İçindekiler:

19 Şubat 2021
Sayı: KB 2021/Özel-08

Garê hezimeti ve toplumsal muhalefet
“Gare operasyonu” ve yeni saldırı dalgası
Boğaziçi direnişi 7. haftasındaydı
“Yeni Anayasa” kim için, hangi ihtiyacın ürünü?
S-400 sorununda iktidarın çaresizliği
Eğitimde ikinci yarıyıl da kaosla başladı
Kod-29: Sermayenin yeni silahı
Soma’da katiller aklandı…
“Hiçbir işçi köle değildir!”
“Türkiye’de günde 3 işçi eylemi”
Tarihsel TKP: Saklanan tarih - H. Fırat
Birlik ve program sorunu - F. Engels
Emperyalist çelişkiler derinleşiyor
Bayram Karaçam’ı kaybettik
Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!
Salgında kadın olmak!
Kadın Üniversiteleri...
Ankara’da üniversiteliler kaçırıldı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

“Hiçbir işçi köle değildir!”

 

Migros Depo’da işten atılan ve ücretsiz izne çıkartılan DGD-Sen üyesi kadın işçiler (Sevim Göneş, Fatıma Yiğit, Aynur Demir, Gülay Bektaş) ile fabrikada yaşanan sorunlar, sendikal örgütlenme süreci, işten atma saldırısı ve başlayan direniş üzerine konuştuk.

 

-Öncelikle Migros Depo’da yaşanan sorunları anlatabilir misiniz?

Sevim Göneş: 750 kişilik bir depoda biri kadın biri erkek işçiler için iki tuvalet vardı. Kadınlar tuvaleti bozuktu. Ne tuvaletler doğru düzgün kullanılabiliyordu ne suyu akıyordu. Onu biz işçilerden daha çok havyanlar; kediler ve fareler kullanıyordu. 2 yıl önce çatı yıkılmıştı. Sular içinde çalıştırıldık. Deponun yolları, verilen araç-gereçler hep bozuktu. Hep sıkıntılar yaşatılıyordu bize. Buna rağmen bizleri suçluyor, ‘performansımız düşük’ iddiasıyla hakkımızda tutanaklar tutuluyordu. Sıkıntılarımız veya rahatsızlıklarımızı dile getirdiğimiz zaman izin vermiyorlardı. Verdiklerinde ise şartlı oluyordu. Biz kadınlara yönelik baskı, psikolojik şiddet ve tacizler çok oluyordu.

 

-Birçok iş yerinde olduğu gibi Migros Depo’da da kadın işçiler önemli bir yer tutuyor. Depoda kadın işçilerin karşılaştığı sorunları anlatabilir misiniz?

Fatıma Yiğit: Herkes oraya iş için geliyor. Kadın diye sanki art niyet varmış gibi bir anlayış var. Ama herkes orada çoluğunun çocuğunun geleceğini düşündüğü, ihtiyacı olduğu için çalışmak zorunda. Orası bir işyeridir. Nasıl senin işyerine saygın varsa kadınlara da saygı duymak zorundasın. Eğer saygı duymuyorsan ekmeğine de saygı duymuyorsun demektir. Her zaman bu tür şeyler içeride çok fazla oluyordu. Daha önce başka işyerlerinde de çalıştım. Kesinlikle ben buraya kadar böyle birşey görmemiştim. O zihniyetteki insanlara buradan sesleniyorum, onların da anneleri, kardeşleri, evlatları var. Yarın onların başına da gelebilir. Kimse işyerine başka niyetlerle gelmiyor. Bu tür davranışları işçilerden daha çok amirler yapıyorlarsa işçilere birşey demeye hakları yok. Kendi yaşadıklarım üzerimden bir örnek vereyim. Yaşımla, boyumla, beynimle dalga geçtikleri oldu amirlerin. Ben çalışmak zorunda olduğum için oradayım. Böyle pisliklerin çalışma alanlarında olmasını, çalışmasını istemiyorum. İşçiler zorunluluktan dolayı sesini çıkartamıyor. Çünkü işten çıkartılsa iş bulamayacak. Örneğin ben 45 yaşındayım. Bundan sonrasını da düşünüyorum, “Nasıl iş bulabilirim?” Yaş sınırı var. Belli bir yaştan sonra kimse işe almıyor. İş bulamıyorsun. O yüzden de bazı şeylere boyun eğiyorsun. Tutum alınca ise “beni sevmiyorsun” diyorlar. Kimse buraya birilerini sevmek için gelmiyor. Herkes çalışmaya geliyor. Böyle insanların işyerlerinden temizlenmesi gerekiyor.

