22 Eylül 2017
Sayı: KB 2017/36

İşçi sınıfı emperyalist savaşa karşı mücadeleyi yükseltmelidir!
Hatun Ana ırkçılığın topraklarına değil, insanlığın yüreğine gömüldü
Erdoğan ne yaptıysa tersini söylüyor
AKP’nin Nuriye ve Semih korkusu
Ulucanlar ve hapishane katliamları üzerine…
“Zor dönemi” aşmak için Habip ve Ümit olunmalı
Gerçek birlik için devrimci ayrıştırma!
İSDEMİR’deki iş cinayetinde BALTAŞ işçiyi suçladı
MİB MYK Eylül ayı toplantısı sonuçları
DEV TEKSTİL GMYK 2017 Eylül Ayı Toplantı Sonuç Bildirgesi
Emeğin korunması ve Sovyetler Birliği deneyimi
“Bağımsız Kürdistan” gerilimi
Astana’da taraflar anlaştı
Fransa: Bu kavga sınıf kavgasıdır!
Almanya’da seçim kampanyalarından yansıyanlar
Otomobil tekelleri ekolojik dengeyi mahvediyor
Ekim Devrimi yol gösteriyor!
TEOG tek adamın emriyle kaldırıldı!
Proletaryanın uluslararası birliği: Birinci Enternasyonal
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Almanya’da seçim kampanyalarından yansıyanlar

K. Ali

 

Almanya’da 24 Eylül’de yapılacak olan parlamento seçimleri için düzen partilerinin sürdürdüğü propaganda çalışmalarına tam bir ikiyüzlülük ve tutarsızlık hakim. Düzenin iki temel partisi, Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ile Sosyal Demokrat Parti (SPD) sanki kendi dışında başka güçler ülkeyi yönetmiş, yaşananların sorumluları kendileri değilmiş gibi pişkinlikler sergiliyorlar. Faşist AfD açıktan yabancı düşmanlığı üzerine seçim stratejisini kurarken, sistemin iki temel partisi CDU ile SPD ise Erdoğan karşıtlığı üzerine kurdukları seçim stratejileriyle, ülkenin gerçek gündemlerini manipüle etmeye çalışıyorlar. Alman basınında “Angela Merkel ile Martin Schulz arasındaki televizyon düellosunun konuları sosyal adalet, eğitim ve fakirlik yerine mülteci politikasıydı” türünden yapılan eleştiriler, koalisyon hükümeti ortaklarının seçim tiyatrosunu bariz olarak açıklıyor.

Toplumsal yıkımı unutturmak için en kullanışlı araç Erdoğan

Düşük ücretler, uzun, güvencesiz ve esnek çalışma, paralı eğitim, otobanlar ve sağlık hizmetlerinde kalan bakiyenin de özelleştirilmesi saldırısı, eğitim ve sağlık alanlarında yapılan kesintiler, kadro açığı vs. gerçekleri unutturmaya çalışıyorlar. Emeklilik yaşının 67’ye çıkarılmasıyla yaşarken emekli olmanın hayal olduğunun, emekli olunsa bile alacakları emeklilik aylığıyla emeklilerin bırakalım geçinmeyi ev kiralarını bile ödemelerinin mucize olacağının kimse farkında olmasın istiyorlar. Maddi zenginlik içerisinde yüzen kapitalist sistem içerisinde yoksulluğun artık sosyal bir olgu olduğunu, yoksulluklardan en çok etkilenenlerin başında çocukların geldiğini, kapitalist sistemin açtığı yaraları pansuman etmekle görevli kilise ve yardım(!) kuruluşlarının okul çağındaki ve çocuk yuvalarındaki yoksul çocuklarına sıcak yemek servisi yapmak için seferber olduklarını bir yana bırakıyorlar. Dış cephede saldırganlık politikalarını yabancı ülkelerdeki asker sayısını arttırarak sürdürmelerini içeride ise polise geniş serbestlik sağlayan, orduyu halk hareketlerine karşı kullanma yetkisi veren, sendikaların toplu sözleşme yapma haklarının sınırlarını daraltan ve daha birçok gerici yasal düzenlemeyle sermayenin baskı aygıtını takviye eden CDU-SPD koalisyon hükümetinin aktörleri utanmadan “daha fazla adalet” veya “yoksullukla mücadele”den dem vuruyorlar.

Aynı ikiyüzlülüğü düne kadar kollayıp korudukları Erdoğan’a karşı takındıkları davranışlarında da sergiliyorlar. Ülkenin temel gündemi sanki Erdoğan’mış gibi göstererek, Erdoğan’ın kışkırttığı soyut batı düşmanlığı kampanyasının benzerini, Alman üstünlüğü ile birleştirilmiş Erdoğan karşıtlığı üzerinden sürdürüyorlar. Sahte düşman ikilemine sıkıştırdıkları emekçileri böylece gerçek gündemlerinden uzak tutmaya çalışıyorlar. Hesaplı olarak sürdürdükleri Erdoğan karşıtlığının dozu seçimlerden sonra kaçınılmaz olarak düşecektir. Geriye, karşılıklı olarak kışkırttıkları, dinci-milliyetçi zehirle zehirlenip aptallaştırılan kitlelerin düşmanlıkları kalacak.

