11 Temmuz 2014
Sayı: KB 2014/28

Sınıf hareketi önündeki engellerin kaldırılması için...
Engelleri aşmak için taban inisiyatifleri
İş güvencesi hakkına
sahip çıkmak için birleşik mücadeleye!
Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerine...
Çatı aday kimin adayı?
TKİP hedef gösteriliyor!
İnternette sansüre devam!
Maltepe Belediyesi dava kararından görünenler
Bosch’ta yetki
Türk Metal’e verildi
Ha cam ha soda:
İşçi düşmanı Şişecam!

Sütaş’ta devlet sermayenin hizmetine koştu

İşçiler sessiz sedasız ölüyor

Tanrıverdi’de işçi iradesine patron müdahalesi

Üretimden gelen gücümüzü kullanıyoruz!

Kızıl Bayrak: Tasfiyeciliğe, karanlığa tutulan kızıl bir meşale! - H. Eylül
Direnişçi işçilerden
Kızıl Bayrak’ın 20. yılına...
“Yeni Greif’ler için ileri!”
Ekim Gençliği II. Yaz Kampı
Mülteciler sorunu ve devrimci sorumluluk
İsrail saldırıyor, Filistin direniyor!
Mısır’da yeni yönetimin ilk icraatı
zam furyası
Çocuklar hapishanede, suçlular nerede? - Z. Eylül
Eylül günlerinde acının arabesk hali - K. Ehram
“Müziğimiz mücadeleye devam çağrısı!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mülteciler sorunu ve
devrimci sorumluluk

 

Almanya’nın başkenti Berlin son günlerde mültecilerin zaman zaman polisle sert çatışmalar halinde cereyan eden yoğun eylemlerine sahne oluyor.

Bir grup mülteci üç ay öncesine kadar, Almanya’nın nerdeyse her yanına yayılan uzun ve dişe diş mücadeleler sunucunda Berlin’e geldi. Oranienplatz’da çadırlar kurdular, burayı adeta mesken tuttular. Burayı sadece yatılıp kalkılacak bir yer olarak değil, kendi sorunlarına az-çok kalıcı çözüm bulmak üzere çeşitli eylemler örgütledikleri bir alan olarak da kullandılar. Bununla da kalmadılar, toplumsal-siyasal her gelişmeye ilgi gösterdiler, Haziran Direnişi, Berkin Elvan protestoları, Soma madenci katliami vb. Bu temelli eylemlerle anında temas kurdular, katıldılar, aktif biçimde desteklediler. Almanya’daki Hamburg/Rota Flora ve Lampedus olayı gibi gelişmelere de eylemli tepkiler verdiler. İşçi ve emekçilerin zaman zaman gerçekleştirdikleri eylemlere karşı da duyarlı oldular, destek sundular.

Berlin/Oranienplatz’daki mülteci hareketi politik bir karektere sahipti. Hareketin bu açık politik karakteri başından itibaren Alman devleti ve polisinin dikkatini çekiyordu, bunun ifadesi her eylemleri onları iyiden iyiye rahatsız ediyordu. Nihayet, üç ay önce bu rahatsızlıklarını dışa vurdular. Oranienplatz’daki mültecilere saldırdılar, burada kurulu çadırları söktüler. Bunun üzerine, burada uzun süredir birarada kalan mültecilerin ezici bölümü, bu kez, Ohlauer Caddesi’nde bulunan Gerhard-Hauptman Schule’yi işgal ettiler. İçlerinden beş kişi de açlık grevine başladı. Berlin polisi onları buradan da söküp atmak için harekete geçti, Yeşiller Partisi’nin Kreuzberg ilçe teşkilatının çağrısını da bahane ederek, mültecilerin okulu boşaltmasını istedi. Ortam yeniden gerildi. Semt esnafı, semtte oturan emekçiler, ilerici ve devrimci çevreler de hareketlendi, polis saldırısına tepki gösterdiler. Kreuzberg ve çevresinde oluşturulan kuşatmaya rağmen binlerce insan mültecilere yardıma koştu, destek eylemleri gerçekleştirdi. En caydırıcı eylemi ise, yine mülteciler ortaya koydu. Okulun çatısına çıktılar ve atlama uyarısında bulundular.

