İçindekiler:

5 Şubat 2021
Sayı: KB 2021/Özel-06

Faşist zorbalık ve provokasyon sökmüyor!
Boğaziçi direnişi 1. ayında
Burjuva siyaset çürümenin dip çukurunda!
Yıkım düzenine karşı mücadeleye!
Faiz arttı, saldırılar da artacak!
DEV TEKSTİL Genel Meclisi Sonuç Bildirgesi
Sinbo ve SML Etiket’te direnişler
SML direnişçileri: Birlikten kuvvet doğar!
Tarihsel TKP: İnkâr edilen tarih - H. Fırat
Türk komünistlerinin ölümü - Mihayl Pavloviç
Türkiye-Yunanistan ilişkileri
Almanya’da metal işkolu TİS süreci
Polonya’da kürtaj yasağı ve mücadelesi üzerine
Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!
Kadın işçilerin yaşadığı çok yönlü şiddet
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Burjuva siyaset çürümenin dip çukurunda!

 

Kapitalist sistemin ekonomik, sosyal, siyasal alanlarda ürettiği krizler artık aşılamıyor. Sistemin yapısından kaynaklanan bu krizlerin aşılamaması, doğal olarak düzen siyasetini de değişime uğratıyor. Krizleri aşmak değil, yönetmek esas alınıyor. Küresel çapta bu değişimin görünümlerinden biri, pek çok ülkede başkan, devlet başkanı, başbakan vb. gibi mevkilerin faşist figürlere devredilmesidir. ABD’den Türkiye’ye, Hindistan’dan Brezilya’ya, Polonya’dan İsrail’e, Filipinler’den Macaristan’a kadar pek çok ülkede bu tür figürler devletin tepesine yerleştirilmiş durumda. (ABD seçimlerinde Trump yenilgiye uğrasa da ‘Trumpizm’ yerli yerinde duruyor.)

Irkçı-faşist ya da dinci-faşist yönleriyle öne çıkan bu figürler arasında farklar olsa da ortak özellikleri icraatlarında belirginleşiyor. Örneğin işçi emekçilere düşmanlık, ırkçılık, ezilen halklara veya göçmenlere karşı ayrımcılık ve saldırganlık, kadınlara ve kadın haklarına tahammülsüzlük, ilerici-devrimci hareketleri şiddetle bastırma çabası, burjuva düzenin yasalarını ayaklar altına almak, uluslararası hukuku tanımamak, yalan söylemekte hiçbir sınır tanımamak, ömür boyu iktidarda kalma hevesi vb. tutumlar hemen hepsinde dikkat çekiyor.

Türkiye’deki dinci-faşist AKP-MHP iktidarı, uluslararası alanda bu tür rejimlerin en azılılarından biri kabul ediliyor. Uzun süreden beri iktidarda olması, devletin sivil ve militarist kurumlarını, sermeyenin önemli bir kısmını, medyayı, üniversite yönetimlerini kontrol altında tutması, benzerlerine kıyasla daha azgın olmasına imkan sağlıyor. İlk bakışta hedeflerine yaklaştığı izlenimi verse de rejimin çöküşe daha yakın olduğuna dair pek çok veri var. 

Krizi derinleştiriyorlar

Perinçekçi dalkavukların desteğindeki AKP-MHP iktidarı, kapitalizmin ürettiği krizleri çözmek bir yana, icraatlarıyla daha derinleştiriyor. Nitekim yıllardan beri ülkede ‘milli gelir’ düşüyor. İşsizlik, yoksulluk, sefalet artıyor. Asgari ücret açlık sınırına geriledi. Merkez Bankası’nın rezervlerini erittiler. Dış borç yüz milyarlarca dolara ulaştı. Yolsuzluk, yağma, talan istisna değil kural haline geldi. Her alanda liyakatsizlik esas alınıyor. Devlet kurumlarına ‘adam kayırma’ düzeni hakim kılındı. Adrese teslim ihaleler, doğal kaynakların yağması hiç olmadığı kadar yaygın… Dış politikada yayılmacı saldırganlığı esas alması, bu uğurda IŞİD, El Kaide gibi cihatçı terör örgütlerini koruyup-kullanması ise, rejimi uluslararası alanda da açmazlara düşürdü.