Yapay/spekülatif gündem yaratma çabalarını, gerici savaşların mağduru olan milyonların göçlerinden kendi sistemleri sorumlu değilmiş gibi akşam-sabah “mülteci sorunu” üzerinden Alman milliyetçiliğini kışkırtarak devam ettiriyorlar. Onların başarılı(!) icraatlarının yarattığı yıkıntıdan beslenen AfD gibi faşist partiler, devlet eliyle kışkırtılmış milliyetçilik zehriyle zehirlenmiş ortamı sömürmenin yardımıyla oy ve toplumsal desteklerini arttırıyorlar. Faşist partinin yükselişinde, AfD’nin sesini duyurmakta oldukça cömert davranan resmi ve özel medya kuruluşlarının katkısı da oldukça önemli bir yer tutuyor. Faşist partiyi “sağ popülist” ancak demokrasi karşıtı olmayan parti olarak sunan büyük medya kuruluşları, sol harekete karşı ise tam bir düşmanlık ve kindarlıkla saldırıyorlar.

Tek program, üç “ayrı” parti

Seçim kampanyası için 20 milyon avro bütçe ayıran, “İyi ve güzel yaşadığımız bir Almanya için” şiarıyla seçim kampanyasını yürüten CDU, bu “güzelliği” kaybetmemek için de “güvenlik” politikalarını özel olarak öne çıkartıyor.

“Gelecek, yeni fikirler ve onları hayata geçirecek birini gerektirir” sloganıyla parti lideri Martin Schulz’un bu iş için biçilmiş kaftan olduğu mesajını veren SPD, seçim kampanyası için 24 milyon avro propaganda bütçesi ayırdı. “Daha fazla adalet zamanı” demagojisine de sarılan SPD, Ajanda 2010 üzerinden dönemin koalisyon ortağı Yeşiller’le birlikte tekellerin saldırgan politikalarını hayata geçirenin kendi hükümetleri olduğu gerçeğini unutturmaya çalışıyor. SPD ve Yeşiller’in seçim propagandalarında da “güvenlik” özelikle öne çıkartılıyor. CDU, SPD ve Yeşiller özel olarak ağırlık verdikleri “güvenlik” vurgusuyla dışarıda militaristleşme, içeride ise polis devletini takviye etmek için destek yaratmaya çalışıyorlar. Önceki seçim propagandalarında özellikle SPD ve Yeşiller AB’yi “özgürlük”, “dayanışma” ve “barış” projesi olarak pazarlarken, 2017 seçimlerinde kapitalist-emperyalist bir birlik olan AB’yi gerçek misyonuna uygun şekilde “güvenlik” projesi olarak sunarak CDU ile aynı çizgide buluştular. Frankfurter Allgemeine Zeitung bu kutsal buluşmayı yıllar önce “Sol kanat giderek Merkel’in çizgisine kayıyor” diye isabetle tespit etmişti.

Seçimlerden sonra olası bir koalisyon hükümetinin ortakları olarak görülen ve tek program etrafında buluşan partilerin aslında tek parti olduklarının bundan daha iyi izahı olamazdı. Sistemin temel partilerinin ve olası koalisyon ortaklarının tek program etrafında buluşmuş olmaları, 24 Eylül’de hangi parti birinci olarak çıkarsa çıksın, kurulacak olan hükümetin dışarıda militarizmi içeride ise polis devletini kaldığı yerden takviye edeceğini gösteriyor.

Şamar oğlanı reformist solun inandırıcılık krizi

Reformist Sol Parti (Die Linke) seçimlere, “Sosyal. Adil. Barış. Herkes için” sloganıyla katılırken, koalisyon ortağı olduğu eyalet hükümetlerinde uyguladığı politikalardan dolayı değişimden yana olan seçmen karşısında inandırıcı ve ikna edici olamıyor. Kapitalist toplumun sınırları içerisinde “sosyal”, emperyalist tekellerin egemenliği altında ise “Adil. Barış. Herkes için” diyen reformistlerin hükümet olamadıkları sürece pek bir sorun olmayan bu vaatleri sınanma evresinde tam bir sorun olarak karşılarına çıkıyor. Herkese yaranmaya çalışan reformistlerin çabaları kaçınılmaz olarak sistemin egemenleri lehine sonuçlanıyor. İçerisine sürüklendikleri inandırıcılık krizi onların politik yaşamlarının yol arkadaşı olarak yakalarını bırakmıyor.

