21 Ağustos 2015
Sayı: KB 2015/32

Kürt halkının onurlu direnişi ile eylemli dayanışmayı büyütelim
Kendi kaderini tayin hakkı meşrudur!
Sahibinin sesi medya da kirli savaşın suç ortağıdır
Sermaye devleti infazlara devam ediyor
Tüm katlettikleriniz için kavga sonuna kadar sürecek!
Bütçe kirli savaşa ayrılıyor
Burjuva hümanizmiyle göğsünün sol tarafında yürek taşımayan “hümanistler”!
Sermayenin gözaltı saldırısı sürüyor
Efendileri hizaya getirdi: PYD’ye operasyon yok
“İster kabul edilsin, ister edilmesin” dönemi
Belirsizlikler ve krizler düzenin doğasında var - C. Ekin
Hacı Bektaş-i Veli’yi anma törenlerinin ardından...
“Güne devrimci müdahalede bulunmalıyız”
Ortadoğu’da gericiliğin başaktörleri AKP iktidarı-Katar emiri ikilisi siyonist İsrail için çalışıyor!
Emperyalizmin Çin çıkmazı - C. Ekin
İran’daki antlaşma emperyalist hegamonya savaşının bir parçası
Kapitalizm öldürür: Yaşanılabilir yegane sistem sosyalizmdir
Kamuda toplu sözleşme görüşmeleri üzerine
MİB MYK Ağustos Ayı Toplantısı Sonuç Bildirgesi
Enpay direnişi üzerine
DEV TEKSTİL Ağustos Ayı Genişletilmiş MYK Toplantısı Sonuç Bildirgesi
İşçiler katledilmeye devam ediliyor
Tutsak sınıf devrimcilerinden mektup var
Sacco ve Vanzetti: İyi bir kunduracı ile yoksul bir işportacının zaferi!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizm öldürür: Yaşanılabilir yegane sistem sosyalizmdir

 

Afrika, Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Ukrayna, Sri Lanka, tümü de emperyalist savaş ve iç savaş alanıdır. Son dönemlerde bu ülkelerden her gün adı sığınmacı ya da mülteci olan yüzlerce insan Avrupa ülkelerine doğru "umut yolculuğu"na çıkıyor.

Toplamında sayıları milyonları bulan bu insanların hiç biri keyfinden ülkesini terketmiyor. Yaptıkları da turistik bir seyehat değil. Bu bir zorunlu göçtür. Yerlerini yurtlarını mecburiyetten terkediyorlar. Öte yandan, onlar gerçekte umuda değil, ölüme yolculuk ediyorlar. Hiç birinin bu yolculuğu gönüllü bir yolculuk değil. Hepsi de kendilerin hiçbir sorumluluğunun olmadığı, işgal ve savaş gibi büyük acılara ve yıkımlara yol açan koşullardan kaçıyorlar. Hepsi de savaş ve hiçbir çıkarlarının olmadığı, sonu tam bir boğazlaşma içinde tükenme olan iç savaşların mağdurlarıdır. Yani onlar, ülkelerini savaş alanı haline getiren batının sömürgeci beyaz adamlarının kendilerine reva gördükleri onur kırıcı uygulamalardan, hergün ve her saat aşağılanmaktan, her biri büyük travmalara yol açan tecavüzlerden, yokluktan, yoksulluktan, açlıktan, açlığın ve ilaçsızlığın neden olduğu, her gün binlerce çocuğun yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan ölümcül hastalıklardan ve çaresizlikten kaçıyorlar.

Tümü de ölümleri göze alarak bu yolculuğa çıkıyor. Yakalanıyorlar, bir çoğu o saat geri gönderiliyor. Onlarcası, kimi zaman yüzlercesi, insan kaçakçısı adlı ölüm tacirleri tarafından bindirildikleri botların batması sonucu ya da hayvan misali dolduruldukları gemilerin bodrumlarında havasızlıktan, gaz sızmasından yaşamını yitiriyor. Bu ölüm yolculuğunun yapıldığı Akdeniz, çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan ölümler nedeniyle, kelimenin gerçek anlamıyla tam bir mezarlığa dönüşmüş durumda. Öyle ki, dünya basını hemen her gün Akdeniz’de yaşanan yeni felaket haberlerine yer veriyor.

