11 Ağustos 2017
Sayı: KB 2017/31

Dinci-faşist zorbalığa geçit verme!
Nuriye ve Semih ile dayanışmaya!
İktidarın hizmetinde hukuk
Dinci gericiliğin muhafızları
Türkiye tarım alanlarını kaybediyor!
MİB MYK Ağustos Ayı Toplantısı Sonuçları
Metal TİS süreci yaklaşıyor…
“Tekstil ve dokuma işçileri kölece çalışma koşullarından mutlaka kurtulacaktır!”
Ekim Devrimi’nin şanlı tarihi işçi sınıfına ve öncülerine yol gösteriyor
“Örgütlü mücadele rotamız olmalı!”
OHAL varsa direniş de var!
Okul parası kazanmak için çalışıyor, dövülüyor, öl(dürül)üyoruz...
Mesleki Eğitim ve Mücadele Semineri sonuç bildirgesi
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın direnişi üzerine
Efrîn’i işgal tehdidi devam ediyor
Suriye savaşı ve İdlib halkası
Kapitalizm öldürmeye devam ediyor!
Adana organize sömürü cehennemi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın direnişi üzerine

 

Nuriye Gülmen-Semih Özakça’nın direnişine karşı izlediği politika, sermaye düzeninin sosyal mücadeleye beslediği sınıf kininin bir tezahürüdür. En açık biçimiyle işçi sınıfı ve emekçilerle Türk burjuvazisinin kıyasıya mücadelesinin şiddetinin göstergesidir. İki onurlu kamu emekçisinin “İşimizi istiyoruz” talebine karşı tahammülsüzlük, AKP iktidarı şahsında emperyalizm ve işbirlikçisi büyük burjuvazinin sınıfsal çıkarlarının yansımasıdır. Çünkü AKP iktidarı sermayenin bir kliğinin değil, tüm kesimleri ile tekelci büyük burjuvazinin temsilcisidir ve buna uygun olarak hareket etmektedir.

Kamuya yönelik kapsamlı neo-liberal yıkım, “‘FETÖ’cüleri temizliyoruz” bahanesiyle kamu emekçilerinin örgütlülüklerini dağıtıp dirençlerini kırarak, tereyağından kıl çeker gibi uygulanmak istenmektedir. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere temel hizmetlerde son noktası konmaya çalışılan ticarileştirme operasyonunu kamu çalışanlarını köleleştirme projesi tamamlamaktadır. Sözleşmeli, performansa dayalı, grev ve toplu sözleşme hakkından yoksun, düşük ücretle çalıştırılan, sosyal hakları elinden alınmış bir kamu emekçisi prototipi yaratılmak istenmektedir. KESK üyesi 10 bin kamu emekçisinin tüm yasal yollarının önü tıkanarak ihraç edilmesi ve aynı nicelikte olmasa da DİSK Genel-İş üyesi belediye işçilerinin başta kayyım atananlar olmak üzere belediyelerce işten çıkarılması vb. uygulamalar, rejim krizinin ya da tek adamın keyfi-kuralsız icraatlarının sınırlarını aşan türdendir. Öncü işçi-emekçiler başta olmak üzere tüm sınıf ve kitle hareketi öznelerinin hazırlıklarını, ittifaklarını ve mücadele araç-yöntemlerini buna uygun şekilde geliştirmeleri bu nedenle yaşamsaldır.

Türkiye kapitalizminin yaşadığı büyük ekonomik-sosyal sorunların çözümü eşyanın tabiatı gereği bir kez daha tırmandırılan baskı ve zorda aranmaktadır. Burjuva cumhuriyet temelleri atıldığından bugüne işçi-emekçilerin çıkarlarını temsil eden sol güçlere karşı büyük bir korku beslemektedir. Bu nedenle hak ve özgürlüklerini savunan kitleleri sınırsız bir şiddetle ezerek, devrimci-sol güçleri ve komünistleri yok etmek geleneksel çizgisidir. Ancak Türk burjuvazisi ne yaparsa yapsın, gücü ne bu topraklardaki dinamik sınıf mücadelesini ne de devrimci-sol damarı yok etmeye yetmiştir.

