1 Ağustos 2014
Sayı: KB 2014/31

Siyasal İslam’ın Filistin riyakarlığı
Emperyalistler siyonist İsrail’i
finanse ediyor
AKP-cemaat çatışması üzerine...
Celal Fırat Kobanê gözlemlerini anlattı
Alaattin Karadağ’ın katili için aileden tazminat isteniyor!
Düzenin yargısı
işine geleni görüyor
Ağıtlar ayrı dillerden olsa da acılar ortak
Köle değil işçiyiz, örgütlüysek güçlüyüz!
İşçi sınıfının gelişen eylemleri üzerine...
“Haklarımızı ancak mücadeleyle kazanabiliriz!”

Bu anlayış metal işçisinin beklentilerini
karşılayacak bir taslak hazırlayabilir mi?

Türk Metal bayram arifesinde satış taslağını açıkladı.

Kent işçisinin kazanması için…

Onların bayramlıkları
grev önlükleri!

“Engels’in adı ve yaşamı her işçi tarafından bilinmelidir!” - V. I. Lenin
Devrimci Gençlik Birliği üzerine... / 2
Yaz kampına ve DGB’ye dair görüşler…
Cumhurbaşkanlığı seçimleri, sol ve devrimci tutum - M. Yılmaz
20 yıla sığacak günler bizi bekliyor! - H. Eylül
Wuppertal’da Filistin ve Rojava ile dayanışma eylemi
Bütün dünya çocuklardan özür dilemelidir!
Yalanlar ve komplolarla çürüyen düzeninizi kurtaramazsınız!
Hiroşima 1945’ten yükselen sesler - K. Ehram
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yalanlar ve komplolarla çürüyen düzeninizi kurtaramazsınız!

 

2 Temmuz günü İzmir’deki polis baskınının ardından tutuklanan komünistlerden Onur Kara’nın gazetemize gönderdiği mektubu paylaşıyoruz…

Marx, Komünist Manifesto’da “Toplumlar tarihi sınıflar mücadelesi tarihidir” der. Bu mücadelede her sınıf, kendi dünya görüşü ve ideolojisine uygun bir mücadele anlayışı ve taktiği geliştirir. Ancak tarihin akışı boyunca iktidara gelen her sınıf zamanla gerici konuma düştüğü için mücadele yol ve yöntemleri bakımından aynılaşır; benzer gerici çizgide buluşurlar. Sınıflı toplumların egemenleri, muhaliflerine ve karşıtlarına karşı “komplolar” kurmak, alçakça oyunlara başvurmak gibi yöntemleri önceki iktidarlardan devralır, geliştirerek sürdürürler. Aslında bu durum engellemeye güçlerinin yetmediği tarihsel zorunluluğun karşısındaki acizliklerinden ileri gelir. Bu açıdan sadece proletarya devrimi ve iktidarı kendisi ile birlikte tüm sınıfları ortadan kaldırmayı hedefleyen bir programa sahip olması ve sömürülen, ezilen milyonların bir avuç sömürücü azınlık üzerinde tahakküm sağlaması bakımından bu “geleneği” bozacaktır.

Kuruluşundan bu yana 90 yıllık tarihi boyunca sermaye devletinin de bu konudaki sicili bir hayli kabarıktır. Mustafa Suphiler’in katledilmesinden, “Takrir-i Sukün” kanunlarından, her 1 Mayıs öncesi gerçekleştirilen “komünist tutuklamaları”ndan günümüze gelene değin sayısız örnekler mevcuttur.

Ancak bu kadar eskilere gitmeye gerek yok. Türk burjuvazisinin yaratmış olduğu en gerici siyasal akımlardan biri olan AKP’nin son on iki yıllık pratiğine şöyle bir göz attığımızda bile, sermaye düzeninin içinde bulunduğu çürümeyi, etrafa saçtıkları pislikleri sayısız örnekleri ile birlikte rahatlıkla görebiliriz. KCK operasyonlarından devrimci sosyalist basına yönelik gerçekleştirilen baskılara-operasyonlara, demokratik kitle örgütlerinden sendikalara, ÇHD’li avukatlara kurulan komplolara kadar birçok örnek, “burjuva hukuku”nun sınırlarını ve gerçekte ne anlam ifade ettiğini oldukça yalın bir şekilde orta koymuştur. Bunlara eklenebilecek son örnek, Adana polisinin TTB yöneticisinin telefon kayıtları üzerinden yapmış olduğu soruşturmadır.  