Bu felaketin sorumluları ise emperyalist güçlerdir

Kapitalizm sömürü ve yağma demektir. Yoksul ve geri ülkelerin işgal edilip sömürgeleştirilmesi demektir. İşgal edilen ülkelerin yeraltı ve yerüstü tüm kaynaklarının talan edilmesi demektir. İşgal edilen ülkelerde elde edilen devasa zenginliklerin kapitalist metropollere taşınması, buna bağlı olarak, sömürülen, yağmalanan ve talan edilen ülklerin halklarının yoksulluğun, açlığın ve sefaletin dipsiz çukuruna itilmesi ve umutsuzluk içinde göçe zorlanması demektir.

Demek oluyor ki, bir insanlık dramına dönüşen ve her geçen gün biraz daha büyüyen bu felaketin kaynağı kapitalizm denen sömürü ve yağma düzenidir. Sorumluları, bu sömürü ve yağma düzeninin efendileri olan batının beyaz adamları, yani Avrupalılar, yani Amerikalılar, yani emperyalistlerdir. Felaketin günümüzdeki en öncelikli adresi, ilk durağı ve muhatabı ise yaşlı kıta Avrupa’dır. Avrupa’nın zengin ülkeleri, Almanya, Fransa ve İngiltere’dir.

Bu zorunlu göçün koşullarını yaratanlar, çok doğal olarak binlerce insanın can havliyle sığındığı topraklar olmaktan kurtulamıyor. Nitekim, başta yaşlı kıtanın en güçlü ve zengin ülklesi olan Almanya olmak üzere, Fransa, İngiltere gibi ülkler yeniden sığınmacıların akınına uğramaktadır. Mülteciler sorunu yeniden ve bir kez daha da yakıcı biçimde zengin Avrupa’nın en önemli gündemlerinden biri haline gelmiştir.

Hiç kuşkusuz, ölümleri göze alarak, binbir güçlükle ve biraz da şans eseri Avrupa’ya sığınan mültecilerin acıları buralarda da bitmiyor. Tam tersine daha da katlanıyor. Örneğin sığınmacıların en çok geldiği ülke Almanya’dır. Öyle ya Almanya zengindir. İmkanları daha fazladır, koşulları daha elverişlidir. Nedir ki, gerçek yaşamda, hele de sığınmacılar için bunların hiçbir karşılığı yoktur. Her şeyden önce Almanya mülteci dalgalarına karşı en çok önlem alan ve önlem geliştiren ülkedir. Bunun için yoğun mesai harcıyor. Yunanistan ve İtaya sınırlarını sıkı kontrol ediyor. Yunanistan’a geçişi engellemek için özel -tabi ki Avrupa fonundan- bütçe ayırıyor ve yüksek duvarlar örüyor. Tel örgüler çekiyor. Geceli gündüzlü devriye gezdiriyor. Yunan hava yollarında Alman polisleri cirit atıyor. Kendisinin sebebi olduğu zorunlu bu göçü polisiye önlemlerle engellemeye çalışıyor.

Almanya’ya gelenlere gelince, daha ilk andan itibaren polis zorbalığı ile karşılaşıyorlar. Aşağılanıyor, binbir hakarete uğruyorlar. Bir kısmı, özellikle Balkan ülkelerinden gelenler ya hemen ya da kısa süre içinde, orada savaş yok denilerek sınırdışı ediliyor. Gerçekte ise herkes sınırdışı uygulamasının hedefidir. Bir çoğu geri gönderiliyor.

