sıra ekonomik ve askeri destekleri yalnızca Avrupa’da bulabilir.”

G7 zirvesine Avustralya, Güney Kore ve Hindistan gibi “misafir”lerin davet edilmesinin gerisinde de Çin’e karşı güç mücadelesinde stratejik açıdan önemli müttefikleri kendi saflarına ve hedeflerine kazanmak vardır. Güney Koreli siyaset bilimci Nam Sung Wook da Güney Kore, kendisini “Çin karşıtı bir eksene” sıkı bir şekilde entegre etmek amacıyla Cornwall’a davet edildi demektedir. Yarım asırlık siyasi deneyime sahip Biden, Trump’ın Çin karşıtı saldırgan politikasını sürdürmektedir. Bu politikayı uzun vadeli bir stratejiye dönüştürmek ve batılı müttefiklerini ABD saflarında “otoriter” Çin’e karşı “özgürlük mücadelesi”ne kazanmak istemektedir.

Biden, “ABD’nin geri döndüğünü ve dünya demokrasilerinin bir arada olduğunu” güvenle bildirmektedir. Pazartesi günü NATO zirvesine katılan Biden, NATO ittifakının Çin’e karşı saldırgan planlarını geliştirmek için Brüksel’deki platformu da bu doğrultuda kullandı. Öncesinde, NATO şefi Jens Stoltenberg, ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile yaptığı görüşmede, ittifakın “artan küresel rekabete tepkimizi sıkılaştırdığını” vurguladı. Çin ve Rusya’yı “kurallara dayalı uluslararası düzene karşı otoriter direniş göstermekle” suçladı.

Ancak Avrupalı emperyalistlerin, ABD emperyalizmine feda etmeyecekleri kadar çok önemli olan ekonomik ve stratejik çıkarları vardır. Geçen yıl Çin’in, AB’nin en büyük ticaret ortağı olarak ABD’yi geride bırakması ve İngiltere’deki en büyük ithalat pazarı ve Almanya’daki en büyük ihracat pazarı olduğu gerçeği bu konuda bir fikir vermektedir. AB’nin ayrı bir küresel güç olarak sivrilmek istediğini bilen ABD şefi Biden, AB ile bunu gözeten bir çizgi izlemeye özen gösteriyor ve bunu “ABD geri döndü” biçiminde özetliyor. “Kuzey Akımı 2 projesi” üzerinden Almanya ile yaşanan gerilimi düşürecek adımlar atıyor. AB ile beraber Rusya’ya ve Çin’e karşı ittifak kurmaya odaklanarak, Almanya üzerindeki baskıyı gevşetme yoluna gidiyor. Bunun için de ABD, “Kuzey akımı 2” projesine karşı yıllarca sürdürdüğü muhalefetini hafifletti. Almanya ile ilişkileri düzeltmek amacıyla şimdilik de olsa işletmeci şirkete yönelik yaptırımlardan feragat ediyor.

Merkel ve Biden, Trump döneminde Alman-Amerikan ilişkilerinde yaşanan gerilimi düşürmek ve yeni bir başlangıç yapmak için çabalıyorlar. Selefinden farklı olarak Biden, Almanya ile olan ilişkinin kendisi için ne kadar önemli olduğunu hemen her fırsatta söylüyor. “Avrupa Birliği’nin inanılmaz derecede güçlü ve canlı bir varlık olduğuna” inanıyor.AB’nin “sadece ekonomik sorunlarla başa çıkma yeteneğine sahip olmadığını”, aynı zamanda NATO’nun “bel kemiği” olduğunu belirtiyor. Merkel ise, “Kuzey Akım 2” gaz boru hattı hakkında ABD ile görüşmelere duyduğu güveni dile getirdi. Zirvenin ikinci günü Biden ile yaptığı görüşmeden sonra “doğru yoldayız” dedi. Ukrayna’nın Rusya’dan Avrupa’ya gaz geçişine katılmaya devam etmesinin “varoluşsal ve vazgeçilmez” olduğu konusunda Biden ile aynı fikirde olduğunu söyledi.

