22 Kasım 2019
Sayı: KB 2019/43

Siyanür değil kapitalizm öldürüyor!
Riyakarlık, kepazelik, kirli pazarlıklar...
Vergi soygununa karşı mücadeleyi tabana yayalım!
Yoksulluk-intihar ya da sosyalizm
Sermaye krizini atlatsın diye sunulan konut kredisi teşviki!
İşçi sağlığı AKP’yle kapitalistlerin insafına terk edilmemelidir
“Sendikacılar zenginleşmiş, sınıfını terk etmiş durumdalar!”
Aksaray İşçi Birliği genişletilmiş işçi toplantısı
Ağustos’ta da işsizlik tırmandı: Bir yılda 980 bin kişi daha işsiz
Opsan patronu iş cinayetinden değil iş cinayeti haberinden rahatsız!
TKİP VI. Kongresi tutanakları… Sendikalar ve sendikal bürokrasiye karşı mücadelenin sorunları-1
Alman kapitalizmi sefaleti derinleştirerek büyüyor
25 Kasım’ın güncel çağrısı
Kadınların işyerlerinde yaşadığı şiddet örnekleri
Tuzla’dan emekçi kadınlar mücadeleye çağırdı
YÖK’ün hedefleri kim ve ne için belirleniyor?
Ankara’da akademik yıl faşist saldırı ve provokasyonlarla başladı
Alaattin Karadağ ölümsüzdür!
Fikirler kitlelere nüfuz edince maddi bir güç olur!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Karaçam kardeşlerden” Ekim Devrimi’ne dair…

Fikirler kitlelere nüfuz edince maddi bir güç olur!

 

İnsanlığın sınıfsız-sömürüsüz bir yaşam için verdiği mücadelenin gerçekleşen ve halen aşılmamış örneği olan Ekim Devrimi’nin yıldönümündeyiz. Bu vesile ile bir kez daha bu sosyalist devrimin Rusya halklarında yarattığı derin değişime-gelişime değinmek özel bir önem taşıyor.

Ekim Devrimi öncesi Çarlık Rusya’sı geri bir tarım toplumudur. Aynı zamanda 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesinde açlık, yoksulluk ve kıtlıkla boğuşmaktaydı. Bu sorunlar yumağına savaşın derin yıkıntıları eklenmiş, emekçilerin yaşadığı sorunlar daha da derinleşmiştir. İşçi sınıfı, yoksul köylüler, ezilen halklar bir yandan açlık ve yoksulluk baskısı altında soluk almaya çalışıyordu. Şubat Devrimi Çarlığı yıkmış ancak iktidara gelen burjuvazi de sorunları çözememişti. Rusya proletaryasının, yoksul köylülüğün, savaştan bitkin düşmüş askerlerin buna yanıtı, Bolşevik Parti önderliğinde Sosyalist Ekim Devrimi’ni zafere ulaştırmak oldu.

Şubat’ta çarlık, Ekim’de burjuvazinin geçici hükümeti yıkılmış, işçi-köylü ittifakına dayalı Sovyet iktidarı başa geçmiştir. Artık iktidarda olan bir avuç asalak değil, Bolşevik Parti önderliğindeki proletarya ile yoksul köylülüktü. Şimdi Bolşevik Parti’nin önünde duran acil görev dışta emperyalizm içte karşı-devrimci saldırı ve tehditlere karşı direnerek devrimin kazanımlarını korumak ve bu yıkıntılar üzerinde sosyalizmi inşa etmekti.

Ekim Devrimi Kışlık Saray’ın ele geçirilmesiyle bitmiyor, ardından zorlu bir iç savaş yaşanıyor. Emperyalist savaşın yıkıntılarına iç savaşın yarattığı tahribat da ekleniyor. Bolşevikler artık “ya her şeyi başaracağız ya da yok olacağız” ikilemiyle karşı karşıyaydı. Tüm iç ve dış saldırılara rağmen Bolşevik Parti devrimi savunmak için tüm gücüyle çabalıyor, sosyalist toplumsal düzeni inşaya girişiyordu.