Geriye kalanlarsa deyim uygunsa süründürülüyor. Üç beş kuruş yüzünden sosyal kurumların kapısında tam bir dilenci muamelesine tabi tutuluyorlar. Tel örgülerle çevrili nazi kampı misali toplama merkezlerinde, yine yokluk, yoksulluk içinde tam bir esaret yaşıyorlar. Göçmenlerin hangi acıları ve travmaları yaşadıkları onların zerrece umurunda değil. Tüm bu acıların ve taravmaların sorumluları kendileri değilmiş gibi, gelenleri azarlıyorlar. Bununla da kalsa iyi, bu yoksul insanlar ilk günden itibaren ırkçı-faşit çetelerin, neonazilerin, Pegida’ların saldırılarına uğruyor, kaldıkları yerler kundaklanıyor, yakılıyor, bazıları da karanlık bir cinayete kurban gidiyor.

Kapitalizm acımasızdır

Günümüzdeki küresel krizin de tetiklemesi ile, en başta Almanya olmak üzere, Avrupa boydan boya ırkçılığın tavan yaptığı topraklar haline gelmiştir. AB’nin özellikle ekonomisi zayıf preferisinde dur durak bilmeyen ve giderek Almanya ve Fransa gibi merkez ülkeler için de bir korku kaynağı haline gelen sınıf ve kitle hareketlerine karşı bir dalagakıran işlevi görmek üzere devreye sokulan ırkçı-faşit saldırganlığın tavan yapmasının bahanelerinden, görünür nedenlerinden biri de işte bu ilticacılar sorunudur. Hitler Almanyası deneyinden hareketle, bir kez daha bu kirli silaha başvurulmakta, mülteciler her türlü sorunun ve kötülüğün sebebi ve sorumlusu olarak gösterilmektedir. Kapitalizmin insanlıkdışı tüm kötülükleri ve pislikleri bu yoksul sığınmacılara yüklenmektedir.

Bitmedi, dahası da var. Bu dünya zengini devletler, sömürge ve yarı-sömürge ülklerin sömürülmesi, yağmalanması ve talanından elde ettikleri zenginlikler yetmiyormuş gibi, sebebi ve sorumlusu oldukları bu zorunlu göçleri, tam bir acımasızlıkla baştan aşağı kirli bir ticaretin fırsatına çevirmektedirler. Bu yoksul insanları sözde onların Avrupa ülkelerine geçişine yardım eden insan kaçakçısı ölüm tacirleri ile birlikte soyup soğana çevirmektedirler. Her geçişleri geçtikleri ülkelerin polisi ve istihbarat teşkilatlarının bilgisi dahilinde yapılmaktadır ve onlardan alınan meblağlar kırışılmaktadır.

Gerçek şu ki, insan kaçakçılığı, savaşların ve işgallerin ha bire çoğaldığı ve alanının daha bir genişlediği günümüz koşullarında adeta özel ve oldukça karlı bir sektör haline gelmiştir. Bu sektöre tam bir acımasızlık hakimdir. O kadar ki, şans eseri bu ülkelere gelebilen ve yine şans eseri iltica başvuruları kabul edlip, oturma hakkı kazanalar, yine mecburiyetten, hem de çalışma yasağı olduğu halde -ki bu da yine polisin bilgisi dahilindedir- her türlü pis işte ve oldukça düşük ücretlerle çalıştırılmaktadır. Bir ucuz işgücü metasıdırlar. En ucuz olanı ise, fuhuşa mecbur edilen kadınlardır. En çok da Balkan ülkelerinden gelen çoğu çocuk yaşta genç kızlar fuhuşa zorlanmaktadır. Nitekim, bu ülklerde uyuşturucu ve fuhuş en karlı sektör haline gelmiştir. Dolayısıyla, bu sözde uygar ülkeler, günümüzde, kadının sömürülmesinin en kaba ve en iğrenç örneklerinin olduğu ülkeler haline gelmiştir. Bu ise tartışmasız olarak, kapitalizmin utancıdır.

