17 Nisan 2015
Sayı: KB 2015/15

TKİP 1 Mayıs'ta mücadeleyi yükseltmeye çağırıyor!
Emekçi Kadın Komisyonları’nın mücadele çağrısı
Kamu emekçilerine çağrımızdır
“Yaşasın 1 Mayıs!”
Tarih ışığında Taksim 1 Mayısı
‘Yeni Türkiye’de eski kontrgerilla!
Ağrı’da AKP provokasyonu
Seçimler yaklaşırken vaatlerden vaat beğen!
Erdoğan’dan Ermenilere tehdit
Soma Katliamı’nın failleri yargılanıyor
Yasakçı kararlar ve dedikodularla gerçekleri karartamazsınız!
Bosch’ta sözleşme imzalandı
İşçilerin Birliği Derneği kapatma davası görüldü
Grevin adı var kendi yok!
7 Haziran seçimleri ve siyasal tablo
Küba: Ya sosyalizm ya ölüm!
Ukrayna savaşı: Emperyalist yalan, iftira ve barbarlığın itirafı
Almanya'da sınıf devrimcileri 1 Mayıs'a hazırlanıyor!
Sınıf devrimcileri 1 Mayıs'ta Taksim'e çağırıyor
Ankara'da 1 Mayıs hazırlıkları
Ankara'da DLB'lilere polis tacizi!
1 Mayıs'ın çağrısı
Düzene karşı devrim!
İşçi direnişleri ve Türk-İş'in ihanetçi tutumu!
"Kapitalizmle mücadele bu işin temel çözümüdür!"
Fabrikada ve beyaz perdede "grev" - K. Ehram
Kadın cinayetlerini durduracak tek güç devrimci sınıf hareketidir!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Küba: Ya sosyalizm ya ölüm!

 

Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz aylarda ABD ile Küba arasında “ilişkilerin normalleştirilmesi” adı altında bazı görüşmeler yapılmıştı. ABD adına Barack Obama, bu görüşmelerle Küba ile yaşadıkları 50 yıllık soğuk savaş siyasetinin başarılı olmadığını, dolayısıyla buna son verdiklerini ve bundan sonra yeni bir yolda yürüyeceklerini dile getirmişti. Bu görüşmelerle birlikte Küba’ya dönük seyahat ve mali alandaki yaptırımlar kısmen gevşetilmişti. Küba ise, bazı ABD ajanlarını serbest bırakarak buna cevap vermişti.

Bu kez de, ABD Başkanı Barack Obama ile Küba Devlet Başkanı Raul Casto, Panama’da düzenlenen 7. Amerika Zirvesi’nde bir görüşme gerçekleştirdi. Böylece, ABD ile Küba’nın "ilişkilerin normalleştirilmesi" adı ile başlattıkları ve "tarihi" olduğunu belirttikleri görüşmeler yeni bir boyut kazanmış oldu.

ABD Başkanı Obama, Küba ile başlatılan ilişkiler konusunda daha önce söylediklerini, bu görüşme sırasında bir kez daha dile getirdi. Dikkate değer olan, Küba’nın buna açık olduğunun altını çizmesiydi.

Yine hatırlanacağı üzere, Küba Devlet Başkanı Raul Castro, ilk görüşmeler sırasında ABD ile gerçekleştirdikleri görüşmeleri “tarihi” olarak nitelemiş ve bu ilişkilerin başlatılmasına öncülük eden Obama’nın Küba halkının saygısını hak ettiğini dile getirmişti. Ancak bu görüşmeler, en başta General Motors olmak üzere ABD’nin aç gözlü tekellerinin yanı sıra, en çok ve öncelikle her türlü kirli, karanlık ve uğursuz ilişki ve icraatın merkezlerinden biri olan Vatikan’ın Papası, ardından da ne hikmetse bir süreden beri Küba ile yakın ve iç içe ilişkiler içinde olan Latin ülkelerini heyecanlandırmış ve sevindirmişti.

Örneğin, Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff, olayı “uygarlıkta değişim”in göstergesi olarak tanımlamış, Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro ise, Obama’nın “cesur ve tarihsel” bir adımı olarak nitelemişti.

