Sınıfın devrimci baharını örgütlemek
Metal grevinin yasaklanması değil, fakat yasağa boyun eğen, işçilerdeki “İşgal, grev, direniş” ateşini söndüren icazetçi sendikal bürokrasi sayesinde burjuvazi rahat bir nefes aldı. 7 Haziran genel seçimlerinin rüzgarı toplumsal-siyasal atmosfere rengini vermeye devam ediyor. Bunun nereye kadar süreceğini biraz da bahar döneminin nasıl karşılanacağı ve yaşanacağı belirleyecektir. Ortadaki belirtiler sermaye düzeninin işinin o kadar da kolay olmadığını gösteriyor.
İşçiler hakları ve gelecekleri için eylemde…
İşçi sınıfı bölükleri 2014 yılı içinde mevzi düzeyde de kalsa sürekli bir hareketlilik içinde oldular. Üstelik bu hareketlilik tepki ve militanlık bakımından bir sıçrama olarak nitelenebilecek düzeydeydi. İşçi sınıfı Greif’te, Kütahya-Seyitömer’de, Yatağan’da, Zentiva’da kitlesel militanlığa yöneldi. Keza Soma ve Torunlar’da yaşanan iş cinayetlerine karşı tüm ülkede kitlesel ve militan eylemler yaşandı. Yıl boyunca kömür madenleri ve Şişecam gibi yasaklanan grevlerin yanı sıra, işten atmalara, ücret gasplarına, ağır çalışma koşullarına karşı irili-ufaklı sayısız direniş ve eylem gerçekleşti.
İşçi sınıfı saflarında yaşanan bu kaynaşma ve militan tepkiler, sermaye düzeninin AKP iktidarı sayesinde 13 yıldır pervasızca sürdürdüğü ekonomik-sosyal politikaların dolaysız bir ürünü elbette. Özellikle 2007-2008’de dünya kapitalizminde patlak veren çöküntünün ardından işçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşulları gün geçtikçe çekilmez hale gelmeye devam etti. AKP iktidarı “krizden etkilenmedik, en az kayıpla atlattık” diyebilmeyi, her alanda özelleştirme ve rant yağmasının yanı sıra tam da sınıf ve emekçi kitlelere işsizlik, düşük ücretler, uzun çalışma saatleri vb. biçiminde ödetebildiği ağır faturaya borçlu. Bu alanda sermayeye sağlanan özgürlüğün sınırlarının nereye vardığını anlayabilmek için, Türkiye’nin işçi cinayetleri sıralamasında liderliğe oynamasına bakmak yeterli aslında.
Son bir-iki haftadır Kastamonu, Sivas, Bilecik, Kayseri gibi kentleri de kapsayacak şekilde patlak veren kitlesel işçi eylemleri sömürü ve köleliğin katlanılmaz düzeye vardığının yeni göstergeleridir sadece. İşçiler Envitec (Antakya), Sivas Demir Çelik ve Söğütsen Seramik’te (Bilecik) olduğu gibi aylarca ücretlerinin ödenmemesine, Camiş Madencilik (Bilecik), İlbeyli Beyteks (Adana), Roma Plastik (Gebze), SFC Entegre’de (Kastamonu) sendikal örgütlenme hakkı ve sendikalaşmadan kaynaklı işten atmalara, Boytaş’ta (Kayseri) Öz Ağaç-İş’in TİS’teki satışına karşı kitlesel eylemlerle sahneye çıktılar. Hak-İş gibi iliğine kadar yandaş bir konfederasyon içinde zapturapt altına alınmış işçilerin bile binlerle sokağa dökülmesi bir tesadüf değil. Tıpkı 2015 yılının metal greviyle açılması gibi…
Örgütlenme ve mücadele eğilimi yaygınlaşırken
Bütün bu gelişmeler işçi sınıfı saflarında uzun yıllardır büyük patlamalara gebe bir tepkinin biriktiğini, son bir yılda ise mayalanmanın ve kaynaşmanın hızlandığını göstermektedir. İşçi sınıfı içindeki sendikal örgütlenme ve mücadele eğilimi şüphesiz yeni bir olgu değil. Uzun yıllardır sendikal bürokrasinin döne döne tekrarlanan satışlarına rağmen işçiler içgüdüsel olarak çareyi sendikal örgütlenmede arıyorlar. İşçiler için çekilmez hale gelen ağır çalışma ve yaşam koşulları, onları sürekli örgütlenmeye ve mücadeleye itiyor. Dahası bu, örgütsüz işçi kesiminde kendiliğinden bilincin en geri düzeyi hakim olduğu halde yaşanabilmektedir. Son dönemin, özellikle 2013 Haziran’ından sonraki dönemin ayırdedici yanı, işçi sınıfı saflarındaki sendikal örgütlenme ve mücadele eğiliminin yaygınlaşması ve yer yer militan biçimlerde dışa vurmasıdır. Ki bu, Haziran Direnişi ile başlayan dinamik ve sert sayılabilecek toplumsal-siyasal atmosferden dolaysız bir etkilenme de aynı zamanda.