Peki, sadece devrimcilere ve muhaliflere karşı mı izleniyor bu yöntem? Sermaye düzeninin gerici iktidar mücadelelerinde bile nasıl “kumpasların” kurulduğunu, delillerin nasıl “üretildiğini” görmedik mi? Değişen güç dengeleri ve ittifaklara göre aynı yöntemlere bundan sonra da başvurulacağına, yüksek perdeden ilan edildiğine tanık olmadık mı? Aslında tüm bu tanıklıklar demokrasi, hukuk, adalet vb. kavramların tamamen sınıfsal bir öze/muhtevaya sahip olduğunu ve her sınıfın bu kavramların içeriğini kendi çıkarları doğrultusunda doldurduğunun çarpıcı örnekleri olmuştur. Bu açıdan “komploculuk”, “namertlik”, “riyakarlık”, “korkaklık” namına ne varsa çürüyen, asalaklaşan kapitalizmin ve onun yönetim aygıtı olan sermaye iktidarının genlerinde bulunduğunu belirtmek gerekiyor.

Örgütlü komünistler olarak bizler de, bildiğimiz bu gerçekliği bir kez daha yaşayarak görmüş olduk. İzmir polisi kendi burjuva hukuklarını bile çiğneyerek sabahın beş buçuğunda ‘koçbaşı’ denen aletlerle kapıyı kırmak suretiyle ve özel harekatçılarından bomba arama ekibine kadar alakalı alakasız otuz kırk kişilik bir sürüyle “ev baskını” yaparak bizleri gözaltına almıştır. Elbette hem bu hukuksuz/keyfi tutumu protesto etmek hem de kendilerini ve bekçiliğine soyundukları sömürü düzenini tanımadığımızı göstermek maksadıyla sloganlarımızla ilk tepkimizi vermiş olduk. Gözaltı süresince ne ifade verdik, ne de her hangi bir belgeye imza attık. Açlık grevine giderken ayakkabı bağcığı, kemer çıkarma işlemlerini kendilerine yaptırdık.

Gerçekleştirdikleri “baskın” ve halet-i ruhiyeleri komünistlerden, devrimcilerden ne kadar korktuklarının somut bir kanıtı olmuştur. Sözde “operasyonları” ise tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Tablo, yaşadıkları aczin özeti olmuştur.

İşte bu andan itibaren en iyi bildikleri şeye, “komploculuğa” soyunarak zevahiri kurtarmak istemişlerdir. “Suç” sayabilecekleri hiçbir şeye ulaşamamanın yaratmış olduğu yenilgi ruh halinden, “bombalı eylem yapacaklardı, önledik” yalanlarıyla kendilerini sıyırmaya çalıştılar.

Milliyet gazetesinin Ege ekinde “yakalanmasalardı patlatacaklardı” başlığıyla tamamen polis kaynaklı olduğu belli olan asılsız haberde, iki ayrı bombalı eylem yapacağımız iddia edilmiş. Böylelikle sermaye devletinin işçi ve emekçilerin kafasında devrimcilere ve komünistlere yönelik “terörist” imajı ve algısı yaratarak, kendi yaptıkları “hukuksuzluğun”, “devlet terörünün” üstü örtülmek, meşrulaştırılmak isteniyor. Yani tam bir ‘kara propaganda’ operasyonu yürütülüyor. Hem de en alçakça en adice yöntemlerle…

Peki, “iki bombalı eylem” yapacağımıza dair kanıtları neymiş? Evden çıkan kargaburun, havya, lehim vb. günlük tamirat için herkesin evinde bulundurabileceği türde aletler. Zaten haberin devamında “örgütsel dökümanlar” diye muğlak ifadelerin yanına “dijital verilerin incelendiği, eylemlerin nerede yapılacağının bu araştırmalar sonucunda anlaşılacağı” gibi kanıtsız, delilsiz manipüle edici ifadeler eklenmiş. Ne şahane! Bombalı eylem yapacağımızı biliyorlar ama nereye yapacağımızı bilmiyorlarmış. Bir zahmet onu da öğrenseydiniz bari. Sahte düzmece iddianameler ancak böyle hazırlanabilir herhalde. İki kişi alındığımız için de kişi başı birer eylem paylaştırmışlar. Eğer üç veya dört kişi olsaydık sayımızla doğru orantılı bir şekilde eylem sayımızı da arttıracaklardı herhalde!

