17 Şubat 2017
Sayı: KB 2017/07

Savaşa ve yayılmacılığa karşı işçilerin birliği halkların kardeşliği
Türkiye ve İsrail arasında ‘derin muhabbet!’
Özelleştirmenin, gaspın, talanın OHAL’i; Varlık Fonu
Suruç Katliamı iddianamesi: Devlet katliamı örtmeye çalışıyor!
Bir katliamın aynasından yansıyan devlet gerçeği
“Bulunduğumuz her noktayı direniş mevzisine dönüştüreceğiz!”
Kitlesel kıyımları, yaygın direnişlerle karşılamalıyız!
Tekstil İşçileri Sempozyumu gerçekleştirildi
Sınıf cephesinde eylem ve direnişler
Petro-kimya işçilerinin mücadele tarihi-3
Devrimci sınıf hareketi!
Gençlik akademisyenlere sahip çıktı
AKP iktidarı üniversiteleri “kavgaya davet etti!”
Trump ve hegemonya savaşları
Avrupa metropollerinde mülteci dramı
Sertleşen NATO-Rusya gerilimi
Almanya’da seçimler ve Alman burjuvazisinin beklentileri
İyi ki doğdun Charles Darwin!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dinci-faşist saldırganlığa, OHAL rejimine, sosyal yıkım saldırılarına karşı;

Devrimci sınıf hareketi!

 

Neo-liberal saldırılar toplumun tüm emekçi kesimlerini hedef almakla birlikte, bedelini daha çok işçi sınıfı ödemektedir. Sömürüyü yoğunlaştıran, sosyal hakları ortadan kaldıran, örgütlenme ve hak arama mücadelesinin önüne engeller diken bu politika, 14 yıldan beri işbaşındaki AKP iktidarı tarafından pervasızca uygulanıyor. Öyle ki, bundan çok memnun olmalarına rağmen IMF şefleri bile bu pervasızlığı hayretle karşılıyorlar.

İşçi sınıfı, en azından ileri kesimleri yer yer neo-liberal saldırılara karşı mücadele içerisine girdi. Özelleştirme adı altında yapılan yağmaları durdurabilmek için Paşabahçe, SEKA, TEKEL gibi büyük işletmelerde etkili direnişler gerçekleştirdi. Bununla birlikte saldırı furyasını püskürtebilecek kitlesellik ve kararlılıkta bir direniş örgütlenemedi. Bundan cesaret alan din istismarcısı iktidar, birkaç istisna dışında işçi sınıfının kazanımlarını ortadan kaldırdı. Geri kalanları ise OHAL rejimiyle sıfırlamaya çalışıyor.

Saldırı furyası devam ediyor

İşçi sınıfı, dinci sermaye iktidarının saldırısına set çekemediği için, hak gaspları sürüyor. Bunun en fütursuz örneği grev yasaklarının “rutin” hale getirilmesinde görüldü. Vahşi sömürüyü kısmen de olsa dizginleme, kazanımları koruma, belli talepleri kapitalistlere kabul ettirme gibi kritik sorunlarda etkili olabilmenin en önemli aracı grevdir. Oysa AKP iktidarı işçi sınıfını bu silahtan mahrum bırakarak kaba bir kölelik dayatıyor.

OHAL rejimiyle işçi sınıfına prangalar takmaya çalışan iktidar, kurduğu dikta rejimine “yasal kılıf” uydurmak için referandumu gündeme getirdi. Hem içeride hem dışarıda izlediği politikalarla açmazları derinleşen iktidar, halen yangına körükle gitmeye devam ediyor. Zira suç dosyaları o kadar kabarmış ki, kurdukları dikta rejimine yasal kılıf uydurmadan rahat edemiyorlar. Bundan dolayı savaş bataklığı derinleşiyor, enflasyon yükseliyor, işçilerin emekçilerin satın alma gücü düşüyor, işsizlik artıyor, gençler geleceksizliğe mahkum ediliyor…

Görünen o ki, tüm bunlar çok da umurlarında değil. Belli ki, kokuşmuş düzenlerinin bekası için ortaya çıkan kabarık faturaları işçi sınıfı ve emekçilere ödetebileceklerini hesap ediyorlar. Nitekim referandum sonrasına bırakılan yeni “saldırı paketi” hazır bekliyor. Muvaffak olabilirlerse eğer, işçi sınıfının elinde kalan kıdem tazminatı ile bazı hak kırıntılarını sıfırlamayı hesaplıyorlar.

T. Erdoğan AKP’sinin OHAL rejimini kalıcı hale getirmek istemesinin nedeni hem ekonomik krizin artan yüküne hem de referandum ertesinde başlayacak saldırı furyasına hazırlıktır aynı zamanda. Zira sefilliğe mahkum edilen milyonlarca işçiyle emekçinin öfkesinin arttığını onlar da biliyor. Bundan dolayı AKP şefleri OHAL rejimini kalıcı hale getirmek istiyor. Yasaklarla, yetmezse polis zorbalığıyla emekçileri cendereye alma hesapları yapıyorlar.