Bu doğrultuda dinci-gerici milliyetçi-şoven iktidar, başkanlık sistemi ile işçi sınıfına, emekçilere, ezilen halklara sermayenin demir yumruğu misyonu ile kesintisiz bir şekilde saldırmaktadır. Haziran Direnişi ile dengeleri sarsılmış, yalnızca 15 yıllık sermaye iktidarının dümeninde oturduğu dönemin değil, 94 yıllık burjuva cumhuriyet tarihinin deneyimlerine yaslanarak fiziki-ideolojik tüm aygıtlarını seferber etmektedir.

İşte bu nedenle gece yarısı hücrelerinden zor yoluyla çıkartılarak, havalandırmasız hastane hücrelerine kapatılarak sınanmak istenen yalnızca iki kamu emekçisinin iradesi değil, onların şahsında sınıf ve kitle hareketidir.

MHP’nin “Bir direniş hareketi yaratılmasına izin veremeyiz” söylemi de kökleşmiş bir sınıf kininin dışavurumudur. Keza sermaye düzeninin tüm kurumlarıyla direnişi terörize ederek yalnızlaştırmaya, tecrit etmeye çalışmasıyla ya da direnişin sahiplenilerek yaygınlaşmasına engel olmak için OHAL içinde OHAL ilan eden sokak yasaklarıyla yapılan, açık bir sınıf düşmanlığıdır.

Gerek dış güçlerin açıklamalarında gerekse de referandum sonrası şiddetlenen rejim krizinden çıkış için emperyalistlerin ve TÜSİAD’cı sermaye çevrelerinin yönlendirmesiyle CHP’nin başlatmış olduğu “adalet yürüyüşü”nde iki direnişçi kamu emekçisinin işe geri dönme taleplerinin kabul edilmesi yönlü beyanlarda bulunulması, kitlelerde biriken öfkenin yarattığı basıncın ürünüdür. Direnişin yaygınlaşması, kitleselleşmesinden duyulan endişenin dışavurumudur. CHP sermaye partisi olarak dün olduğu gibi bugün de toplumsal muhalefetin sözcüsü gibi hareket edip, sosyal mücadeleyi kontrol altına almaya çalışmaktadır. Nuriye Gülmen-Semih Özakça’nın işe geri dönme talebine ilişkin söylemleri de pratiği de bu misyona uygundur ve ikiyüzlüdür. Bizzat CHP’li belediyelerin patron olduğu iş yerlerinde başlayan direnişlerin “insanca yaşanabilecek ücret ve çalışma koşulları” ve “işe geri dönme” talepleri ile örgütleniyor olması bunun en açık göstergesidir.

Sermaye iktidarı OHAL ve KHK düzenine geçişle artık işçi ve emekçileri yasal cendereyle oyalamak anlamına gelen hukuki itiraz yollarını dahi kapatmış, OHAL komisyonlarını işletmeye dahi gönülsüz bir şekilde yeni başlamıştır. Hak-İş danışmanının kabine revizyonu ardından çalışma ve sosyal güvenlik bakanı yapılması da sınıf hareketinin çok daha sert bir süreçle karşı karşıya kalacağının bir işaretidir.

Bu daha başlangıç, yeni fırtınalar kapıda

Sosyal adaletsizlik, yoksulluk, büyüyen işsizlik, ağırlaşan sömürü tablosu OHAL ve KHK’ların cenderesinde işçi ve emekçileri eylemli direnişe yönlendirmiştir. Ekonomik-sosyal hakların ve esas olarak iş güvencesinin, 150 bini aşkın kamu emekçisinin gece KHK’ları ile göz açıp kapayıncaya kadar ihraç edilmesiyle yok edildiği bir süreçte Mısır-Tunus’taki halk isyanlarını tetikleyen dinamiklerin benzerinin toplumsal fay hatlarında biriktiği tartışmasızdır.

