17 Ağustos 2018
Sayı: KB 2018/32

Kriz derinleşiyor…
Erdoğan ve yancıları
Sermaye ve AKP iktidarının döviz telaşı
“Yeni Ekonomi Yaklaşımı” ve Sabancılar
Dinci faşist iktidarın uşaklık imtihanı
“Döviz krizi” ve Avrupalı emperyalistlerin korkuları
“Avukatlar olarak direnmeye devam edeceğiz!”
“Mücadelemiz nesilden nesle devam edecektir!”
Rant odaklı kentleşme ve doğal afetler
Gre(if)v yargılanamaz!
“Greif’teki işgal, grev, direniş yargılanamaz!”
Cevabımız: İşgal, grev, direniş!
DEV TEKSTİL: Kriz bahane, işten atmak şahane!
Patron zihniyetli sendika bürokrasisine karşı mücadeleye!
Direnişin 3. ayında Flormar işçileriyle artan baskı ve saldırıları konuştuk
İşçi ve emekçilerin kaleminden ekonomik kriz
Almanya “ne pahasına yeniden nükleer bir güç haline gelebilir?”
İran’da kepenk kapatma ve grev
Korku hücresi
Faşizmin demir yumruğu altında şiirler okuyan Federico Garcia Lorca
Kriz, kapitalizmin ve tek adam rejiminin krizidir…
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Rant odaklı kentleşme ve doğal afetler

 

Ordu’da yaşanan sel felaketi sonucunda meydana gelen hasarların giderilmesi uzun zaman alacak. Aşırı yağışlar neticesinde oluşan su taşkını 8 köprüyü yıktı, binlerce insanı mahsur bıraktı. 165 işçi fabrikalarından helikopterle kurtarıldı. Yer yer heyelan ve toprak kayması da yaşandı, bir kişi yaşamını yitirdi.

Türkiye’de sel felaketinin son yıllarda artış içerisinde olduğu görülüyor. Bu yıl Mayıs aylarında Ankara’da peş peşe merkezi yerler sular altında kalmıştı. Geçen sene yine yaz aylarında İstanbul’da da aynı tablo vardı. 2015 Ağustos’unda Artvin Hopa’da meydana gelen sel sonucu onlarca kişi hayatını kaybetmişti. Geriye dönük birçok haber daha sıralanabilir.

Sel felaketinin birçok nedeni vardır, ancak her ne kadar “doğal afet” olarak açıklansa da son dönemde yaşanan sel olaylarını yalnızca aşırı yağışlara bağlamak gerçekçi olmaz. Nasıl ki bir uçak düştüğünde suçu yer çekiminin varlığına atamıyorsak, kent merkezlerinde yaşanan su taşkınlarını aşırı yağışlara bağlayamayız. İnsanlık olarak illa ki önleyemediğimiz doğa olayları var. Ancak bazı felaketleri de “doğal” afet olarak göremeyiz. İçerisinde yaşadığımız dünyanın bir doğal döngüsü, düzeni var.

Ordu’da yaşanan sel felaketinin üç temel nedenini TMMOB açıkladı: “İlki dere yataklarındaki yapılaşma, ikincisi Karadeniz Sahil Yolu’nun oluşturduğu setin derelerin Karadeniz’e ulaşmasına engel olması, üçüncüsü de HES’ler nedeniyle derelerin akış rejiminin bozulmasıdır.”

Dere yataklarının rant sonucu imara açılması ya da seçim vaatlerine iliştirilen imar barışı kapsamında dere yataklarında var olan yapılaşmaya ruhsat verilmesi yağışlar sonucu biriken suyun sele dönüşmesine sebebiyet vermektedir. Karadeniz Sahil Yolu’nun proje aşamasında da çeşitli tartışmalar yaşanmış, bu yolun sahile değil, tepelere yapılmasını gerektiren raporlar yayınlanmıştı. Projeye karşı çıkan avukat Cihan Eren bir silahlı saldırı sonucu 22 Temmuz 2005’te öldürülmüştü. Nitekim sel sonucu bu yolun üzerinde bulunan bir köprü yıkıldı. HES’ler (Hidroelektrik Enerji Santrali) ise her ne kadar yenilebilir, temiz enerji olarak bilinse de gerek kurulduğu akarsuya gerekse de çevresine verdiği zararlar ile daha çok gündemdedir. Doğal döngüyü bozucu niteliktedir. Ordu’da 34 dere bulunmaktadır. Bu derelerin üzerinde, çoğu çalışan, bir kısmı bitmek üzere olan 15 HES kurulmuştur. En uzun ve büyük ırmak olan Melet Irmağı üstünde 6 HES yer almaktadır.