İsmi cismi belli olmayan bir “kişinin” sıcak havalarda montla gezdiğime dair “ihbarı” ise, ancak “polis zekasına” uygun bir senaryo olabilir. “Anderson’dan masallar” misali bu polis iddiaları savcıya komik gelmiş, yeterli bulmamış olacak ki, bu iddia nedeniyle ne savcılık ne de mahkeme yüzü gördük. Bunu da İzmir polisinin “başarı hanesine” (beceriksizliği ve amatörlüğüne) yazmak gerekir.

Komünistler görüşlerini ve amaçlarını saklamazlar. Yeri gelmişken belirtelim; evet biz bu kapitalist düzenin ve onun cisimleşmiş hali olan sermaye iktidarının işçi ve emekçilerin şiddete dayalı devrimiyle yıkılacağına inanır ve bunun için mücadele ederiz. Şiddet, politikanın yoğunlaşmış halidir ve şiddet olgusu bizim dışımızda, sınıfların tarih sahnesine çıkışı ve kendi aralarındaki mücadelelerinin başlangıcı kadar eski ve nesnel bir gerçekliktir. O halde her sınıf kendi sınıfsal çıkarlarını savunmak için, sınıf mücadelelerinin seyrine bağlı olarak politikanın bu araçlarına, yani şiddete ve onun çeşitli yöntemlerine başvurur. İşçi ve emekçilerin örgütlü öncü güçleri olan komünistlerin görevi de, kitlelerin bu eylemselliğini örgütlemek ve açığa çıkarmaktır.

Peki, şiddet olgusu günlük yaşamımızda nasıl hayat buluyor? Sermaye sınıfının siyasal iktidarı olan bugünkü devletiniz işçi ve emekçileri artı-değer sömürüsü ve ücretli köleliğe mahkum etmek, yine başta Kürt halkı olmak üzere toplumun tüm ezilenlerini baskılamak amacıyla örgütlenmiş bir şiddet aracı değilse, nedir?

Özelleştirmeye karşı mücadele eden Yatağan işçileri, taşeron köleliğine ve sendikal bürokrasiye karşı kızıl bayrak yükselten Greif işçileri, grevleri yasaklanan Şişecam işçileri, önce işsizliğe ve açlığa terk ettiğiniz sonrasında ise yüzlercesini canlı canlı mezara gömdüğünüz maden işçileri yakınları ve Soma halkı, 1 Mayıslar’da söz, gösteri ve yürüyüş hakkını kullanmak isteyen işçi ve emekçiler karşılarında nasıl ve kimlerin şiddetini buldu acaba?

Haziran Direnişi ile sokaklara dökülen milyonlar ne türden bir şiddete maruz kaldı? Berkinler’i, Ethemler’i, Ali İsmailler ve yedi canımızı yaşamdan koparıp alan, kafası kırılmak gözü çıkartılmak suretiyle onlarcamızın sakatlanmasına yol açan nasıl bir “terör” eylemiydi acaba? Ulusal hakları ve özgürlükleri için on yıllardır mücadele eden Kürt halkının yedisinden yetmişine kadar devlet teröründen nasiplenmeyeni mi kaldı? Ceylanlar, Uğur Kaymazlar, Pozantı Hapishanesi’ndeki çocuklar ve daha niceleri kimlerin şiddetine maruz kaldılar? Adana’da gaz fişeğiyle katledilen İbrahim Aras, düzeninizin vahşi şiddetine maruz kalan kaçıncı çocuktur? Burada durup sormak gerekmez mi; Siyonist İsrail mi? Yoksa dümenine AKP’nin geçtiği sermaye iktidarı mı “ öldürmeyi daha iyi biliyor”? Roboski Katliamı’nın sorumluları nerededir? Kol kola girdiğiniz uyuşturucu çeteleriyle Hasan Ferit Gedik ve daha nice devrimcilerin kanını dökenler sizler değil misiniz?

