6 Şubat 2015
Sayı: KB 2015/05

Metal grevi aynasında Greif dersleri
Dün Kavel'di bugün Greif...
Ya işgal ve direnişle MESS'i ezeriz, ya da boyun eğer sürünürüz!
Metal işçisi MESS'i ezecek, düzenlerini de yıkacak güçtedir!
48. yılında DİSK tarihinin aynasında iki seçenek!
Kazanana kadar GREV!
Gebze'de metal grevi üzerine gözlemler
Sınıfın cendereden çıkış arayışının güçlü ifadesi
Gebze'de patlamaya hazır üç volkan var
Yasağa karşı işgal, grev, direniş!
Metal işçisi eskisi gibi olmayacak!
Geçiş sürecinde sermaye düzeni
Teslimiyetten direnişe - Tülin Öngen
Ankara’da “İşgal, grev, direniş” panel-forumu
Almanya’da metal işçilerinin uyarı grevleri
Irkçılığa geçit yok!
İsrail ve İran’ın Suriye savaşı
Dünyadan eylem ve grevler
Emekçi kadın çalışması ve yayınlar
Sermayeye ucuz işçi olmayacak, ucuz iş-gücü doğurmayacağız!
Barikatlarınızı tanımıyoruz!
Kafesin bu yan
Almanya’da emekçi kadın toplantısı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Teslimiyetten direnişe

Tülin Öngen

 

(1 Şubat'ta Ankara'da yapılan 'İşgal, Grev, direniş' panel-forumuna hava muhalefeti nedeniyle katılamayan Tülin Öngen'in sunum notları...)

Son yıllarda çeşitli coğrafyalarda meydana gelen halk isyanları, kitlesel protestolar ve işgaller, yükselmekte olan bir dip dalgasının habercileridir. Daha çok mevcut siyasal rejimlere ve hükümetlere karşı bir tepkiymiş gibi görülen ya da öyle gösterilmeye çalışılan bu eylemler, doğrudan sisteme yöneliktir. Nitekim katılımcıların önemli bir bölümünü neoliberal kapitalizmin mağdur ettiği emekçi sınıflar oluşturmuştur. Halen çalışmakta olan vasıflı ve vasıfsız işçiler, işsizler, yakın gelecekte işsiz kalacak olanlar veya gelecekten umut kesen gençler, sınıfsal öfke ve itirazlarını bu yollardan dile getirmişlerdir.

Emek mücadelesinde de benzer bir yükseliş söz konusudur. Bu, gelecek açısından umut verici olmakla birlikte son derece gecikmiş bir gelişmedir. Çünkü işçi sınıfı, neoliberal saldırıya zamanında ve etkili bir biçimde karşılık verememiştir. Sömürü yoğunlaşır, işsizlik ve yoksulluk artar, ücret gelirleri düşer, kazanılmış sosyal ve ekonomik haklar tamamen kaybedilirken, emekçiler bu sürece ya suskun kalarak ya da arka çıkarak teslim olmuşlardır.

***

Geçmişin muhasebesi yapılmadan gelecek tasarlanamayacağına göre, önce bu teslimiyetin nedenleri anlaşılmalıdır. Elbette her ülkenin ve her dönemin koşulları ayrı ayrı değerlendirilmelidir; yine de tarihsel tecrübelerden ve teorik bilgilerden hareketle bazı çıkarsamalarda bulunabiliriz.

Bu durum, aslında yapısal kriz dönemlerinin tipik bir özelliğidir. Nitekim bundan önceki diğer buhran dönemlerinde de proletarya, nesnel (niceliksel) olarak büyürken, paradoksal biçimde öznel (niteliksel) olarak zayıflamıştır. Bu paradoksun pek çok nedeni vardır.

Bir kere; kriz gibi istikrarsızlık ve güvensizliğin aşırı arttığı kaotik dönemlerde insanlar büyük bir korku ve paniğe kapılırlar. İstikrar ve düzen arayışıyla reaksiyoner (sağcı milliyetçi, ırkçı, faşist, dinci, muhafazakar) akımlara yanaşırlar. Özellikle sınıfın ve solun örgütsüz ve parçalanmış olduğu yerlerde bu eğilim ağır basar. Buna karşılık her ikisi de güçlü ve aralarındaki bağlar sağlamsa tersi yönde bir radikalleşme de gerçekleşebilir. Bu yüzden kriz dönemlerinde sermayenin ilk işi, sınıfı parçalamak ve solu etkisizleştirmek olur.

