27 Ocak 2017
Sayı: KB 2017/04

Grev yasaklarını kırmanın tek yolu: İşgal, grev, direniş!
Devlet ve grev
EMİS fabrikalarında grev, yasak ve anlaşma
Kazanmanın yolu işçi birliğinden geçer!
Metal işçisi daha güçlü fırtınalara hazırlanmalıdır
“Cesaretle mücadeleye atılmalıyız!”
DEV TEKSTİL 3. Genel Meclisi Sonuç Bildirisi
Bilimi dışlayan eğitim anlayışını reddediyoruz!
Kazanana kadar grev, kazanana kadar direniş
“Egemenler kendi çıkar ve istemleri için büyük bir çaba gösteriyor. Biz bunun kat ve kat fazlasını göstermeliyiz!”
Kamu Çalışanları Birliği Programı üzerine-3
“Benim hikayem değil, bizim hikayemiz”
İşine geldiğinde “milli irade!”
“Saltanat rejimi” uğruna yıkım dayatılıyor
20. yüzyılın ilk “toplama kampı”, Almanya’ya tazminat davası
Donald Trump yeni dönemin yeni yüzüdür
Kriz ve kadın işçi mücadelesi deneyimleri
Kadın işçi grevlerinin gösterdikleri - 3
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Donald Trump yeni dönemin yeni yüzüdür

D. Yusuf

 

Donald Trump başkanlığı nihayet resmen devraldı. Ancak “öngörülemez” olarak nitelenen kişiliği, ülke ve dünya siyasetine ilişkin kimi açıklamaları nedeniyle, başkanlığı hala yoğun biçimde tartışılıyor.

Trump, seçim kampanyası sırasında, Amerika’nın ve Amerika halkının tüm sıkıntılarının, verili yerleşik düzenden ve yerleşik kurumlardan kaynaklandığını dile getirmiş, başkanlık yarışını kazanırsa eğer, bu “yerleşik düzene ve kurumlara savaş açacağını” belirtmişti. O kadar ki, Amerikan halkına, kimi politik yorumcuların deyimi ile adeta bir tür “siyasal devrim” vadediyordu.

Hiç kuşkusuz bu sözlerin bir ciddiyeti yoktu ve zaten gerçek yaşamda bir karşılığı olmadığı da çok çabuk görüldü. Trump başkanlığı devralır almaz ilk işi, seçimlerde kendisinin Rusya’nın desteğini aldığını ve hâlâ Putin’in etkisinde olduğunu içeren bir raporu ortalığa saçarak, kendisi hakkındaki tartışmaları iyice alevlendiren, kendisi ile ilgili kuşku ve güvensizlikleri daha bir arttıran CIA’yı ziyaret etmek oldu.

Trump tüm seçim kampanyası sürecinde ve son olarak başkanlığı devraldığı tören sırasında burjuva medya ile sert polemikler yürüttü. Ne var ki bu da uzun sürmedi. İkinci adımı, kirli burjuva medyası ile arayı düzeltmesi oldu. Daha düne kadar Trump hakkında yıpratıcı kampanyalar yürüten burjuva medya şimdi Trump’ın kabine üyelerinin, Amerikan burjuvazisine sadakatlerini bildiren, ABD’nin stratejik çıkarlarını esas alacaklarını dile getiren mesajlarını yayınlıyor.

Trump her vesile ile, esas olarak Avrupa’nın güvenliğini sağladığı halde, bugüne dek NATO’nun yükünün büyük bölümünü ABD’nin omuzladığını dile getirdi. Halbuki, NATO Avrupa’da konuşlansa da her daim ABD’nin emrinde bir saldırı ve savaş aygıtı olarak iş görmüştü. Trump ve ekibi ilk günden itibaren bunu da hatırladı(!) ABD Savunma Bakanı James Mattis, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’le yaptığı telefon görüşmesinde, “NATO’nun ABD için çok önemli olduğunu ve Washington’un ittifaka bağlılığını koruyacağını” bildirdi. Devamla, ortak değerlere vurgu yapıp, bu değerleri savunmanın Avrupa’da başladığını vurguladı.