Koşullar mücadeleye zorluyor

İşçi sınıfıyla emekçilerin bir kesimi halen dinci-faşist ideolojinin etkisi altındadır. Bu verili durum emekçiler için ciddi bir açmaz iken, dincilik/milliyetçilik bezirganı AKP için ise bulunmaz bir nimettir. Zira her icraatıyla işçilere emekçilere saldırmasına rağmen, onların desteğini de bu yolla alabilmektedir.

Tayyip Erdoğan AKP’si hükümet olarak başa geldiği ilk günden başlayarak ve bütün bir iktidar dönemince büyük burjuvazinin tümü için Türkiye’yi bugünün dünyasında eşi az bulunur bir sömürü ve yağma cenneti haline getirdi. Ve bunu, işçi sınıfı ve emekçilerin büyük gövdesini örneği görülmemiş bir başarıyla denetim altına alıp etkisizleştirerek yaptı. Bu sayede başta geleneksel İstanbul burjuvazisi olmak üzere büyük holdingler zenginliklerini defalarca katladılar…” (Ekim, Sayı 305, Ocak 2017)

AKP 14 yıldan beri işçi sınıfıyla emekçilerin bu zaafını pervasızca kullanıyor. Vurgulamak gerekiyor ki, servetlerini katlayan sadece büyük holdingler değil. Yanı sıra rüşvet, yolsuzluk, haraç gibi kirli yöntemlerle artı-değerden pay alan AKP şefleriyle yakınları da bu dönemde büyük servetler biriktirdiler. Dolayısıyla bu yozlaşmış yiyici takımı, emekçilerin dincilik/milliyetçilik bezirganlığıyla sersemletilmesinden hem siyasi hem ekonomik rant elde etmiştir.

İşçi sınıfıyla emekçileri kontrol altında tutmanın rahatlığıyla şu ana kadar tam bir pervasızlıkla hareket eden AKP, bu alanda artık eskisi kadar rahat görünmüyor. Çünkü bu icraatlar neticesinde iyice köşeye sıkışan işçi sınıfının en azından ileri kesimlerinde çıkış arayışı belirginleşiyor. Denebilir ki, sosyal yıkımın sonuçları o kadar ağır ki, artık ideolojik yanılsamanın uyuşturucu etkisi sınıfın ileri kesimlerinde ağırlığını yitiriyor. Yaşam koşullarını çekilmez hale getirecek olan ekonomik krizin etkileri ile referandum sonrası hayata geçirilmesi beklenen saldırı paketi, emekçileri pasifleştiren ideolojik yanılsamanın etkisini daha da azaltacaktır.

Tüm bu veriler, işçi sınıfı saflarındaki çıkış arayışının/mücadele eğiliminin güçleneceğine işaret ediyor. Koşullar, işçi sınıfına mücadele dışında bir seçenek bırakmıyor. Çağımızın tek tutarlı devrimci sınıfı, muhakkak ki mücadele alanlarına çıkacak, sermayeye de din bezirganlarına da hak ettikleri yanıtı verecektir.

Sınıf saflarında güçlü direniş dinamikleri

2000’li yıllardan bu yana ülke gündemini belirleyen güçlü bir sınıf hareketi gelişemedi. Ancak bu aynı dönemde genelde ‘mevzi direnişleri’ sınırlarında kalsa bile kesintisiz devam eden bir mücadele var. Özelleştirme yağmasına karşı direnişler, sendikalaşma mücadelesi, işten atmalara, hak gasplarına karşı direnişler, fiili grevler ve nihayet mücadeleyi “işgal, grev, direniş” seviyesine yükselten Greif Direnişi ile Metal Fırtına…

Bu mücadeleler, işçi sınıfının gerici ideolojilerle zehirlendiği, bilinç ve örgütlülük alanlarında yetersiz olduğu koşullarda bile, ciddi bir direniş enerjisi üretebildiğini kanıtlıyor. Zaaf ve yetersizliklerine rağmen, işçi sınıfı bu dönemde toplumsal muhalefetin odak gücü olduğunu da pek çok örnekle göstermiştir. Greif Direnişi, devrimci öncüyle birleşen işçi sınıfının müthiş gücünü ve yaratıcılığını yeni bir düzeye çıkartabilmiş, bunu sınıfın dostları da düşmanları da fark etmiştir. Metal Fırtına ise, gericiliğin ideolojik etkisi altındaki işçilerin de sınıf devrimcilerinin öncü müdahalelerine kitlesel bir şekilde yanıt verebileceğini göstermiştir. Metal Fırtına sürecinde işçiler burjuva yasaları ayaklar altına alabileceklerini, sınıflar mücadelesinin yasalarına uygun bir şekilde kitlesel grev ve direnişler örgütleyebileceklerini ve daha da önemlisi Türk Metal gibi bir çeteyi kökünden sallayabileceklerini kanıtladılar. Son olarak AKP iktidarının grev yasaklarına belli bir direnişle karşılık veren metal işçileri de, işçi sınıfı saflarındaki mücadele dinamiklerinin diri olduğunu hatırlatmıştır.