İkincisi, kriz dönemlerinde emeğe dönük saldırı, sadece iş yaşamıyla (ekonomik zor) sınırlı kalmaz. Buna -yasal, ideolojik, kültürel, hatta militer zor (şiddet) da eşlik eder. Bu çok yönlü kuşatma, emeğin sınıfsal bağlarından soyutlanıp, atomlaşmasında, sınıfsal kimliğinden uzaklaşmasında etkili olur.

‘80’lerden sonra iktidara gelen bütün hükümetler (ister yeni sağ, yeni liberal, yeni muhafazakar ister sosyal demokrat olsun), benzer biçimde davranmışlardır. Nitekim Yapısal Uyum Programları (neoliberal düzenlemeler), hemen her ülkede emeği dışlayan, baskılayan, dayatmacı (otoriter) siyasal stratejiler eşliğinde uygulanmıştır. Hatta bazı çevre ülkelerinde askeri yöntemlerle hayata geçmişlerdir.

Yine bu süreçte pek çok coğrafyada bölgesel savaş, iç savaş, ırksal, etnik, mezhepsel ve dinsel çatışmalar yaşanmıştır. Aslında bunların hiçbiri yeni ya da münferit/rastlantısal olaylar değildir; hepsi küresel-emperyalist projelerin bir parçası niteliğindedir. Çünkü sistemin çelişkilerinin yoğunlaşıp, açığa çıktığı ekonomik durgunluk sırasında sermaye içi çekişmeler artıp, iktidar blokları dağılırken, aynı anda burjuvazinin toplumsal, siyasal ve ideolojik iktidarı da zayıflar. Hatta ‘devlet krizleri’ bile yaşanabilir. Bu arada sisteme olan güven azalır, dahası sistemden kaçışlar başlar. Bunu önlemenin bir yolu, toplumları, halkları, emekçileri birbirine kırdırmaktır (‘böl ve yönet’ politikası). Nitekim 1873-93 büyük depresyonu sonrası Kıta Avrupası’ndaki devrim tehlikesi 1. Dünya Savaşı, 1929’daki ise 2. Dünya Savaşı ve faşist rejimlerle önlenebilmiştir.

***

İşçi sınıfı süreç içinde gelişir, olgunlaşır. Bu, emekçileri diğer sınıflardan ayıran en önemli husustur. Çünkü sermaye, üretim araçlarına sahip olduğu anda öznel bir sınıf oluşturur. Oysa işçiler, birbirinden farklı koşullarda ve bireysel olarak sınıfa dahil olurlar. Yine doğuştan gelen (cinsel, etnik, dinsel vb.) kimlik biçimlerinden farklı olarak sınıfsal kimlik sonradan edinilir. Ancak deneyimlendikçe belirginleşir. Bunun için bireysel ve gündelik deneyimler yetmez; çünkü bunlar işçiye en fazla sınıfsal konumuyla ilgili bazı pratik düşünceler kazandırır. Pratik bilginin paylaşılması ve doğru yorumlanması gerekir ki, bu ancak tarihsel ve teorik bilginin desteğiyle olanaklıdır.

Sınıfsal oluşumu daha yakından irdeleyecek olursak: Kişinin emeğini satması, sınıfsal oluşumun ilk (nesnel) uğrağıdır: ‘Kendinde sınıf’ konumu. Bu noktada işçi, henüz ne sermaye ile arasındaki çıkar karşıtlığının (antagonistik ilişki) ne de diğer çalışanlarla ortak çıkarlara sahip olduğunun bilincindedir.

İşverene karşı birlikte mücadeleye girdiklerinde işçiler ‘kendinde sınıf’tan ‘kendi için sınıf’a (proleterden proletaryaya) dönüşmeye başlarlar: Ekonomik-korporatist uğrak. Ekonomik mücadele, emeğe çalışma yaşamında bazı haklar kazandırabilir; ne var ki bu kazanımların kalıcı olacağının bir garantisi olmadığı gibi işçinin gerçek yaşamında hiçbir değişiklik gerçekleşmez. Sömürü ve bağımlılık olduğu gibi devam eder, sadece gerçekleşme biçimleri veya yolları değişir (sosyal devlet, refah devleti rejimlerinde olduğu gibi).

