24 Mayıs 2013
Sayı: KB 2013/21

 Kızıl Bayrak'tan
Metal işçileri grev kapısında, satış an meselesi
Washington’da sınırları çizilen AKP savaş çığırtkanlığına devam ediyor
ABD-İsrail ikilisi tedirgin
Polisin hedefi basın!
Reyhanlı’da bir hafta daha geçerken
Emekçiler Reyhanlı için sokakta!
“Bizi savaştıkları bir
düşman olarak görüyorlar!”
İş güvencesi, insanca bir ücret, insanca yaşam için
İşçiler direniyor!
İşçi grevleri artıyor
THY grevinde her gün mücadele!
MESS’i yenmek, ihanete geçit vermemek için
Metal işçisi
tarih istiyor!
Anti-emperyalist mücadelenin kapsamı ve niteliği
H.Fırat
“Anti-tekel demokratik devrim stratejisi”:
Portekiz deneyimi
H. Fırat
Kolombiya: Gerilla hareketlerinde
bir dönemin sonu
S. Eren
“Özgür” Suriye Ordusu
16.Pfingstjugendtreffen sona erdi
Üniversite kampüslerine ÖGB yerine polis

Hiçbir gerçek karanlıkta kalmayacak!

Gençlik Reyhanlı’nın hesabını soruyor!
Kaypakkaya anıldı!
Nurhak şehitlerini
mücadelemizde yaşatıyoruz!
B. Bahar
Kaçırılan ama yitmeyip kalanlara...
H. Eylül
Düzenin ÇED aldatmacası
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kolombiya: Gerilla hareketlerinde bir dönemin sonu

S. Eren

 

Kolombiya hükümeti ile Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) arasında sürdürülen barış görüşmelerinin beşinci turu 17 Şubat’ta Havana’da gerçekleşti. Elli yıldan bu yana süren iç savaşın sonlandırılması amacıyla görüşmeler 18 Ekim 2012’de Oslo’da başlamış ve altı madde üzerine müzakereler sürdürülmüştü. Bu süreçte Küba ve Norveç arabulucu rolünü üstlenirken, Venezuella ve Şili de gözlemci konumundalar.

Daha önce gerçekleşen üç barış görüşmesinin sonuçsuz kalması nedeniyle FARC bu kez tek taraflı olarak 20 Ocak 2013 tarihine kadar ateşkes ilan etmişti. Ancak Kolombiya rejimi bu süreçte FARC’a yönelik askeri operasyonlarını artırdı. 8 Aralık’ta yapılan bir hava saldırısında 20 gerilla katledildi. 31 Aralık’ta yapılan saldırıda ise FARC’ın ilk komutanlarından olan Luis Carlos Durango, cephenin önde gelen komutanlarından Jakobo Arongo ve beş gerilla katledildi.

17 Şubat’ta yapılan beşinci tur görüşmenin ana temasını toprak reformu oluşturuyordu. Görüşmelerde FARC’ın delegasyonuna başkanlık eden İvan Marquez, küçük üreticilerin, yoksul köylülerin toprak sorununu çözmek amacıyla on maddelik bir öneri sunacaklarını açıklamış, “Küçük üretim, tüketim kooperatiflerinin desteklenmesi, sosyo-ekonomik bir teşvik programıyla özel, yerel ve bölgesel ekolojik üretime dayalı işletmelerin desteklenmesi, kır ve kent arasındaki üretim ve tüketimin koordine edilmesi” gibi maddelerin öncelikli olduğunun altını çizmişti.

Barış sürecinin en önemli maddeleri toprak sorununa ilişkin. Kır yoksullarının, topraksız köylülerin ve küçük üreticilerin politik temsilcisi olarak elli yıldan bu yana savaş yürüten FARC, bu toplumsal kesimlerin kazanımlarını genişletmeye çalışıyor. FARC kontrolünde olan bölgelerde elde edilen kazanımları ülke geneline yaymayı hedefliyor.

Ancak bu çok kolay görünmüyor. Zira bölgenin en palazlanmış tarım oligarşisi Kolombiya’da bulunuyor. Tarıma açık toprakların %52’si, nüfusun %1.5’ni oluşturan bir kastın elinde. Bu kast para-militer çetelerle gerillaya karşı kuralsız bir savaş yürütüyor.

Toprak reformu, demokratikleşme, halkın yönetime katılımı, silahlı mücadelenin sonlandırılması ve FARC’ın siyasi bir partiye dönüştürülmesi, uyuşturucu ticareti sorununun çözümü, iç savaş kurbanlarının mağduriyetlerinin giderilmesi de görüşmelerin temel maddelerini oluşturuyor.