Dökmüş olduğunuz kanı anlatmaya ne mürekkep ne de sayfalar yeterli olabilir. Buna rağmen hakları ve çıkarları için mücadele eden, sizlerin terörüne karşı meşru devrimci şiddeti kullananları “teröristlikle”, “terör suçu işlemekle” yargılamaya kalkıyorsunuz. Sizden önceki egemen sınıflar nasıl ki iktidarlarını korumak adına bu alçakça yalanlara sarıldıysa, şimdi sizler de aynısını yapıyorsunuz. İki komünisti “yakalanmasalardı patlatacaklardı” diye “terör” demagojisiyle “suçlu” ilan ederek onları ve savundukları siyasal düşünceyi toplum nezdinde karalayabileceğinizi düşünüyorsanız, çok yanılıyorsunuz!

Asıl işçi ve emekçiler, toplumun tüm ezilen kesimleri henüz sizleri alaşağı edemedikleri için işlediğiniz cinayetlere ve katliamlara yenilerini ekliyorsunuz. Gözleriniz bomba arıyorsa “senaryolar” kuracağınıza IŞİD, El Kaide, El Nusra ve benzeri emperyalistlerin maşası olan Ortaçağ kalıntısı dinci çetelere gönderdiğiniz “yüzlerce TIR’a” bakın! Hani insani yardım diye yutturmaya çalıştığınız… Ya da “sorun değil dört tane füze yollatırım” diyen ve ses kayıtları ortalığa saçılan MİT’inizin şefini arayın! Reyhanlı’ya bakın. Aradığınız bombaları buralarda ve daha nice komplo ve katliamlarınızda bulacaksınız.

Ama unutmayın ki, dünyada ve Türkiye’de yeni bir döneme giriliyor. Komünistlerin krizler, bunalımlar, savaşlar ve devrimler çağı olarak tanımladığı bu dönem sizlerin de sonunun geldiğine işaret ediyor. Emperyalist-kapitalist sistemin ölüm çanları çalıyor. Dünya genelinde proleter kitle eylemleri ve halk isyanları yaygınlaşıyor. Elbette ki, göbekten bağlı olduğunuz emperyalist kapitalist sistemin buna cevabı dinsel, mezhepsel, gerici savaşlar ve yeni paylaşım savaşları olmaktadır, olacaktır. Ancak tarihin akışını durdurmaya gücünüz yetmeyecek ve yenileceksiniz.

Özellikle Haziran Direnişi ve sonrasında fabrika işgali eylemleri ile birlikte işçi ve emekçiler haklarını almak için daha fazla sokağa çıkmakta, daha militan eylemlilikler gerçekleştirmektedirler. Bunu bastırmaya yönelik her türlü terörünüze karşı kitleler de meşru direnme hakkını kullanacak ve devrimci şiddetlerini açığa çıkarmaktan çekinmeyeceklerdir. Bunun yol ve yöntemleri hareketin düzeyi ve seyrine göre değişiklikler arz edebilir. Yeri gelecek fabrika işgalleri, patron sendika bürokratlarının cezalandırılması olacaktır. Yeri gelecek taşları, sapanları, molotofları ve silahlı güçleri ile devlet terörüne karşı kendilerini savunmak şeklinde olacaktır. Ta ki, nihai hedefe ulaşana kadar…

İşçi ve emekçilerin örgütlü, en ileri temsilcileri olarak biz komünistler ise, bu mücadelede her zaman “vardık, varız, var olacağız!”

20 Temmuz 2014

TKİP dava tutsağı Onur Kara
Kırıklar 1 No’lu F Tipi Hapishanesi / B-38
Kırıklar-Buca / İzmir

 

 

 

 

Evrim Erdoğdu’dan mektup...

Sevgili yoldaşlar,

Sizleri Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi’nden mücadelenin kızıştığı sıcak günlerin tam ortasında devrimci duygularımla selamlıyorum. Bildiğiniz gibi 2 Temmuz sabaha karşı İzmir’de sermayenin kolluk kuvvetlerinin gerçekleştirdiği operasyonla iki sınıf devrimcisi olarak gözaltına alınarak tutuklandık.