Kapitalizm ölüm demektir

Kapitalist sistemi nefessiz bırakan ve daha da derinleşeceği bizzat sistemin ideologlarınca itiraf edilen kriz devam ediyor. Daha büyük ve yeni bunalımları mayalıyor. Demek oluyor ki, bunalımdan çıkış yok. Çıkış bir kez daha yeni bir pazar paylaşımında, yeni bir hegemonya savaşında aranıyor. Bunalım, zincirleme biçimde savaşları davet ediyor. Ve zaten, günümüzde, savaşlar serisi bir birini izliyor.

Bunun kendisi, bunalımlarla birlikte savaşların da devam edeceği, var olanlara yenilerinin ekleneceği, sahasının daha da genişleyeceği, hegemonya savaşının iyice kızışcağı, tek tek ülkelerde yine emperyalist haydutların kışkıttığı iç savaşların daha trajik boyutlar kazanacağı ve tüm bunların sonucu olarak, zaman içinde geçmiştekilerden de tahripkar bir genel savaşa, emperyalist bir savaşa yol açacağı anlamına geliyor. Keza, yoksul Asya, Afrika ve Latin ülklerindeki sömürünün, yağmanın ve talanın daha da derinleşeceği, bağlı olarak işsizliğin, yokluğun, yoksulluğun, açlığın, sefaletin daha hızlı artacağı aşikardır.

Kısacası, kapitalizm insana yabancıdır. İnsanlığı ve doğayı ilgilendiren hiçbir şeyin kapitalizm için en küçük bir değeri yoktur. İnsan, insanın ihtiyaçları ve insanlık değerleri kapitalizm ve kapitalistler için bir şey ifade etmez. Onun için herşey paradır, sefil çıkarlarıdır, kardır. O, insandan hareket etmez. Zira kapitalizm tüm insani değerleri çoktan unutmuştur. İnsanlar arasındaki ilişki çoktandır nakit para ile trampa edilmiştir. Kapitalizm yaşatmaz, tam tersine kapitalizm ölüm demektir.

Yaşanılabilir yegane sistem sosyalizmdir

Kapitalizm insana dair hiçbir soruna çözüm getirmeye muktedir değildir. İnsanlığa ve doğaya ait hiçbir sorunu çözmemiştir, tam tersine daha da çoğaltmış, daha da ağır hale getirmiştir. O, bizatihi nedeni olduğu mülteciler sorununu da çözmeye muktedir değildir ve bu sorun, zaman zaman durulup gündemin arka planına düşse de, kapitalizm var oldukça hep var olacaktır. İnsanlığın kanayan bir yarası olmaya devam edecektir

İnsanlığa dair tüm diğer sorunlar gibi insanlığın kanayan yarası olan mülteciler sorununun kalıcı ve köklü biçimde çözüleceği ve çözüldüğü tek toplum sosyalizmdir. Zira sadece ve sadece sosyalizm yaşanabilir bir toplumsal düzendir. İşte bunun için sosyalizm her şeye ve herkese rağmen hala büyük insanlığın en büyük özlemidir.

 

 

 

 

Almanya ve ABD Patriotları çekti

 

Almanya’nın Maraş’taki Patriot hava ve füze savunma birliklerini geri çekmesinin ardından ABD Patriot sistemlerini geri çekmeye başladı.

Türkiye ve ABD tarafından yapılan ortak bir açıklamada, ABD’nin görev süresi Ekim ayında sona erecek Patriot hava ve füze savunma birliklerini Antep’ten çekeceği belirtildi.

ABD Patriot bataryalarının “kapsamlı bir NATO misyonunun parçası olarak” 2013 yılından bu yana Türkiye’de bulunduğu hatırlatılan ortak bildiride şu ifadeler yer aldı:

Amerikan füze savunma kuvvetinin, evrilmekte olan küresel tehditleri göğüsleyebilmeye ve Türkiye dahil müttefik ve ortakları koruyabilmeye ehil kalabilmesini teminen, bataryalar, kritik modernizasyon güncellemeleri için tekrar ABD’ye konuşlandırılacaklardır. Bu karar, ABD’nin küresel füze savunma mimarisinin gözden geçirilmesini takip etmektedir.”