Buradaki hareketlilikle eşzamanlı biçimde, AB’nin merkezi Brüksel’de de mülteciler sokağa çıktı. Bir grup mülteci Avrupa Parlamentosu önünde bir basın açıklaması yaptı. Bununla da yetinmediler, Brüksel’deki Alman Konsolosluğu’nu işgal ettiler.

Tüm bu gelişmeler üzerine şimdilik mültecilere dönük saldırı durdurulmuş bulunuyor. Belin’dekiler işgal ettikleri okulda kalmaya devam ediyorlar. Sorunlarının yoluna konulacağı yönlü bazı sözler de edildi. Ve dahası, bu aynı dönemde, ilticacılar yasasında bazı değişiklikler yapılmakta.

Ne var ki, özünde değişen birşey yok. Sorun, başta Almanya olmak üzere, Avrupa’da yeniden ve daha bir ağırlaşarak varlığını koruyor. Mülteciler yasası da, tümüyle yanılsama niteliğindeki kimi değişikliklere karşın, gerici karekterini koruyor.

Koşullar değişti, sorun daha da ağırlaştı

‘80’li yıllarda dünyada ve tek tek ülkelerde yaşanan gelişmeler, askeri-faşist darbeler, gerici savaşlar, iç çatışmalar kaçınılmaz biçimde Avrupa’ya doğru kitlesel mülteci dalgalarına yol açtı. Avrupa, Almanya başta gelmek üzere, esası politik olan mülteci akınına sahne oldu.

Dönemin ilk yılları, ağır bir yıkımı yaşasa da devrimci mücadelenin değişik biçimler alarak sürdüğü yıllardı. İltica hakkı ilerici insanlığın uzun yılları alan ve ağır bedellere mal olmuş bir kazanımıydı. Henüz kaba biçimde yok sayılan, tanınmaz, itibardan iyice düşen bir durumu yoktu. Tam tersine, özellikle politik sürgünlerin hissedilir bir itibarı vardı. Bu ilk yıllarda, oturum hakkı almak için demokrasinin rafa kaldırıldığı, insan haklarının ayaklar altına alındığı, gerici-faşist bir rejimin hüküm sürdüğü bir ülkeden gelmek yeterliydi. Nitekim, bu dönemde iltica başvurularının neredeyse tümü karşılık buldu. Bunun sonucu olarak, Almanya başta olmak üzere, Avrupa binlerce politik mültecinin zorunlu olarak mesken tuttuğu bir toprak haline geldi. Sovyet ve Doğu Bloku’nun dağılması sırasında bu kez bu ülkelerden gelen bir mülteci akınına sahne oldu Avrupa. Halka genişledi, mülteci sayısı iki katına çıktı. Sorun da buna koşut olarak büyüdü.

Bu dönemde mültecilerin az-çok kabul edilebilir hakları vardı. Belli kısıtlamalara rağmen ilticacılar rahat hareket edebiliyor, seyahat yapabiliyordu. Resmi kurumların verdiği parasal desteklerin yanı sıra, kimi ülkelerde çalışma hakları da vardı mültecilerin. İlişkiler kurmak, toplumsal-siyasal yaşama katılmak için şartlar uygundu. Yer yer polisin ve resmi kurumların ırkçı-faşist muamelelerine rastlansa da, hala sınırlar aşılmamıştı. En önemlisi de, yerli toplum, tıpkı göçmen işçilerin ilk geldikleri dönemdeki gibi politik sürgünlere yakınlık gösteriyordu.

Sovyet ve Doğu Bloku’nun çözülüp dağılması, aynı zamanda bu alanda da bir milat oldu. Nasıl ki bu gelişme işçi ve emekçilerin tarihsel tüm kazanımlarına dönük kapsamlı ve acımasız saldırılar için bir vesile olduysa, benzer biçimde ilticacılar için de aynı şeyi ifade etti. Demokratik hak ve özgürlükler budanmaya başlandı, polis devleti uygulamaları hız kazandı. Irkçı-faşist akımlar yeniden boy göstermeye başladı. Güç oldular. Buna paralel gelişme ise, iltica yasasının gitgide gericileştirilmesi, iltica hakkının iyice kullanılmaz hale getirilmesi, sınırdışı uygulamaların artması oldu. Bu durum zamanla çok daha belirgin bir hal aldı. Zaman içinde iltica akını en alt düzeye indi. Almanya’da ise neredeyse yok denecek hale geldi.

