9 Ekim 2015
Sayı: KB 2015/38

Devrimci bir sınıf hareketi için ileri!
Sermaye düzeninin Suriye politikası çöktü
Parlamenter hayaller değil, devrimci sınıf mücadelesi!
'Oy avcısı' CHP'den emekçilere sahte vaatler
CHP'nin gençlere vaatleri ve gerçekler
Sermaye sınıfının "adaleti"
Kürt halkına yönelik saldırılar sürüyor
Genetiği kirli ve kanlı devlet!
Direnişçi Kocaer işçileri: Kölelik düzenini bitireceğiz!
Mücadeleci ve demokratik bir Birleşik Metal-İş için birleşelim!
Muhasebesiz, muhalefetsiz, umutsuz!
Birleşik Metal-İş Bursa ve İzmir şubelerinde genel kurul
Kale Kilit’te patronların kavgası!
Devrimci gençlik hareketi - H. Fırat
Birleşik sosyalist devrim!
Alman emperyalizminin “mülteci severliği”
Kutlanan ne?
Emekçiler sokakları boş bırakmıyor
Kahrolsun sömürgecilik!
“Cenazenin gösteriye dönüşmesinden korkuyorlar”
Gözaltı ve tutuklama terörü sürüyor
Tutsak sınıf devrimcilerine süngerli oda işkencesi
ORS deneyimi ve öğrettikleri
Önlemler alınmıyor, işçiler katlediliyor
DLB’lilerin ailelerine polis tacizi
'İsimsizler ülkesine döndük!'
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Cenazenin gösteriye dönüşmesinden korkuyorlar”

 

Rojava’da IŞİD’e karşı savaşırken şehit düşen ve cenazesinin Türkiye’ye geçirilmesi engellenen, Aziz Güler’in ağabeyi Umut Güler'le konuştuk.

- Aziz’in cenazesini alabilmek Türkiye’ye getirebilmek için bir mücadele başlattınız. Bu süreci anlatabilir misiniz?

Umut Güler: Biz 21’inde ölüm haberini aldıktan sonra İstanbul’dan iletişime geçtik buradaki dernekle süreci öğrenmeye çalıştık. Bayramda bir izin olduğunu söylediler ve ailelerin karşıya ziyarete geçebileceğini söylediler. Kobanê’de evlatlarını gömmek zorunda kalan ailelerin Kobanê’ye geçişine izin verileceğine dair. Biz de çok erken saatlerde bindik arife günü Suruç’ta olduk ve hemen Kobanê’ye gittik. Oradan da Aziz’in şehit düştüğü yere Serkaniye’ye geçtik. Ertesi gün Aziz’i gördük orda… Bayramın birinci günü hastanede “bayramlaştık”, babamla ben hastanede Aziz’le bayramlaştık… Sonra süreci takip etmeye başladık. İstanbul’da bir gün, orada bir gün… Acısını bile yaşamaya fırsat kalmadı maalesef. Hemen cenazeyi nasıl geri getirebileceğimiz üzerinden bir süreç başladı. Çünkü biz Suruç’a gittiğimizde oradaki cenaze işleriyle ilgili dernek de bize bir aydır cenazelerin gelmediğini ve bekletildiğini söyledi. Bunu öğrenince zaten bizim için hemen nasıl yapabiliriz, ne edebiliriz, kimi arayabiliriz… Vekillerle görüşmeler başladı, avukatlarla… Araya bayram girdi. Bir şekilde muhataplara ulaşmaya çalıştık. Ve hiçbiri bizim elimizde değil maalesef. Şu an her şey iktidar sahibinin iki dudağı arasında.