Burjuva hukuk kurallarına dahi uymayan operasyonlarına kılıf bulmak için her zamanki gibi “terör demagojisine” sarılıp düzmece bir senaryoyu hızla kaleme alarak polis basını gibi çalışan burjuva medyaya servis ettiler. “İzmir’i kana bulayacaklardı!”, “Yakalanmasalardı patlatacaklardı!” vb. gibi manşetlerle yaptıkları yalan haberlerle devrimci sınıf faaliyetini hedef göstererek pervasız saldırılarını meşrulaştırmayı amaçladıkları ortadadır. Hiçbir somut delile dayanmayan bu suçlamalar açık bir polis komplosu ile yüzyüze olduğumuzu gösteriyor. Ve aynı zamanda sermaye iktidarının devrimci faaliyete karşı tahammülsüzlüğünü kanıtlıyor. Operasyonlarının bu şekilde reklamını yapıp büyük yaygara kopardıkları baskınlarının bir dayanağı olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyorlar. Böylece kendilerini aklamaya çalışıyorlar.

Haziran Direnişi’nden sonra toplumsal muhalefete yönelik fiziki ve ideolojik saldırılarını derinleştirenlerin hareketin öncü güçleri olan devrimci özneleri ezerek yok etmek istedikleri açık bir gerçek. Bu sayede polis devleti uygulamaları dizginlerinden boşaltılıyor, ‘90’lı yılları aratmayan sınırsız baskı ve zor devreye sokuluyor. İşçi sınıfının grev hakkına saldıran, sınıfın anayasal hakkı olan sendikal hak ve örgütlenmeye fiilen engel olan sermaye düzeni azgın emek sömürüsünün önündeki tüm engelleri temizlemek için dikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışıyor. Bunalımların ve savaşların derinleştiği bir süreçte hakları için sokağa çıkan işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar, Kürt halkı, Alevi emekçiler hedef tahtasına çakılarak susturulmaya çalışılıyor. Öte yandan çözüm aldatmacası ile Kürt halkının oylarını avlamaya çalışırken IŞİD çetelerini Rojava’nın üzerine salıp eşitlik ve özgürlük mücadelesini zorla bastırma çizgisini kararlılıkla sürdürmeye devam ediyorlar. İsrail ile stratejik ortaklıklarını sürdürüp Filistin’e yönelik katliam için timsah gözyaşları dökmekten ise geri durmuyorlar. Demokratik hak ve özgürlüklere yönelik bu bitmek tükenmek bilmeyen müdahale politikasının gerisinde sosyal mücadelenin büyüyerek devrimci sınıf hareketinin patlamasından/gelişmesinden duyulan korku yatıyor. Bu çerçevede sol hareketin tasfiyecilik rüzgarı karşısında savrulduğu bir süreçte Marksist-Leninist dünya görüşüne dayanan devrimci sınıf çizgisi sermaye cephesince büyük bir tehlikeyi ifade etmiş oluyor. Kapımızın henüz havanın aydınlanmadığı saatlerde şafak baskını ile zorbaca koç başı ile kırılmasının gerisindeki asıl neden budur.