Asgari ücretin 8,50 avrodan 12 avroya çıkarılmasını, sendikaların TİS hakkının güçlendirilmesini, kiralık işçiliğin yasaklanmasını, her alanda eşit işe eşit ücret, emeklilik aylıklarının ücretin yüzde 53’üne çıkarılmasını, asgari emeklilik maaşının da 1050 avro olmasını içeren haklı reform talepleri, eyalet hükümetlerinde ortaya koydukları pratiklerinden dolayı inandırıcı ve ikna edici olamadığı için, bir miktar oy desteğine bile dönüşemiyor.

Merkel hükümeti tarafından Federal Meclis’ten oy çoğunluğuyla geçirilen ve Sol Partili milletvekillerinin tamamının Federal Meclis’te karşı oy verdiği otobanların özelleştirmesine, Federal Eyaletler Konseyi’nde (Bundesrat) Sol Parti’nin koalisyon ortağı olduğu Thüringen, Berlin ve Brandenburg eyaletleri karşı çıkmadıkları gibi destek vermişlerdi.

Anayasanın değiştirilmesini kapsayan düzenlemeyle ulaşım ve eğitim sektörünün kapıları sonuna kadar özel sermayeye açıldı. Meclisten geçtikten 48 saat sonra Federal Eyaletler Konseyi (Bundesrat) tarafından da kabul edilen değişiklikler Almanya’nın siyasal tarihine “En hızlı anayasa değişikliği” olarak geçti. Bu hızlı değişikliğin altında da Sol Parti’nin koalisyon ortağı olduğu Berlin, Brandenburg ve Thüringen eyaletlerinin imzası vardı. Karakolda konuşup mahkemede şaşıran Sol Parti’nin, ileri sürdüğü olumlu reform taleplerinin bile arkasında hiçbir zaman durmamış olması bu partinin seslendiği değişimden yana olan kitle için ikna ediciliğini önemli oranda sorunlu hale getirmiştir. Reformist partilerin bu başarısızlıkları gerisin geri devrimci işçi hareketine, daha geniş anlamda da devrimci sol harekete fatura olarak dönüyor. Reformist solun sömürerek tükettiği, umut kırıklığına uğrattığı geniş emekçi kesim burjuva partilerin uygulamalarına karşı daha “sert” eleştiriler yönelten faşist partilerin demagojisine kapılıyor. Fransa’da adı “sosyalist” olan Hollande hükümetinin yıkım uygulamalarının sonucu nasıl ki Milliyetçi Cephe’nin (Le Pen) yükselişi olmuşsa, Almanya’da da AfD oldu.

Taşeron işçiliğinin yasaklanmasını AKP hükümetinden isteyen CHP’nin, yönetimde olduğu belediyelerde taşeronluğu yaygınca uygulaması gibi, OHAL ilanına destek verip, savaş tezkerelerini onaylayan CHP’nin içerisinde yüzdüğü tutarsızlığın benzerini seçmenler karşısında Sol Parti de yaşıyor. Kapitalist sistemle bütünleşen veya ona belli sınırlar içerisinde muhalefet eden burjuva “sol” partilerin temel açmazı hemen hemen her ülkede ortak özellikler taşıyor.

25 Eylül’de saldırı programına devam

24 Eylül’de yapılacak olan seçimlerde %5 seçim barajını aşarak parlamentoya girmesi beklenen sistem partilerinden CDU, SPD ve Yeşiller’in seçim deklarasyonları bir kısım “sosyal” ve “çevreci” laf kalabalıklarından arındırılırsa temelde güvenlikçi politikaların öne çıkartılmasına dayanıyor. Gerçek gündemi karartmak için Erdoğan’ın sunduğu tarihi hizmeti sınırsızca kullanmakta hiçbir sınır tanımayan bu partiler, Erdoğan üzerinden saldırgan “güvenlikçi” politikalarına toplumsal desteği büyütmeye çalışıyorlar. Faşist AfD saldırganlıkta hiçbir sınır tanımayarak seçim stratejisini kapitalist tekellerin gelecekteki olası bir savaş politikalarına toplumsal destek hazırlamak için kurgulayarak, sistemin temel üç partisinin “güvenlik” maskeli saldırgan politikalarını maskelerinden arındırarak daha da ileri noktalara taşıyor. Saldırgan politikalara sınırsız destek veren büyük burjuva medya, AfD’ye “demokrasi düşmanı olmayan sağ popülistler” madalyası takarken, AKP’nin “öfkeli çocuklar” diyerek IŞİD’e verdikleri desteğin benzerini AfD’ye sunuyorlar.