Kirli işbirliği bitmeyecek

Bildiride, ABD’nin Patriotları geri çekmesine karşın Türk sermaye devleti ile olan kirli işbirliğinin süreceği belirtilerek, “ABD’nin ve NATO’nun Türkiye dahil müttefiklerin savunulmasına olan taahhütlerinin baki olduğu” vurgulandı.

Geri çekilen Patriotların “ihtiyaç olduğu durumda” bir hafta içinde yeniden geri getirilebileceği belirtilen açıklamada ayrıca ABD Donanması’nın Doğu Akdeniz’de konuşlu “Aegis” gemilerinin kalmaya devam edeceği belirtildi.

IŞİD yerine PKK’nin vurulması asıl neden’

Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier ise “Almanya Patriotların geri çekilmesinin ardından da Türkiye’yi Suriye sınırında desteklemeyi sürdürecek. Almanya’nın, Türkiye’nin güvenliğindeki sorumluluğu ve kararlılığı devam ediyor” açıklamasını yaptı.

Ancak diplomatik dilde yapılan açıklamanın arka planında Kürt hareketini tasfiye etmeyi planlayan “çözüm süreci”nin bitirilmesi olduğu öne sürüldü. Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ), Alman hükümetinden yetkilere dayanarak Türkiye’nin PKK’ye yönelik son operasyonlarının Patriotların geri çekilmesinin asıl nedeni olduğunu söyledi. FAZ, Türkiye’nin IŞİD çetelerine karşı gerekli önlemleri almamasının da çekilme kararında etkili olduğunu kaydetti.

 

 

 

 

Allan, siyonistlere geri adım attırdı

 

Filistin’de ‘idari tutuklama’ adı altında mahkemeye dahi çıkarılmadan tutuklanan Avukat Muhammet Allan, siyonist rejimin geri adım atması sonucunda açlık grevine ara verdi.

Irkçı-siyonist rejimin geri adım atmasını Allan’ın kararlığı kadar, Filistin halkının onu yalnız bırakmaması sağladı. İsrail’de yaşayan Araplar, Aşkelon, Hayfa ve birçok kentte Allan’ın serbest bırakılması için eylem yaptı. Ramallah’ta yapılan eylemde ise Filistin Başkanlık binası önüne yürüyen kitle, Filistin polisi tarafından engellendi.

2013 yılında 262 günlük açlık grevinin ardından serbest bırakılan Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi’nden Samir İssavi ve onun avukatlığını da yapan kardeşi Şirin İssavi de Allan’ın serbest bırakılması için açlık grevine başlamıştı.

Dünya çapında da Allan için eylem planları yapılırken İsrail geri adım atarak Allan’a direnişi bırakması halinde bir daha tutuklanmayacağı sözünü verdi. Ancak komadan yeni çıkan tutsak Siyonistlerin bu teklifini kabul etmedi.

Bunun üzerine 19 Ağustos günü toplanan İsrail Yüksek Mahkemesi, Allan’ın idari tutukluluğunu hastanede tedavisi tamamlanana kadar dondurdu. Allan’ın avukatı, müvekkilinin 65 gündür sürdürdüğü açlık grevini geçici olarak durdurma kararı aldığını açıkladı.

İki genç daha katledildi

Diğer yandan İsrail’in Filistinli gençlere yönelik infaz politikaları hız kesmeden devam etti. 17 Ağustos günü Nablus’un güneyindeki Zatera askeri kontrol noktasında Muhammed Bassam Abu Amşa adlı genç, kendisini tartaklayan işgal askerlerine karşı koyması üzerine vuruldu.

İsrail’den çeşitli haber kaynakları askerlerin genci yaralı şekilde bekleterek kan kaybından ölmesi için çabaladığını kaydetti.

Bu infazdan birkaç gün önce de 21 yaşındaki Refik Kamil Refik et-Tac, adlı genç de aynı bölgede katledilmişti.

İsrail Savunma Bakanı Moshe Ya’alon ise “teröristlere ateş eden askerleri tebrik etmek istiyorum” diyerek katillerini tebrik etti.

 
§