Sonra biz bayram bittikten sonra Pazartesi günü tekrar Suruç’a döndük. Suruç’ta kaymakamla görüştük, vekiller vardı yine, avukatlar vardı, ben de vardım. Bir “Bakanlar Kurulu Kararı” olduğundan bahsediliyor dendi. Bu arada kaymakama gitmeden önce ben Sezgin Tanrıkulu ile irtibat halindeydim ve bana olumsuz olduğunu söyledi Pazartesi. Ama biz yine de gittik, görüştük. Nedir bu karar diye… Öyle bir karar yok. Niye almıyorsunuz? İşte başbakanlıktan gelen emir var! Şifahen söylenmiş bir söz… Ve bunun üzerine alınmıyor. Yani nasıl bir devlet yönetimi bu? Zaten bu devletten hiç hayır görmedik ama, kanun var, yasa var; en azından yapacaksanız da buna uygun şekilde, hani bize acı çektirecekseniz, öldürecekseniz kılıfına uydurun bari. Kılıfına uydurmak gibi bir dertleri de kalmamış artık. Bütün durum iki dudak arasında sadece… Buraya gelecek cenazeler konusunda “Ankara”nın çekincelerini söylediler, cenazeler gelince burada olay çıkar diyorlar.

Cenaze gelirse burada olay çıkar”

Ankara’nın çekinceleri diyor ki “çok büyük bir kalabalık toplanacak burada, gösteriye dönüşecek, hükümet karşıtı bir şeye dönüşecek”. Bundan korkuyorlar ve bu yüzden cenazeyi almıyorlar aslına bakarsak.

- Bunu size böyle açıkça söylediler mi?

- Burada gösteri çıkacağını, olay olacağını söylediler. Yani “cenazeler geldiğinde burada olay çıkar, cenaze sahipleri de ya da başkaları bunu siyasi amaç için kullanabilirler, olay çıkar” diye seçim öncesi korkuyorlar aslında. Ve o artan çatışma ortamını da şu an bahane ediyorlar. Ama dediğim gibi ne bir karar, ne bir kararname, ne bir yasa… Hiçbir şey. Bizim Aziz’i Türkiye’ye sokmamız için önümüzde hiçbir engel yok.

Anayasa’da sadece şöyle bir şey var, diyor ki: Büyük çaplı salgın hastalık durumunda cenazenin alınmama ihtimali olabilir. Böyle bir durum da yok. Böyle bir şeyi de gerekçe gösteremiyorlar, öyle bir durum da yok çünkü. Kaymakama da biz başvuruyu usulen yaptık. Olumsuz olacağını biliyoruz. Burada mecliste basın toplantısı yapıldı, Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk. Oradan bir yanıt gelebilir, gelirse direk Kaymakam’a yazı yazılacak. Ama bunun da süresi çok uzun. Yani bir-iki günde cevap verme zorunlulukları yok. İstedikleri kadar bu süreci uzatabilirler. Olumsuz olma durumu da var ayrıca. Biz onun için hiç beklemeden direk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracağız önümüzdeki hafta. Oradan bir karar aldırmaya çalışacağız. Daha önce, bu durumla ilgili yok bildiğimiz kadarıyla ama, hasta tutsakların, ölmek üzere olan tutsakların son vakitlerini aileleriyle geçirmek için çok hayati, kritik durumu olduğu için çok kısa zamanda AİHM karar almış. Bununla ilgili iki tane örnek var. Biz de buna dayanarak AİHM’e gidip bir süreç başlatmak istiyoruz. Yurtdışı basından da bir ilgi başladı şu anda, hem de Avrupalı parlamenterlere haber gönderiliyor, onlar da belki bir baskı aracı oluşturabilirler. Biz AİHM ve Avrupa yolunu kullanıp bir şekilde Türkiye’nin ve hükümetin bu süreçte geri adım atmasını sağlamaya çalışacağız.

Sadece Aziz için değil, bekletilen her cenaze için mücadele ediyoruz”