“Buz kırılmış yol açılmıştır” ama dünya proletaryası bu çığır açan çağrıya yazık ki gerekli yanıtı verememişti. Alman Devrimi’nin yenilgiye uğratılmasıyla Rusya proletaryası ile yoksul köylülük devrimi kendi başlarına savunmak durumunda kaldılar. Bu da doğal olarak devrimin çözümlerini kendi sınırlarına hapsetmişti. Buna sosyalist toplumsal dönüşüm için gerekli olan teknik-kültürel altyapı eksikliği eklenince, devrimin geleceği büyük bir tehlikeye sürükleniyordu. Ama Bolşevik Parti ve onun etrafında kenetlenen işçi-köylü Sovyetleri zoru başarmak için büyük bir iradi çaba ortaya koydular.

Geri bir tarım ülkesini ileri bir sanayi ülkesine dönüştürmek ve toprak sorununu çözmek özel bir önem teşkil ediyordu. İlk andan itibaren Sovyet iktidarı kendi öz gücüne dayanarak yürüme kararındaydı. Ancak gelişim için asgari bir sanayinin olmayışı ve dünyada yalnız kalması bunu mümkün kılmadı. Zorunluluklar altında toprak reformu hemen gerçekleştirilmemiş ve NEP (Yeni Ekonomik Program) programına geçilmek durumunda kalınmıştı. Teknolojik altyapının olmayışı ve sanayinin gelişimini sağlayacak üretici güçlerin zayıflığı işleri zorlaştıran diğer etmenlerdi.

Bu koşullarda sanayinin gelişimi için Avrupa sermayesine belli sınırlarda alan açılıyordu. Fakat her daim sosyalist bir düzene düşman olan bu tekeller makina imalatından, maden işletmeciliğine kadar bir dizi alanda stratejik bilgileri saklıyor, kalifiye işçilerin yetişmesini engelliyordu. Örnek vermek gerekirse Alman sermayesi olan A.E.G elektronik ve buzdolabı gibi sanayi alanlarında faaliyet göstermekteydi ancak teknik resimlere dair önemli bilgiler saklanıyordu. Tekellerin yarattığı bu tür engellemeler, Sovyet yönetiminin öz gücüne dayalı atılım yapmasını zorunlu kılıyordu.

Tarım alanında da benzer zorlanmalar vardı. Tarımda verimliliği artıracak teknolojik ilerleme henüz yoktu. Daha en başta yapılması düşünülen toprak reformuna ise ayak direyenler olmuş, bu adım ancak proletarya diktatörlüğünün zoru ile atılabilmiştir. Toprak zengini çiftçiler (kulaklar) bu reforma karşı tahıl ambarlarını yakmış, ekili alanları imha etmişti. Hayvan yetiştiricisi zenginler de reformu engellemek için hayvanların boğazını keserek yok ediyorlardı.

Sanayi alanında olduğu gibi tarımda da öz gücüne dayalı atılımı gerçekleştirmek için hem toplumu eğitmek hem de bu uğurda seferber etmek gerekliydi. Sonuç olarak bu yola gidildi. Milyonların emeğiyle sağlanan başarılar rakamlara yansıyordu: 1917 yılında 9 yaş üzeri okuma-yazma oranı % 24 iken, 1939’lu yıllarda 9-49 yaş arası okuma- yazma oranı %87,4’tür. 1926 yılında mühendis, mimar sayısı 30.069, teknisyen sayısı 155.707’dir. 1940’larda ise mühendis, mimar, teknisyen sayısı 932 bine ulaşır. 1930-31 yıllarında sanayinin kalifiye işçi ihtiyacı 801 bin iken, meslek liseleri 44 bin işçi sağlamakta. 1930’lu yıllarda meslek liselerinde 500 bin kalifiye işçi yetişmekte. 1933-40 yılları arasında 2 milyon 350 bin kalifiye işçi meslek liselerini bitirmişti. 1937- 38 yıllarında 4 milyon kişi “minimum teknik” sınavını verdi. 1913’te orta ve yükseköğrenimini tamamlamış kişi sayısı 290 bindir, 1940’da bu sayı 38 milyonu aşmıştır.