Zirvede İngiltere, Kuzey İrlanda ve AB ilişkileri konuşulunduğunda da Biden AB’den yana saf tuttu. Biden, ABD ile Birleşik Krallık arasındaki ilişkiyi, ancak Birleşik Krallık’ın Avrupa’da ABD’nin ihtiyaç ve çıkarlarına uygun davrandığı ölçüde yararlı görüyor.Zirveye gelmeden önce de Kuzey İrlanda sınırı konusunda AB ile devam eden anlaşmazlığı nedeniyle Büyük Britanya’yı eleştirdi. Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, yaptığı bir basın toplantısında “ABD, Hayırlı Cuma Anlaşması’nı tehdit eden veya zayıflatan hiçbir şeyi hoş karşılamayacaktır.” açıklamasında bulundu.Biden hükümetinin, Kuzey İrlanda üzerindeki sıkıntılı müzakerelerde Büyük Britanya’dan tavizler talep eden AB’yi güçlendirmeye yönelik müdahalelerde bulunduğu ileri sürülüyor.

Özetle ABD, G7 ülkeleri ile birlikte, zirvede Çin’e karşı güçlerini birleştirmek için çabaladı. Bunun için aynı zamanda “Yeni İpek Yolu”nu yeni bir küresel altyapı girişimi ile yanıtlamak istiyorlar. Zirvenin sonuç bildirgesinde, “ticaret uygulamaları” ve insan hakları (Sincan, Hong Kong) gibi ciddi iddialarla Pekin üzerindeki baskıyı yoğunlaştırmaya çalışıyorlar. “Küresel ekonominin adil ve şeffaf akışını baltalayan piyasa karşıtı politikalara ve uygulamalara itiraz etmek için kolektif bir yaklaşım üzerinde anlaşmak” istiyorlar. Ancak bu konuda G7 arasında bir fikir birliğinin olmadığı bildiriliyor. Örneğin Almanya ve İtalya ekonomik çıkarları tehlikeye atmamak için çabalamakta ve iklimin korunmasında ortak çıkarların olduğunu vurgulamaktadırlar.AB zirvede, Çin’in sadece sistemsel ve ekonomik bir rakip değil, aynı zamanda bazı konularda gerekli bir ortak olduğuna da dikkat çekti. Merkel, Çin olmadan iklim politikasında gerçek ilerlemenin mümkün olmayacağını söyledi. Zira Çin’in, iklime zarar veren gazların en büyük yayıcısı olduğuna işaret etti.

G7 zirvesinde, önde gelen Batılı sanayileşmiş ülkeler “Daha İyi Bir Dünyayı Yeniden İnşa Et” altyapı projesini yürütmeye, özel sektörle işbirliği içinde yüzmilyarlarca dolar yatırıma karar verseler deproje belirsizliğini koruyor. Almanya gibi Avrupa ülkeleri, projenin karşı saldırı olarak değil, kalkınma politikası girişimleri olarak görülmesini istediklerini belirterek bu konuda ABD’den “farklı” düşündüklerini belirtme ihtiyacı duymaktadırlar. Yanı sıra Almanya’nın Çin’in ihracat pazarında güçlü ekonomik çıkarları olduğundan hareketle Merkel’in, Biden’ın sert Çin politikasına oldukça şüpheci yaklaştığı söyleniyor.

İklim değişikliğine ve pandemiye karşı mücadele “kararlılığı”

G7 ülkeleri iklim değişikliği ve pandemiyle mücadele için daha fazlasını yapacaklarına söz verdiler. G7’nin küresel ısınmayı mümkünse 1,5 dereceye düşürme hedefine bağlı kalmak istediği konusunda anlaştılar. Oysa bu yeni bir vaat değil, çünkü 2015 kararlarının öngördüğü şey tam olarak buydu. Ayrıca kömürün yakılması mümkün olduğunca aşamalı olarak durdurulacak. Ancak burada belirli bir tarih üzerinde anlaşmak mümkün olmadı. G7, iklim değişikliğinin etkileriyle mücadele etmek ve yeşil sanayileşmeyi teşvik etmek için gelişmekte olan ülkelerde yılda 100 milyar ABD doları sağlama konusundaki taahhüdünü yeniledi. Fakat eleştirmenler, 2020’den itibaren yoksul dünyada iklim koruması için yıllık 100 milyar ABD dolarını harekete geçirme konusundaki taahhüdün 2009’da Kopenhag’daki BM iklim konferansında verildiğine, ancak uygulanmadığına dikkat çekiyor.

