17 Şubat 2017
Sayı: KB 2017/07

Savaşa ve yayılmacılığa karşı işçilerin birliği halkların kardeşliği
Türkiye ve İsrail arasında ‘derin muhabbet!’
Özelleştirmenin, gaspın, talanın OHAL’i; Varlık Fonu
Suruç Katliamı iddianamesi: Devlet katliamı örtmeye çalışıyor!
Bir katliamın aynasından yansıyan devlet gerçeği
“Bulunduğumuz her noktayı direniş mevzisine dönüştüreceğiz!”
Kitlesel kıyımları, yaygın direnişlerle karşılamalıyız!
Tekstil İşçileri Sempozyumu gerçekleştirildi
Sınıf cephesinde eylem ve direnişler
Petro-kimya işçilerinin mücadele tarihi-3
Devrimci sınıf hareketi!
Gençlik akademisyenlere sahip çıktı
AKP iktidarı üniversiteleri “kavgaya davet etti!”
Trump ve hegemonya savaşları
Avrupa metropollerinde mülteci dramı
Sertleşen NATO-Rusya gerilimi
Almanya’da seçimler ve Alman burjuvazisinin beklentileri
İyi ki doğdun Charles Darwin!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Çürüyen kapitalizmin çürümüş figürü olarak

Trump ve hegemonya savaşları

K. Ali

 

Kapitalist emperyalist sistemin çok boyutlu krizine denk düşen yeni figürler politik arenada arz-ı endam ediyorlar. Kapitalist sistemin kabesi ABD’de Trump’ın yönetime getirilmiş olması, kapitalist mülkiyet sisteminin çürümüşlüğünün ve bu çürümüşlüğün insanlık toplumuna karşı nasıl bir geleceksizlik hazırladığının dolaysız yeni bir kanıtı olmuştur. Seçimleri kazanması gibi başkanlık koltuğuna oturması da olay olan Trump’ın kısa zamanda ortaya koyduğu icraatlar, sermayenin çıkarları uğruna dünyamızın topyekûn bir yıkım savaşına doğru hızla yol aldığını gösteriyor.

ABD’nin saldırı stratejisinin değişmez hedefi olan Asya-Pasifik’in kuşatılarak fethedilmesi, Trump’la birlikte çok daha açık ve saldırgan bir dille yeniden ilan edildi. Gerçekleştirilmesi ancak topyekûn bir yıkım savaşını kaçınılmaz kılacak olan kapitalist sistemin yükselen gücü, oluşmakta olan çok kutuplu dünyanın baş aktörü, gelecek bakımından en tehlikeli rakip olarak gördüğü Çin ve müttefiklerine karşı izole etme savaşını başlattı. Bu hazırlıkların bir parçası olarak savaş için ayırdığı bütçeyi yukarıya doğru revize eden Trump yönetimi, böylece rakiplerine gözdağı vermenin yanı sıra, kendi müttefiklerini de hizaya getirmeyi amaçlıyor.

Militarizmin yeniden organizasyonu için üç aşamalı saldırganlık planı

Trump tarafından göreve getirilen Savaş Bakanı James Mattis, yayınladığı genelgeyle, üç aşamalı bir hedef dahilinde savaş bütçesinin revize edilerek, askeri harcama ve asker sayısının arttırılması planını ortaya koydu. “ABD ordusunu büyütmeye yönelik değişiklikler yapılması” ve sonraki yılların bütçesinin de bu hedefler doğrultusunda yeniden hazırlanması talimatını veren Mattis, yapılacak değişikliklere bağlı olarak Kongrenin onaylamış olduğu 619 milyar dolarlık 2017 savaş bütçesi miktarının da arttırılmasını istedi.

Genelgede, ikinci aşama olarak 2018 savaş bütçesinde yapılacak değişikliklere vurgu yapılıyor ve bu çerçevede şunlar dile getiriliyor: “2018 Mali Yılı Savunma Bütçesi, teyakkuz durumunu geliştirmeye devam etmekle birlikte savunma programlarını dengeleyerek acil eksikliklerin giderilmesine odaklanacaktır. Bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla, örneğin daha etkili mühimmat satın alınması, tesislerin idamesinde gerekli fonun yüksek miktarlarda tutulması, ileri seviyede tatbikatlar için programların tesis edilmesi, kritik unsurlara yatırım ve kuvvet yapısının mümkün olabilecek en üst seviyeye çıkarılması sağlanacaktır.”

Mattis, kısa vadeli hedefler ve 2018 savunma bütçesinin incelenmesi tamamlandıktan sonra, bakanlığın yeni savaş stratejisine ve 2019-2023 arasında yapılacak militarist planlamalarına odaklanacağını da söylüyor.