Sürecin üçüncü uğrağını emekçilerin kısa vadeli ve kesimsel (ekonomik) çıkarların ötesine geçip, gelecekleri ve gerçek özgürlükleri için mücadele etmeleri oluşturur: Politik sınıf mücadelesi. Öte yandan bu iki yönde de gelişebilir: Reformist ve devrimci yönler. Çünkü bazı konjonktürlerde siyasal iktidarlar, sınıf mücadelesini bloke edebilmek için emeğe birtakım tavizler (sus payı) vermek zorunda kalırlar (‘pasif devrim’ stratejisi). Eğer emek, sorunların kapitalizmin doğasından (yapısal koşullardan) değil de işleyişinden kaynaklandığı zannıyla bu tavizlere yanaşırsa, burjuvaziye kendi rızasıyla teslim olmuş olur. Böylece sermaye düzenin sürmesine ve meşrulaşmasına yardım eder.

Bunun en iyi örneği 1929 Buhranı sonrası refah devletleridir. Sosyal devlet, işçi sınıfını ehlileştirmiş ve sistemle bütünleştirmiştir. Oysa refah politikaları, sermaye çıkarlarıyla (kitlesel üretim ve tüketimin gerekleri) son derece uyumlu olmak dışında sosyalist sistemin genişlemesini önlemek amacıyla da uygulanmıştır. Ne var ki belli bir konjonktürün ürünü olan bu politikaların günümüzde (kriz koşullarında) herhangi bir karşılığı yoktur.

Öyleyse işçi sınıfı, geçmişe bakmaktan vazgeçip, yüzünü artık geleceğe dönmeli; yeni bir dünya inşa etmenin yollarını aramalıdır.

***

Türkiye özelinde durum değerlendirmesi yapacak olursak: Geç kapitalistleşen ve burjuva devrimini kendine özgü koşullarda gerçekleştiren bir ülke olarak Türkiye’de işçi sınıfının gerek nesnel gerekse öznel gelişimi gecikmiş, kesintili bir seyir izlemiştir. Bu durum, onun geleneksel bağları ve eğilimlerinden (ataerkil, muhafazakar-sağ) kopmasını da ertelemiştir. Bunun tek istisnası ‘60’ların ikinci yarısı ve ‘70’li yıllardır. Bu dönemde son derece militan bir sınıf mücadelesi yürütülmüştür. Bunda en önemli etken, solun yükselmesi ve sınıfla organik ilişkilerini geliştirmesidir.

Nitekim ‘80’lerden sonra solun ve sınıf örgütlerinin tasfiyesiyle birlikte ilişkiler gevşemiş, işçi sınıfı, tekrar sağcı-tutucu iktidarların güdümüne girmiştir. Bu sırada (‘89’da) reel sosyalizmin çöküşü de, geniş kitlelerde düzenin değişebileceği umudunu tamamen yok etmiş, dolayısıyla sermayenin politik, ideolojik ve kültürel hegemonyasını güçlendirmiştir.

(1) Emperyalizmin küresel hegemonya stratejileri de bu süreçte önemli bir rol oynamıştır: Örneğin ‘yeni dünya düzeni’, ‘medeniyetler çatışması’, ‘yeşil kuşak’, ‘ılımlı İslam’ gibi projeler ile post modernizmin kültürel kimlikçi yaklaşımları, bir yandan işçi sınıfının kendi içinde bölünüp kutuplaşmasına (Kürt, Türk, Alevi Sünni, laik dinci), öte yandan bunların taşıyıcısı dinci-muhafazakar, mezhepçi siyasal iktidarların peşine takılmasına zemin hazırlamıştır.

(2) ‘80 sonrası iş yaşamıyla ilgili yasal düzenlemeler de sınıf hareketine büyük bir darbe vurmuştur. Sendika, toplu sözleşme, grev gibi sınıf mücadelesinin geleneksel kurumları kötürümleşirken, sendikal yapılar bürokratikleşmiş, savunmacı ve işbirlikçi bir tavır içine girmişlerdir. Emek ile sermaye arasındaki kolektif iş ilişkilerinin yerini bireysel-yüz yüze (patrimonyal) ilişki biçimleri almıştır: Mikro-korporatizm. Bu gelişme, sınıfsal bütünlük, dayanışma ve örgütlenme kapasitesini zayıflayıcı etkiler yaratmıştır. Özellikle taşeron işletmelerde (esnek, güvencesiz ve geçici işlerde) çalışanlar, işverenin doğrudan-etkin kontrolü altına girmişlerdir.

