13 Mayıs 2016
Sayı: KB 2016/18

Kölelik dayatmalarına diren, örgütlen!
Devrimci sınıf ve kitle hareketi - E. Bahri
Hırsızlık ve yolsuzluğun kaynağı kapitalizme karşı mücadeleye!
AKP’nin savaş politikaları, kirli hesapları ve sonuçları - D. Yusuf
Kilis’i fırsata çeviriyorlar! - H. Eylül
Kapitalizm israf demektir
Hedef devrimci sınıf hareketi!
Soma Katliamı, işçi sınıfına örgütlenme çağrısıdır!
Madenler yeni katliamlara gebe
Sınıf hareketi, önündeki engelleri fiili-meşru mücadele çizgisiyle aşacak!
15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişinden 2013 Haziran Direnişi'ne… - Ekim Umutcan
Dün başardık, yine başarabiliriz!
Esnek üretim biçimlerini meşrulaştırma operasyonları!
İşçi ve emekçilere “destek” adı altında sömürü
Göçler, mülteciler, sorunlar ve sorumlular - 2
Hollande-Wals hükümetinin ‘‘yeni iş yasası” işçi sınıfının tarihsel kazanımlarına dönük kapsamlı bir saldırıdır
Gece ayakta: Çelişkili bir hareket
Ortadoğu’daki gelişmeler ve ilk sonuçları - D. Yusuf
Hapishanelerde baskılar artıyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dinci-gerici kuşatmayı kırmak için

Devrimci sınıf ve kitle hareketi...

E. Bahri

 

“Kukla başbakan” olması koşuluyla AKP’nin başına getirilen Ahmet Davutoğlu, “saray darbesi”yle tasfiye edildi. Davutoğlu'nun maruz kaldığı bu alçaltıcı tutum Tayyip Erdoğan’la müritleri arasındaki ilişkinin “despotla-uşakları” temeline dayandığını bir kez daha gözler önüne serdi. 14 yıldır “kullan at” taktiğini uygulayan dinci-şoven gericilik odağı AKP, artık sadık müritleri de çöpe atıyor.

Bazı kişisel hırsları olsa da Ahmet Davutoğlu gerçekte biat etmiş bir kuklaydı. Hal böyleyken sadece bazı konularda Tayyip Erdoğan’la ayrı düştüğü için kovulması, AKP iktidarında mevki sahibi olmanın “emir kullarına mahsus” olduğunun ilanıdır aynı zamanda. Sermayenin hizmetindeki dinci iktidar, artık AKP şefinin saltanat özentili tek adam diktatörlüğüne doğru yol almaya odaklanmış durumda. Ancak bunu yaparken de kaba köleliği dayatan “kiralık işçi yasası”nı bir gece yarısı meclisten geçirmeyi de ihmal etmiyor. Bu da rejimin imajını beş paralık eden dinci gericiliğe karşı burjuvazinin kayda değer bir tepki vermemesinin “sırrı”na açıklık getiriyor.

Askeri cuntalar yolu düzledi

Dinci-gericiliğin iktidara hakim olması, yetkileri elinde toplayan despotun atadığı başbakanı bile tetikçilerine yem edebilecek derecede pervasızlaşması, burjuva rejimin çivisinin çıktığını kanıtlıyor. Rejimi bu noktaya getiren dinci akıma yolu düzleyen ise ordudur. Zira ordu, emperyalistler ve burjuvazi tarafından toplumsal hareketi ezmekle görevlendirilmiştir.

Türkiye’nin ilerici-devrimci birikimini ezmek için tezgahlanan 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbeleri dinci-gericiliğin gelişip serpilmesine uygun toplumsal koşulları da hazırladı. 12 Mart darbesi toplumsal hareket dalgasının kabarmasını durduramayınca, emperyalistlerle Türk egemen sınıfları 12 Eylül faşist darbesini tezgahladılar. Darbenin ardından kurulan faşist cunta yönetimi ilerici-devrimci hareketle işçi sınıfına saldırırken, dinci-gericiliğe geniş bir alan açtı. İmam-hatip okullarının yaygınlaştırılması, Kuran kursları ağının oluşturulması, cemaat, tarikat gibi dinci yapıların teşvik edilmesi gibi adımlar atan faşist cunta, siyasal İslamcıların gelişip güçlenmeleri için elinden geleni yaptı.