Biz işimize ihanet etmedik. Sadece insan gibi çalışmak istedik. Zeminler, yemekler, lavabolar düzeltilsin istedik. Pandemiden dolayı insanların daha iyi beslenmesi gerekirken soğuk yemekler verildi. Nasıl ki onlar bizden verimli iş istiyorsa bizde onlardan karşılığını istiyoruz. Neden aç karnına çalışayım? Bu nedenlerle sendikaya üye olduk. Sonra ise gözleri hep üzerimizde oldu. Bir ayda 162 saat mesai yapan, her ay prim alan işçilere tutunmaya başladılar. Kendi eksiklerini bize mal etmeye çalıştılar. İştirak yetişmiyordu, ürün bekliyorduk. Biz bunu defalarca dil getirdik. “Yapacak bir şey yok, bekle” dediler. Peşine hemen tutanak tuttular. Bu bizim değil işyerinin eksiğidir. Bizler her zaman işimize dört elle sarıldık. Bizler işimizi geri istiyoruz. Bizim işimizle değil, oradaki çalışma düzeni ile derdimiz var. Buradan bütün kadınlara sesleniyorum; kimse kendini ezdirmesin. Kimse kimseye baskı yapamaz. Burada kadın işçiler bu durumda çok rahatsız. Ancak dile getirdiğimde “ya eşim duyarsa, ya ailem duyarsa” diye çekiniyorlar.

Aynur Demir: Özellikle gece vardiyasında kadınlara baskı yaprak taciz ediyorlar. Rahatsız olduğumuzu dile getirdiğimizde “tutanak tutarım” diye tehdit ederek zorla gönderiyorlardı. Erkenden yapılamayacak ağır işleri sabaha kadar zorla yaptırıyorlardı. Özel rahatsızlıklarımız olduğu zaman amirlerin yanına gittiğimizde “ne rahatsızlığın var? Git o zaman rapor al!” diyorlardı. Ben özel rahatsızlığımı amire dile getirmek zorunda değilim. Bu benim özelim.

 

-Sizin iş yerinizde sendikal faaliyet nasıl başladı? İşçiler sendikal örgütlenmeye nasıl yaklaştılar?

Sevim Göneş: Bunlar artık bir yere kadardı. Sınırı aştılar. Birde bizi sebepsiz yere ücretsiz izne çıkarttılar. Bu bizi daha fazla sendika etrafında kenetledi. Bizler hakkımızı aramak için, bu baskılar ve tacizler son bulsun diye sendikaya üye olduk. Sonra bizi kapının önüne koydular. Fakat bizim sendikal faaliyetimiz ve direnişimiz hala sürüyor. Sömürü son bulsun diye sonuna kadar direneceğiz. 8 ay boyunca sabah 08.00 akşam 10.30 arası o soğuk ofiste çalışırken soğuktan ölmediysek, burada hayatta ölmeyiz. Direneceğiz sonuna kadar.

Gülay Bektaş: Sendika fikri ortaya çıkınca bazı arkadaşlarımız çekiniyordu. Ben de çekiniyordum. Bilgi yoktu çünkü. Ama sonuçta herkes oradaki sömürünün farkındadır. Gün geçtikçe durum daha da ağır bir hal almaya başladı. Bazıları hemen bu fikre yanaştı. Ama bazıları yaş haddinden iş bulamama korkusundan dolayı uzak durdular. Oysa öyle olmaması gerekiyor. Sendika bizim en doğal hakkımız. İnsanlara tazminat vermemek için ücretsiz izne çıkartıp, zor durumda bırakarak en doğal hakkımızı, sendikalı olma hakkını gasp etmeye çalışıyorlar. İşçi arkadaşlarımız araştırsınlar. Haklarımız nedir? Öğrensinler. Bütün işçi arkadaşlar buradaki kötü çalışma koşullarına mahkum olmamak için sendikaya üye olmalıdır. Eğer bu durumu değiştirmek için mücadele etmezsek, bu sömürünün altında daha çok eziliriz. İşçilere söylemek isterim ki, sendika sözünden korkmasınlar. Tam aksine peşinden gitsinler. Gitmediğimiz sürece daha kötü durumlar karşımıza çıkıyor.

 

-İşten atma ve ücretsiz izin saldırısının ardından fabrika önünde direniş çadırı kurdunuz. Direnişiniz nasıl bir etki yarattı. Migros yönetiminin ve içeride çalışan işlerin direniş karşısındaki tutumları nasıl oldu?

