13 Aralık 2019
Sayı: KB 2019/46

İnsanca bir yaşam sosyalizmde!
Libya’daki kukla hükümetle anlaşmadan zafer çıkar mı?
IMF’nin kuruluşu ve Türkiye ile ilişkisi
Dinsel gericilikle uyuşturulmuş işçi ve emekçiler
Asgari ücret zam görüşmeleri ve ötesi
Asgari sınırları aşan bir asgari ücret talebi
Türk-İş 23. Olağan Genel Kurulu üzerine
“Göstermelik eylemler değil, kazanana kadar grev!”
DEV TEKSTİL Aralık Ayı Genişletilmiş MYK Toplantısı gerçekleşti
DİSK Tekstil ihanetlerine bir yenisini ekledi!
Tarihsel çağ ve yeni tarihsel dönem- 1 - H. Fırat
Fransa’da genel grevin karnesi
NATO’nun 70. yıl zirvesi
Enternasyonal Emekçi Kadın Komisyonu’nun Trier gezisi
Otomotiv sektöründe küresel işçi kıyımı artarak sürüyor
Metal işkolunda kadın işçilerin durumu, sorunları ve talepleri
‘Özgürlüğümüz ve geleceğimiz için Eğitim Hakkı Çalıştayı’ gerçekleşti
Genç bir komünist: Erdal Eren
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Genç bir komünist: Erdal Eren

 

“…Gençlik Erdal Erenleşti
Kölelik ve zulmün zincirlerini kırmak için
Faşizmi ve emperyalizmi yeneceğiz
Öz mücadelelerimizle
Zulmün ve şiddetin olmadığı
Yeni bir dünya kuracağız…”*

‘80 öncesi Türkiye

1980 askeri faşist darbe öncesinde Türkiye işçi sınıfı, emekçiler, gençlik başta olmak üzere ezilen tüm kesim, toplumsal sorunlara karşı başkaldırıyor, sokaklar, fabrikalar ve okullar kitlesel militan eylemlere sahne oluyordu. Türk sermaye devleti, toplumu denetimi altına alamama kaygısı taşırken, diğer yandan da ihtiyaç duyduğu neoliberal politikaları hayata geçirmenin yollarını arıyordu. Yükselmekte olan mücadele, devletin politikalarını rahatça hayata geçirebilmesini engelliyordu. Bu koşullarda ABD emperyalizmi, bir kez daha Türkiye’nin yardımına koşarak, Türk sermaye devletiyle birlikte karanlık odalarda planladıkları faşist darbeyi hayata geçirdi. Darbe ile birlikte, binlerce devrimci katledildi, yüz binlercesi zindanlara atılarak haftalarca işkenceden geçirildi. Toplumda adeta terör estiren eli kanlı sermaye devleti, ülkede kendine “dikensiz gül bahçesi” yaratmayı hedefliyordu. 17 yaşında genç komünist olan Erdal Eren’in idam edilmesi de devletin bu saldırılarından bağımsız değildi.

Sinan, Erdal, Ercan...

30 Ocak 1980 tarihinde Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD) üyesi ODTÜ öğrencisi olan Sinan Suner, Ankara’da, MHP’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruma polisi Süleyman Ezendemir tarafından vurulmuştu. İşkenceye uğramış ve öldüğünde bedeni bir hastane kapısına atılmıştı. Sinan’ın öldürüldüğü yerde arkadaşları hesap sormak için eylem gerçekleştirdiler. Eyleme askerler saldırdı ve çıkan çatışmada Zekeriya Önge isimli asker öldürüldü. Erdal Eren ile birlikte 24 kişi gözaltına alındı. Göstermelik bir yargılama sonucu askeri öldürenin, üzerinde tabanca olan Erdal Eren olduğu söylendi ve 11 gün sonra ilk duruşma gerçekleşti.

Faşist sermaye düzeni, topluma gözdağı vermek istiyordu. Göstermelik bir yargılama sürecinin ardından Erdal Eren hakkında idam kararı verildi. Tüm deliller karartılmış, Eren’in yaşı 17’den 18’e çıkarılmış, tanıklar dinlenmemiş ve sonunda Erdal Eren, 13 Aralık 1980 tarihinde darağacına gönderilmişti. Erdal Eren’in katledilişinin ardından yoldaşları Erdal’ın sesini duyurmak için eylemler gerçekleştirdiler. Yoldaşlarından biri olan DTCF 1. sınıf öğrencisi Ercan Koca, Erdal’ı selamlayan bir pankartı asarken, etrafı askerler ve polisler tarafından kuşatıldı. Pankartı indirmesi istendi ama Ercan direndi. Askerler ve polisler ona saldırdı. Başına aldığı darbeler sonucu beyin kanaması geçiren Ercan, Sinan ve Erdal gibi ölümsüzler kervanına katıldı.

Genç bir komünist: Erdal Eren!

Erdal Eren, Ankara Yapı Meslek Lisesi’nden bir öğrenciydi. Genç Komünistler Birliği’nde örgütlüydü. Genç yaşta mücadele saflarında yerini alarak, örgütlü ve bilinçli bir devrimci olarak toplumsal sorunlara karşı savaşıyordu. Erdal Eren’i ölümsüz kılan ve ismini bugünlere taşıyan özelliği, onun devrimci bir kimliğe sahip olması ve örgütlü mücadele etmesiydi. O, 17 yaşında, genç yaşına nice mücadele anıları sığdırarak, örnek bir genç komünist olarak cellâtların ipini göğüsledi.