Sol Parti’nin biraz solundan bir demet reformist programla seçimlere giren MLPD ise HADEP, SYRİZA, Podemos gibi örnekleri Almanya’da yaratma ham hayalleri peşinde daha çok sağa kayıyor. Burjuva “sol” partiler daha çok merkeze kayarak muhafazakarlaşırlarken, sol reformist partiler, Sol Parti örneğinde olduğu gibi sosyal demokratların boşalttığı yeri doldurmaya çalışıyorlar. Reformist soldan artan yere ise dünün devrimci partileri çadır kurmayı hayal ediyorlar.

Dünyada yavaşlayarak da olsa yükselen işçi ve emekçi halk hareketlerine karşın sol muhalif politik aktörlerin sağa doğru çark etmesi bir çelişki gibi dursa da kapitalist toplumda iki temel sınıf arasında süren kavgada örgütlü devrimci bir işçi hareketi varlığını ortaya koyamadığı dönemlerde bu yaşananlar biraz da işin doğası gereğidir. Bu duruma son verecek yegane yol ise örgütlü işçi hareketiyle kaynaşmış komünist partilerin sahne almasından geçmektedir.

 

 

 

 

Kolombiya’da “barış” sonrası 9 FARC’lı katledildi

 

Kolombiya’da yarım asırlık mücadelenin ardından devletle “barış anlaşması” imzalayan Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC), 2018 yılında düzenlenecek seçimlere “Halkın Alternatif Devrimci Gücü” ismiyle katılma hazırlıklarına girdi.

Eski FARC gerilla lideri Timochenko, “siyasi partinin lideri olmak konusunda şüpheleri olduğunu, onu hayal kırıklığına uğratan gelişmeler yaşandığını” açıkladı.

Ülkede, eski FARC liderinin serzenişinin altını dolduran gelişmeler yaşanıyor. FARC’ın tamamen silahsızlanması ve mal varlıklarını da Birleşik Milletler (BM) gözetiminde Kolombiya hükümetine teslim etmesinin ardından, Caquieta’nın güneyindeki San Vicente del Caguan kasabasında Maicol Guevara isimli bir topluluk liderinin daha öldürüldüğü belirtildi.

Kasım’da imzalanan anlaşmanın ardından silahsızlanma sürecine destek verdiği bilinen Guevara, anlaşma sonrası öldürülen dokuzuncu eski FARC’lı oldu.

2017’nin başından beri öldürülen toplam topluluk lideri sayısı ise 56’ya yükseldi.

 

 

 

 

ABD’de polisin aklanmasına öfke sürüyor

 

Amerika’nın Missouri eyaletinin St.Louis kentinde katil polisin cezasızlıkla ödüllendirilmesine karşın başlayan eylemler 4. gününde (18 Eylül) devam etti.

Pazar günü kitlesel şekilde gerçekleşen eylemlerde polis saldırısıyla 80 civarı kişi gözaltına alınırken çeşitli bölgelerde polisin aklanması protesto edildi.

36 yaşındaki polis Jason Stockley’in 2011 yılında, 24 yaşındaki Anthony Lamar Smith adındaki siyahi bir genci katletmesiyle ilgili yargılamada geçtiğimiz günlerde karar açıklanmıştı. Mahkemenin katil polisi birinci derece cinayetten suçlu bulmaması üzerine protestolar başladı. Amerika Adalet Bakanlığı ise Stockley’i suçlamak için yeterli kanıt olmadığını iddia ederek bakanlık olarak bu kararın 1 yıl önce verildiğini açıklamıştı.

 

 

 

 

Meksika’da kadın cinayeti protesto edildi

 

Kadın bedenini metalaştıran kapitalist sistemin körüklediği kadın cinayetleri dünyanın dört bir yanında can almaya devam ediyor. Bunlardan biri de kadınların kaçırılma ve kaybedilmesinde başı çeken Meksika’da yaşandı.

Telefonundaki uygulamadan taksi çağıran Mara Fernanda Castilla adlı kadın öğrenciye bir daha ulaşılamamıştı. Eylül ayının başında kaybolan genç kadının cansız bedeni ise yaklaşık iki hafta sonra, 15 Eylül Cuma günü bulundu.

Meksika’da kadınlar 17 Eylül’de alanlara çıkarak kadın cinayetlerini protesto etti. Meksika’nın birçok şehrinde alanlara çıkan kadınlar “Ölüm onarılamaz”, “Benim bedenim benim kararım hayır diyorum!”, “Evde okulda ya da işte özgür olmak istiyorum!” sloganlarını haykırdılar.

Meksika’daki Ulusal İstatistik ve Coğrafya Enstitüsü’nün araştırmasına göre, ülkede her gün beş kadın öldürülüyor. Ayrıca araştırmalar, Meksika’da 15 yaş ve üstü kadınların yüzde 60’tan fazlasının şiddete maruz kaldığını kaydediyor.


 
§