(3) Yine bu dönemde sosyal devletle birlikte ona özgü kurumlar da sırasıyla ortadan kalkmıştır. Buna bağlı olarak hak ve görev anlayışı değişmiş; kamusal hak ve sorumlulukların yerini “muhafazakar hayırseverlik” anlayışı ile ona özgü kurumlar almıştır. Örneğin sosyal yardım ve destekler, İslami yerel yönetimler, cemaatler ve gönüllü kuruluşlar eliyle gerçekleşmiştir. Bunlar verdikleri hizmetlerle yoksul sınıfları siyasal İslam’la bütünleştirmede önemli bir rol oynamışlardır.

Yoksulluğu ortadan kaldırmak yerine muhtaçlığı yeniden üreten, yurttaş ile devlet arasındaki kamusal ilişkiyi sadaka veren-alan ilişkisine (patronaj) dönüştüren bu uygulamalar, emek-sermaye ilişkisini sınıfsal bağlamından koparmıştır. Yine sorunların kapitalist sömürü ve mülkiyet biçimlerinden bağımsız, yardımseverlikle kolayca çözülebilecek konular olarak algılamasına yol açmıştır.

(4) Neo-liberal-İslami kapitalizmle uyumlu yeni bir iş kültürü (biat kültürü) oluşmuştur. Bu kültür, özellikle piyasacılık ile İslam’ı maharetle eklemleyen (piyasa İslam’ı, İslami kapitalizm) AKP iktidarı zamanında iyice kökleşmiştir. İşyeri koşullarından iş ilişkilerine kadar hemen her konu dinsel kurallara göre belirlenmekte, böylece sermaye emek üzerinde maddi kontrol dışında manevi bir otorite de kurabilmektedir.

(5) Söz konusu kültür, sosyal ve siyasal yaşamlarda da etkilidir. Nitekim dinsel-mezhepsel, etnik yapılar ve ilişki ağları, bugün işçilerin en başta gelen sosyalleşme aracıdır. Bunlar, siyasal tercihleri de büyük ölçüde belirlemektedir. Emek düşmanı AKP’nin hala iktidar olmayı sürdürmesinin en önemli nedeni, bu ideolojik ve kültürel hegemonyayı başarıyla kullanabilmesidir.

Öyleyse çıkarılması gereken bir başka ders, işçi sınıfının mevcut ideolojik ve kültürel hegemonyadan bir an önce kurtulmasıdır. Bu ise, kendi (sınıfsal) hegemonyasını kurması ve yeniden üretebilmesiyle olanaklıdır: Karşı hegemonya. Bir mevzi savaşı olarak karşı hegemonya, sınıfsal oluşumun önemli uğraklarından ve en etkili araçlarından biridir.

 

 

 

 

Metal işçisine dayatma, yasak, polis barikatı…

 

Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi metal işçilerinin 29 Ocak’ta başladığı grevi ikinci gününde yasaklayan AKP, metal işçilerinin hedefindeydi.

Metal işçileri, 3 Şubat'ta bir dizi kentte yürüyüşler yaparak AKP binalarının önünde basın açıklamaları gerçekleştirdi. Metal işçilerinin önü bu kez de polis barikatlarıyla kesildi.

Kartal’da polis barikatı

İstanbul’da Kartal Köprüsü’nde toplanan metal işçileri ve destekçi güçler AKP Kartal İlçe Başkanlığı’na yürüyüş gerçekleştirdi. DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası Anadolu Yakası 1 No’lu Şube üyesi belediye işçileri ve Eğitim Sen’in yanı sıra aralarında DGB, EHP, HDP ve BDSP’nin de bulunduğu ilerici ve devrimci güçler de yürüyüşe katılım sağladı.

Birleşik Metal-İş üyesi Isuzu, ABB ve Anadolu Motor’dan işçilerin yürüyüşe katılımı dikkat çekti. Yürüyüş korteji AKP binasına yaklaşınca yüzlerce işçi ve emekçinin önü polis barikatıyla kesildi. Eylem, polis barikatı önünde basın açıklamasıyla son buldu.

Bursa’da grev yasağı protestosu

Mudanya’da da AKP ilçe binası önünde gerçekleştirilen eylem için Prysmian fabrikası önünde toplanıldı.