Sivas Katliamı'nda dincileri tetikçi olarak kullanan sermaye düzeni, 28 Şubat “postmodern” darbesi gerçekleşene kadar şeriatçı cellatlarını da korudu. Bu aşamadan sonra siyasal İslamcı akımı kontrol etmeye çalışan rejim, Refah Partisi’ni böldürerek içinden AKP’yi çıkarttı. Emperyalistler, İsrail, siyonist lobi, TÜSİAD dahil Türk burjuvazisi tarafından desteklenen AKP’nin önü özel bir şekilde açıldı. Cemaatin tam işbirliği ile kurulan AKP hükümeti farklı güçleri, partileri, kurumları, figürleri kullanarak iktidara hakim olabildi. Sıra generalleri Silivri’ye kapatmaya geldiğinde, ilerici-devrimci harekete karşı darbeler gerçekleştiren ordu, kayda değer bir tepki ortaya koymakta aciz kaldı.

Dinci-gericiliğin “kullan at” taktiği

Burjuva siyaset arenasının iflasa sürüklendiği bir dönemde sistemin imdadına yetişen AKP, seçim barajının sağladığı imkanları da istismar ederek tek başına hükümet kurdu. Dinci koalisyonun güçlenmesiyle iktidarı parça parça ele geçirmeye başladı ve rejim krizine yeni boyutlar kattı. Krizin ekonomik olduğu kadar siyasal, ideolojik olduğu kadar kültürel boyutları da var.

İktidarı ele geçirme amacını farklı dönemlerde dillendiren AKP ne özgüven, ne kadrosal birikim, ne liderlik alanında yeterliydi. Sahte vaatler ve geliştirdiği argümanlarla farklı kesimleri yedekleme taktiğine başvuran dinci-gericilik bu konuda umduğundan da başarılı oldu. Kullanım süresi dolanları çöpe atıp yenilerine çengel atan dinci gericiliğin ipine sarılanlar listesine son eklenen Doğu Perinçek’le Vatan Partisi oldu.

İktidar ve rant kaynaklarını ele geçirmeye dayalı AKP-Fethullah Cemaati ittifakı, ganimet paylaşımı başlayınca çatladı. Haziran Direnişi’nin büyüttüğü çatlak kopuşla sonuçlandı. Fethullah Gülen’e peygamber payesi biçenler, rant kavgasına tutuşunca Fethullah Terör Örgütü (FETÖ) diye bir şey icat ettiler. Peygamber teröristbaşı, "hizmet hareketi" ise FETÖ oldu onların dilinde.

AKP’nin ağına ilk düşen sol kılıklı liberaller oldu. Askeri vesayete son verme, AB uyum süreci gibi vaatlere tav olan liberal yazar-çizer takımı dinci-gericilik için bulunmaz nimetti. Vizyona yerleştirdiği bu avanak takımını tepe tepe kullanan AKP, kullanım süreleri dolunca aşağılayarak mevkilerinden kovdu. Bu alçaltıcı muameleden dolayı izzet-i nefisleri incinen liberaller Tayyip Erdoğan’la AKP’sine etmedik laf bırakmadılar. Bugünlerde saraya hitaben “ey diktatör, bu ülkeyi sana teslim etmeyeceğiz” naraları atsalar da diktatöre sundukları hizmeti tarih çoktan kaydetti.

Ergenekon davası, ardından cuntacıları yargılayacağız söylemine dayalı propaganda yapan AKP, bu defa umutsuz solcuları peşine takmaya muvaffak oldu. Anayasa referandumunu “cuntacıları yargılayacağız” söylemiyle gündeme getiren dinci-gericilik, “yetmez ama evet” diye bir safsata ortaya atarak akıl tutulmasına uğramış solcuları da peşinden sürükledi. Bu utanç verici duruma düşen umutsuz solculara göre, sistemi değişime uğratan AKP’nin kuracağı yeni Türkiye “demokratik” olmak zorundaymış. “AKP demokrasisi” ikliminde keyif sürmeyi hayal eden sığlık abidesi solcular, dinci-faşist polis devletinin tahkim edilmesini izlerken derin bir hayal kırıklığı yaşadılar.

