21 Ekim 2017
Sayı: KB 2017/41

Sömürü, baskı ve zorbalığa karşı mücadeleye!
Evrimi içinde burjuva cumhuriyeti ve dinsel gericilik
Baskı ve zorbalık artarken…
ABD-AKP gerilimi farklı mecralarda sürüyor
2018 bütçesi: Emekçilere yıkımı dayatan savaş ekonomisi!
Özakça’ya tahliye, Gülmen’e tutukluluğa devam kararı
Sermayenin can simidi: Kiralık işçilik
TİS sürecinde satışa hazırlanılıyor
CSUN fabrikasında neler oluyor!
Şişecam’da direnişin muhasebesi
“Buz kırılmış, yol açılmıştır!”
1917-2017… Yüzyılın kadınlara çağrısı
Dinci gericilik ve kadın
Gerici yasalara karşı mücadeleyi büyütelim!
Eğitimde yeni değişikliklerin amacı
YÖK’ten yapısal “reform”
Kapitalist sistemin krizi ve iki yol
Güney Kürdistan dersleri
Avrupa’da Ekim Devrimi seminerleri
Otuz beşinci yaş gününde, suskunlukla geçen yirmi bir yıl
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalist sistemin krizi ve iki yol

K. Ali

 

Kapitalist sistemin çok boyutlu krizi derinleşerek sürüyor. Bir dünya sistemi olan kapitalist sistemin krizi, her ülkenin özel koşullarına göre derinliği, yoğunluğu ve genişliği bakımından değişiklik gösterse de sistemin genelini avucuna almış bulunuyor. Krizin yıkıcı sonuçları bağımlı, ekonomisi zayıf ülkelerde çok daha yakıcı olsa da emperyalist devletlerin ekonomileri de krizin yıkıcı sonuçlarından kurtulamıyorlar. Latin Amerika’da Brezilya, Arjantin, Meksika; Avrupa’da Yunanistan, İspanya, Ukrayna, İtalya, Fransa; Afrika’da Güney Afrika ekonomileri bunalımın kıskacında kıvranıyorlar. Kapitalist-emperyalist sistemin genel bunalımının sonucu olarak cereyan eden Ortadoğu’daki talan savaşlarının altında ezilen Libya, Suriye, Yemen, Afganistan, Kürdistan gibi ülkelerin yanı sıra Ukrayna gibi ülkelerin halkları da çok ağır bedeller ödüyorlar.

İhtiyaçların karşılanması için mi, açlık ve kâr için mi üretim?

Kapitalist sistemin krizinin temelinde ihtiyaçların karşılanmasını amaçlayan dayanıklı kullanım değerleri üretmek yerine, azami kâr için değişim değerlerinin üretilmesi vardır. İçerisine girdikleri fazla üretim krizini aşmak için kapitalizmin tarihi kadar eski olan politikaları da üretim amaçları kadar sorunlu ve yıkıcıdır. Sıfır faiz politikalarıyla mali sermaye gruplarını besleyerek krizi atlatacakları yalanına sarılan emperyalist devletler, piyasayı paraya boğarak trilyon dolarları dolaşıma sürdüler. İflas eden bankaları kamulaştırarak mali sermayenin borçlarını emekçilerin omuzlarına yıktılar. İzledikleri genişlemeci, sıfır maliyetli para politikalarıyla kapitalist tekelleri yeni yatırımlara özendirip yönlendirerek krizi atlatacakları hayalini canlı tuttular. Kapitalist piyasada işler yolunda gittiği zaman devletlerin müdahalesine ateş püsküren liberal okumuş takımı gibi, üniversite kürsülerini işgal eden zevat da devletlerin, sermaye gruplarının çıkarına olan bu müdahalesini büyük bir “olgunluk” ve “sorumluluk” olarak görüp desteklediler. Ne ki piyasaya sürülen sıfır faizli trilyon dolarlar yeni yatırımlara dönüşmek yerine spekülatif alanlara, özellikle de “gelişmekte olan ülkeler” olarak kodladıkları bağımlı ülkelerde vadedilen yüksek faizlere, devlet tahvillerine ve borsalara aktı. Almanya ve ABD borsası tarihi rekorlarını kırarak 13 bin ve 23 bin puanın üzerine çıktılar. Japonya borsası 19 yıl aradan sonra yeniden yükselerek, 1996 yılının düzeyini yakaladı.

Mali sermayenin tutsak ve kölesi olmaktan başka
bir yol var

Donmuş emek ve evrensel değişim aracından başka bir şey olmayan mali sermayenin kasasına akıtılan para, kapitalist üretimin azami kâr yasası gereği azami kârı vadeden alanlara yöneldi. Mali sermaye bankalar üzerinden yaygınlaştırdığı kredi sistemiyle en ücra evlere kadar girerek emekçilerin elinde ve avucunda olanların yanı sıra, gelecek on yıllar boyunca kazanacağı ihtimal dahilinde olan gelirini de ipotek ederek el koydu. Öyle ki kredisi olmayan, borçlanmayan insan kalmadı. AKP ve onun başı Erdoğan, Anadolu insanının dar günler için sakladığı altınlarına aç kurtlar gibi göz dikti. Emekçilerin elinde avucunda olan her şeyi piyasanın vurgununa sunmak için olmadık madrabazlıklara başvuruyor. Kapitalist üretimin basit kuralı olan işçiye iş imkanı sağlayıp onun canlı emeğini sömürme olanağı kalmayan vampirler sürüsü, emekçilerin elindeki birikimine bir yolunu bularak el koymanın telaşını yaşıyorlar. Onlar böylece kapitalist sistem içerisinde kalınarak, yeni yatırımlar yapılarak iş imkanlarını sağlama olanağının kalmadığını açığa vurmuş oluyorlar.