Yıkılır darağaçları, türkülerle Erdal gelir!

Erdal Eren’in ölümsüzlüğünün 39. yılındayız. Bugün hala, 80 darbesiyle birlikte yaratılan koyu karanlık tabloyu aratmayan bir dönemde yaşıyoruz. Her muhalif sesin zorbalıkla bastırıldığı, işçi ve emekçilerin emeklerinin ekonomik kriz bahanesiyle daha çok gasp edildiği, başta Suriye toprakları olmak üzere Ortadoğu coğrafyasında işgal saldırıları düzenlenerek Ortadoğu halklarının katledildiği, tek adam rejiminin kurulmasının ardından tırmandırılan polis devleti terörü ile birlikte, sokakta, fabrikalarda, zindanlarda baskıların, yasaklamaların ve saldırıların arttırıldığı bir süreçteyiz. Bu koyu karanlık tabloyu parçalayabilmenin yolu Erdal Erenlerin cüretini kuşanmaktan geçiyor. Son nefesine kadar mücadeleye olan inancından ve bağlılığından bir an olsun vazgeçmeyen Erdal Eren, bugün de bizlere neler yapılması gerektiğini gösteriyor. Şimdi, birliğimizi güçlendirmenin, mücadele ateşini daha da harlamanın zamanı!

P. Sevra

* 1983 yılında Danimarka’da düzenlenen uluslararası anti-faşist gençlik kampında, Hindistanlı devrimci gençlerin Erdal Eren için bestelediği marştan bir bölüm…

 

 

 

 

19-22 Aralık’ta hücrelere teslim olmadık, olmayacağız!

 

Hücre saldırısı 19-22 Aralık 2000’de 20 hapishaneye birden yapılan saldırı sonrası pratikte yaşama geçirilse de esasında 1991’de çıkarılan 3713 sayılı yasaya dayanıyor.

Hücre saldırısı topyekûn ceza haline getirildi

Hücre saldırısı 12 Eylül döneminde de uygulanıyordu. Ama kişinin yargılandığı davadan aldığı hapis cezası olarak değil, hapishanede ayrıca verilen disiplin cezası olarak uygulanıyordu. Yani 12 Eylül hapishanelerinde hapiste kalınan sürenin çoğunluğu hücrelerde geçse bile bu ayrı bir disiplin cezası şeklinde tanımlanıyordu. Hücreler, 3713 sayılı yasayla infazın gerçekleştirileceği yerler haline geldiler. Terörle Mücadele Yasası’ndan yargılananların aldığı hapis cezalarının tek kişilik ya da üç kişilik odalarda infaz edileceği belirtiliyordu söz konusu yasada.

Sermaye iktidarı, yasa çıkınca hemen uygulamaya geçemedi. ‘91’de ve 96’da Eskişehir tabutluklarıyla hücre tipi hapishanelerin yolunu açmak istediyse de her iki saldırı da devrimci tutsakların direnişiyle püskürtüldü.

F tipi hücrelerin yapımına ‘96’da başlandı

Sermaye devleti ‘96 Ölüm Orucu ve Süresiz Açlık Grevi direnişi karşısında aldığı yenilgi sonrasında, F tipi hücre hapishanelerinin yapımına başladı. Ulucanlar Katliamı hücre saldırısının provasıydı. Ki saldırıdan sonra gardiyanlar, müşahedeye koydukları tutsaklarla dalga geçerek, her tutsağın hücreye konulacağını söylüyorlardı.

Ulucanlar katliamı sonrasında dışarıda hücre karşıtı muhalefet yükselmeye başladı. Bununla beraber 20 Ekim 2000’de TKİP, DHKP/C ve TKP(ML) (sonradan ismini MKP olarak değiştirdi) dava tutsakları ölüm orucu direnişine başladılar. Diğer siyasetlerden tutsaklar ise 11 Aralık 2000’de açlık grevine başladılar.

19-22 Aralık’ta hücrelere konan tutsaklar teslim olmadı

Sermaye devleti 19 Aralık 2000’de 20 hapishaneye eş zamanlı olarak vahşice saldırdı. Devrimci tutsaklar katliam ve işkence eşliğinde F tiplerine kapatıldılar.

19 Aralık saldırısı sadece tutsakların hücrelere konulup konulamaması darlığında ele alınırsa, tutsakların yenildiği söylenebilir. Ama bu dar bakıştan çıkılarak, mesele saldırının gerçek niyeti üzerinden ele alındığında, sermaye iktidarının zafer kazanmadığı görülecektir. Zira devlet, tutsaklar şahsında devrimi teslim almayı hedefliyordu ve bunu başaramadı. Devrimci tutsaklar 19-22 Aralık’ta 28 can bedeliyle devrimin kızıl bayrağını daha da yukarı taşıdılar.

19-22 Aralık direnişi hapishanelerde yaratılan devrimci direniş geleneğinin unutulmayacak bir halkası olarak tarihe kaydedildi. Ve direniş o günden bugüne artık alfabenin başka harfleriyle de anılan hücrelerde sürüyor ve sürecek.

H. Ortakçı