Nihai hedef olarak ordunun büyütülmesine yer veren genelgede ortaya konulan yeni savaş stratejisini açıklayan Mattis, Amerikan ordusunun geniş bir yelpazede ortaya çıkan risk ve tehditlere karşı etkili olacak şekilde büyütüleceğini* belirttikten sonra, “Temel hedef, yeni Ulusal Savunma Stratejisinin gereği olarak daha büyük, daha etkin ve daha öldürücü bir müşterek kuvvet inşa etmektir. Birinci ve ikinci aşama orta vadeli hedeflerdir, ancak süreç içerisinde üçüncü hedefe yönelik çalışacağız” diyor. Mattis, genelgenin, Donald Trump’ın ulusal savunma stratejisine uygun olarak hazırlandığını söyleyerek bunun devlet politikası olarak anlaşılmasını istedi.

Amaç için her yol mübah

Savaş bütçesi ve asker sayısının arttırılması için düğmeye basan ABD emperyalizmi, elindeki kitlesel imha silahlarını da stratejik hedeflerine uygun olarak konumlandırıyor. Geliştirdiği Anti-Balistik Füze Sistemlerini (ABS), rakiplerinin saldırı iradelerini kırıp saldırı yeteneğini ortadan kaldırmak üzere, Rusya, Çin ve İran’ı hedef alarak yerleştiriyor. Topraklarını ABD’ye açan Japonya, Çin’in kuşatılmasında ABD’nin militarist amaçlarına sonsuz hizmetler sunuyor. Trump’ı ilk ziyaret edenler kervanında Japonya Devlet Başkanı Abe’nin olması da bu kirli ittifakın bir parçası olarak gerçekleşmiştir. Çin’in kuşatılması hedefinde, ABD’ye olağanüstü olanaklar sunan Japonya’nın sadece Okinawa Adası’nda, Çin sahillerine 400 km mesafede, ABD’ye ait aktif olarak çalışan 13 adet askeri üs bulunuyor. Japonya’nın verdiği destekle Çin’in burnunun dibinde deniz donanma birlikleri bulundurma olanağına sahip olan ABD, Çin üzerindeki baskısını arttırıyor.

Çin’i, ABD şirketlerine zarar vermekle suçlayan Trump, Çin’i ve Çin’in enerji ihtiyaçlarının karşılanmasında kilit ülkelerden olan İran’ı açıktan hedef olarak alırken, Çin’le ilişkileri olan AB ve Rusya’yı ise şimdilik havuç-sopa politikasıyla terbiye etmeyi deniyor. Böylece, açıkça stratejik düşman olarak ilan etiği Çin’i tecrit edip yalnızlaştırarak ezebileceğini, İran’ı ise Suudi Arabistan-Katar ve Türkiye üzerinden baskı altına almayı hesaplıyor.

İngiliz başbakanı May’in Türkiye ziyaretinden sonra, ilk yurtdışı ziyaretini Türkiye’ye yaptıktan sonra Suudi Arabistan’a geçen CIA şefi Pompeo’nun, başkent Riyad’da düzenlenen törende Suudi Veliaht Prensi ve İçişleri Bakanı Prens Muhammed bin Nayif bin Abdulaziz’i “terörle mücadele ve barışa katkılarından ötürü” George Tenet madalyasıyla ödüllendirmesi bu kirli senaryoların devamıdır. Bu veriler, Türk sermaye devletinin yeni bir U dönüşü yaptığını görmemiz için çok beklemeyeceğimizi gösteriyor. İşkenceleri açıktan savunan Pompeo’nun ardından yapılacak olan bu U dönüşüyle birlikte sermaye devletinin estirdiği terörün dozu daha da artacaktır.

*****

Obama döneminde başlatılan ambargoların gözden geçirildiğini açıkladıktan sonra, Moskova’nın terörle mücadelede ABD’yi desteklemesi durumunda yaptırımların kalkabileceğini de söyleyen Trump, havuç politikasıyla Rusya’yı yanına çekmeye çalışıyor. Amaca ulaşmak için her yolu mübah gören tüccar kafasıyla hareket eden Trump, aba altından sopayı göstermeyi de ihmal etmiyor. Aynı taktikle AB’ye, asıl olarak da Almanya’ya karşı da şantaj yapan Trump, onlara “ya benimle olursunuz ya da yok olursunuz” ikilemini dayatıyor.

Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Donald Tusk, birlik üyesi 27 ülkenin liderlerine gönderdiği mektupta, yeni ABD yönetimini, “AB’ye yönelik dış tehditler” arasında saydıktan sonra, “Avrupa Birliği’nin dağılması, üye ülkelerinin tam egemenliğini yeniden inşasına yol açmayacak, ama onların ABD, Rusya ve Çin olan büyük süper güçlerin gerçek ve olgusal olarak bağımlılığına yol açacak. Sadece birlikte tam bağımsız olabiliriz” diyordu.

 Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir desturundan hareketle, AB topraklarını ABD askerleri ve silahlarıyla dolduran Trump, müttefiklerine başka bir seçeneklerinin olmadığını hatırlatmak istiyor. Bu hatırlatmayı, soğuk savaş döneminden beri Amerikan askerlerinin Avrupa kıtasındaki en büyük asker sevkiyatı olan NATO “Atlantik Çözüm” görevi çerçevesinde üç bin Amerikan askeri, ağır teçhizatlarıyla birlikte Polonya ve yakınındaki diğer NATO ortakları olan Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Bulgaristan ve Macaristan’da dönüşümlü olarak konumlandırarak, güçlü bir şekilde yaptı. Asker ve silah sevkiyatının öncelikle Rusya’yı ve bu arada AB’nin başını çeken Alman tekellerini hedef aldığını çocuklar bile biliyorken, Trump’ın taktik diye yaptıklarının çok basit ayak oyunları olmaktan öte bir anlamı da kalmıyor.

Yaklaşık 5000 asker, birçok zırhlı araç ve tankın bulunduğu Polonya’yı, Rusya ve Almanya’ya karşı kullanan ABD’ye Polonyalı uşakların bağlılığı her türlü kuşkunun üzerindedir. ABD zırhlı birliklerinin Polonya’ya gelmesini, Polonya hükümeti, ordusu ile birlikte karadan bir karşılama töreni düzenleme kararı alarak gerçekleştirebilecek kadar sahibine bağlıdır. Dahası Polonya’da iktidardaki milliyetçi-muhafazakar Hukuk ve Adalet Partisi’nin (PiS) Genel Başkanı Jaroslav Kaçinski, ABD Başkanı Donald Trump’ın sözlerine gönderme yaparak, “Trump Avrupa’nın sadece Almanya’nın işine yaradığını söylüyorsa, bu maalesef büyük ölçüde gerçeği yansıtıyor. Bayan Merkel kati bir şekilde AB’nin bir numarası ve bu sağlıklı bir durum değil” derken, İngiltere ve daha başka ülkelerle birlikte ABD’nin AB içerisindeki Truva atı olduğunu söylemiş oluyordu. Bu uşakların Rusya düşmanlıkları ise zaten dillere destandır.

Kapanan bir dönemi yenisi takip eder

Almanya’nın eski Dışişleri Bakanı, çiçeği burnunda yeni Cumhurbaşkanı Steinmeier, “Donald Trump’ın seçilmesiyle eski 20’nci yüzyıl dünyası tamamen sona erdi” derken, Trump’la beraber kapitalist emperyalist dünyanın içerisine girdiği yeni durumu, rekabet savaşlarının aldığı yeni boyutu eksik de olsa doğru olarak tespit ediyordu. Alman tekellerinin has adamı sosyal demokrat Steinmeier, 20. yüzyıla iki büyük emperyalist savaşın sığdırıldığını ve bu savaşların baş sorumlusunun da Alman tekelleri olduğu gerçeğini her nedense unutuyor!

20 Ocak’ta başkanlık görevini devralan Trump, “İstihdamı geri getireceğiz. Sınırlarımızı geri getireceğiz. Zenginliğimizi geri getireceğiz ve hayallerimizi geri getireceğiz” diyordu. Yeni dönemin, çürüyen kapitalizmin çürüyen politik figürü olarak arz-ı endam eden Trump, yeni bir dönemin, faşizm ve savaşlarla anılacak olan karanlık bir dönemin perdesini açmış oldu. “Daha büyük, daha etkin ve daha öldürücü bir müşterek kuvvet inşa etmeyi” amaçlayan yeni savaş stratejisi bu emperyalist amaçlar için geliştirildi.

Komünistler, emperyalist-kapitalist dünya düzeninin bu dönemini, “İnsanlık yeni bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine girmiş bulunmaktadır” diye daha 2009 yılında doğru olarak tespit emişlerdi. Devamla, “Bunalımlar ve savaşlar halen günümüz dünyasına damgasını vuran yakıcı olgulardır. Birbirine sıkı sıkıya bağlı bu iki olgusal gerçek, yeni bir devrimler döneminin de dolaysız bir habercisidir. Dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin kapitalist bunalımların ve emperyalist savaşların büyük yıkım ve acılarına yanıtı bir kez daha devrimler olacaktır. Dünyanın dört bir yanında ve elbette Türkiye’de de…”** diyerek, burjuva kampın çok değişik renkteki yazar-çizerleri tarafından bilinçli olarak gözden kaçırılarak üstü kapatılmaya çalışılan devrimin nesnel koşullarının da olgunlaşacağı gerçeğine ısrarla dikkatleri çekmişlerdi. Ve nihayet, devrimci görevleri döne döne hatırlatıp, bu topraklar için devrimci işçi hareketinin yaratılması deneyinde devrimci pratiğin paha biçilmez değerlerini ortaya koydular.