Eylemler, direnişler, grevler, mücadelede ısrar ve sermaye iktidarının dayattığı cendereyi kırma arayışı ve direniş eğilimi… Sınıf hareketinin geleceği açısından büyük önem taşıyan bu veriler, bu sınırlarda kaldığı sürece yazık ki, neo-liberal saldırıları püskürtmeye yetmiyor. Hareketin gelişimi için güçlü/yaygın taban örgütlerinin kurulması, sendika bürokrasisine karşı etkili/planlı bir mücadele yürütülmesi, sınıfın birliğini dinamitleyen dinci-mezhepçi/ırkçı-şoven ideolojilerin prangalarının kırılması, işçilerin birliği halkların kardeşliği bilinciyle hareket edilmesi gerekiyor.

Tüm bu alanlarda şu veya bu düzeyde gelişim sağlanmadan, ne sermayenin saldırılarını püskürtmek ne din bezirganlarından hesap sormak mümkündür. Her şeye rağmen bu alanlarda yol almanın nesnel koşulları mevcuttur. Bu aşamada öncelikli olan sınıf saflarındaki direniş dinamiklerini fiili güce dönüştürmek, eylemli süreçlerde birleştirmek ve hareketi devrimcileştirmektir.

Öncü devrimci müdahalenin güçlendirilmesi

Sınıf hareketinin kendi dinamikleriyle belli bir düzeye ulaşması mümkündür elbet. Devrimci bir sınıf hareketi yaratma hedefine ulaşmak ise, ancak devrimci öncünün önderliği ile mümkündür. Dolayısıyla verili koşullarda sınıf hareketine ısrarlı, planlı, sabırlı, yaratıcı devrimci müdahale kritik halkayı oluşturmaktadır.

Greif Direnişi ile Metal Fırtına, sınıf devrimcilerinin 30 yıllık mücadele deneyimlerini zenginleştirmiştir. Yine de bu birikimlerin yanı sıra işçi sınıfının uluslararası mücadele deneyimleri ile Türkiye işçi sınıfının direniş deneyimlerini incelemek ve onlardan öğrenmek gerekiyor.

İşçi sınıfının mücadele tarihinden süzülecek deneyimler ışığında içinden geçtiğimiz dönemin özgünlüklerini hesaba katan, buna uygun araçları yaratan bir tarz geliştirilmeli. Bu bağlamda sınıfın verili durumunu gözetirken, sözünü etkili-devrimci bir şekilde söylemek ise büyük bir önem taşıyor. Tüm bunları “ajitasyon/propaganda, örgütlenme, eylem” diyalektik bütünlüğünü esas alarak hayata geçirmek ise, devrimci sınıf çalışmasının mahiyeti açısından önemli bir yerde duruyor. Zira bu alanlarda istikrarlı bir mesafe almadan devrimci bir sınıf hareketi yaratma hedefine ulaşmak zordur.

Sınıf hareketine müdahale çerçevesinde işçi sınıfını en azından öncüleri şahsında devrimci politikaya kazanmanın çok özel bir önem taşıdığı göz ardı edilmemeli. Özellikle AKP iktidarının işçi sınıfını parçalayıp pasifize etmek için kullandığı dincilik ve şovenizme karşı etkili, sistemli bir ideolojik mücadele günümüzün olmazsa olmazlarından biridir.

Verili haliyle bile işçi sınıfı politikayla yakından ilgilidir. Pratik deneyimlerden biliyoruz ki, işçiler de siyaset konuşup tartışıyor. Ancak bu politizasyon, iktidarın borazanlığını yapan medyanın dayattığı propagandayla sınırlıdır. Siyasi ufuk bu sınırlarda kaldığı sürece gerici ideolojilerin sınıfı etkilemesi kaçınılmazdır. Sınıf hareketine devrimci müdahale, rejimin dayattığı bu karanlık cendereyi parçalamayı esas almalı. Bu müdahalenin yaygın/sistemli/etkili şekilde yapılabilmesi için uygun üslup ve söylemin geliştirilmesi ise şarttır.

Devrimci öncü müdahale ile en azından sınıfın ilerici/öncü kesimleri şahsında gericiliğin politik etkisini kırmak mümkündür. Bunun başarılması işçi sınıfının hem kendisi hem sınıf devrimcilerinin toplam faaliyeti hem ülkenin kaderi açısından büyük bir önem taşıyor.

Sınıf için ilk hareket noktası çoğu zaman ekonomik-demokratik taleplere dayanır. Elbette işçi sınıfı için bu mücadele önemlidir ve bu alanda kazanım elde etmek için çaba sarf edilmelidir. Ancak bu noktada durmamak, sosyal yıkım saldırılarının ekonomi politiğini işçiler nezdinde görünür kılmak ve giderek sınıfın öncülerini kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesine dahil etmek vazgeçilmez bir hedef olmalıdır. Bu hedef yönünde atılan somut adımlar hem devrimci bir sınıf hareketi yaratmanın hem emekçilerde mevcut olan devrimci dinamikleri harekete geçirmenin hem de dinci sermaye iktidarının dayattığı Ortaçağ karanlığını parçalamanın koşullarını yaratacaktır.


 
§