Kısacası, belli bir tarihten beridir ilticacıların ilk yıllardaki koşullarından eser yok.

Şöyle ki, bin bir çile ile Avrupa ülkelerine gelen mülteciler apar-topar, etrafı tel örgülerle çevrili, geldikleri ülkelerdeki kapalı cezaevlerini aratmayan, merkezi mülteci kamplarına dolduruluyorlar. Parasal destek en alt düzeye inmiş bulunuyor. Esasında para da verilmiyor, yerine alış-veriş fişleri veriliyor. Her şey izne bağlı, seyehat etmek iyice sınırlandırılmış. İlişki kurmak, toplumsal yaşama katılmak hayli meşakatli hale getirilmiş bulunuyor. Dahası, insani muameleden eser kalmamış. Mülteciler birer asalak, devletin sırtına bindirilen bir yük gibi görülüyor. Aşağılanıyorlar, dışlanıyorlar. Yılıp kaçmaları için herşey yapılıyor. Kısacası günümüz mültecileri tam bir esir muamelesi görüyor, kaldıkları yerler de birer esir kampıdır.

Mülteci dramı kapitalizmin ve
burjuva demokrasisinin utancıdır

İlerici insanlığın kanayan yarası olan mülteci sorunu ve dramı, kapitalist-emperyalist sistemin eseridir. Binlerce, on binlerce yoksul, çaresiz ve umutsuz insanı ülkelerinden koparan, yollara düşürüp başka topraklarda birer rehine gibi yaşamaya mahkum ve mecbur eden emperyalist haydutlardır. Okyanusların karanlık sularına gömülen gemilerde yaşamını yitirenlerin, sınır boylarında kurşunlananların sorumlusu da onlardır.

Bu sorun gitgide büyüyor. Bir büyük drama dönüşüyor. Buna yol açan da, bir kez daha, 11 Eylül saldırısı ile başlatılan emperyalist savaşlar serisidir. Afganistan, Irak, Libya ve şimdi de Suriye’de yanmakta olan emperyalist-gerici savaşlardır. Dünyanın pek çok yerinde kışkırtılan iç savaşlardır. Başta ABD olmak üzere bir bütün olarak emperyalist sistemin desteklediği ve ayakta tuttuğu gerici-faşist devletlerdir.

Sistemin soruna çözümü yoktur. O sadece ve sadece, Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Filistin, Kürdistan, Filipinler vb. coğrafyalarda sebep olduğu büyük acılara ve yıkımlara, somut olarak da, Lampedus örneğindeki gibi kitlesel katliamlara yol açmaya muktedirdir. Hamburg/Rota Flora örneğindeki gibi polis sürüleri ile mültecilerin ve onlarla birlikte ilerici ve devrimcilerin, bu insanlık dramına seyirci kalmayıp, mültecilerin yardımına koşan emekçilerin üzerine salan, korkakça, kentte bir anda bir olağanüstü hal durumu ilan eden, yasak bölge uygulamalarına başvurmaya yeteneklidir.

Devrimci görev ve sorumluluk

İlticacılar sorunu uzun yıllardır sahipsizlik durumu yaşamaktadır. Sadece toplum nezdinde değil, ilerici ve devrimci güçler de uzun yıllardır soruna ilgisiz kalmışlardır. Açık bir duyarsızlık durumu sözkonusudur. Bu ancak belli dönemlerde ve geçici bir süre için olabilmiştir.

Herşey bir yana ‘80’li yıllardaki ciddiyetle politik ilticacıların sorunlarına sahiplenme, çözümü için seferber olma, toplumun gündemine taşımak için çok yönlü politik ve pratik çalışmalardan eser yoktur. Olsa olsa zaman zaman bir iç gündemle gerçekleştirilen cezaevleri sempozyumlarından ya da uluslararası politik mülteciler günü yapılan etkinliklere katılmakla sınırlı bazı çabalardan söz edilebilir. Bu ise, mevcut tabloyu değiştirmez.