Tahta çıkışı olay olan Tump’ın şahsında somutlaşan emperyalist saldırganlık, savaş ve faşizm tehlikesine karşı ABD’de başlayan kitlesel protesto dalgası hızla dünyaya yayılarak enternasyonal bir karaktere büründü. Dağınık, örgütsüz ve ortak programatik hedefleri oldukça silik olan bu ve daha önceki kitlesel halk hareketleri bu dönemin işaret fişekleri olmuştur. Öncesindekilerle birlikte bu kitle hareketleri de peşinden gelecek olan yeni dalgaların sadece ön sarsıntılarıdır. Asıl önemli olan ise bu geniş dalgaları kapitalist emperyalist sisteme karşı yöneltmenin tek güvencesi olacak olan, bu dalgaları etrafında birleştirme yeteneğine sahip çekim merkezini, devrimci işçi hareketini yaratmayı başarabilmektir.

*Amerikan ordusu bünyesinde 576 bini Kara Kuvvetlerinde olmak üzere, toplam 1 milyon 281 bin 900 asker bulunuyor.

**TKİP III. Kongresi Bildirisi, Kasım 2009

 

 

 

 

Paris’te taşeron işçileri grevle taleplerini aldı

 

Taşeron çalışmanın yarattığı kölelik koşullarından sermaye ve işbirlikçi taşeronlar işçi ve emekçi kanından doymak bilmeksizin faydalanıyor. Fransa’da başta inşaat sektörü olmak üzere işçi ve emekçilere köleliği dayatan taşeron sistemi hiçbir sosyal güvence olmadan işçileri sermayenin büyük şirketlerine acımasızca kullanmaya sunuyor. Günden güne çoğalan işsizlik, yoksulluk ve kapitalist-emperyalist savaşlar ve yıkım sonucunu fırsata çevirmeyi ihmal etmeyen büyük gruplar sosyal güvenceyi ve işçi sağlığını hiçe sayarak faydalanmayı kâr sayıyor.

Fransa’da yaygın bir şekilde kullanılan taşeron çalışma ve işçi kiralama büroları aracılığıyla işçi ve emekçilere köleliği dayatan çalışmada Paris’te taşeron köleliğine karşı Metro istasyonunda yenileme çalışmaları yapan Türkiyeli işçiler bir zoru başardı.

Aylardır ödenmeyen ücretlerinin karşılığında eyleme gitmişlerdi. Patronun Türkiyeli olduğu taşeron şirkette Paris’in değişik metro istasyonlarında 50’den fazla işçi çalışıyordu. Ücretleri ödenmediği için iş bırakıp giden işçi sayısının ise 200’ün üzerinde olduğu ifade ediliyordu. 23 Ocak akşamı 5’i kağıtsız işçi olmak üzere 25 kararlı işçi grev kararı alarak dünyanın sayılı yeraltı istasyonlarından olan Chatelet-Les Halles’te günlük on binlerce yolcunun uğrak yeri olan çalıştıkları yeraltı istasyonunda çıktıkları grev sonucu tüm çalışan işçilerin ödenmeyen ücretlerini, kağıtsız işçilerin oturma ve çalışma izinlerini de elde ederek başarıya imza attılar. İşçilerin çalıştığı yerin öneminin de verdiği avantajla büyük destek bulmasının ardından eylem yazılı ve görsel medyada büyük ses getirmişti.

Sistemin sağladığı rahatlığa rağmen işçi sağlığı ve iş güvenliğini hiçe sayan, işçilerin grevinin verdiği rahatsızlık sonucu günler sonra 8 Şubat günü açıklama yapmak zorunda kalan, 2016 yılında 2 milyar avro net kâr elde eden Vinci Grubu, yaşananların kabul edilemez olduğunu 250 bin şantiyesinin bulunduğunu ve kontrol etmenin zor olduğunu öne sürerek kendilerini savundu. Oysa Vinci Grubu’nun daha önce de boyun eğmeyen işçi direnişlerinde sabıkası bulunuyor.

Vinci Grubu'na ait Sogea TPİ taşeron şirketinde çalışan Türkiyeli işçiler aylarca (2 ve 8 ay arası) ödenmeyen aylıkları ve yerine getirilmeyen sosyal hakları için gerçekleştirdikleri grev sonucu kazanımla eylemlerini bitirmişlerdi.

Kızıl Bayrak / Paris

 
§