Yeni dönemde sendikal bürokrasinin hareketi kontrol altında tutup denetlemekte eski gücünü kaybetmiş olması da işçi hareketindeki bu gelişmelerle birlikte anlaşılabilecek bir öteki olgudur. Metal işçilerinin ‘98’deki patlaması sırasında dahi grev kararı almamış olan Birleşik Metal-İş yönetimi, gelinen yerde tabanın basıncına dayanamadı. AKP’nin grev yasağının salt MESS patronlarını değil, aksi yöndeki tüm esip gürlemelere karşın icazetçi-yasalcı sendikal bürokrasiyi rahatlattığından da kuşku duymuyoruz. Zira grev iradesi tümüyle tabandan gelmiş, grev kararı sendika bürokratları tarafından uzun oyalamalardan sonra, istemeye istemeye alınmıştı. 21 Aralık Gebze mitingindeki tablo bunun en açık yansımasıydı. Sendika bürokrasisindeki isteksizliğe ve oyalayıcı süreçlere rağmen metal işçilerinde uzun yıllar boyunca birikmiş tepkinin şiddeti grev kararını mecburiyet haline getirdi. Grev yasağı karşısındaki tutum ise başka söze gerek bırakmıyor. Geçtiğimiz yaz aylarında cam ve maden işçilerinin grevlerini keyfice “erteleyen” AKP iktidarının daha en baştan grevi yasaklayacağı apaçık ortadaydı. Buna karşı işçilerden fiili-meşru mücadele kararlılığı yansıyorken sendika bürokratları keskin açıklamalar yapıp mevzilerden çekilmenin, işçileri zapturapt altına almanın, fabrikalara sokmanın telaşına düştüler.
Sendikal bürokrasi yardımıyla
bastırılan kıvılcım
Komünistler olarak en baştan itibaren, metal grevinin toplumsal-siyasal atmosferi değiştirecek büyük bir olanak olduğuna işaret ettik. Grevin başlamasıyla birlikte toplumun ilerici kesimlerinde yarattığı etkiler ve yasak karşısında verilen tepkiler, metal işçilerinin büyük bir yangını tutuşturmaya aday olduklarını göstermekteydi. Zira yalnızca MESS patronlarını değil, sermaye düzenini zorlayacak, daha çıkış aşamasındaki militan şiarlarından da anlaşılacağı üzere hızla siyasallaşacak böylesine bir işçi eylemi, geniş bir destek ve dayanışma olanağına sahipti. AKP iktidarının gerici zorbalığı ve faşist baskıları karşısında sürekli tepki veren geniş toplumsal mücadele dinamikleri (Bülent Arınç’ın deyimiyle AKP’den nefret eden %50) daha ilk günlerde grevin etrafında kümelenmeye başlamışlardı.