Dinci-gericiliğin kullandığı en etkili güç Kürt hareketi oldu. “Kürt açılımı”, “Oslo süreci”, “Barış süreci/çözüm süreci” gibi söylemlerle PKK’nin İmralı’daki lideri Abdullah Öcalan’la pazarlığa oturan AKP iktidarı, Kürt hareketini yıllarca oyaladı. Seçim öncesi süreçlerde ateşkes ilan eden PKK, AKP’nin oylarını arttırmasında önemli bir rol oynadı. Kürt hareketi bu süreçlerden bazı faydalar sağlasa da, dinci-gerici iktidar tarafından hoyratça kullanıldı. Nitekim “AKP beni defalarca aldattı” diye yakınan Abdullah Öcalan da bu durumu teyit etmişti. Dinci iktidar Haziran Direnişi ve 17-25 Aralık rüşvet/yolsuzluk skandalı patlak verdiğinde Kürt hareketinin desteğine özellikle ihtiyaç duymuş, istediğini de almıştı. Dolmabahçe seremonisinin hemen ardından masayı tekmeleyen Tayyip Erdoğan, meydanlarda attığı nutuklarla kirli savaş sürecini başlatmıştı. Dinci iktidardan çözüm beklenirken, '90’lı yılları aşan vahşette bir kirli savaşla yüz yüze kalındı.

“Kullan at” taktiğinin kurbanı olan bazı solcu eskisi yazar, sanatçı, müzisyenler de oldu. AKP’nin koltuk değneği işlevi gören MHP ise 14 yıldan beri bu uğursuz rolünü oynuyor. Cemaatle kavga eden, liberalleri kovan, umutsuz solcuları hayal kırıklığına uğratan dinci iktidar, barış uman Kürt halkına kural tanımayan vahşi bir savaşla karşılık verdi. Kürt halkına savaş ilanı Perinçekçi Vatan Partisi ile bazı “ulusal solcu”ların AKP kuyruğuna takılmalarına vesile oldu. Bu sonuncular, yıllardan beri varlıklarını “cumhuriyetin değerlerini savunmak, laikliğe sahip çıkmak, aydınlanmanın kazanımlarını korumak” gibi söylemlere dayandırdı. Laikliğin son kalıntılarını silip süpürdüğü aşamada dinci iktidarın peşine takılan bu kesimlerin utancı önceki kuyrukçulardan da büyüktür. Diğerleri dinci-gericilikten medet umarken, bunların AKP kuyrukçuluğunun nedeni ırkçı-şovenizmin batağına saplanmış olmalarıdır. Geçerken belirtelim ki, ana muhalefet partisi CHP de tüm “keskin” AKP karşıtı söylemlerine rağmen, kirli savaş konusunda dinci-gericiliğin yedeğine düşmektedir. Bu rezaletlerin son örneği zorbalığın meclise taşındığı dokunulmazlıkla ilgili komisyon çalışmalarında sergilendi. Kendi ayağına kurşun sıkmak pahasına da olsa CHP MHP ile AKP’nin kuyruğuna takıldı.

Burjuva “muhalefetin” dinci-gericilikle imtihanı

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi AKP muhteris bir saltanat hevesi ile siyasal İslamcıların projesinden ibaret değil. Hem emperyalist merkezlerin hem siyonist İsrail’in hem Türk burjuvazisinin destekleriyle işbaşına getirildi. Sınırları aşan dincileştirme ve saltanat heveslerinden dolayı ABD, İsrail ve TÜSİAD nezdinde Tayyip Erdoğan’ın itibarının son dönemde yerlerde sürünmesi bu gerçeği değiştirmiyor. Zaten burjuvaziyle emperyalistlerin dinci-gericilikle değil, Tayyip Erdoğan’la sorunları.

Burjuvazinin siyasal alandaki en gerici temsilcisi olan dinci-gerici akıma muhalefet eden sağ veya sol liberaller, ulusalcılar, solcu cenahta sayılan bazı güçler hep oldu. Bu kesimlerin hiçbiri dinci-gericiliğe karşı tutarlı bir muhalefet çizgisi izleyemedi. AB’ye uyum süreci, derin devleti ortadan kaldırma, cuntacıları yargılama, barış süreci konularında demagoji kampanyaları organize eden AKP iktidarı bu kesimleri belli dönemlerde kullanmayı ya da yedeklemeyi başardı. Bu kesimlerin muhalefeti dinci gericiliğe karşı ilkeli bir duruştan kaynaklanmadı. Ya bizzat dinci iktidar tarafından kullanılıp atıldılar ya da beklentileri konusunda hayal kırıklığına uğradıklarında muhalefet etmeye başladılar.

