7 Ağustos 2020
Sayı: KB 2020/Özel-8

Krizin faturasına ve faşist zorbalığa karşı!
Derinleşen kriz ve gerici manevralar
Kadın cinayetlerine karşı eylemli mücadeleyi büyütelim
“İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğiz!”
Pandemi fırsatçıları servetlerini katladı
Ebru ve Aytaç için eylemler
“Geleceğimiz için birlik olmalıyız!”
Tutsak devrimci Elif Alçınkaya’dan…
Petkim toplu iş sözleşmesi üzerine
“Mücadele etmezsek kıdem tazminatımızı kaybederiz”
Engels: Anısı ve eseri sonsuza dek yaşayacak! - A. Eren
Alman ekonomisinin “motoru” tekliyor
ABD-Çin gerilimi aynasında hegemonya mücadelesi
Siyonist rejim zor durumda!
Beyrut Limanı’nda patlama
Kontrolsüz plastik üretimi gezegeni tehdit ediyor
Zeliha yoldaş bir yıl önce aramızdan ayrıldı
Dinci-gerici iktidarın üniversite parolası “Yaptım, oldu!”
Parasız eğitim haktır!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Kontrolsüz plastik üretimi
gezegeni tehdit ediyor

 

Kapitalizm insanlık için olduğu kadar, gezegenimizin doğal dengesi ve dolayısıyla tüm canlılar dünyası için de son derece ölümcül bir tehdit haline gelmiştir.

Araştırmacılardan Dr. Costa Velis, üretim ve tüketim böyle devam ederse 2040’a kadar okyanuslara ve toprağa, dolayısıyla gıdalara karışacak plastik miktarının iki kattan fazla artarak 29 milyon tona ulaşacağını ifade etti.

Birden fazla kuruluş ve üniversitenin ortak hazırladığı “Breaking the Plastic Wave” (Plastik Dalgayı Kırmak) adlı rapora göre; küresel önlemler alınmadığı takdirde 20 yıl sonra denize ve karaya saçılan plastik atıklar 1 milyar 300 milyon tona ulaşacak. 2018 yılında yapılan bir araştırmaya göre ise Akdeniz’den alınan derin deniz örneklerinin yüzde 92,8’inde plastiğe rastlandı. Ayrıca bu havzada her 4 metrekareye 1 plastik atık düşüyor. Plastik atıkların bugün çevre üzerinde yarattığı hasar tüm canlı yaşamını tehlikeye sürüklüyor.

Bilim insanları, her geçen gün plastiğin farklı şeylere nüfuz ettiğini ortaya koyuyor. Plastik kirliliği, Türkiye dahil olmak üzere tüm dünyayı meşgul eden en acil çevre sorunlarından biri. Kapitalizmin insan ve çevre sağlığını hiçe sayan üretim hırsı insanı, hayvanı, vahşi yaşamı ve gezegenimizi olumsuz yönde etkiliyor.

Kapitalistler, işlevsel özellikleri ve düşük maliyeti nedeniyle plastiği yaygın bir şekilde tercih ediyorlar. Uluslararası bir ekonomi örgütü olan OECD’nin raporuna göre plastikler, gezegendeki en çok üretilen malzemelerden biridir: 1950’lerde dünya çapında 2 milyon ton plastik üretimi yapılırken, 2015’te bu oran yaklaşık 380 milyon tondu. Ancak bugün bu plastik atıkların sadece %15’i geri dönüştürülüyor. Aynı zamanda her yıl çıkarılan ham petrolün %4’ü plastik üretimi için kullanılıyor. Bunun sebebi ise üretiminin ucuz ve görece kolay olması, çok çeşitli özelliklerde malzemelerin basit ham maddelerden üretilebiliyor olması ve kullanım alanının çok geniş olmasıdır.

Atık plastiklerin olumsuz etkileri, sadece geniş bir çevreye yayılmasıyla sınırlı değil. Aynı zamanda plastik üretimi, nakliyesi ve nihai atık arıtımında kullanılan enerji nedeniyle de yılda yaklaşık 400 milyon ton sera gazı (GHG) emisyonundan dolayı da olumsuz etkilerini gösteriyor. Bu da küresel dönüşümün hızlanmasının başlıca sebeplerinden biridir.

Plastik, üretim aşamalarında çevreye ciddi zararlar veriyor. Fakat daha ciddi boyutta olan sorun plastiğin atık haline geldikten sonra doğada birikmesidir. Araştırmalar, plastiğin mikroplastikler halinde sofra tuzundan balığa kadar pek çok yiyecekten insanlara geçtiğini ortaya koyuyor. Bu ise hormonal yapının bozulmasına ve üreme sağlığının olumsuz yönde etkilenmesine neden oluyor.

Plastiğin doğada 400 yılda çözündüğüne dair yaygın bir kanı bulunsa da, bu konuda bilimsel bir veri bulunmuyor. Bu tür maddelerin yapısal olarak dayanıklı ve kararlı olmaları doğada parçalanmalarını engelliyor. Bu da demek oluyor ki, ilk üretilen plastikler hala dünya üzerinde canlı yaşamı tehdit etmeye devam ediyor. Bunun başlıca sorumlusu ise, plastikleri piyasaya süren kapitalistlerin neden oldukları çevresel etkilerin maliyetini üstlenmekten kaçmalarıdır.