ABD ile Küba’nın “ilişkilerin normalleştirilmesi” olarak kodladıkları bu ilişkiler ve görüşmeler yeni boyutlar kazanmaya doğru seyrediyor. İlk beklenen gelişme ise, Küba’nın “teröre destek veren ülkeler listesinden çıkartılmasıdır.

ABD, Obama ve “yumuşak güç” politikası

ABD günümüzün en büyük kapitalist-emperyalist gücüdür. Deyim yerindeyse kapitalist-emperyalizmin merkezidir. İçerde kendi işçi ve emekçilerini, dışarda da dünya işçileri ve emekçi halklarını iliğine dek sömürmek, soymak, demokrasi, uygarlık ve toprak bütünlüğünü korumak aşağılık yalanları eşliğinde yoksul ve geri ülkeleri işgal etmek, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini yağmalamak, ülke halklarına derin acılar yaşatmak, işgal edilen ülkeleri viraneye çevirmek, işlediği savaş suçlarına, bir de işkence suçları eklemek, bunun için Guantanamo gibi işkence merkezleri inşa etmek, dinsel, etnik ve mezhepsel çelişkileri kışkırtarak halkları birbirine düşürmek, yaşadıkları toprakları bir savaş ve yıkım coğrafyası haline getirmek, ABD’nin başlıca icraatlarıdır. O aynı zamanda, emperyalist saldırganlık ve savaşların öncüsü, kirli ve kanlı tüm ilişkilerin örgütleyicisi ve toplanma merkezi ve nihayet, bu kanlı, karanlık ve kirli işlerde kullanmak üzere insanlığın başına bela edilen Bin Ladin, El Nusra, UCK ve IŞİD gibi cinayet örgütlerinin hamisi, koruyucusu ve kollayıcısı bir uluslararası katliam merkezidir.

ABD’nin burada kısaca açıklanan niteliği hiç değişmemiştir ve değişmeyecektir. Tüm bunlar yapısaldır, bunlar onun doğasında vardır. Küba ile ilişkiye geçen bu aynı emperyalist güçtür. Bu emperyalist güç Küba’ya tam 50 yıl iktisadi, politik, askeri, diplomatik ve moral çok yönlü ve çok ağır bir ambargo uyguladı. Küba’yı her alanda ve her bakımdan tam bir kuşatma altında tuttu. Küba halkı onurlu davranarak ve kendi yağında kavrularak, ABD ve emperyalist-kapitalist sisteme boyun eğmedi. ABD’nin 50 yıllık bu soğuk savaş politikası iflas etti. Bunu artık ABD ve onun bugünkü başkanı Barack Obama da itiraf etmiş bulunuyor. Şimdi geçmişteki sertlik politikasının yerini, "yumuşak güç" politikası almıştır. Kaleyi düşüremiyorsan, içeri sız ve içerden fethet, şimdiki politikanın özü-özeti budur.

Barack Obama, ABD emperyalizminin ve başta petrol ve silah tekellerinin çıkarlarını savunmak ve korumak için işbaşına getirilmiştir. Onun kendinden öncekilerden özde bir farkı yoktur. Obama ABD’den, onun stratejik ve dönemsel politika ve yönelimlerinden en masumane bir sapmaya dahi ne hakkı ve ne de yetkisi vardır. Bu hepsi de kanlı, karanlık ve kirli politikaların gereğini yapmak, bunun ifadesi icraatlarda bulunmak onun da asli görevidir.

Hiç kuşkusuz tüm bunları Küba’nın şimdiki lideri Raul Castro da bilmektedir. Ancak o daha düne kadar yeri geldiğinde çok doğal biçimde telaffuz ettiği, etmekte de özel biçimde hoşnut kaldığı, ABD’nin bu niteliğini ve icraatlarını, gelinen yerde unutmuş görünüyor.