Sorgusuz sualsiz, sinsice, biz uykudayken evi basıp gümbürtü nedeniyle yataktan kalkar kalkmaz üzerimize gece görüşlü silahları ile çullanıp “yere yat” haykırışlarına direnince ise bizi zorla yere yatırıp arkadan kelepçelediler. Benim kollarımı biri plastik biri demir iki kelepçe ile bağladılar. Evden çıkana kadar çift kelepçe ile tuttular. Defalarca kez neden bu baskını gerçekleştirdiklerini sormamın ardından yakalamam olduğunu söylediler. Eve kameralar, olay yeri inceleme ekipleri, TEM polisleri ile kalabalık bir şekilde geldikleri gibi evin etrafını abluka altına alıp mahalleyi terörize ettiler. Sonrasında Onur yoldaşın İnterpol tarafından arandığı, benim üyelikten 6 yıl 3 ay kesinleşmiş cezam olduğu üzerinden burjuva basına yaydıkları durumu krimanilize etmeye dönük bilgiler de, bize yönelik düzmece ihbar olduğuna dönük evraklar da, polis fezlekesine ev araması sırasında basit ev aletleri arasında bulunan küçücük kargaburnunu ‘bomba yapımında kullanılacak bir malzeme’ olarak yazmaları da düzenin içinde bulunduğu aczi gösteriyor. Eski davalarımız olmasa bizi tutuklayacakları ya da gözaltı yapacakları hukuki gerekçeleri olmadıkları ve sırf bu nedenle sessiz sedasız zorla ev baskını yapmayacakları halde düğmesine bastıkları operasyon ilerici-devrimci güçlere, devrimci sınıf faaliyetine yönelik tahammülsüzlüğü gösteriyor. Evi didik didik aramaya devam ederken bizi çıkarıp ayrı ayrı Ford minibüslere koydular. Evden çıkarken ve sonrasında, Konak Emniyeti’ne parmak izine ve mahkemeye götürülürken “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm!” sloganları ile keyfi ve hukuksuz polis operasyonunu teşhir ettik. Ağızlarımızı kapatmaya ya da yerine göre bizi çekiştirerek slogan atmamıza engel olmaya çalıştılar. Emniyette devrimci tutum olarak hiçbir ifade vermedik, hiçbir şeye imza atmadık. Kronik astım bronşit olduğumu bildikleri halde, kabul etmememe rağmen zorla asetonla ellerimden swap aldılar. Bu nedenle kriz geçirmeme neden oldular. Savcılığa dahi çıkarılmadan ben infaz bürosuna, Onur yoldaş hakkında açılan eski davası için mahkemeye götürüldük. Hangi hukuki gerekçeye dayandığı belli olmayan bir şekilde muhtemelen hukuksuz bir şekilde DNA için kanımızı aldılar. Akşam saatlerinde hapishaneye götürdüler. Gözaltında tuttukları saatler dışında yaklaşık 7-8 saat boyunca arkadan kelepçeli bir şekilde bekletildik. Tüm bunlar polis devleti uygulamasının boyutlarını gözler önüne seriyor.

Ben Mamak İşçi Kültür Evi, Mamak Kültür Sanat Festivali, Kızıl Bayrak, Eksen Yayıncılık ve BDSP şahsında Ankara’da devrimci sınıf faaliyetini engellemeye dönük gerçekleştirilen (2009-2010 yıllarında) operasyon ve davaların sonucunda TKİP’ye üyelikten hakkımda verilen hüküm nedeniyle Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi’nde tutsak edilmiş durumdayım. 2009-2010 yıllarında pek çok sınıf devrimcisinin gözaltına alınmasına, tutuklanmasına ve ceza almasına neden olan bu davalardan bir başkasından da yargılanmaya devam ediyorum. Sermaye düzeninin süreklileşen bir tarz izleyerek komünist ve devrimci güçleri tarafından dişe diş mücadele ile kazanılan devrimci mevziler olan sosyalist basın ve devrimci kitle örgütlerinin siyasal yaşamda bir odak olarak güçlenmesine engel olmaya çalışılıyor. TMY’ye dayanarak açtıkları sayısız davalar, tutuklamalar ve sayısız baskı aracı ile devrimci mevzileri krimanilize ederek işçi ve emekçi kitlelerden tecrit etmeyi hesaplıyorlar. Çünkü sınıfın hak ve özgürlükler mücadelesinin militanlaşarak devrimcileşmesinin Soma Katliamı ile tüm çıplaklığı ile ifşa olan vahşi kölelik düzeninin sonu demek olduğunu gayet iyi biliyorlar. Yasal ve yasa dışı baskı ve engellemelerin sonunun gelmemesi bu yüzdendir. Sınıf devrimcilerine ve tüm devrimci güçlere yönelik açılan davalara verilen cezalar bu tabloyu tamamlamaktadır. Demokratik eylem ve örgütlenme hakkı sınırlarını yasal çerçevede dahi aşamayan suçlamalarla örgüt üyeliği ya da propaganda cezaları vererek hukuksal değil siyasi kararlar veriyorlar. İzmir’de de bu davaları bahane ederek bizi derdest edenlerin çelişik ve mesnetsiz suçlamaları da aynı zihniyetin yansımasıdır. Asıl hedefi işçi ve emekçiler olan bu siyasal saldırıları ancak geçmişteki gibi DGM’leri kapattıran sınıf hareketi püskürtebilir. Gerçek özgürlük ve adalet için, sınırsız söz, basın, örgütlenme hakkı için mücadeleye!

Evrim Erdoğdu
22 Temmuz 2014
Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi


 
§