Şimdi bu zaafiyete son verme, yeniden duyarlı olma zamanıdır. Yasak savma kabilinde ve üstelik de gelgeç çalışmalarla kendimizi avutamayız. Devrimci basında Berlin’deki politik harekete ilişkin haberlere son vermek de iş değildir. Organik ilişki, hareketle ciddi ilişkilenmek, kendi sorunumuz olarak görmek ve öznesi olmak, aslolan budur. Bu da yetmez, sorun yeniden yakıcı hale gelmektedir. Bu nedenle toplumun gündemine taşınmalıdır. Saldırılar ancak ve ancak bu sağlanırsa püskürtülebilir. Rota Flora ve Berlin örnekleri de bunu doğrulamaktadır.

En başta insani muamele, uluslararası bir hak olan iltica hakkının kayıtsız-koşulsuz tanınması, bu çerçevede, ayrımsız biçimde mültecilere koşulsuz oturum hakkı verilmesi, onlar için yaşanılabilir meskenlerin sağlanması, başta seyahat özgürlüğü olmak üzere, toplumsal-siyasal yaşama katılmalarının önündeki tüm engellerin kaldırılması, insanca yaşamaya yeterli bir parasal destek, çalışma hakkı ve gerici ilticacılar yasasının iptal edilmesi. Mülteciler için ileri sürülecek istemler bunlardır.

Soruna hassasiyetle yaklaşmak, yeniden toplumun gündemine taşımak ve bu istemler için mücadele görev ve sorumluluğu önümüzde durmaktadır.

 

 

 

 

Almanya’da ‘açlık ücreti’ kabul edildi

 

Federal Meclis, kabul ettiği açlık ücretinin bütün sektörlerde uygulamasına da sınırlar getirerek kimin meclisi olduğunu ve SPD tarafından “tarihi boyutlarda sosyal reform” olarak tanıtılan yasanın kimler için ‘tarihsel’ fırsatlar sunduğunu da göstermiş oldu.

Buna göre;

- Uzun süreli işsizler istihdamlarının ilk altı ayında asgari ücretin dışında kalacaklar.

- 18 yaşın altında çırak ve gençler asgari ücretin altında çalıştırılabilecek.

- Stajyerler üç ay boyunca asgari ücretten muaf tutulacaklar.

- Gazete yayıncıları yasanın yürürlüğe gireceği 2015 yılında çalışanlarına, asgari ücretten yüzde 25 ve 2016 için ise yüzde 15 daha az ücret ödeyebilecekler.

- Mevsimlik işçiler için öngörülen çalışma koşulları ise, mevcut kölelik koşularında çalışmalarının yasallaştırılmasından başka bir anlama gelmiyor. Bu alanda çalışanların asıl kitlesini göçmen işçiler oluşturuyor.

- Mevsimlik işçilerin konaklama ve yemek maliyeti telafi edilmeli diye buyuran yasa, ayrıca, mevsimlik işçilerin artık sosyal sigorta kapsamında olmadan, bir yılda 70 gün istihdam edilebilmelerini legalleştiriyor.

Alman Sendikalar Birliği’nin (DGB) Federal Gençlik Kongresi yoksullukla mücadele edebilmek için asgari ücretin 12.40 avro, Wohlfahrtsverband (Refah Birliği) ise asgari ücretin 13 avro olmasını istemişlerdi.

Kabul edilen ve 8.5 avro olarak belirlenen asgari ücret Almanya’da açlık sınırı anlamına geliyor.

 

 

 

 

Arjantin iflasa gidiyor,
işçiler sokaklarda!

 

Arjantin hükümetinin 2000’li yılların başındaki krize benzer bir şekilde borçlarını ödeyemeyeceğini açıklaması emekçilerde büyük öfke yarattı. Otomotiv işçilerinin en ön saflarda yer aldığı gösteride işçiler, krizin faturasını işçilerden çıkarmaya çalışan Lear firmasına tepki gösterdi. Sendika sekreteri Vitaliy Krovesheev, Lear şirketinin ekonomik durgunluğu gerekçe göstererek planladığı işçi kıyımına karşı “Bütün bunların sebebi Christina Fernandez’in hükümetinin emperyalistler ile iş yapması ve bir kez daha onlarla borç pazarlığına girmesi; mevcut borç batağı. Bütün bunlar yüzünden Amerikalı şirket sahipleri ile mükemmel ilişkilerini sürdürmek zorunda olması bunların sebebi” şeklinde konuştu.