İsteğimiz sadece Aziz’in cenazesinin gelmesi değil; Habur’da kaç kişi bekliyor, nerede kaç kişi bekletiliyor? Bununla ilgili bir soru önergesi verildi. Bunu öğrenmek istiyoruz. Kobanê’de gömülmüş cenazeler var. Savaş orada çok yoğun çapta, yarın öbür gün bir kayıp olmayacağının bir garantisi yok. Biz oraya gittiğimizde bunu çok net gördük, IŞİD gelip asfaltın altına, yola mayın döşüyor ve araba patlıyor. Biz buradan giderken de bir şey olabilir. IŞİD genelde bomba patlatarak, mayınla yapıyor bu işi, yüz yüze çatışmaya çok girmiyor ve istemiyor anladığım kadarıyla. Yani hemen yarın da bir cenaze gelebilir. Biz onun için de bu mücadeleyi veriyoruz. Ayrıca gömülmüş insanlar var orada, onlar için de bu mücadeleyi veriyoruz. Çünkü biz karşıya geçerken şöyle bir şey oldu, o sınırda bekleme aşamasında, arife gününde, ailelerle konuştuğumuzda “seçim biraz geçerse, belki hani durum değişirse…” diye bir umut var. Bu tabii ki bir umut… Eğer böyle bir şey olursa Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti bu savaşı tırmandırabilir, koalisyon yapmak yerine iktidarı kaybetmemek için her şeyi yapabilir. Şu anda Rojava’da, Kürdistan bölgesinde olabilir bu çatışmalar, ama yarın İstanbul’da da çok büyük çatışmalara dönüşebilir… İnsanların beklediği şey: “Seçim geçsin, bir şey geçsin ki biz cenazemizi alalım.” Bu çok acı bir durum maalesef.

Biz hem Aziz için, hem daha önce gömülmüş olanlar için, hem bekleyenler için, hem bundan sonra, umarım olmaz, olabilecek herhangi bir ölüm durumunda başka ailelerin bizimle aynı acıyı yaşamaması için biz bu süreci sonuna kadar götüreceğiz.

Biz bunu AİHM sürecine taşıdığımızda bir baskı oluşturabilirsek belki seçim öncesi bu baskıyı istemeyebilirler… “Tamam alalım” diyebilirler ya da toptan her şeyi yakıp… Yani kendi yasasını, hiçbir şeyi tanımayan kişi AİHM’i de tanımayabilir zaten, bu belirleyici bir şey değil, AİHM’in bizim için lehimize karar vereceğini düşünerek bunu söylüyorum. Sallayabilir istediği kadar. Ama biz şu süreçte içerideki muhalefeti devam ettirip, haber durumunu devam ettirip, kampanyayı devam ettirip sürdüreceğiz. Bir imza kampanyası var Change.org’da, oradan bize dönüş oldu kampanyayı yaygınlaştıracaklarını söylediler, çok kısa sürede sadece insanların duyarlılığı ile çok yüksek imza toplandığı için. Önümüzdeki hafta Fransa’ya gidip AİHM’e başvuracağız. Bu süreci böyle devam ettireceğiz. Ne olacağını göreceğiz hep beraber…

Çok kararlıyız, Aziz’i kesinlikle
oraya defnetmeyeceğiz!”

Ama şunda çok kararlıyız, Aziz’i kesinlikle oraya defnetmeyeceğiz. Aziz… Aziz İstanbul’da doğdu büyüdü, son aylarını İzmir’de geçirdi. Ama öğrenciyken de Aziz her şehre gidiyordu, her şehirde öğrenci mücadelesinin içindeydi. Çok uzun zaman, burada, Ankara’da TEKEL çadırlarında kaldı. Şeyi hatırlıyorum, babamın beni “Aziz’i televizyonda gördüm, gözaltına alıyorlardı” diye aradığını… Türk Hava Yolları eylemliliklerinde, IMF eyleminde, emperyalizm karşıtı eylemlerde, anmalarda, her yerde vardı. Gezi’de Aziz gözaltına alındı. Biz Aziz’le Gezi’nin ilk gününden son gününe kadar parktaydık. İlk gözaltına alındığında, Taksim Meydanı’na müdahale yapıldı, gözaltına alındı, birkaç gün sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Sonra parka müdahale yapıldı ve Aziz atladı evden Taksim’e geldi. İstiklal Caddesi’nde kalabalıkla beraber, yine beraberdik Aziz’le. Bütün Gezi sürecinde beraberdik. Babam da Gezi zamanında bizimle paktaydı, şu anda Rojava’da başında bekliyor,o zaman da parkta bizimleydi.