Grev yasağına karşı işçilerden yansıyan mücadele kararlılığını boşa çıkarmakla sendikal bürokrasi, sınıf mücadelesinin gelişmesinin önündeki en önemli engel olduğunu bir kez daha teyit etti. Bu kuşkusuz son grev iradesinin dinamiğini oluşturan görece genç binlerce işçinin bilincine de kazınmış oldu.
Sendikal korucuların sermayeye sunduğu yardım, sınıf saflarındaki mücadele ateşini söndürmeye yetmeyecektir. Zira hem sınıf ve emekçi kitleler içinde uzun yıllardır birikmiş olan tepki boşaltılmış değildir, hem de sermayenin katlanılmaz çalışma koşullarını bir nebze iyileştirebilecek esneme payı yoktur. Dolayısıyla işçi sınıfı ve emekçi kitleler için mücadele bir seçim olmaktan çıkıp bir zorunluluk olarak kendini dayatmaktadır. Dinsel gericiliğin kalesi sayılan kentlerde, üstelik AKP’nin doğrudan uzantısı sendikal bürokrasinin denetimine rağmen ve hatta yer yer sendika patronlarına karşı yüzlerce, binlerce işçinin meydanlara çıkmaları, direnişe geçmeleri bunun yalın bir ifadesidir.
Seçim rüzgarına karşı sınıfın militan eylemlerini örgütlemeye!
Önümüzde 8 Mart’tan 1 Mayıs’a uzanan bahar dönemi duruyor. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler baharı devrimcileştirme güç ve olanaklarına fazlasıyla sahip durumdalar. Halihazırda parçalı da olsa yaygın bir şekilde gündeme gelen işçi eylemleri, küçük kıvılcımların dahi hızla büyük yangınları tutuşturmaya aday olduğunu gösteriyor. Fakat bunun için işçi sınıfı ve emekçilerin ilkin sendikal koruculuk şebekesi olmak üzere önündeki engelleri mutlaka aşabilmesi, ikincisi de sermaye düzeninin kulakları sağır eden seçim aldatmacasına kapılmaması gerekli.
Bilindiği gibi başta saltanat sarayındaki gerçek şefi ve AKP olmak üzere her renkten partisiyle düzen cephesi tüm toplumu seçimlere-sandıklara kilitlemekle meşguller. Başka her şeyi gölgede bırakacak bir seçim rüzgarı estiriliyor. Sermaye düzeninin çok yönlü krizi, dinci-gericiliğin rejime dair hesapları, bunun kabus olarak üzerlerine çöktüğü burjuva katmanlar ve özellikle AKP despotizminin yarattığı taraflaşma seçimleri olağanüstü bir gündem haline getiriyor. Ana gövdesiyle solun iki reformist kampı (HDP ve Birleşik Haziran Hareketi) da tüm nefesleriyle seçim rüzgarını beslemeye gayret ediyorlar. Komşudaki SYRIZA başarısı bizdeki kardeşlerini havalara uçurmuş durumda. Tüm eylemler, etkinlikler, açıklamalar, tepkiler seçimlere endeksli gerçekleştiriliyor. Grev yasağı üzerinden AKP’ye tepki gösteriyorlar ama reformist solun sendikal yönetimlerdeki uzantılarının işçi sınıfının başına ördüğü çuvalı hiç mi hiç dert etmiyorlar.
Tam da baharın militan sınıf mücadeleleri sayesinde devrimcileştirilebileceği bir dönemde işçi ve emekçilerin parlamenter hayallerle oyalanması onlara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Sınıf ve emekçi kitlelerin, AKP’si de dahil sermaye düzeninin katlanılmaz boyutları aşan sömürü ve köleliğinden, gerici zorbalık ve faşist baskıdan kurtulması için, seçim velvelesine karşı devrimci militan mücadeleye yönelmekten başka seçenekleri yoktur. Sınıf devrimcileri olarak sınıf ve emekçi kitlelere ısrarla bu gerçeği anlatmaya ve sınıf mücadelesinin önündeki engelleri yıkma uğraşına devam edeceğiz. |