Eğitim alanındaki bu muazzam başarı sanayideki verimliliğe de yansıyordu. Makina ithalatı 1928’de % 30’dan, 1932’de % 12,7’ye düşmüş, 1937’ye gelindiğinde ise sadece % 0,9’du. Proletarya diktatörlüğü ile yönetilen Sovyet iktidarı milyonların harcadığı yoğun emeğin karşılığını almaktaydı. Ülkenin ekonomik büyüme hızı ABD, İngiltere gibi emperyalist ülkelerin çok üstündeydi. 1927-28 ile 1937 arasında büyüme hızı %15-16, 1946-50’li yıllarda ise % 20’yi aşıyor.

Kapitalizm kriz içinde debelenirken işçi devletinin gösterdiği bu başarılar karalamaların hedefi oluyor, büyüme hızı % 8-9 gösterilmeye çalışılıyordu. ABD’nin 1899-1926 yıllarında büyüme hızı %5, İngiltere’nin 1885- 1913 arasında %3’tür. Bu sayısal rakamlara demir-çelik, kömür, petrol, elektrik, çimento üretimi rakamları da eklenebilir. 1913’ten 1940’a pik demir üretimi %400, çelik %330, kömür %400’e yakın, Petrol %180, çimento üretimi 56 kat artmıştır. Elektrik üretimi ise 2 milyon kWs’den 48 milyar kWs’ye ulaşmıştır.

Aynı hızla olmasa da tarımda da büyük gelişmeler olduğunu görmek mümkün. 1928-1938 arasında tarımda çalışan işçilerin verimi %60, pazara gelen tahıl ise %150 oranında artmıştı. Buna bağlı olarak toplumun yaşam koşullarında önemli gelişmeler sağlanmıştır. Ukrayna, Kaban ve Volga bölgelerinde süt ve ekmek tüketimi %50 et tüketimi ise birkaç kat artırmıştır.

Bu sayısal veriler, Sovyet iktidarının sağladığı toplumsal gelişmenin boyutunu gözler önüne seriyor. Şunu da söylemek gerekir ki, bu başarılara hem içte hem dışta emperyalizmin engellemelerine rağmen ulaşılmıştır. İlk günden itibaren sosyalist işçi devletinin gelişimi boğulmak istenmişti. Ama başlığa konu ettiğimiz dünya proletaryasının büyük öğretmeni Karl Marx’ın sözü “fikirler kitlelere nüfuz edince maddi bir güç olur” sözü aslında bu başarının altında yatan esas nedeni açıklamaktadır.

İşte başarının asıl sırrı da buradadır. Bolşevik Parti’nin yönetmede, organize etmede harcadığı muazzam çabasında, inadındadır. Sosyalist bir düzen ve ona uygun sanayi, tarım ve ekonomi programı birkaç kişinin düşüncesi olarak kalmamıştır. Bu program Bolşevik Parti tarafından toplumun tüm kesimlerine benimsetilmiş ve tüm üretken güçler her aşamada işin başında olmuşlardır. Müsrif ve verimsiz olan kapitalizme karşı emekçilerin bilinçli-gönüllü katılımıyla bu başarılara ulaşmıştır. Bolşevik Parti öncülüğünde Rusya proletaryası ve halkları devrimi destekleyip göz bebekleri gibi korumuşlardır. Hâlâ aşılmamış ve ulaşılamamış bir deneyim olan Büyük Sosyalist Ekim Devrimi tüm dünya halklarına ve proletaryasına yol göstermeye devam ediyor.

İçinde yaşadığımız kapitalist düzen insanlığı yok oluşa sürüklüyor. Sorumlusu olduğu savaşlar, yarattığı ekolojik felaketler ve ekonomik krizler insanlığın yok oluşunu hızlandırıyor. Dünyada halklar yoksulluğa, rüşvete, hırsızlığa, artan hayat pahalılığına, doğayı tahrip eden politikalara karşı ayağa kalkmakta kendine bir yol bulmaya çalışmaktadır. Dünyada emperyalist-kapitalist sistem ekonomik krizler ve savaşlar içinde debelenmekte, yıkılmayı beklemektedir. İşte bugünün acil ihtiyacı, Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin deneyimlerine-birikimlerine yaslanarak Yeni Ekimlere hazırlanmaktır.

Veli Karaçam

Ali Haydar Karaçam

Tekirdağ 1 Nolu F Tipi

07.11. 2019

 

 

 

 

Sınıf mücadelesini ve dayanışmasını büyütelim!

