11 Ağustos 2017
Sayı: KB 2017/31

Dinci-faşist zorbalığa geçit verme!
Nuriye ve Semih ile dayanışmaya!
İktidarın hizmetinde hukuk
Dinci gericiliğin muhafızları
Türkiye tarım alanlarını kaybediyor!
MİB MYK Ağustos Ayı Toplantısı Sonuçları
Metal TİS süreci yaklaşıyor…
“Tekstil ve dokuma işçileri kölece çalışma koşullarından mutlaka kurtulacaktır!”
Ekim Devrimi’nin şanlı tarihi işçi sınıfına ve öncülerine yol gösteriyor
“Örgütlü mücadele rotamız olmalı!”
OHAL varsa direniş de var!
Okul parası kazanmak için çalışıyor, dövülüyor, öl(dürül)üyoruz...
Mesleki Eğitim ve Mücadele Semineri sonuç bildirgesi
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın direnişi üzerine
Efrîn’i işgal tehdidi devam ediyor
Suriye savaşı ve İdlib halkası
Kapitalizm öldürmeye devam ediyor!
Adana organize sömürü cehennemi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yeni” Türkiye’nin yeni oyuncuları:

Dinci gericiliğin muhafızları

 

Sermaye düzeni zaten biçimsel olan burjuva demokrasisini de bir kenara bıraktı. Her açıdan keyfiyete dayanan bir “yönetim” biçimi ile karşı karşıyayız. Daha öncesinde “gerekirse mevzuatları bir kenara bırakalım” söylemleriyle T. Erdoğan bu yeni yönetim biçimini tarif etmişti. OHAL’i patronların çıkarı için, grevleri yasaklamak için çıkarttığını itiraf ederek de bu yeni biçimin özünü tariflemiş oldu.

Bu keyfiyetin son örneklerinden biri Nuriye ve Semih eylemlerine yönelik keyfice saldırılardır. Sermaye devleti kendi anayasasında yer alan toplantı, gösteri ve ifade “özgürlüğüne” işine geldiği zaman nasıl da “mevzuatları bir kenara bırakarak” saldırıyor, bunu Ankara Yüksel’de her gün yaşanan polis terörüyle görüyoruz. Geçtiğimiz hafta ise Nuriye ve Semih İçin Dayanışma’nın çağrısıyla her Cuma Kadıköy’de gerçekleştirilen yürüyüşe polis azgınca saldırdı. Cumartesi günü ise Nuriye ve Semih’in açlık grevinin 150. günü vesilesiyle Beşiktaş’ta açıklama yapmak isteyen Nuriye ve Semih İçin Dayanışma bileşenlerine ve Dayanışma’nın çağrısıyla bir araya gelenlere polis saldırıları devam etti. Bu iki günde seksenin üzerinde gözaltı yapıldı. Sebep çok açıktı; İçişleri Bakanlığı, Nuriye ve Semih için yapılacak eylemlere keyfice yasak getirmişti. İstanbul Valiliği ve kaymakamlıkları da bu keyfi kararı seve seve hayata geçirdiler. Nuriye ve Semih için bir araya gelen insanlara bu iki günde ellerinde olan her şeyle saldırdılar. Polisler terör estirirken “Nuriye ve Semih’in adını söyletmeyeceğiz!” diyerek niyetlerini ortaya koymuştu. Saldırılara direnen devrimci ve ilericiler ise bütün saldırılara rağmen “Nuriye, Semih yalnız değildir!” diyerek, direnerek bu keyfiyete gereken cevabı verdiler. Saldırıların sonrasında keyfiyet ve işkence devam etti. Gözaltına alınırken, gözaltı aracında, karakolda, hastanede, parmak izinde, yolda devrimci ve ilericilere dönük işkence sürdü. Adliyeye getirilen gözaltılara hukuksal prosedürler biçimsel olarak bile uygulanmadı. Savcılık ifadelere başvurmadan adli kontrol istedi, hâkim mahkeme kurmadan, ifade almadan savcı ne istediyse o kararı verdi. Kısacası minareyi çalan çalmıştı, kılıfa bile ihtiyaç yoktu. Hırsız yavuz hırsız, ne bir yasası var ne de hukuku...

Tüm bu gelişmeler açık bir biçimde gösteriyor ki, sermaye devleti adına her türlü olayda söz, yetki, karar sermaye devletinin katil sürüsü olan kolluk güçlerine bağlanmış durumda. Polis fezlekelerinde ne yazıyorsa savcının iddianamesi odur. Savcının iddianamesi ne ise hâkimin kararı da odur.