Eyleme gündüz vardiyasından çıkan işçilerle gece vardiyasına gidecek olan işçiler katıldı. SCM işçileri de eylemde yer aldı. Yanısıra BDSP, Yeşiller Sol ve Gelecek Partisi ile ÖDP de eyleme katıldı. AKP binası önüne gelindiğinde polis işçileri durdurmak istedi fakat ısrar gösterilince trafiği kapatmak durumunda kaldı.Burada basın açıklaması yapılarak eylem sonlandırıldı.

Gebze’de AKP’ye yürüyüş

Birleşik Metal-İş Gebze Şubesi önünde toplanan metal işçileri AKP Gebze İlçe Başkanlığı'na yürüdü. Eyleme DİSK/Lastik-İş üyeleri ve Petrol-İş üyelerinin yanısıra TÜMTİS, Nakliyat-İş, Tek Gıda-İş sendikalarından yönetici düzeyinde destekler vardı. MİB de “Kazanana kadar grev!” şiarlı dövizleriyle metal işçilerine yasağı tanımama çağrısı yaptı. Feniş direnişçileri, DLB, UİD-DER, ÖDP de dayanışma için eylemdeydi.

AKP binası önünde metal işçilerinin önü çevik kuvvet ve TOMA ile kesildi. Basın açıklaması barikat önünde yapıldı.

İzmir’de AKP’ye yürüyüş

İzmir’de sendika binası önünde toplanılarak Konak AKP İlçe Başkanlığı'ne yürüyüş düzenlendi.

MİB'in de katıldığı eylemde AKP önüne gelindiğinde basın metnini Birleşik Metal-İş İzmir Şube Başkanı Ali Çeltek okudu. Eyleme DİSK’e bağlı Genel-İş’in şubeleri, Lastik-İş, Sosyal-İş, KESK’e bağlı sendikalar, TMMOB, TTB, MİB, DGB, Mücadele Birliği Platformu, Partizan, KP, SDP’nin de aralarında bulunduğu çeşitli ilerici ve devrimci kurumlar da destek verdi.

Ankara’da grev yasağı protestosu

DİSK, KESK, TMMOB ve Ankara Tabip Odası temsilcileri, grevin yasaklanmasını protesto etti.

Kızılay Süleyman Sırrı Sokak’ta bir araya gelen sendika üyeleri Sakarya Caddesi’ne yürüdü. Başka bir noktadan ilerleyen KESK üyeleri ile polis arasında ise kısa süreli arbede yaşandı. KESK üyeleri polisin biber gazlı saldırısına maruz kaldı. Yürüyüşün ardından sendika üyeleri Sakarya Meydanı’nda toplandı. Kurumlar adına ortak açıklamayı DİSK Ankara Bölge Temsilcisi Remzi Çalışkan yaptı.

Eskişehir’de polis barikatı

Alaattin Parkı’nda toplanıp AKP Eskişehir İl Başkanlığı’na yürüyen işçilerin önü AKP binasının bulunduğu caddede polis tarafından kesildi. Birleşik Metal-İş Şube Başkanı Bayram Kavak polis barikatı önünde basın açıklamasını okudu. Eyleme, aylardır direnişlerini sürdüren ICF işçileri de katılım sağladı.

Mersin’de AKP’ye yürüyüş

Birleşik Metal-İş önünde buluşan kitle sloganlarla AKP Akdeniz İlçe binasına yapılan yürüyüş polis barikatı ile kesildi. Bunun üzerine açıklama barikatın önünde yapıldı. Açıklama Birleşik Metal-İş Anadolu Şube Başkanı Rasim Gündal tarafından yapıldı. BDSP’nin de aralarında bulunduğu devrimci ve ilerici güçler de eyleme destek verdi. Eylemin ardından işçilere Kızıl Bayrak gazetesi ulaştırıldı.

Konya’da eylem

DİSK Bölge Temsilciliği önünden AKP Karatay İlçe Binası önüne gerçekleştirilen yürüyüşle grev yasağı protesto edildi. DİSK, KESK, TMMOB, TTB imzalı pankartın taşındığı eylemde okunan basın açıklamasında grev hakkı için mücadelenin devam edeceği vurgulandı.

Çorlu’da eylem

Çorlu’da eylemin adresi AKP İlçe binası yerine Çorlu Belediye Meydanı oldu. Eylem işçi katılımının az olmasının yanı sıra coşku bakımından da sönük geçti. Eyleme Çorlu’da bulunan bütün devrimci ve ilerici güçler destek verdi.

 
§