1 Temmuz 2016
Sayı: KB 2016/25

Katil sermaye devleti ve dinci-gerici AKP iktidarıdır!
Gericiliğe karşı devrimci direnişin toplumsal dayanağı işçi sınıfıdır!
Türkiye-İsrail anlaşması; dinci gericilikle ırkçı-Siyonizm aynı safta!
AB kapısı, Türkiye ve sahte umutlar
Atatürk Havalimanı’nda bombalı saldırı
Sermaye baronları teftişte!
“Birlik olursak kazanırız, bölünürsek yok oluruz!”
Soma AŞ ile sendika işçilerin tazminatlarını geciktiriyor
MİB MYK Haziran Ayı Toplantısı Sonuç Bildirgesi
İSDEMİR’de neler oluyor?
Emperyalistler arası hegemonya kavgasında yeni bir dönemeç
Fransa’daki sınıf ve kitle hareketinin anlamı, etkileri ve geleceği
Brexit: ‘AB hülyası’na ağır darbe
Metal Fırtına ve Çerkezköy B/S/H/ deneyimi
Derby Lastik Fabrikası işgali deneyimi ışığında...
Georgi Dimitrov sosyalizm mücadelesinde yaşıyor!
Gençlik mücadelesinde üniversiteler
Eğitimde dinci gericiliğin geldiği nokta
Sivas Katliamı’nın 23. yıldönümü
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AB kapısı, Türkiye ve sahte umutlar

 

İngiltere’de yapılan referandumdan Avrupa Birliği'nden (AB) ayrılma sonucu çıkmasının ardından olay çok yönlü olarak gündemde kaldı. Türk devleti ise bu sonucun kendi lehine olabilecek yönleriyle ilgilendi. Çünkü 40 yıldır AB kapısında bekleniyordu. Ancak bu bekleyişin AKP’li yılları, geçmişe göre daha bir resmiyet kazandı. AB’nin beklentilerine cevap verildi. Ancak süreç hep inişli çıkışlı oldu.

AKP adına söz söyleyenler son dönemde “AB’ye meydan okuyan” bir takım açıklamalarda bulundular. Başta Erdoğan olmak üzere, Dışişleri Bakanı ve bazı devletliler tarafından yapılan açıklamalarda bir yandan AB eleştirilirken, bir yandan da Türkiye’nin AB’ye alınması gerektiği iddiaları gündeme getirildi. Kimi zaman ipler daha bir gerildi.

Hatta vize muafiyetiyle ilgili süreçte Türkiye’nin tavrını, özellikle de Erdoğan’ın açıklamalarını eleştirerek, “Bir atasözümüz var, ‘Türk gibi başlayıp Alman gibi bitirmek’ diye, burada tersi oldu” ifadelerini kullanan Avrupa Birliği’nin Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Hansjörg Haber istifa etti.

Göçmen krizi ile birlikte yapılan pazarlıklarla konu yeniden alevlendi. AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, AB ile Türkiye arasında süren görüşmelerin son durumuna dair Türkiye ve AB arasında göç krizi ile beraber yeni bir zemin ortaya çıktığını söyledi. Çelik, düzensiz göçle mücadele, vize muafiyeti, geri kabul anlaşması ve gönüllü yerleştirmenin hayata geçirilmesi için bir paketin ortaya çıktığını belirtti.

Her ne kadar göçmenler kullanılarak varılan mutabakat Türkiye’nin elini güçlendirmiş olsa da -ki bu nedenle Almanya Başbakanı Merkel ciddi eleştiriler almıştı- AB kapılarının Türkiye’ye açılması oldukça uzak bir ihtimaldi. Erdoğan’ın, İngiltere’de AB referandumunu tam da mülteci akını tehlikesi nedeniyle kaybetmiş olan Cameron’a hitaben “3 bin yıldan bahsediyordu 3 gün dayanamadı” sözü, aslında mülteci akının merkezi olan Türkiye faktörünün bu referandumda nasıl olumsuz bir rol oynadığını gözlerden saklamak istemesinden kaynaklıydı.

AB gerçekten Türkiye’nin demokratikleşmesini mi istiyor?