Küba’nın ve Küba halkının ABD’ye hiçbir özür borcu yoktur. Tam tersine, saldırganlığı, 50 yıldır uyguladığı soğuk savaş politikası, bunun ürünü ve ifadesi kuşatması ve ambargolarıyla haksız ve suçlu olan, Küba ve Küba halkından özür dilemesi gereken ABD emperyalizmi ve ondan hiç ama hiç ayrı düşünülemeyecek olan Obama’nın kendisidir. Obama’nın görüşmeler sırasında dile getirmek zorunda kaldığı kimi gerçekleri de, bir özeleştiri olarak görmemek gerekir. O sözlerin hiçbir samimiyeti olmadığı gibi, “tarihsel” bir değeri de yoktur. O sözler, tümüyle aldatıcı ve Küba’yı sistemin içine çekmek amacıyla ileri sürülmüş sözlerdir ve kesinlikle “uğursuz” sonuçları olacaktır. Dolayısıyla, Raul Castro’nun sözlerinin neresinden bakılırsa bakılsın, gerçekten de hazin bir durumla karşı karşıyayız.

ABD, Küba Devrimi'ne ve kazanımlarına saldırıyor

ABD emperyalizmi başından itibaren Küba Devrimi'ne karşı sınırsız bir kin ve düşmanlıkla karşılık verdi. İçine sindiremedi, sindiremezdi. Zira, Küba bir küçük adaydı, ancak devrimin etkisi kendisinden öteydi. Tüm bir Latin Amerika’da ve Che üzerinden de tüm bir dünyada etkisi oldu. Che’nin formüle ettiği sloganlar o günkü dünyada dilden dile dolaşıyor, özellikle sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin gençliğine devrimci idealizmi aşılıyordu. Deyim uygunsa bir Küba Devrimi ve Che rüzgarı esiyordu dünyada. Bunun en çok yankısını bulduğu toprak ise Latin Amerika'ydı. Amerika'nın kendi arka bahçesi saydığı bu coğrafyada ciddi bir gedik açılmıştı. Kin bunaydı, düşmanlık bunun içindi.

Bu sınırsız kin ve düşmanlıkla ilk günden itibaren, emrindeki propaganda makinesini de tam hız devreye sokarak Küba Devrimi'ne karşı bir Haçlı seferi başlattı. Kara propagandanın ifadesi bir karalama kampanyası eşliğinde, karşı-devrimci saldırılarda bulundu. ABD emperyalizmin başı, uluslararası karşı-devrimci terörün merkeziydi. Her dönem ve her vesileyle Küba devrimini, eserlerini ve en başta Fidel Castro olmak üzere devrimin liderlerini hedef alan saldırılarda bulundu. Küba’ya ajanlar sızdırdı, kiraladı, suikastlara başvurdu. Küba insanlarını kaçırdı, işkencelere maruz bıraktı. Küba topraklarında Hitler’in toplama kamplarına ve vahşetine rahmet okutan Guantanamo adlı bir toplama kampı, bir işkence merkezi inşa etti. Bu uğursuz kampta sayısız insanlık suçu işledi.

İşte bu kanlı ve karanlık icraatların faili ABD, şimdi tam bir utanmazlıkla, Küba rejiminin insan hakları alanında sicilli olduğunu, iktisadi alanda olduğu gibi bu alanda reformlara ihtiyaç bulunduğunu, hızla bu yönde adım atılmasını, böyle yapılırsa kendilerinin bunu destekleyeceğini ileri sürüyor. Bunda şaşılacak bir yan bulunmamaktadır. Ne var ki ve ne yazık ki, bu aynı şeyden, farklı bir düzeyde ve farklı bir çerçevede Küba Lideri Raul Castro da söz ediyor. Obama ve ABD medyasının tacizlerinin de etkisiyle, çıkıp, “insan hakları konusunda açık olduklarını” söyleyebiliyor. Hiç kuşkusuz bu da trajik bir durumdur.

Tarihsel ve güncel tüm tecrübeler göstermektedir ki, bu öyle sıradan ve tekil bir saldırı değildir. Tam tersine ideolojik alandan moral alana dek süren kapsamlı ve bütünsel bir saldırıdır. İlk hareket noktası ise ideolojik alandır. Dosdoğru devrime, onun tüm kazanımlarına vurmaktadır. Devrim ve sosyalizm fikrini insanlığın zihninden ve hafızasından söküp almak gibi yıkıcı bir amaç taşımaktadır. Zaman içinde bozulmuş, yozlaşmış ve bürokratik bir mekanizmaya dönüşmüş sözde sosyalist rejimler şahsında yapılmaktadır bu. Bir parça yankı bulması da bundandır. Şimdi de aynı istismarla ve aynı karşı-devrimci saldırı ile karşı karşıyayız.