Bu icraatlarla aşılamayan yapısal krizler daha da derinleşiyor. Bunlara baştan beri yönetilemeyen Covid-19 süreci, önlem almak yerine algı yönetiminin esas alınması, aşı sürecinde devam eden rezaletler de ekleniyor. Hem kapitalizmin yapısal krizlerinin hem iktidarın icraatlarının ortaya çıkardığı devasa bir fatura var. Sömürüye dayalı kapitalist sistemin çarklarının dönmesi de, kokuşmuş rejimin ayakta kalması da bu faturaların ödenmesiyle mümkündür.

Ne kapitalistler fatura ödemeye yanaşıyor ne saraylarda sefahat sürenler… Din ve milliyet istismarına dayalı sahtekarlık ve zorbalığa yaslanan iktidar faturayı işçi sınıfının, emekçilerin, yoksulların sırtına yıkıyor. Bu ise toplumsal meşruiyetini ortadan kaldırıyor, kitle desteğini eritiyor ve yanı sıra ‘olağan’ koşullarda yapılacak bir seçimde hezimete uğramasının kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Bu tablo karşısında panikleyen kontra rejimin icraatları, burjuva siyasetin içine yuvarlandığı derin çürüme ve iflası daha da belirginleştiriyor. 

Her şey kokuşmuş rejimin bekası için

Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu ‘çete, tarikat, mafya, troller’ aygıtı kendi icraatları ve temsil ettiği kapitalist sınıfların ürettiği sorunları çözmekle ilgili değil. Günden güne derinleşmesine vesile oldukları sefaletin tetikleyeceği olası bir toplumsal harekete karşı, ordunun silahlarını kullanma yetkisi de vererek polisi ve MİT’i tahkim ediyor. Bekçileri, ‘sivil’ faşist çeteleri donatıyor. Saraydan beslenen tetikçi medya ordusu ile trolleri seferber ederek linç kampanyaları düzenliyor.

Milyonların yakıcı sorunları gündemde yer bulmazken, aygıtın başı olarak Erdoğan’ın düzen siyasetini dizayn etmek için yaptıkları anlatılıyor, analizlere konu ediliyor. Ne büyük ne başarılı bir siyasetçi olduğu teraneleri ortalığı kaplıyor. Oysa attıkları her adım iğrenç bir yozlaşmanın, bir saltanat hırsının, milyonların sefaletini hiçe sayan bir küstahlığın, herhangi bir insani ya da ahlaki değerden uzaklığın, hilede, hurdada, zorbalıkta sınır tanımamanın kanıtlarını gözler önüne seriyor.

İktidar aygıtı ve başındaki Erdoğan bir yandan dinci-faşist koalisyon içindeki çatlakları tamir etmeye çalışıyor, öte yandan adı-sanı duyulmayan ‘particiklerin’ şeflerinin peşinde dolaşıyor. Dinci-faşist ideolojiye yakın olan İyi Parti, Saadet Partisi gibilerini büyük rüşvetlerle yanına çekmek ya da parçalamak için ne kadar iğrenç taktik varsa kullanıyor. Muharrem İnce, Mustafa Sarıgül gibi düşkün politikacıların parti kurmalarını teşvik edip destekliyor. CHP’ye ilkel bir kinle saldırarak, partinin ‘zayıf karnı’ diye tabir edilen şoven kesimlere el atıyor. Üç milletvekilinin istifa etmesi, kirli operasyonların etkili olduğunu gösteriyor.