“Gelişmiş” kapitalist devletlerin plastik atık geri dönüşüm politikaları da maliyeti yüksek önlemleri almamak ve bu atıkları denetimin az olduğu, ucuz işgücünün bulunduğu “gelişmekte olan” ülkelere atıkları göndermek şeklindedir.

İçinde yaşadığımız kapitalist sistem daha fazla kâr hırsıyla tüm canlıların yaşamını felakete doğru sürüklüyor. Kapitalistler nehirleri, ormanları, tüm yeryüzünü sermayeye çevirme hırsıyla hareket ediyorlar. Kapitalist sistem hakim olduğu sürece bunun başka türlü olması da mümkün değil. Bu felaketler karşısında gezegenimize sahip çıkmak, yaşam hakkımıza sahip çıkmak demektir. Canlılarla birlikte doğanın da özgürce var olabileceği tek seçenek sosyalizmdir. Üretimin ve tüketimin doğa ile uyumlu ve kontrollü yapılması gezegeni kirlilikten korur. İnsanlığı ve diğer canlıları, ancak üretimin insan ve doğa sağlığına uygun şekilde gerçekleştirildiği koşullar, yani sosyalizm yok olmaktan kurtulabilir.

Kaynaklar:

*OECD (Organisation for Economic Co-operation and Development)

*https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-53531186

*https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/12/21/plastik-hakkindaki-7-yanlis/

*http://bilimveaydinlanma.org/kapitalizmin-yol-actigi-plastik-sorunu-nedir-nasil-basedecegiz/

K. Düşgör

 

 

 

 

 

“23 milyon kişi ‘sel ve
taşkınlara maruz kalacak’”

 

Bilim insanları, deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle oluşan sel ve taşkınlar nedeniyle gelecek 30 yılda 23 milyon kişinin etkilenebileceği uyarısında bulundu.

Guardian gazetesinin ‹Scientific Reports’ adlı dergide yayımlanan küresel araştırmaya dayandırdığı habere göre, sera gazı emisyonunda kısmen düşüşler yaşanabilecek olsa da, insanların etkisi, kasırgaların artışı ve denizlerin kabarmasıyla sel ve taşkınlar daha sık görülebilecek.

En kötü ihtimal olarak, sera gazı emisyonunun artması ve deniz seviyesinin yükselmesine adapte olmak durumunda kalan kıyılarda, küresel gayri safi hasılanın yaklaşık yüzde 20’sine denk gelen, 14.2 trilyon dolarlık varlıkların bu yüzyılın sonuna kadar yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceği belirtiliyor.

Araştırmada sel ve taşkınlar açısından en riskli görülen bölgeler şöyle sıralanıyor: Güneydoğu Çin, Avustralya›nın kuzeyi, Bangladeş, Batı Bengal, Hindistan’da Gujarat.

ABD’de Kuzey Carolina, Virginia, Maryland, Britanya, Fransa’nın kuzeyi ve Almanya’nın kuzeyi de riskli alanlardan sayılıyor.

Araştırmaya göre, küresel ısınmayı bu yüzyılın sonuna kadar 2 C derecenin altında tutması beklenen sera gazı emisyonu seviyesinin korunması durumunda bile, deniz seviyesinin yükselmesi ve kasırgaların artması riski devam edecek.

Raporun yazarlarından Melbourne Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Ian Young, Guardian gazetesine şu yorumu yaptı: “Kesinlikle sera gazı emisyonunu hafifletmemiz gerekiyor ama bu sorunu çözmeyecek. Deniz seviyesi her halükârda yükselecek, bugün emisyonu düşürsek bile deniz seviyesi yükselmeye devam edecek çünkü buzullar yüzlerce yıl erimeye devam edecek.

Sel altında kalan çok büyük alanlar var, alt yapı ve dolayısıyla ekonomi üzerinde de büyük etkisi oluyor. Sera gazı emisyonunu hafifletmenin çok büyük etkisi yok. Bu duruma ayak uydurmamız lazım. Ya ağır mühendislik çözümlerine bakmalıyız ya da planlı çekilmelere, nüfusları taşımaya odaklanmalıyız. Bu oldukça zor. Ya da kıyılarda doğa temelli savunma sistemleri olacak.”

Melbourne Üniversitesi baş araştırmacılarından Ebru Kirezci de “Deniz seviyesinin yükselmesine ve iklim değişikliğine uyum sağlamalıyız” dedi ve şu tavsiyelerde bulundu: “Bundan tek çıkış yolu uyum sağlamak. Deniz duvarlar, bentler inşa etme, hava tahminleri, uyarı sistemleri veya kıyılardan çekilme, kıyılarda yaşayanların daha güvenli bölgelere taşınması gibi riski hafifletecek stratejileri benimsememiz gerekiyor.”

Rapora göre bugün dünya genelinde yaklaşık 148 milyon kişi sel ve taşkınlara maruz kalıyor.