Yeni Haziranların sınıf hareketiyle geleceği öngörümüzü farklı toplumsal dinamiklerin bileşkesinden oluşan enerji ile gelişen hareketlilik doğrulamaktadır. Ki bu dinamikler, emperyalizme bağımlı ülkeler başta olmak üzere emperyalist metropollerde faşist, anti-demokratik yasalar, kapitalist yıkımın yarattığı geleceksizlik, polis şiddeti, ırkçı-milliyetçi göçmen karşıtı politikalar vb. sorunlar üzerinden hızla güçlenmektedir. Emperyalist-kapitalizmin çürümüş-kokuşmuş düzenine karşı biriken öfke yaygın grevler, sokak eylemleri, militan direnişler biçiminde, “daha fazla sömürü”ye karşı geniş çaplı sosyal mücadele dalgasına dönüşmüştür.

Şimdilik bu kitle hareketi örgütsüz, önderliksiz ve dağınık olmasına karşın, Tunus ve Mısır’daki halk isyanlarından bu yana emperyalist-kapitalizmi zorlamaktadır. Proleter kitle hareketleri de dünya ölçeğinde kitlesel bir patlama şiddetine ulaşmışken sermaye iktidarları tüm dünyada hızla çıplak faşist diktatörlükler biçimini almaktadır.

Bu olgu Fransa örneğinde olduğu gibi her geçen gün emperyalist metropollerin de karşı karşıya kaldığı bir tablodur. Geri ve bağımlı ülkelerden gelişmiş kapitalist ülkelere kadar kendini gösteren bu gerçek, ülkemizde çok daha şiddetli bir şekilde yaşanmaktadır. Dünya işçi sınıfının dişe diş mücadelelerle sermayeden söküp aldığı haklar tam anlamıyla topun ağzındadır. Bu yüzden ekonomik-sosyal-siyasal yıkımın sorumlusu olan diktatörlüklere ya da hükümetlere yönelen öfke devrimci sınıf önderliğinden yoksunluktan kaynaklı düzen sınırları içine hapsedilebiliyor olsa da kapitalizmin krizinin şiddeti, sosyal sorunları sürekli büyüterek, hareketliliğin sürmesine neden olmaktadır.

Tunus’ta 2011’de halk ayaklanmasını tetikleyen, üniversite mezunu işsiz bir gencin seyyar satıcılık yaparken tezgahının alıkonması olmuştu. Benzeri bir hareketlilik, Fas’ın Rif kentinde, 2016 Ekim ayında balıkçı tezgahı alınan bir seyyar satıcının çöp kamyonunun presinde katledilmesi üzerine yaşanmaya devam etmektedir.

Sorunun esas halkası, ekonomik krizin her geçen gün derinleşmesinin işçi sınıfına ve emekçilere ödetilmeye çalışılan faturayı ağırlaştırmasıdır. Sınıfın tarihsel kazanımlarına yönelik kapsamlı saldırıların anlamı budur. “Kölece çalışma ve yaşamla, işsiz bırakılarak açlığa mahkum edilmek!” İşte sermayenin sunduğu alternatifi budur.

12 Eylül’den bugüne sistematik olarak ağır baskı ve zorla, onun da yetmediği yerde dinci-gerici-ırkçı hegemonya ile sınıf ve kitle hareketini sindirme, çaresizliğe ve edilgenliğe itme politikası izlenmektedir. Kökleri ‘60’lardaki güçlü sosyal mücadeleyi teslim almak için izlenen kaba ezme hareketine dayalı politikanın uygulayıcılarından birinin bugün meclis başkanı olmasının, sembolik olmanın ötesinde bir anlamı vardır.