Kokuşmuş aygıtın, yani sermaye devletinin başı T. Erdoğan artık ne halka bir şey vaat ediyor, ne ülkenin yakıcı sorunlarına dair söz söylüyor, ne sefalete sürüklediği milyonların haline dönüp bakıyor. Kontra rejiminin bekası için heybesinde ne kadar sinsilik, rüşvetçilik, gaddarlık, desise varsa hepsini kullanarak düzen muhalefetinden adam devşirmeye çalışıyor. Olmazsa parçalamak için devletin imkanlarını da kullanarak her yola başvuruyor. İşte bu mide bulandırıcı icraatlar bir burjuva politikacısının ustalığına, başarısına örnek diye gösterilebiliyor artık.

Rejime endeksli düzen muhalefeti

İktidarın kirli operasyonlarının hedefindeki düzen muhalefeti de denebilir ki tarihinin en sefil, en iddiasız dönemini yaşıyor. Hem devletin hem ırkçı-şovenizmin hedefinde olan HDP, halen kurulu düzen tarafından dışlanıyor ve bunun da etkisiyle kayda değer bir muhalefet yürütemiyor. Diğer partiler ise, işbaşındaki dinci-faşist koalisyonun çizdiği sınırlar içinde dönüp duruyor. Fiilen saray rejiminin belirlediği gündemlere endeksli hareket ediyorlar.

Yayılmacı dış politika, din istismarı, şoven-ırkçı histeri gibi alanlarda çoğu zaman iktidarın yedeğine düşen düzen muhalefetinin gündemini, olası bir baskın seçimde AKP-MHP-Perinçekçi dalkavuklar koalisyonuna karşı birlikte tutum belirleme çabası oluşturuyor. Düzen muhalefeti, rejim operasyonlarının açtığı gedikleri yamamakla uğraşırken, beliren dağılma tehlikesini savuşturmaya çalışıyor. Bu yöndeki çabaları daha çok CHP ve şefi Kemal Kılıçdaroğlu harcıyor.

Düzen muhalefeti tam da bu uğraşlara dalarak milyonların işsizlik, yoksulluk, sefalet gibi hayati önem taşıyan sorunlarına ilgisiz kalıyor, oy devşirme bağlamında olsa bile bu sorunlara pek değinmiyor. Bu tablo, iktidarı ve muhalefetiyle düzen siyasetindeki çöküşü gözler önüne seriyor.

Emekçiler için çıkış devrimci sınıf siyasetinde

İşçi sınıfı ile geniş emekçi kitleler düzenin krizlerinin yıkıcı etkilerini yaşıyorlar. Zira örgütlü bir sınıf hareketi ve güçlü bir toplumsal muhalefet gelişemediği için, milyonlarca emekçi saray rejimin dayattığı faturaları ödemek mecburiyetinde kalıyor. Örgütlü bir güç olarak mücadeleye atıldıklarında her engeli yıkabilen emekçiler, halen şu veya bu düzen partisinin peşinden sürükleniyor. Bir kesimi ise, yazık ki halen dinci-ırkçı ideolojilerin etkisini kırıp-parçalayamamış. Bu ‘makus talih’ kırılmadan gidişatı tersine çevirmek mümkün değil.

İşçi sınıfı ile emekçilerin o yıkıcı/yapıcı gücünün ortaya çıkması ancak örgütlü mücadele ile olur. Krizlerin faturasını ödemekten kurtulmanın, insanca ve onurlu bir çalışma ve yaşam koşullarına kavuşmanın başka yolu yok. Ancak tüm tarihsel ve güncel deneyimler bu düzende kazanılmış hiçbir hakkın güvencede olmadığını döne döne kanıtlıyor. Yani kapitalizmin emekçilere belalardan başka sunabileceği bir şey yoktur. Sömürü ve kölelik zincirlerini kırıp eşit, kardeşçe, özgürce yaşanabilecek sosyalist bir dünya kurmak için işçi sınıfı ile emekçilerin, kokuşmuş düzen siyasetinin peşinde sürüklenmekten kurtulup, devrimci sınıf partisiyle birlikte mücadeleye atılmaları gerekiyor.