Emekçilerin demokratik ve meşru gösterileri ise polis tarafından saldırıya uğradı. Polisin gösterilere tahammülsüzlüğü, derinleşen ekonomik krizde sermayenin emekçilere yönelik sosyal yıkım saldırıları ile birlikte polis terörünü de devreye sokacağının sinyalini verdi.

Polisin gösterilere saldırması sonucu binlerce işçi ve emekçi ile polis arasında çatışmalar yaşandı. Polis, birçok kişiyi gözaltına aldı.

ABD yüksek yargısı, Buenos Aires hükümetini, 30 Temmuz’a kadar borçlarını ödemeye mahkum etti. Arjantin devleti ABD yüksek yargısının kararını yerine getiremezse 12 yıl sonra ikinci defa iflasını açıklayacak.

Arjantin’de faaliyet gösteren ABD tekelleri, 2002’de borçlarını ödeyemez duruma düşüp kendilerine devlet tahvili öneren ve büyük maddi kayıplar yaşamasına yol açan Arjantin’e karşı açtıkları davaları kazanmışlardı.

 

 

 

 

Yeni bir vurgun alanı:
Karayolları ücretli olacak

CDU/SPD büyük koalisyon hükümeti, tekellerin yıllardır yapmak isteyip de yapamadıkları karayollarının ücretli olması taleplerini yerine getirmek için hazırladıkları planı kamuoyuna açıkladılar. CDU’lu Ulaştırma Bakanı Alexander Dobrindt tarafından hazırlanan yasa taslağına göre, geçiş ücretleri Almanya’da tüm karayolları ağı için geçerli olacak. Almanyalı sürücüler yıllık 150 avro ödeyecek. Buna karşılık motorlu taşıtlar vergisinde indirime gidilecek. Bu indirimin ne kadar olacağı ise açıklanmadı.

Yabancı sürücülerin ise 10 günlük taşıt pulu (vinyet) için 10,2, aylık pul için ise 20 avro ödeyecekleri açıklandı. Böylece sadece ‘yabancı’ sürücülerden yılda 625 milyon avro vurgun elde edilecek.

Emperyalist hükümet, karayollarının ücretli olmasına karşı oluşan tepkiyi etkisizleştirmek için, yasada ırkçı ayrımcılık yaparak gerici-milliyetçi önyargıları kışkırtma yoluna gitti. Gerici bulvar gazetesi Bild, internet üzerinden alelacele bir kamuoyu yoklaması(!) yaptırarak ortaya çıkan milliyetçi sonuçları yayınladı hükümete destekte bulundu. Bild “42 bin katılımcının yüzde 59’unun ‘çok güzel, nihayet yabancı sürücüler de geçiş ücreti ödeyecekler’ dediklerini” yazdı.

Federal hükümet geçen hafta belirlediği 8,5 avro asgari ücretle işçi pazarını, çifte vatandaşlık yasasıyla tekellerin yedek işçi ordusu taleplerini güvenceye alma çabasına, karayollarını ücretli yaparak kapitalist tekellere yeni bir gelir-vurgun kapısı açacak.

Elbette sansasyonel, gerici-milliyetçi Bild gazetesinin kendi sitesi üzerinden açtığı yoklamaya kısa zamanda en çok gericiler ve milliyetçiler katılacaktır. Bild gazetesinin sonuçları(!) “çok güzel, nihayet yabancı sürücüler de geçiş ücreti ödeyecekler” diye veriş tarzı da, bu alçakların iğrenç amaçlarına açıklık getiriyor.

8,5 avro açlık ücreti gibi, karayollarının ücretli olması da emekçilerin birliğini bölmek için başta en çok ‘yabancıları’ hedefliyor gibi olsa da, tekellerin bu saldırısından Alman emekçiler de kurtulamayacaktır.


 
§