Her türlü hak arama mücadelesinin engellendiği bir süreçte, önce Yüksel Caddesi’nde oturma eylemi yapıp ardından bu eylemlerini açlık grevi biçiminde sürdüren Nuriye Gülmen-Semih Özakça’nın gösterdiği cüret ve kararlılık tüm işçi-emekçilerde biriken hoşnutsuzluğun dışavurumudur. Hiçbir komplo teorisi ve karalama kampanyası bu direnişin haklılığını ve meşruluğunu gölgeleyememektedir.

Yeni Haziran Direnişi, Tekel, Greif ve Metal Fırtınası korkusu

Sermaye iktidarı, temellerini sarsacak asıl fırtınanın işçi sınıfı zemininde kopacağının bilincindedir. Bugün attığı her adım “yılanın başını küçükken ezme” burjuva siyasal aklının ürünüdür. AKP iktidarı, direnerek kazanma iradesinin güçlenerek yaygınlaşması ve sınıf-kitle hareketinin fiili-meşru mücadele çizgisi üzerinden militanlaşması tehdidini ensesinde hissetmektedir. Koyu karanlığa, en ufak bir hak arama girişiminin zorbalıkla yok edilmeye çalışılmasına, yalan ve demagojiyle kuşatılmasına rağmen işçi-emekçilerin direnişi bitirilememiştir.

Üstüne üstlük OHAL koşullarının her türlü avantajına yaslanılmasına rağmen referandumda uğranılan hezimet, kitle hareketindeki patlama noktası olarak görülmektedir. Yönetememe krizi içine giren her sermaye diktatörlüğü gibi dinci-faşist diktatörlük de ekonomik-sosyal mücadelenin önünü kesmek için pervasızlaşmaktadır. Tarih, TÜSİAD’ın, 12 Mart ‘71 darbesinden yalnızca 2 hafta sonra kurulduğunu nasıl kaydetmiş ise, “OHAL iş dünyasını korumak için de var. Grev tehdidi olan yere OHAL’den istifade izin vermiyoruz, diyoruz ki hayır burada greve müsaade etmiyoruz. Çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız” sözlerini de kaydetmiştir.

Açık bir gerçek olarak sınıf hareketinin devrimcileşme dinamikleri güçlenmekte, ‘60’lı yılları her düzeyde aşacak bir dalga kapıda beklemektedir. Kamu emekçilerinin geniş kesimlerinin KHK’ların en büyük mağduru olmasına karşın suskunluğu, KESK’in icazetçi, uzlaşmacı, atıl çizgisinin hareketin gelişimini tıkaması, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sosyal mücadele alanlarına her geçen gün daha da fazla çıkma iradesinin güçlendiği gerçeğini değiştirmemektedir.

Asıl yapılması gereken işçi ve emekçileri ülkeyi sermaye için sömürü cenneti, bölgede savaş ve saldırganlık üssü haline getiren OHAL ve KHK düzenine karşı bilinçlendirmeyi, tabanda harekete geçirmeyi başaracak bir ısrarla mücadelenin görevlerine asılmaktır. İçine girdiğimiz dönemde, Türkiye’de işçi-emekçi hareketine, cumhuriyet tarihi boyunca kazandığı tüm hakları ortadan kaldırmaya dönük öldürücü darbe vurulmaya çalışılmaktadır. Bu gerçeklik aynı zamanda kitlelerin işçi sınıfı etrafında kenetlenmesini sağlayacak, dinci-gericiliğin cenderesinde azgınca sömürülen kesimlerin uyanışının nesnel koşullarını yaratacaktır. Bu yüzden OHAL’in grev yasakları, ağır çalışma koşulları, işçi-emekçinin patron karşısında savunmasız bırakılması, keyfilik, kuralsızlık, işsizlik, açlık ve sefalet olduğunu somut araçlarla sanayi havzalarında, fabrikalarda, iş yerlerinde etkili bir şekilde anlatmak, “Nuriye Gülmen, Semih Özakça”nın işe geri dönme talebini işçi-emekçi hareketinin gündemi olarak örgütlemek yaşamsal bir önemdedir. Bugün sokağa çıkma kararlılığının yarattığı etkiyi kalıcı hale getirerek, sermaye iktidarına geri adım attıracak güç, grev silahını kullanmak, üretim alanlarından yükselen bir eylem hattı yaratmaktan geçmektedir.