Bu kesimlerin AKP’nin 14 yıllık süreciyle imtihanlarına bakıldığında ne kadar sığ ve dinci-gericiliği kavramaktan aciz oldukları anlaşılır. “Yetmez ama evet” diyen umutsuz solculardan ulusalcılara, liberallerden Kürt hareketine, tümü için benzer bir kavrayış sınırlılığı ve ilkeli tutum alıştan yoksunluk söz konusudur. Bu tablo ufku düzen içi sınırların ötesini göremeyenlerin hem olayları yerli yerine oturtma hem ilkeli/tutarlı bir tutum alma konusunda sorunlu olduklarını kanıtlıyor. Dinci-gericilikle imtihanlarındaki başarısızlık da bu sorunlardan kaynaklanıyor.

Boğucu gerici kuşatmayı kırmak için devrimci sınıf ve kitle hareketi

Haziran Direnişi’nin ardından daha da yaygınlaşan AKP iktidarı karşıtı bir muhalefet var. Dinci-gericilik vagonuna son dönemde atlayan, Kürt halkına düşmanlıkla malul ırkçı Perinçekçi parti dışında kalan güçler artık AKP karşıtlığında birleşiyor. Yaygınlığına rağmen bu muhalefetin zayıf olması hem düzen içi bir programa dayanması hem parlamenter alana sıkışmasından kaynaklanıyor. 7 Haziran seçimlerinin ardından oluşan iyimser havanın 1 Kasım seçimlerinde ortaya çıkan tablo karşısında buharlaşması, dinci-gericiliğe karşı parlamenter eksenli mücadelenin açmazlarını ortaya koyuyor.

Dinci-gericiliğin sıkılaştırmaya çalıştığı karanlık cendereyi kırmanın yolunu parlamento dışı sınıf ve kitle mücadelesinin devrimci eksende geliştirilmesi açabilir ancak. İlerici-devrimci hareketin hem '60’lı hem '70’li yıllardaki başarısı tam da bu sayede mümkün olmuştu. AKP iktidarının koyulaştırdığı karanlık cendereyi yıkmak için de, merkezinde işçi sınıfının olduğu devrimci bir kitle hareketinin geliştirilmesi şarttır. Sınıf devrimcileri 2012 yılında bu konudaki devrimci perspektifi şöyle formüle etmişlerdi:

Bugünün Türkiye’sinde mevcut gerici dengeleri altüst edebilecek biricik toplumsal güç işçi sınıfıdır. Gericilik atmosferini dağıtmak, kent ve kır yoksullarının hoşnutsuzluğunu düzen karşıtı bir mecraya taşımak, böylece devrimci süreci ilerletmek, devrim davasını büyütmek ancak bu sınıfa dayanmakla olanaklıdır. Kürt sorununu bugünkü kısır döngüden kurtarmak, ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesini devrimi büyütmenin bir olanağına çevirmek de ancak işçi sınıfı hareketinin devrimcileşmesiyle, toplumda etkin bir güç olarak öne çıkmasıyla olanaklıdır. Bu kuşkusuz kolay değildir; ama başka bir yol, başka bir çıkış, başka bir çözüm yoktur. 'Ulusal cumhuriyet' ya da 'demokratik cumhuriyet' projeleri, toplumsal temelden yoksun, devrimin potansiyellerini düzenin çatlakları içinde eritmekten başka bir sonuç vermeyecek olan gerici ütopyalardır.” (TKİP IV. Kongresi Bildirisi, Kasım 2012)

 

 

 

 

Terolar’da Alevilerin direnişine polis saldırısı

 

Maraş’ın Terolar bölgesinde mülteci kampı adı altında yapılmak istenen IŞİD kampına karşı Alevi emekçilerin direnişi sürüyor.

7 Mayıs’ta sabah saatlerinde bölgedeki direnişle dayanışmaya gelen yüzlerce kişi jandarma tarafından engellendi ve alana girişlerine izin verilmedi. Terolar Cemevi önünden kampın yapıldığı alana yürümek isteyen kadınlara da jandarma saldırdı. Saldırıya rağmen direnişini sürdüren kitleye TOMA tarafından tazyikli su sıkıldı.

Cemevi önündeki çadırda toplanan direnişçiler, polis ve jandarma tarafından kuşatıldı. Zırhlı araçlarla gelen ve direnişin sonlandırılması yönünde anonslar yapan polis ve jandarmaya tepki gösterildi. Bir süre sonra polis ve jandarma saldırısı yeniden başladı. Tazyikli suyla yapılan saldırıda çadırların sökülmesine tepki gösteren Alevi emekçiler, direniş çadırlarını kendileri ateşe verdiler. Gerginlik bir süre daha devam ederken, çok sayıda kişi gözaltına alındı.


 
§