AB ile yapılan pazarlıklarda AB sözcüleri, Türkiye’deki anti-demokratik uygulamaları masada özel bir koz olarak tutuyorlar. Ancak bu gerekçe hiç de AB emperyalizminin Türkiye’de haklar ve özgürlüklerin gelişmesini, demokratik kazanımların olmasını istediği için değildir. Zira Kürt illerinde son yaşananlara bakıldığında AB ve BM’nin nasıl seyirci olduğu ortadadır. Çok uzakta kalmadı; onlarca devrimcinin katledilmesine neden olan, hala hasta tutsaklar yoluyla cinayetlerin işlendiği, hiçbir hak ve hukukun olmadığı F tipi hapishaneler de bir AB projesiydi. ABD emperyalizminden nasıl demokrasi gelemeyecekse, aynı şekilde AB emperyalizminden de demokrasi gelmeyecektir.

Peki, neden Türkiye’ye AB kapısı açılmıyor?

Çünkü Türkiye çok karmaşık bir coğrafyada, ekonomik ve politik krizlerin tam merkezinde duruyor. Vaktiyle 10 yılda bir darbe olan Türkiye’de AB’nin beklediği istikrar hala sağlanmış değil. Aksine başka istikrarsızlıklar devam ediyor. AB ile bir dönem uyumlu bir hatta girilmişken bölgesel, iç ve dış yeni gelişmeler, Erdoğan’ın son pozisyonu ile de birleşince Türkiye hala bir istikrarsız ülke konumundadır. Kimi zaman ABD’nin de Türkiye’nin AB’ye girmesi için çaba gösteriyor olması kendi nüfuz alanını, etkisini arttırma amacından başka bir şey değil. AB içindeki söz sahibi devletler için bu da bir başka sorun.

Aslında Türkiye uluslararası sermaye için cazip ve oldukça iyi bir pazar. Bu zaten sonuna kadar şu haliyle de kullanılıyor, değerlendiriliyor. Ancak Türkiye sürekli ekonomik ve siyasi çalkantıların içinde. Kurulu düzen sınırları içinde çözülemeyen Kürt sorunu, toplumsal eşitsizliklerin mayaladığı devrimci dinamikler vb. gibi etkenler, Türkiye’yi AB emperyalizmi için riskli duruma sokuyor. Hem getireceği riskler hem de sırtlarında bir kambur olmaması için bu haliyle Türkiye’ye AB kapıları açılmak istenmiyor.

İşçi ve emekçilere AB kapısı bir umut mu?

Kendisi ekonomik ve siyasi kriz içinde debelenen, göçmen sorunuyla uğraşan AB ülkelerinin Türkiyeli işçi ve emekçiler ile Kürt halkına özgürlük getirmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Kapitalist emperyalist sistem için her şey bir araçtır. Çokça bahsedilen o Kopenhag kriterleri ise bir ciladan başka bir şey değil. İşlerine geldiği sürece hak ihlalleri için duyarlı olmaktalar. İnsanlık suçlarının en sık işlendiği, devlet terörünün, vahşetinin en çok arttığı zamanlarda en fazlasından hiçbir yaptırımı olmayan uyarılarla yetinirler. Bu 12 Eylül zamanı da, doksanlı yıllarda da, şimdi de böyledir. Diğer taraftan AB’nin ülkelere nasıl yıkım getirdiğini görmek için bir AB ülkesi olan Yunanistan’ın son yaşadığı krize bakmak yeterlidir. Sadece Yunanistan da değil, İspanya, Portekiz gibi birçok AB ülkesi aynı sorunlarla uğraşıyor. Fransa işçi sınıfının gösterdiği direniş de aslında AB’nin temsil ettiği düzene, onun sosyal yıkım saldırılarına karşıdır.

Türkiye işçi sınıfı için yegâne çözüm AB içinde ya da dışında kapitalist bir Türkiye Cumhuriyeti değildir. Sömürünün son bulması ve gerçek adaletin sağlanması ancak siyasal iktidarın işçi sınıfında olduğu tam bağımsız sosyalist bir cumhuriyetler birliği ile mümkündür. Sadece bu yolla kardeş halklar arasında eşitlik temelinde kalıcı bir barış sağlanabilir. Özcesi yapılması gereken AB’nin değil, devrimin kapılarını zorlamaktır.

 
§