“Daha İyi Bir Dünyayı İnşa Et” adı altında başlatılmakta olan girişim, gelişmekte olan ülkelerdeki altyapı projelerini “şeffaf” bir şekilde “sürdürülebilir” ve “çevre dostu” bir anlayışla teşvik etmeyi amaçlıyor. Ancak zirve sonuçlandığında bu proje için paranın nereden geleceği hala belirsizliğini koruyordu. Bu yüzden 190’dan fazla ülkeden temsilciler Kasım ayında Glasgow’da daha geniş kapsamlı anlaşmalara varmak için bir araya gelecek. Buna rağmen G7, iklim değişikliğiyle mücadele için “somut önlemler” üzerinde anlaştığını ileri sürdü. Devlet ve hükümet başkanlarının, kömür gibi fosil yakıtlara yönelik devlet sübvansiyonlarını kısıtlamaya yönelik adımlar atacağını duyurdu. ABD, Almanya, İngiltere ve Kanada da gelişmekte olan ülkelere kömürden çıkışlarını hızlandırmak için iki milyar dolara kadar kaynak sağlamak istiyor.

İklim koruyucuları, G7 ülkelerinin küresel ısınmaya karşı mücadele planları konusunda hayal kırıklığına uğradı. İklim Eylem Ağı’ndan Catherine Pettengell, G7 şefleri tarafında konuşulanların “sadece boş vaatler” olduğunu belirterek “G7 devlet ve hükümet başkanları hala sözlerini eyleme çevirmiyorlar.” dedi.Kömüre yapılan yatırımların bir an önce sona ermesi gerektiğine vurgu yaptı. Oxfam ise, 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarının 2010 yılına kıyasla dar bir şekilde yarıya indirilmesi vaadinin “yeni bir duyuru” olmadığını, sadece Paris iklim anlaşması kapsamındaki mevcut hedeflerin yeniden teyit edilmesi anlamına geldiğini söyledi. G-7 ülkelerinin hala küresel iklim korumasına adil katkılarını yapmadıklarını hatırlattı.

G7 devletleri, salgınla mücadele konusunda da “kararlılık” sergilediler. Salgının yalnızca küresel olarak yenilebileceğini ve aşıların pandemiden çıkış yolu olduğunu kabul etme lütfu göstererek, bunun ne kadar önemli bir sonuç olduğunu vurguladılar. AB Konseyi Başkanı Charles Michel, korona aşılarının dünya çapında dağıtım planını zirvenin en önemli sonuçlarından biri olduğu müjdesini de verdi. Yanı sıra pandemi ile mücadele için devlet ve hükümet başkanlarının erken uyarı sistemi üzerinde anlaştıkları duyuruldu. Pandemi tehditlerini hızlı bir şekilde analiz etmek, aşıları ve test kapasitelerini daha hızlı geliştirmek için dünyanın dört bir yanından gelen verilerin bir araya getirileceği belirtildi.

G7’nin daha yoksul ülkelere 2022 yılına kadar bir milyar doz Kovid-19 aşısı sağlama vaadi “yönlendirme manevraları” olarak eleştirildi ve yetersiz görüldü. Zira tahminlere göre, gerekli olan ihtiyaç sekiz ila on bir milyar arasındadır. BM Genel Sekreteri António Guterres, G7 teklifinin son derece yetersiz olduğunu belirtirken, eski İngiltere Başbakanı Gordon Brown bile G7’nin “ahlaki başarısızlık” sergilediğinden söz etti.