Bütün bunlar şaşılacak şeyler değildir. Trump’ın kendisine özgü bir kişiliği elbette ki vardır. Burjuvazinin kimi öğeleriyle daha yakın ilişkileri de vardır. Kişisel arzuları, çıkarları ve hedeflerinin varlığı da kabul edilebilir. Ancak, bunlar nüanslardır ve esası belirlemez. Nihayetinde aslolan toplam olarak Amerikan burjuvazisinin en büyük tekelleri ve devletinin stratejik çıkarları ve hedefleridir. Aslolan kurulu düzendir ve onun CIA ve FBI’sı da dahil yerleşik kurumlarıdır, NATO denen saldırı ve savaş aygıtlarıdır.

Trump Amerika’nın büyük burjuvazisinin temsilcisidir. Onların stratejik çıkarlarını koruması ve güvenceye alması için başkan seçilmiştir. Yani o yerleşik düzenin adamıdır. Yerleşik değerlere ve kurumlara yemin ederek başkanlığı devralmıştır. Dolayısıyla, Trump’ın bunlara savaş açacağını dile getirdiği sözler boş bir söz kalıbından ibarettir. Böyle olduğu da daha ilk icraatları ile anlaşılmış bulunmaktadır.

Trump kimdir? Kimin/hangi sınıfın temsilcisidir? Onu kimler öne sürmüştür, arkasında hangi güçler vardır? Trump hangi koşulların ürünüdür? Daha da önemlisi, içinde bulunduğumuz dönem nasıl bir dönemdir? Bu dönemi karakterize eden olgular nelerdir? Bu dönemin öne çıkardığı partiler, programlar, kabineler ve figürler hangileridir? Asıl ihtiyaç bu sorulara cevap vermektir. Trump kişiliği ancak ve ancak böyle yerli yerine oturtulabilir.

Yeni dönem: Her yerde benzer koşullar ve benzer sorunlar

Dönem, komünistlerin erken bir tarihte “bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemi” olarak tanımladığı yeni bir dönemdir. Emperyalist-kapitalist sistem yeniden çok kapsamlı, çok derin, çok şiddetli ve yılların birikimine dayalı, çok yönlü bir krizin içinde debelenmektedir. Her yerde benzer koşullar var. Her yerde işbaşına gelen ya da getirilen tüm hükümetler, birer sosyal yıkım ve savaş hükümetidir ve sürekli olarak kriz politikalarına başvurmaktadırlar. Her defasında biri diğerinden acımasız sosyal yıkım paketlerinde ifadesini bulmaktadır. Kemer sıkma paketlerinin ardı arkası kesilmiyor. En ünlü ve en büyük fabrikalar dahi kapatılıyor. Sermaye içeride yatırım yapmıyor, tam tersine, işçi ücretlerinin çok ama çok düşük olduğu, vergiden muaf tutulduğu eski Doğu Bloku ülkelerine ve işçi maliyetinin çok düşük olduğu yerlere kaçıyor. Her yerde İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarını katlayan düzeyde büyük bir işsizlik var. Yokluk ve yoksulluk bir diğer can yakıcı sorun olarak öne çıkıyor. Servet-sefalet kutuplaşması korkunç boyutlar kazanıyor. Toplum -Amerika’daki Wall Street işgalcilerinin popüler deyimi ile- %1 ve %99 olarak saflaşıyor.

Öte yandan dönem aynı zamanda bir gericilik dönemidir. Düne kadar az çok burjuva demokrasisinin egemen olduğu yerler giderek siyasal gericiliğin egemen olduğu topraklara dönüşmeye başlamıştır. Her yerde gerici-faşist partiler ve neo-faşist akımlar güç kazanmaktadır. Dönemin ruhuna uygun olarak, faşist propaganda, eylem ve örgütlenmenin önü boylu boyunca açılmakta, demokrasi aşağılık yalanı ile “dönemin normali” olarak görülüp, meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Tıpkı Hitler ve Mussolini’nin adım adım iktidara geliş sürecinde olduğu gibi, Fransa, İtalya, Hollanda ve Avusturya gibi ülkelerin azılı ırkçı-faşist parti ve liderleri buluşuyorlar, kendi faşist enternasyonallerini kurmanın sorunlarını tartışıyorlar. Keza dün demokrasinin mabedi olarak pazarlanan yaşlı kıta Avrupa, günümüzde ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının kol gezdiği bir kıtaya dönüşmektedir. Göçmenlere, özellikle de İslami kökenden olanlara ve savaş mağduru mültecilere dönük saldırılar, içinde bulunduğumuz dönemin bir başka önemli gerçeğidir.