- Aziz’i senin ağzından bir kardeş, bir arkadaş, bir yoldaş olarak dinleyebilir miyiz?

- Konuşarak anlatabileceğim bir durumda değilim şu anda… Yani şu ana kadar anlattığım şeylerin hepsi aslında yasal süreçler, biz ne yaptık, ne ettik, şöyle oldu, böyle oldu… Onunla ilgili binlerce anı var aklımda, sürekli geçiyor. Ama bunları aktarabileceğimi düşünemiyorum.

İşte Gezi’de beraber direndiğimizi söyleyebilirim… Hep böyle bir önde olma, bir adama durumu vardı kendini. Hem çok sevecendi hem çok inatçıydı. Bizimle de arası çok iyiydi, ailesiyle de arası çok iyiydi. Annem geçen söyledi: “Beni bir tek bağlama çalarken ağlatırdı…”

(Bir süre susuyor…)

Yani şu anda hepimiz onun için… Bunu kabullenmek benim için çok zor. Kabullenemiyorum, kabullenemiyorum. Bundan sonra hayatımda kaç bahar olursa olsun, o baharların hepsini bunu kabullenemeyerek geçireceğimi çok iyi biliyorum. Bunun olmaması gerekiyordu. Onu hep böyle bir şekilde… Yani klasik bir cümle olarak söylemiyorum, daha önce de çok arkadaşımı kaybettim, onlarca cenazeyi omzumda taşıdım, hep de siyasi sebeplerden bahsettiğim bu cenazeler. Ama şimdi, bu başka bir şey... Ne anlatabiliyorum, ne… Ne ölümsüzdür diyebilirim şu anda, ne yaşatacağız diyebilirim. Öyle olacağını biliyorum zaten ama böyle büyük cümleler kuramıyorum şu an. Aziz de öyle… Yani öyle çok devrimciliği de şeydi böyle “şöyle yapacağız, böyle yapacağız” böyle büyük cümleler kurup çok gerçekçi, çok mütevazı… Büyük hayalleri, büyük hedefleri olan, zaten o hayallerinin peşinden gitti oraya. Ama çok gerçekçiydi, çok mütevazıydi, koşulları biliyordu, ne olduğunu, ne yapmasını gerektiğini biliyordu. Bu uğurda her şeyi yaptı zaten. Son olarak da Rojava’ya gitme kararı aldı. Oraya gitmeden önce Suruç’ta insanlık nöbetine katılmıştı. Hemen gözle görülme mesafesinde o yıkımı görüyordu orada.

Rojava da Aziz’in toprağı ama yanımızda olsun istiyoruz. Bedeli ne olursa olsun…”

Bizim için şey de değil mesele… Aziz İstanbul’da doğdu büyüdü, Yıldız Teknik’te okudu, artık son senesindeydi, bir taraftan açıköğretimden başka bir bölüm okuyordu, bir sürü şey yapıyordu aynı anda, Rojava da artık onun toprağı… Bundan yana bir şüphemiz yok bizim. Kendi ülkesinin toprağına dönsün derken biz bunu yasal hakkımız ve insani ve vicdani hakkımız olduğu için talep ediyoruz. Yoksa artık bu saatten sonra Rojava Aziz’in toprağı. Ama onun buraya gelmesi, bizim yanımızda olması, İstanbul’da olması… Ailesi burada, arkadaşları, ilişki kurduğu insanlar, akrabaları hepsi İstanbul’da. Onların hepsi Aziz’in mezarına gitmek istiyorlar. Bayramda seyranda değil sadece canı her istediğinde oraya gitmek istiyorlar. Hepimiz onu istiyoruz. Yanımızda olsun istiyoruz. Evden çıkalım, gidelim, görelim… O yüzden bu bizim için çok önemli. Artık orası da bizim toprağımız, orası da Aziz’in toprağı ama İstanbul’da olmalı Aziz.