Çin, G7 zirvesine yönelik temel eleştirilerini ve tepkisini dile getirdi. Çin’in Londra büyükelçiliğinden bir sözcü pazar günü, “Küresel kararların küçük bir grup ülke tarafından dikte edildiği günler çoktan geride kaldı” dedi. Pekin, tüm ülkelerin “büyük ya da küçük, güçlü ya da zayıf, fakir ya da zengin bütün devletlerin eşit olduğuna inanıyoruz” dedi ve dünya siyasi meseleleri “tüm ülkelerin müzakereleri ile karara bağlanmalıdır” açıklamasını yaptı.

 

 

 

 

 

Emperyalist-kapitalist sistemin kıskacında mülteci olmak

 

Savaş, yoksulluk, gelecek kaygısı, yaşama umudu bugün milyonlarca mültecinin yaşadığı ve hissettiği ortak kaygılardan en önemlileridir. Milyonlarca insan farklı nedenlerden dolayı doğdukları topraklardan göç etmek zorunda kalıyor. Nedeni ne olursa olsun, bunların hepsinin temel kaynağı içinde yaşadığımız emperyalist-kapitalist sistemdir. Emperyalist-kapitalist sistem, doğası gereği açlığı yoksulluğu arttırır. Savaşlar yaratır, savaşlar sonucunda birçok insan katledilir. Birçoğu da yaşama umuduyla düşer yollara…

Bugün 20 Haziran Dünya Mülteci Günü. 4 Aralık 2000 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, “farkındalık yaratmak için” 2001 yılı itibariyle 20 Haziran tarihini Dünya Mülteciler Günü ilan etti. Emperyalist devletlerin yayılmacı politikalarının, savaş ve saldırganlığın üstünü örtme ve yapılanlara yasal kılıf uydurma işlevi taşıyan Birleşmiş Milletler kurumu, aslında emperyalist saldırılar sonucu halkların mülteci konumuna itilmesinin temel sorumlularından biridir. Mülteciliğe dair bir farkındalık yaratabilecek en son yapıdır BM. Ancak yine de bu kuruluşun mültecilerle ilgili örgütü olan UNHCR tarafından her sene paylaşılan kısmi veriler, dünya genelinde mülteci sorununun geldiği boyutu gözler önüne sermektedir. UNHRC’nin geçtiğimiz sene yayımladığı “Küresel Eğilimler” raporunda, 2019 yılı sonu itibariyle 79,5 milyon insanın yerinden edilmiş olduğu bilgisi yer aldı. Devamında açıklanan bilgiler, vahim tabloyu ayrıca gözler önüne sermektedir:

-Son 10 yılda en az 100 milyon insan, ülkeleri içinde ya da dışında sığınma arayışı içinde evini terk etmek zorunda kaldı. Bu, dünyanın en kalabalık 14. ülkesi olan Mısır’ın nüfusundan daha fazla insanın evlerini terk etmesi anlamına geliyor.

-2010 yılından beri zorla yerinden edilme durumları neredeyse ikiye katlandı. (2010 yılında 41 milyon kişiye karşı bugün 79,5 milyon)

-Dünyada yerinden edilmiş kişilerin %80’i şiddetli gıda yetmezliği ve kötü beslenme etkisi altındaki ülkeler veya bölgelerde yaşıyor. Bu ülkelerin çoğu iklim değişimi ve diğer afet riskleriyle yüzleşiyor.

-Dünyadaki mültecilerin dörtte üçünden fazlası (%77) uzun süreli yerinden edilme durumu içinde. Örneğin Afganistan’daki durum 50 yılı aşkın süredir devam ediyor.

-Her 10 mültecinin 8’inden fazlası (%85) gelişmekte olan ve genellikle terk etmek zorunda kaldıkları ülkeye komşu olan ülkelerde yaşıyor.

-Dünyada yerinden edilmiş insanların üçte ikisi toplamda 5 ülkeden geliyor: Suriye, Venezuela, Afganistan, Güney Sudan ve Myanmar.