Bütün bunları, her yerde azgın bir militarizm, korkunç boyutlar kazanan silahlanma yarışı, giderek şiddetlenen ve bugünkü ana sahnesi Ortadoğu olan emperyalist saldırganlık ve savaş gerçeği tamamlıyor. Kıyasıya sürmekte olan ve eninde sonunda yeni bir paylaşım savaşına dönüşecek olan emperyalistler arası nüfuz mücadeleleri ve bunun ifadesi yerel savaşlar serisi olağan durumdur artık. Dünyamız yıllar sonra önceki iki caniyane savaştan daha büyük acılara, kayıplara, sadece insanlığı değil, beraberinde doğayı ve gezegenimizi de yıkıma uğratacağı kesin olan bir savaşa doğru yuvarlanıyor.

Her yerde yeni programlar, yeni kabineler ve yeni yüzler sahnede

Her şey, dönemin tarihsel, toplumsal ve siyasal koşulları içinde bir yere oturuyor ve anlamını buluyor. Toplumsal-siyasal hiçbir gelişme tesadüfü değil. Öne çıkan yüzler de ha keza dönemin ürünüdürler. Her yerde kendisini dayatan şey, dünyanın en büyük tekellerinin sefil çıkarlarıdır. Onların açgözlülüğü ve dünyayı kendi çıkarları temelinde yeniden paylaşım hırslarıdır. Ekonomiden sosyal alana, siyasal alandan askeri ve moral alana dek her şey buna göre şekillenmektedir.

Bu arada dönemin dili uzlaşma ve barış değil. Dönemin hâkim eğilimi siyasal demokrasi ve hoşgörü değil. Tam tersine, her yerde dönemin hâkim eğilimi siyasal gericilik, en iğrencinden ırkçılık ve acımasız bir şiddettir. En sivri ucu ise faşizme doğrudur.

Öte yandan, dönem içinde öne çıkan ya da çıkartılan kişiler ya da yüzler, kabineler ve uygulamaya soktukları ya da sokmaya çalıştıkları programlar da doğal olarak dönemin ruhuna uygundur. İçe kapanmacılık, korumacılık, AB karşıtlığı, uluslararası antlaşmaların dışına çıkmak dönemin “yükselen değerleridir.”

Almanya’da AfD, İtalya’da Kuzey Ligi, Fransa’da Front National, İngiltere’de UKIP, Avusturya’da Özgürlük Partisi, Yunanistan’da Altın Şafak; tümü de bu çerçevede anlam bulmaktadırlar. Fransa’dan Marine Le Pen ve Fillon, İngiltere’den Diane James, Hollanda’dan Geert Wilders, Avusturya’dan Heinz-Christan Strache ve İtalya’dan Matteo Salvin, kendi ülkelerindeki koşulların yeni yüzleridirler. Söz konusu bu koşulların istismarı temelinde güç olup öne çıkmışlardır. Bunların kurdukları ya da kurmaya hazırlandıkları kabinelerin tümü de ırkçıdır, başta İslam kökenliler olmak üzere göçmen ve savaş mağduru mültecilere düşmandır. Tümü de saldırgan bir milliyetçilikle malüldür. Avrupalı liberallerin iddialarının tersine, “popüler sağ“ değil, düpedüz faşisttirler. Hepsinin ortak sloganı “Yabancılar dışarı”, “Müslümanlara/İslama hayır”dır. Hepsi de kendi ülkelerinin Hristiyan ve etnik kimliklerinin yok edildiğini iddia ediyorlar. Bu yönlü demagojiye sarılıyorlar.