Sosyalizm en demokratik burjuva devletten milyon kez daha demokratik, insancıl, adil, eşit ve özgürlükler toplumudur. Bu sadece bilimsel bir iddia değil, tarih tarafından da kanıtlanmış ve doğrulanmış bir gerçektir. Bu nedenlerdir ki, sosyalizm hala insanlığın gelecek umudu ve en büyük özlemidir.

Gerçekçi ol, imkansızı iste”

ABD emperyalizminin “yumuşak güç” politikasının sonuçlarından biri de, Küba’yı “terörü destekleyen ülkeler listesi”nden çıkarma rüşvetidir. Bu da yeni bir şey değildir. Emperyalistlerin her yerde ellerinde “terör örgütleri listesi” ile dolaştıkları, ortamı oluştukça bu rezil rüşveti vererek, bu listeye dahil ettikleri devrimci ve kurtuluşçu güçleri ehlileştirmeye, sistemin içine çekmeye çalıştıkları bilinmektedir. Küba ile ilişkiler sırasında bir kez daha bu yapılmaktadır.

Küba halkı tam yarım asır ABD’nin öncülüğündeki emperyalist kuşatmaya direndi. Her türlü tehdide, şantaja boyun eğmedi. Liderlerine dönük suikastlara başvuruldu, aman dilemedi. Şimdi yine aynı şeyi yapmalıdır. Devrimini ve kazanımlarını savunmaya devam etmelidir.

Söz konusu olan emperyalizmdir. Emperyalizm hayırsever de değildir, insan sever de. “Hayırsever emperyalizm” devrim döneklerinin ve bilumum yeni dönem liberallerinin uydurduğu bir masaldır. Emperyalizm sömürü, soygun, yağma ve onur kırıcı kölelik demektir. Tepeden tırnağa gericilik ve her türden özgürlükten yoksunluk demektir. “Uygarlık değişimi” Latin Amerika’nın küçük-burjuva solcularının  inanmak istedikleri bir masaldır. Emperyalizmin özü değişmemiştir. O, bugün de her yere özgürlük değil, onur kırıcı egemenlik peşindedir. Onun, demokrasi dediği ikiyüzlü burjuva demokrasisidir ve onun, işçi ve emekçilerin yaşamında hiçbir karşılığı yoktur.

ABD’nin emperyalist burjuvazisi Küba pazarını çok verimli bir pazar olarak görmektedir. Küba pazarı ABD’nin aç gözlü tekellerinin iştahını kabartmaktadır. ABD Küba’nın açmazlarının farkındadır. Bu açmazlar nedeniyle dayanılmaz bir noktaya geldiklerini de bilmektedir. Obama’nın Küba yönetimine ekonomik alanda değişime açık olduğu şeklindeki sözleri rasgele dile getirilmiş sözler değildir. ABD verili zafiyetten yaralanmak istemekte ve Küba’yı yeniden sistemin içine çekmeyi ummaktadır. Mali alandaki yaptırımları gevşetmeye başlaması bu amaçlıdır. Ekonomik reformları destekleme sözü de, Küba’nın bir an önce ABD sermayesine açık hale gelmesi ve ortak işletmeler kurmak karşılığında verilmiş bir sözdür.

Küba’nın ABD sermayesine açık hale gelmesi ve  ortak işletmeler demekse, ücretli emek sömürüsü ve Küba’yı yeniden boylu boyunca emperyalist yağmaya açmak demektir ki, Küba topraklarını 99 yıllığına kiralama girişimleri ile uğursuz sonuçlarını vermeye başlamıştır. Ne yazık ki, gelişmelerin ucu geriye dönüktür.

Kübalı devrimciler ve Küba halkı devrimin kazanımlarını ve sosyalizmi her zamankinden de fazla sahiplenmeli ve savunmalıdırlar. Tıpkı 1871 Paris Komünü sırasındaki gibi, durum fazlasıyla umutsuz olsa da, devrimin kazanımları için dövüşmelidirler.  Che’nin dediği gibi “Gerçekçi olmalı, imkansızı istemeli”dirler.

O halde bir kez daha, ya sosyalizm, ya ölüm!

 
§