Özellikle, emperyalist ülke olan ABD’nin ve onun güdümündeki ülkelerin Suriye’ye yönelik 15 Mart 2011 tarihinde başlattıkları savaş sonrası milyonlarca insan ya yaşamını yitirdi ya da göç etmek zorunda kaldı. Savaş yer yer devam ederken, Suriye’de birçok yerleşim harabeye çevrildi. Suriyeli mülteciler ise yaşama umudu ile Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Irak gibi komşu ülkelere göç etmek zorunda kaldılar. Türkiye’de şu anda kayıtlı olan Suriyeli mülteci sayısı 3 milyon 664 bin 873’tür. Türkiye mülteci barındırmada birinci olmakla övünse de mültecilerin yaşamlarının AKP-MHP iktidarı tarafından pazarlık konusu haline getirildiği herkesin malumudur.

Avrupa Birliği, Avrupa’ya gelen mülteci akınlarının azaltılması karşılığında Türkiye’ye mülteciler için harcanmak üzere 3 milyar euroluk maddi yardım sağlamak konusunda anlaşmıştı. Teklif edilen maddi yardımın tamamının karşılanmaması üzerine de Türkiye sık sık Almanya’ya tehditler savurmuştu.

Emperyalist devletler bugün hala da mültecilerin yaşamlarını pazarlık konusu yapmakta, mültecilerin yaşadıkları sorunlara BM çatısı altında “timsah gözyaşları” dökmektedirler. Mülteciler ise, arkalarında sevdiklerini bırakarak, büyük yıkımlarla ve gözyaşlarıyla göç yollarına düşmekte, gittikleri ülkelerde yaşam mücadelesi vermektedir.

AKP-MHP iktidarı tarafından Suriyeli mülteciler ilk zamanlarda hem oy potansiyeli olarak hem de para sızdırma malzemesi ve emperyalist ülkelere karşı kullanılacak koz olarak görüldüler. Daha sonra diğer ülkelerden beklenen yardımlar alınamayınca, Suriyeli mültecilere karşı toplumda ırkçılık tırmandırıldı. Suriyeli mülteciler sokaklarda dövüldüler, öldürüldüler, işyerlerinde aşağılanıp, dışlandılar. Diğer yandan ucuz işgücü olarak görülen mülteciler, patronlar tarafından işçi ve emekçileri ağır çalışma koşullarına razı etmenin aracı olarak kullanılmakta, işçi ve emekçiler ise yaşadıkları sorunların asıl kaynağına öfke duymak yerine hınçlarını mültecilerden çıkarma yoluna gitmeye devam etmektedirler.

Bugün 20 Haziran Mülteciler Günü. 2015 yılında ailesiyle birlikte bindiği şişme botun batması sonucu ölü bedeni Bodrum kıyısına vuran 2 yaşındaki Aylan bebek… Geçtiğimiz sene, Adana’da tekstil işçisi 18 yaşındaki Suriyeli Ali El Hemdan’ın, kendi yaş grubuna konulan sokağa çıkma yasağının olduğu günlerde, işine gizlice gitmek zorunda kalırken polis tarafından kalbinden vurularak katledilmesi ve daha nicesi… Bugün dünyanın birçok yerinde mülteciler botlarda, hırçın dalgalarla boğuşmaya, yaşama umuduyla yollarda kırılmaya devam ediyorlar. Yaşayabilenlerin çoğu da gittikleri ülkelerde aşağılanıyor, şiddet görüyor, kimisi de öldürülüyor.

Kapitalizmin kâr sağlayabileceği veya çıkarları gereği ilan ettiği “özel günler” ile duyguların istismar edilmediği, emperyalist savaşların olmadığı, insanların doğdukları veya yaşamak istedikleri yerlerden zorla göç ettirilmediği bir dünya ancak sosyalizmle mümkündür. Ve insan yaşamının pazarlık konusu haline getirilmemesi ancak işçi sınıfının devrimci düzeninde sağlanabilir.