Fatıma Yiğit: Sendikaya üye olduğumuz için bize çalışmıyormuşuz gibi davranmaya başladılar. Ama esas eksiklik işyerinin eksikliğiydi. “200 işçi alıyorsunuz, işlerin yürümesi için neden iştirak almıyorsunuz” dediğimde, “neden bu sorunları sen dile getiriyorsun?” diye bana tepki verdiler. Ben tepki vermeyince, ürün bekleyince, sesimizi çıkartmayınca gelip mobbing uyguluyorlar. Hiçbir arkadaşımız buna izin vermemeli. Aç mezar yok! Bizi sürünelim diye ücretsiz izne çıkarttılar. Ama öyle bir şey yok. Eninde sonunda hakkımızı söke söke alacağız. Çünkü suçumuz yok, haklıyız!

Gülay Bektaş: Bizi çıkarttılar 200’e yakın işçi aldılar. Biz çalışırken yanımıza işi öğretelim diye yeni alınan bir-iki işçi veriyorlardı. İş öğretmeye çalışırken de bizden performans bekliyorlardı. Ama iş öğrettiğimiz için beklenen performansı gerçekleştiremiyorduk. 5 dakikada yapacağımız işi 105 dakikada anca yapabiliyorduk. Sonra yanımıza gelip performansın düşük diye baskı yapıyor, ertesi gün de tutanak tutuyorlardı.

Sevim Göneş: İnsanlar sendikalaştığı zamanda bir köşeye çekip, kameraya alıyorlar. “E-Devlet’ine gir sendikalı mısın değil misin?” diye korkutmaya çalışıyorlardı. Bu şekilde sendikalaşmadan uzaklaştırmayı deniyorlardı. Yeni işe giren işçilere de kendilerini iyi göstermeye çalışıyorlardı. Mesela biz burada günledir direniyoruz. Bizim sayemizde yeni tuvaletler yapılıyor. Bu şekilde yeni işçilerin gözlerini boyamaya çalışıyorlar. Bunlar direnişimizin kazanımları. Emir yağdıranlar “yapar mısın, eder misin” şeklinde konuşmaya başladılar. Bir süre erken çıkıldı, sonra çalışma saatleri yine akşam 10.30’a çekildi.

 

-Son olarak gerek Migros işçilerine gerekse kadın işçilerin geneline iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?

Fatıma Yiğit: İçerde, “onlar işten atıldı bizde işten atılacağız” korkusu estiriliyor. Böyle düşünen bir kesim var. Biz bir yılda ya da daha sonra olsa da hakkımızı alacağız. Ama şunu da söylemek isterim, halkımız bizi görsün. En azından bir Migros mağazasına gitsinler, alışveriş yapıp kasa kilitlesinler. Benim iki çocuğum üniversite öğrencisi, üçüncüsü bu yıl gidecek. Arkadaşların 3 çocuğu var tek başına evini geçindiriyor. Mesela buradaki bir arkadaşımız yeni evli, çok borcu var. Herkesin buna benzer sorunları var. Bu nedenle bizim mücadelemize destek vermek istiyorlarsa kasa kilitlesinler.

Sevim Göneş: Bizim burada sıkıntılarımız var. Hiçbirimizin geliri yok. Ama bu durum bizi yıldırmıyor. Burada dayanışma çok önemli. Anca omuz omuza vererek bu mücadeleyi güçlendirebiliriz. İşçiler bir olursa, birbirine sahip çıkarsa bu sömürü son bulur. Biz 42 gündür direniyoruz. İster 142, ister 242 olsun. Gün fark etmez, yeter ki bu sömürü son bulsun. Zorluklar altında buraya gidip geliyoruz. Birbirimizle dayanışma yapmaya ihtiyacımız var. Bugün bana yarın sana diye bir laf var. Kimsenin başına gelmeyecek diye bir garanti yok. Bu nedenle herkes, tüm işçiler birbiriyle dayanışma içinde olmalıdırlar.

Hiçbir kadın işçinin boyun eğmemesi gerekiyor. Hepimizin ilk direnişi, bu tecrübe oldu hepimize. Hakkımızı nasıl savunabileceğimizi, kadınlara yönelik baskı, mobbing ve tehdit olduğunda nasıl tepki gösterebileceğimizi öğrendik. Hiçbir işçi köle değildir, emekçidir. Kadın arkadaşlarıma da sesleniyorum; ne olursa olsun sakın boyun eğmeyin. Çünkü siz köle değilsiniz. Kendi değerinizi bilin. Herkes kendi gücünün farkına varsın, susmasın ses versin!

Kızıl Bayrak / Gebze