 

Tekirdağ zindanlarından tüm dost ve yoldaşları en içten devrimci duygularımızla selamlıyor, sıkıca kucaklaşıyoruz.

Korkuyorlar, korktukça saldırganlaşıyorlar!

Neden mi korkuyorlar?

Krizler, bunalımlar, savaşlar içinde debelenen sistemlerinin devrimci kitle hareketlerinin hedefi olmasından korkuyorlar.

İşçi sınıfının kanı ve canı üzerinde kurulu fabrikalardaki sömürü düzeninin yıkılmasından korkuyorlar.

Sömürü düzenlerinin temel dayanaklarından biri olan ve işçi hareketinin her seferinde önünü kesen bürokratik-işbirlikçi sendika düzenin alaşağı edilmesinden korkuyorlar.

Dünyada ve Türkiye’de her geçen gün biraz daha güçlenen kadın hareketinin kapitalist düzeni sorgulayıp, onun karşısına çıkmasından korkuyorlar.

Ekonomik krizin ve sosyal yıkım saldırılarının oluşturduğu mücadele dinamiklerinin devrimci temellerde karşılarına çıkmasından korkuyorlar.

Geleceksizlik ve işsizliğin pençesinde önünü göremeyen gençlik kitlelerinin kendi sosyal sorunlarına karşı duyarlılığı artmasından, onları kontrol edemeyeceklerinden korkuyorlar.

Tam da bu korkularının şekillendirdiği bir saldırıdır, bize karşı yapılan tutuklama terörü.

İşçi sınıfının kölelik zincirlerini daha fazla kalınlaştırmak isteyen sermaye devleti kendi yasalarını dahi uygulamamaktadır. Tam bir keyfiyetle her türlü muhalif ses zorbalıkla susturulmak istenmektedir.

Bizim şahsımızda işçi sınıfına “sana nefes bile aldırmayacağım” denilmektedir. Öyle ki sendikal çalışma yapmak, işçi eğitim toplantıları yapmak, işçileri aydınlatan bildiriler dağıtmak, taciz ve tecavüze karşı çıkmak, sosyalist gazeteleri okumak, 1 Mayıs’a katılmak suç kapsamına sokulup, tutuklama gerekçesi yapılmaktadır. Kısacası temel hak ve özgürlüklerin önü tamamıyla kapatılmak isteniyor.

Tam da bu nedenle bu tutuklama saldırısı sadece olan anlamda sınıf devrimcilerine yönelmemiştir. Hayır diyen itiraz eden, başka türlü olmalı diyen herkese ve her kesime yönelmiş bir saldırıdır bu.

İki şeyi yaparsak bu saldırıyı boşa düşürebiliriz. Birincisi sınıf mücadelesine ve sorumluluklarımıza her zamankinden daha fazla sarılmalıyız. Örülmeye çalışılan korku duvarlarını aşıp ileriye çıkmalıyız. İkincisi bu dava sürecini yakından takip edip gerekli desteği sunmalıyız. Yukarıdan bahsettiğimiz gibi bu saldırının muhatabı toplumun geniş kesimleridir. Bu süreci o kesimlere meletmeliyiz. Dayanışmayı bu zeminde örgütlemeliyiz.

Tekirdağ zindanlarında başımız dik, onurlu ve gururluyuz. Bu onuru bir madalya gibi göğsümüzde taşıyoruz. Duyarlı tüm kamuoyuna, dost ve yoldaşlar bu sürece sahip çıkma ve dayanışma içinde olmaya çağırıyoruz.

Tekirdağ’dan tutuklu sınıf devrimcileri

 

 

 

 

Osmaniye Cezaevi’nde tutuklular 12 Kasım’dan beri açlık grevinde

 

Osmaniye 2 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde olan tutuklular, kötü muamele ve hak ihlallerine karşın 12 Kasım’dan bu yana açlık grevinde olduğu bildirdi. Tutuklular, hak ihlalleri devam ettiği takdirde açlık grevini sürdüreceklerini aileleri aracığıyla kamuoyuna duyurdu.

Yasal olan haklarının ellerinden alındığını, ayakta sayım dayatmasına maruz kaldıklarını ve bunu kabul etmeyenlerin darp edilip haklarında disiplin soruşturmalarının açıldığını belirten tutuklular, kamuoyuna duyarlılık çağrısında bulundu.