Sel ve benzeri felaketlerin nedenlerine dair açıklamayı bunlarla sınırlı tutamayız. Anlaşılacağı üzere sorun kent planlamasından başlıyor. Kentleşme politikaları tarihsel süreç içerisinde barınma ihtiyacını karşılamanın dışında kâr sağlama amacına hizmet etmektedir. Konut projeleri, büyük sermayedarların yanı sıra belediyelerin de rant elde etme alanları haline gelmiştir. Müteahhitlerin belediye başkanı olma hevesi de buradan gelmektedir. 2010 yılında yapılan bir yasal değişiklik ile büyükşehir belediyelerine herhangi bir araziyi “kentsel dönüşüm” alanı olarak tahsis etme yetkisi verilmiştir.

İnşaat-gayrimenkul sektörünün özellikle AKP döneminde büyük bir ivme kazandığını biliyoruz. Bu ivme, AKP’nin süreç boyunca yaptığı bir dizi stratejik hamle ile sağlanmıştır. TOKİ en tipik örneğidir. TOKİ 1984 yılında kurulmuş olup amacı küçük ölçekli müteahhitlere ve ev sahibi olmak isteyenlere kredi sağlanması olarak belirlenmiştir. Ancak 2002-2008 döneminde 14 yasal değişiklik ile devasa bütçeli ve dokunulmaz bir devlet aygıtı haline getirilmiştir. TOKİ imar izni verme, devlet arazisini özelleştirme, belirli bölgeleri kentsel dönüşüm sahası ilan etme ve dönüşüm projelerini yönetme gibi geniş yetkiler ile donatılmıştır.

2001 krizi üzerine gelen bir iktidar olarak AKP, 2007 yılının sonuna dek IMF programını eksiksiz yerine getirdi, inşaat sektörüne sistematik olarak yöneldi. Bu sektör diğer imalat alanları ile bağıntıları sayesinde hızlı bir büyüme süreci yarattı, kriz döneminde geniş bir istihdam alanı açtı. 2008 yılıyla beraber “hızlı ve ne pahasına olursa olsun büyüme” anlayışı ile hareket eden AKP, seçimlerde de önemli bir propaganda aracı olarak kullandığı “mega/çılgın” projelerini öne çıkardı. Sayısız projelerden son öne çıkanları, İstanbul’a üçüncü köprü, üçüncü havalimanı ve Kanal İstanbul projesidir. Karadeniz Sahil Yolu projesi de aynı heves ile tamamlanmıştı. Bu propagandalar seçmende olumlu etki bıraktı, icraat konusunda AKP önceki iktidarlar ile karşılaştırıldığında açık ara öne geçti.

AKP döneminde yönelimin inşaat sektörüne dönük olması, tüm dünyada gözlemlenen finansallaşmanın, kentlerin metalaşmasının, yani kapitalist üretim tarzının doğal sonucudur. Ayrıca 24 Ocak kararları ile neo-liberal politikaların da bir uzantısıdır. Bu dönemde alt sınıflara ev kredileri dağıtılarak, işçi ve emekçiler de borçlandırıldı. Borçlanma ile emeğin sermaye düzenine bağımlılığı arttırıldı.

AKP bu dönemde kendi yandaş sermaye grubunu da oluşturdu. Bazıları on yıl önce sektörde dahi olmayan bu sermayedarlardan birkaçı Torunlar, Sinpaş, Kiler, Limak, Ağaoğlu, Kalyon, Gap olarak sayılabilir. TOKİ’nin ve mega projelerin ihaleleri bu sermaye gruplarına dağıtıldı. Kamu-özel işbirliği projelerinde bu gruplara hazine garantisi verildi.

Bütün bu adımlar dışında mevcut iktidarın inşaat ve gayrimenkul sektörüne stratejik yönelişi başka adımlar ile de açıklanabilir ancak bu kadarı bile yeterlidir.

Ranta dayalı kentleşme sonucunda zaman içerisinde ormanlar yok edildi, şehirler betonlaştırıldı. Büyük orman yangınları çıkartılarak yanan arazilere oteller yapıldı. Her yere imar yapma mantıksızlığı ile dere yatakları dolduruldu, dereler kurutuldu. Ormanlık alanlar yok edilerek maden ve taş ocakları yapıldı. Kanal İstanbul gibi projeler ile deprem bölgesi olan alanlar yeni felaketlerin adresi olma riskini taşıyor.

Kent planlamasının merkezine doğa ve insanı değil, çıkar ve kârı koyan sermaye düzeni doğa ve insan yaşamını tehdit etmeye devam etmektedir. Yaşanan felaketler mevcut teknoloji ile önlenebilir. Kent planlaması sağlıklı, yaşanılabilir, doğa ile uyumlu hale getirilebilir. Ancak böyle bir tercih düzenin işleyişine terstir. Sorun, onu yaratan düzenin ortadan kaldırılması ile çözülebilir.

U. Aze

Yararlanılan kaynak:

- Hegemonyanın harcı: AKP döneminde inşaata dayalı birikim rejimi, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 71, No. 2, 2016, s. 599-626