Bu çok eski, sınıfların ortaya çıkışı kadar eski bir kuraldır. Fetih savaşları ve saray debdebelerinde tüketilen zenginliklerin yerini dolduramaz olup, mali krizler içerisinde debelenen feodal krallıklar, mali sıkıntılarını aşmak için dinlerini de değiştirmekten geri durmadılar. Böylece eski dinlerinin kutsalı olan mabetlerinde “bulunan yüklü miktardaki değerli metal, pirinç ve bronzları” soyma hakkını elde ettiler. “Kralın isyankar Damara baronlarına karşı biçare ve maliyetli savaşını finanse etmek için metale ihtiyacı vardı.” (Dünya Dinleri ve İktidar, sf. 62) Erdoğan da saray debdebesi ve Kürt halkına karşı sürdürdüğü savaşta, dışarıya bağımlı olan ekonomisinin batışını seçimlerin sonuna kadar erteleyebilmek için emekçilerin elinde ne varsa göz dikti. Emekçilerin deyimiyle “kefen parasına” bile…

Emekçiler bunun ne anlama geldiğini, kürsülerin başını ele geçiren kapitalist sistemin propaganda makinası olarak çalışanlardan çok daha iyi biliyorlar. Mali sermaye tarafından tutsak edildiğini etinde kemiğinde hisseden emekçiler bu deli gömleğini yırtmanın yolunu dağınık ve örgütsüz oldukları için bulamıyorlar.

Maliyeti sıfır olmanın da ötesinde, enflasyonist politikalarla mali sermayeye kâr getirmenin aracı olan krize çözüm olarak propaganda edilen bol para politikalarının kapitalizmin krizini çözmekten öte, onun yıkıcı sonuçlarını biraz geciktirse de krizin çok daha büyük bir dalga olarak yaşanmasına yol açmaktan başka bir işlevi olmayacaktır. Kapitalist emperyalist devletlerin bulduğu “çözüm” Erdoğan’ın “çözümünden” daha büyük, trilyon dolarlık gibi büyük bir meblağa dayansa da sonuçları aynı olacaktır.

Değişim değeri üreten kapitalizm yoksulluk ve savaş da üretiyor

İhtiyaçların karşılanmasını amaçlayan sosyalist üretim yerine kârı amaçlayan kapitalist üretim içerisinde kalarak kapitalizmin ekonomik ve sosyal krizine çözüm bulma çabaları hep beyhude çabalar olarak tarihin kayıtlarına geçmiştir. Yalnız bu kadar da değil. Kapitalizmin genel bunalımlarının kaçınılmaz olarak büyük emperyalist paylaşım savaşlarına yol açtığını da tarih kaydetmiştir. Yaşanan iki büyük savaşın çok daha büyük bir felaketle sonuçlanmasının önlenmesini ise insanlık büyük Ekim Devrimi’ne ve onun ürünü olan SSCB’nin, Hitler faşizmini ezmesine borçludur.

Korkunun verdiği telaş

İnsanlığı büyük bir felaketten kurtaran Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılını kutladığımız bir zamanda, kapitalist sistem yeniden çok daha büyük bir kriz içerisinde sürünüyor. Sistemin krizinden kapitalist sistem içerisinde kalarak “normal” yollarla çıkmanın mümkün olmadığını tarihsel deneyler de ortaya koymuştur. Bu gerçeği, kapitalist dünyanın uluslararası mali kuruluşu IMF de itiraf ediyor. Yayınladığı “Mali İzleme Raporu”nda artan gelir eşitsizliğini eleştirerek, artan oranlı vergi sisteminin uygulanmasını buyurarak, “gelir eşitsizliğinin azaltılması için yüksek gelir grubunun vergisinin arttırılabileceğini, bunun da büyümeye engel olmayacağını” söylüyor.

Onların telaşı boşuna değil. SSCB’nin yıkılmasından sonra iyiden iyiye barbarlaşarak, gerçek suratını herkesin görebileceği şekilde ortaya koyan kapitalist sistem insanlık için artık taşınamaz olmaya başladı. IMF, sistemi kurtarmanın telaşını yaşıyor. Bu telaşı yaşamak konusunda IMF’nin yalnız olmadığını biliyoruz. Çok uzaklara gitmeyelim. Azami kâr uğruna işçileri işten atarak açlığın pençesine itmekte bir mahsur görmeyen Ali Koç da büyüyen “eşitsizliği” daha önce eleştirerek “bunun böyle devam etmeyeceği” korkusunu dışa vurmuştu.

Yalnız değiliz, eksik olan örgütlülüğümüzdür

Mali sermayenin tutsak yaptığı işçiler ve emekçiler yalnız değildir. Onlar milyarlarcadır ve hayatı yaratan da onların emeğidir. Onların bir gün işe gitmediğini, bantları döndürmediğini, uçakları, trenleri hareket ettirmediklerini düşünün. Hayat durur, sermaye devletinin şiddet makinası olan silahlı güçleri yerinden kıpırdayamaz hale gelirler. Kapitalizmin girdabında boğulan işçiler ve onların aileleri örgütlenip, para kasalarının dolması için değil ama ihtiyaçların giderilmesi için üretim yapmak hedefiyle harekete geçtiği zaman bunları başarmak hiç de zor değildir. Yüzüncü yılını kutladığımız Ekim Devrimi’nin yarım bıraktığı işi, ondan öğrenerek ama onu da aşarak ileriye taşımak, işçi sınıfı ve komünistlerin önündeki en acil görevdir.

 
§