Ve bunu çok net olarak söylüyorum, daha önce de söyledim, Aziz’i asla orada gömmeyeceğiz. Ve bedeli ne olursa olsun mutlaka onu Türkiye’ye getireceğim. Gerekirse omzuma alacağım, sırtıma alacağım, gerekirse kucaklayacağım, kapıya dayanacağım… Kapıdan almazlarsa bacadan girerim, bacadan almazlarsa başka şekilde girerim. Ama girerim ve Aziz’i Türkiye’de, doğup büyüdüğü ülkede defnederim. Bunun için hiçbir engel yok. O sınır da bizim için engel değil. Biz sadece şu anda hem deşifre olmalarını istiyoruz herkesin nezdinde hem bundan sonraki süreçte de olabilecek her şey için bir kapı açmak istiyoruz. Yoksa sınır, sınır yani… Gerçekten kucaklayıp getirmek, sırtlayıp getirmek, onu bu topraklara gömmek zor değil… Ne olabilir ki yani, ne olabilir? Olabilecek şeyleri tahmin edebiliyoruz hepimiz…

- Ve bunları göze alıyorsunuz…

- Tabii. Göze alıyorum ve bunu mutlaka yapacağız. Bütün süreci zorlayacağız ama. Sadece onu getirmek belki sadece bizim için çözüm olacak, şu aşamada. Ama bu keyfiliği aşmak istiyoruz. Aşabilirsek aşacağız, aşamazsak sırtlayıp getireceğim.

- Elif Ana, babanız ve siz de bir direniş örneği sergiliyorsunuz...

- Aziz’in yaptıklarının yanında bizim şu an yapmaya çalıştıklarımız, hani devede kulak tüyü değil bence. O yüzden ben onun duruşu önünde başka bir şey söyleyemiyorum. O duruşu sergileyen insanlar için de benzer cümleler kurabilirim. Bizimki küçük şeyler…

- Devlete, iktidara karşı çok net bir tutum aldınız. Bir aile olarak diğer pek çok aileye, evlatları tehdit altında olan, katledilen ve belki de geri adım atan pek çok aileye bir örnek oldunuz. Bu çok anlamlı…

- Devam ettireceğiz bir de… Olduk, bitti gibi bir durumumuz yok, sonuna kadar götüreceğiz. Belki bir hafta, iki hafta sonra, belki bir ay sonra, belki üç gün sonra belki üç ay sonra… Ama sonuna kadar gidecek.

Aziz gitmeden önce benim yanıma uğramıştı İstanbul’da, prova yapıyorduk, oyun provası. Orada son gördüm. Gitmeden önce vedalaşmaya geldi ama ben gideceğini bilmiyordum. Gideceğini bilmeden… O biliyor tabii ki vedalaşmaya gelmiş. Oturdu, provayı izledi. Bizim oyunda iki tane cümle var benim çok sevdiğim. Bir tanesi şu: “Sonra günün birinde bakarsınız ki bu çılgınlık kendi sınırlarını aşıp sizin mahallenize girivermiş.”  İnsan hakları ihalelerine uğrayan insanların hikâyesini anlatıyor orada. O çılgınlık benim, bizim, Aziz’in oturduğumuz mahallelere girmişti zaten… Şimdi evin içine girdi. Bütün ailenin, arkadaşların, sevenlerin…  

Bir de çok güzel bir laf vardı, Aziz’i bence o çok güzel anlatacak, oyunda yine bu direnen insanların söylediği bir laf vardı ve hepsi de gerçekten yaşamış insanlar:

“Başka ne yapsam ağzımda kül tadı bırakırdı.”

Aziz için de bu durum böyleydi. Bundan başka ne yapsa ağzında kül tadı kalacaktı. o yüzden o, gitmeyi ve geçmeyi tercih etti. Mücadele etmeyi, savaşmayı tercih etti. Biz de onun bıraktığına sahip çıkacağız. Bu cümleleri söylemeye devam edeceğiz, olduğumuz her yerde. Sokakta şu anda, uyurken, sohbet ederken, tiyatro sahnesinde, bir şey yazarken, okurken… Bunu söylemeye devam edeceğiz.

Kızıl Bayrak / Ankara


 
§