Yeni dönemin Amerikancası

Bu aynı şeyler Trump için de geçerlidir. Başkanlığı resmen devralır almaz serbest ticaret anlaşmasını iptal eden, ülkesini işgal ettiğini söylediği Çin mallarına yüksek gümrük duvarları örmeye ve Çin’e savaş açmaya hazırlanan, “Her şey Amerika için, önce Amerika’dan al, önce Amerikalı işçiye iş” diyen, Amerika’yı terk eden sanayi işletmelerini yeniden Amerika’ya geri getirmeye soyunan ve Hitler’in “ari ırk Almanlar” teorisi misali, “Amerikalı beyaz adam” teorisini savunan ve hayata geçirmeye hazırlanan Trump da diğer ülkelerdeki ülküdaşları gibi saldırgan bir milliyetçidir. Aşırı bir korumacıdır. Uluslararası ticaret anlaşmaları ve AB türü bloklaşmaların karşıtı düşünceleri ile içe kapanmacıdır. Kadın ve göçmenlere, özellikle de İslami olanlara ve mültecilere düşmanlığı ile tastamam bir ırkçıdır.

Trump, bir yandan beyazı ve siyahı ile Amerikalı işçi ve yoksul kitlelere tarifsiz acılar yaşatmaya, diğer yandan ise tüm dünya işçileri ve ezilen halklarına büyük acılara ve yıkımlara mâl olacak bir savaşa, yani yeni bir emperyalist savaşa hazırlanıyor. Tüm Ortadoğu’ya yaydığı emperyalist ve gerici savaşlar serisi ile Afganistan, Libya, Irak, Yemen, Sudan ve Suriye’yi bir kan deryasına çeviren Obama’nın icraatlarını yeterli bulmuyor. Emperyalist ve gerici savaşı Rusya’yı kuşatma stratejisi çerçevesinde Doğu Avrupa’ya, diğer yandan Güney Çin Denizi üzerinden Çin’e ve Kuzey Kore’ye yaymaya hazırlanıyor. Şimdiden Polonya ve Baltık ülkeleri sınırlarına büyük askeri silah ve zırhlı araç yığınağı yapmış da bulunuyor.

Kabinesine gelince, Trump da Obama gibi IŞİD’le mücadeleye öncelik vermektedir. Bu nedenledir ki, öteden beridir bu konuda sorumlu olan, Ortadoğu ve bölgenin yeni ve diri gücü olan Kürtleri iyi tanıyan, bölgenin kan deryasına dönüşmesinin birinci dereceden sorumlusu olan Brett McGurk’u yine görevine atamıştır. Savunma bakanlığına eski general James Mattis, iç güvenliğe eski general John Kellly’i atamıştır. J. Mattis sınırsız bir şiddet ve savaş yanlısı olmakla tanınıyor. O kadar ki, halk arasında adı “Kuduz Köpek”tir. Dışişleri bakanı, petrol devi Exxon’un CEO’su Rex Tillerson’dur. Tillerson Rusya’yı en büyük tehlike, Çin’i ise “şeytan” olarak görmektedir. Adalet bakanı tam bir mülteci karşıtıdır. Ulusal güvenlik danışmanı, aynı zamanda bir mülteci ve İslam düşmanı olan Michael Flynn’dir. Trump, CIA’nın başına da işkence yanlısı görüşleri ile ünlenen meclis üyesi Mike Pompeo’yu getirmeyi düşünmektedir. Görüldüğü üzere, hepsi de seçme adamlardır. Dönemin ruhuna uygundurlar. ABD adına daha saldırgan politikalara başvurmak, Amerika işçileri ve emekçilerine, kadın ve göçmenlere, aydınlarına ve ilericilerine nefes aldırmamak, ABD’yi Ortadoğu, Kafkaslar ve Asya-Pasifik’i kapsayan yeni bir emperyalist savaşa hazırlamak için hepsi de biçilmiş kaftandır.

Finans kapital bir kez daha insanlığı, dünya proletaryası ve ezilen halklarının hiçbir çıkarlarının olmadığı baştan aşağı gerici ve emperyalist bir savaşa sürüklüyor. Bunun başını ise sarsılan ve tartışmalı hale gelen hegemonyasını yeniden kabul ettirmek isteyen ABD çekmektedir. Amerikan finans kapitali uluslararası finans kapitalin en gerici, en ırkçı, en şoven, en şiddet ve savaş yanlısı unsurudur.

Trump, kendi finans kapitali adına tüm bu özellikleri kendisinde toplamış bir kişiliktir. Amerikan finans kapitalinin yeni dönemdeki temsilcisi, bir başka anlatımla, yeni yüzüdür.


 
§