Nuriye Gülmen-Semih Özakça direnişinin kazanması sınıf ve kitle hareketinin gelişim seyri açısından kritik bir önemdedir. Sermaye diktatörlüğünün direnerek, fiili-meşru mücadele ile kazanma iradesine karşı açtığı savaşın nedeni budur. İki direnişçi kamu emekçisi şahsında tüm toplumsal muhalefete ve öncelikle işçi-emekçi kesimlerine sopa gösterilmektedir. Böylece dinci-ırkçı gericiliğin etkisi altında olan, örgütlü mücadele kültüründen izole edilmiş sanayi işçilerinin, emekçilerin iyice ezilmesi öngörülmektedir. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın “İşimizi geri istiyoruz” talebine sahip çıkmak iş güvencesine, sendikal, grev, toplu sözleşme, örgütlenme, toplanma, düşünce, ifade özgürlüğü hakkına sahip çıkmaktır. Bu direnişin işçi-emekçilere çağrısı budur.

Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!

OHAL sonlandırılsın, KHK’lar kaldırılsın!

Grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı!

TKİP Dava Tutsağı Evrim Erdoğdu

 

 

 

 

Tecrit, tredmana teslim olmayacağız!

 

Zindanlar dün olduğu gibi bugün de düzen ve devrim arasındaki kıyasıya mücadelenin en keskin şekilde yaşandığı alanlardır. 12 Mart, 12 Eylül darbelerinde, ‘90’larda ve 2000’lerde tarih devrimci öncüyü teslim alma politikasını yerle bir eden devrimci iradenin baş eğmez tutumunu yazmıştır. Başarısız darbe girişiminin ardından kendi darbesini yapan ve bu müdahaleyi kazanılmış bütün demokratik hak ve özgürlükleri ortadan kaldırma operasyonuna çeviren sermaye diktatörlüğü, bu çerçevede zindanları özel bir hedef haline getirmiştir.

“İçeriyi teslim almadan, dışarıyı teslim alamayız” geleneksel çizgisi bugün kelimenin gerçek anlamıyla içerisi dışarısıyla tüm toplumsal yaşamı kesintisiz baskıyla hapishane haline getirmiştir. Ve acil görev toplumsal yaşamın üzerine çöken bu karanlığı dağıtmaktır. Emperyalizmin projesi olan tek tip kıyafet uygulamasının ‘86’da geri püskürtüldükten sonra bugün tekrar gündeme getirilmesi sınıf ve kitle hareketinden, Kürt halkının özgürlük mücadelesinden duyulan korkunun yansımasıdır. Amaç işçi sınıfını, emekçileri, direnen tüm kesimleri teslim almaktır.

Komünistler olarak, Eskişehir tabutluklarına karşı ‘96’da, ‘99’da Ulucanlar’da, 2000 ölüm orucu direnişinde ve 19 Aralık’ta direniş barikatının ön safında yer aldığımız gibi günümüzde devrim ve sosyalizm davasının yılmaz savunucuları olarak emperyalist kapitalizme ve onun işbirlikçisi sermaye diktatörlüğüne karşı tereddütsüzce direnmeye devam edecek, geçmiş kuşakların yarattığı devrimci birikim ve mirasın taşıyıcıları olarak tarihsel misyonumuzun gerekliliğini yerine getireceğiz. Sermayenin egemenlik peşindeki icraatları karşısında işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci çıkarlarının; sosyalizm-komünizm davasının yılmaz savunucuları olarak içeride ve dışarıda bu gerici ablukayı dağıtacağız.

Tek tip elbiseye geçit vermeyeceğiz!

Devrimci irade teslim alınamaz!

Kahrolsun sermaye iktidarı!

Yaşasın devrim ve sosyalizm!

TKİP Dava Tutsakları

 
§