Sermaye devleti toplumu açıktan silahlı gücüyle yönetiyor. Bürokrasi, mevzuatlar, meclis vs. bütün bunlar kolluk gücünün yaptıklarını kağıt üzerinde meşrulaştırmaya çabalayan dişliler haline gelmiş durumda. Sadece polisler değil, özel güvenlik görevlileri bile 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ayrıcalıklı bir konuma erişti. Polisin, askerin yetmediği noktada zabıtalar, özel güvenlikler düzenin, bütün gericiliğin toplum içindeki denetimcisi olarak hareket ediyor. Daha önce üniversitelerde yetkileri arttırılan ve çevik kuvvet kıyafetleri giydirilen özel güvenlikler gündeme gelmiş, 15 Temmuz’dan hemen sonra Esenyurt’ta ağır silahlarla donatılan zabıtalar ve silah eğitimi verilen AKP’ye yakın esnaflar ortaya çıkmıştı. Son günlerde ise adeta özel güvenlik terörü yaşanıyor. İstanbul, Kartal Yavuz Selim Hastanesi’nde annesini bekleyen hasta yakını Erman Aksoy, hastanenin özel güvenlikleri tarafından darp edildi. İstanbul ada vapurunda simit satan 16 yaşındaki çocuk, İstanbul Büyükşehir Belediyesi güvenlikleri tarafından makine dairesinde dövüldü. Maçka Parkı’nda özel güvenlik görevlileri parkta oturan kadınları “Bu kıyafetle parkta dolaşmana izin vermiyorum” diyerek parktan çıkarmak istedi.

Bütün bu örnekler gericiliğin giderek daha da koyu bir hal aldığı ve bu gericiliğin denetiminin sermaye devleti tarafından en başta kolluk güçleri, zabıtalar ve özel güvenlikler tarafından sağlandığını gösteriyor. Bugün için belli belirsiz gündeme gelen bu gericilik muhafızları yarın daha sistematik örgütsel biçimler şeklinde toplumsal yaşama sokulabilir, İran molla devletindeki gibi elinde değnek ve kırbaçlarla dolaşan dinci gericiliğin askerlerine dönüşebilir. Bütün bu yaşananlara karşı işçi ve emekçiler tarafından bir direnç noktası oluşturulmaz ve saldırılar püskürtülmez ise, gericiliğin karanlığı daha da derinleşecektir.

 

 

 

 

Katil polislere 2 yıl sonra soruşturma

 

Ağrı’da iki çocuğu öldüren polisler hakkında soruşturma yürütülmesine ancak 2 yıl sonra izin verildi.

İki yıl önce, Ağrı’da 16 yaşındaki Orhan Aslan ve 15 yaşındaki Muhammet Aydemir’i öldüren özel harekat polisleri hakkında soruşturma yürütülmesi için Erzurum Bölge İdare Mahkemesi tarafından izin verildi.

12 Ağustos 2015 gecesi Ağrı’nın Diyadin ilçesinde çalıştıkları fırının karşısındaki depodan odun almaya giden Orhan Aslan ve Muhammet Aydemir özel harekat polisleri tarafından vurulmuş, Ağrı Valiliği Aslan ve Aydemir’i “örgüt üyesi” ilan ederek katil polisler hakkında soruşturma yürütülmesine izin vermemişti.

Aydemir ailesinin avukatı Adnan Arslan’ın Erzurum Bölge İdare Mahkemesi’ne yaptığı itiraz üzerine, mahkeme valiliğin soruşturma izni vermemesini reddederek soruşturma açılmasına karar verdi.





Asker ve polislerden köylülere işkence

 

Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı 2 bin nüfuslu Altınsu (Şapatan) köyünde asker ve polisin katılımıyla başlatılan operasyonda 1 özel hareket polisinin yaşamını yitirmesinin ardından köy ablukaya alındı. 36 köylü işkence yapıldıktan sonra gözaltına alındı. Köy giriş ve çıkışlara kapatılırken, gözaltına alınanlara yönelik işkence ilçe karakolunda da sürdü.

dihaber’in haberine göre, vücutlarında işkence izi görülen 36 kişiden 20’si karakoldaki işlemlerinin ardından serbest bırakılırken, daha sonra 16 kişi de serbest bırakıldı.

Daha önce camii minaresine MOBESE’lerin takıldığı ve sürekli baskınların adresi haline gelen köyde yaşayanlar sık sık ölümle tehdit ediliyor. Yaşananları vahşet olarak niteleyen köylüler, yardım çağrısında bulundu.

 
§