1964 yılında kurulan Kolombiya Devrimci Silahlı Güçler (FARC) Latin Amerika’nın en eski ve en güçlü gerilla hareketi konumunda. Oligarşiye karşı topraksız yoksul köylülerin başkaldırısı ve silahlı direnişi temelinde kurulan FARC’ın ilk kadroları, reformcu liberal bir konumda olan Komünist Parti’den kopan üyeler ile orta sınıfa mensup öğrenci önderleri tarafından kuruldu. 20 bine yakın gerilla gücüyle bölgede ayakta kalan tek silahlı gerilla hareketi. FARC’ın kurucusu olan ve 2008 yılında yaşamını yitiren Manuel Marulanda Tirofijo Latin Amerika’da efsanevi bir komutan olarak anılıyor.

FARC’ın kuruluşundan bir yıl sonra, 1965 yılında Küba Devrimi etkisiyle Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN) kuruluşu ilan edilmişti. Aynı yıl Marksist-Leninist Komünist Partisi (PC/ML) tarafından üçüncü bir gerilla örgütü olan Halk Kurtuluş Ordusu (EPL) da kurulmuştu. 1973 yılında kent orta sınıflarının seçim manipülasyonuna karşı tepki olarak kurulan 19 Nisan (M-19) gerilla örgütü ise, bazı eylem ve sabotajlarla dikkatleri çekmişti.

Gerilla hareketleri resmi orduyu aciz duruma düşürünce, 1980 yılından itibaren büyük toprak sahipleri tarafından kurulan para-militer karşı devrimci güçler, FARC’a destek veren yoksul köylülere karşı vahşi bir savaş başlattılar. Toplu katliamlarla göçe zorlanan yoksul köylülerin sayısı 9 milyonu bulmaktadır. Gerilla hareketinin toplumsal dayanağını paralize etmek için göçe zorlanan yoksullar, başkent Bogota’nın kenar mahallelerinde yaşamaktadır.

Barış görüşmeleri” neden bugün?

Kontralaşmış Kolombiya rejimi, iç savaşa son vermek ve gerilla hareketini politik olarak entegre etmek için manevralara yöneldi. Görüşmeler, ABD’nin sadık uşağı Kolombiya devlet başkanı Belisorio Betoncur döneminde, 1984’te başladı. FARC ve M-19 Hareketi’nin ateşkes görüşmelerine başlaması, politik entegrasyon doğrultusunda atılan ilk adımlar oldu.

Yapılan anlaşma sonucu FARC, Ulusal Yurtsever Birlik Partisi’ni (UP) kurarak 1989’da seçimlere katıldı. Senatoda 6, parlamentoda 28 sandalye kazanan UP, 300’den fazla belde ve belediye meclisinde etkili bir güç oldu. Ancak bu “demokrasi iklimi” uzun ömürlü olmadı. UP’un seçim başarısı kontra rejimin hışmına uğradı. FARC tarafından yapılan açıklamalara göre, kısa sürede 5 bine yakın kadro ve yöneticisi hunharca katledildi. Bu saldırılar sonucu FARC silahlı mücadeleyi yeniden yoğunlaştırmak zorunda kaldı. M-19 hareketi ise politik yaşama entegrasyonu tamamlayarak düzene eklemlendi.

On yıl sonra, 1998 yılında yeni devlet başkanı Anders Pastrana, FARC ve ELN ile aynı amaçla yeniden görüşmelere başladı. Fakat aynı süreçte para-militer çeteler FARC’ın sosyal tabanını oluşturan yoksul köylülere karşı saldırı ve katliamlarını kat kat artırdılar. İkinci kez ihanete uğrayan FARC, silahlı mücadeleyi yeniden yükseltmek durumunda kaldı.

Oyalama taktikleriyle gerilla hareketini moral ve politik olarak yıpratmayı hedefleyen Pastrana, ABD ile askeri bir anlaşma yaparak, gerilla hareketini tasfiyeyi hedefleyen “Plan Colombiya”yı ilan etti. Bu plan, 2002 yılında devlet başkanlığına gelen Alvaro Uribe döneminde sistematik bir şekilde uygulanmaya konuldu. Yeni silahların kullanılması ve ABD’nin militarist desteği sonucunda FARC’ın önder kadrolarından Raul Reyes, Alonso Cano ve Jose Briceno katledildiler.

Ağustos 2010 yılında Savunma Bakanı olan Jose Manuel Santos, ulusal ve uluslararası dengelerin kendilerinin lehine olduğunu belirterek “barış sürecini” başlattıklarını duyurdu. Santos, Uribe başkanlığı döneminde gerilla hareketine karşı askeri operasyonları yöneten ve birçok katliama imza atan eli kanlı bir caniydi.

Venezuella devlet başkanı Hugo Chavez, aynı dönemde, artık bölgede silahlı mücadelelerin/gerilla hareketlerinin tarihe karıştığını belirterek, FARC üzerinde etkili olmaya çalıştı. Küba yönetimi de bölgede değişen koşulları ileri sürüyor, “21. yüzyıl sosyalizm projeleri”nin sekteye uğramaması için (zira ABD yönetimi bölgede askeri üs ve silahlanmayı artırmasını FARC’ın varlığı üzerinden gerekçelendiriyor) silahların susturulmasını talep ediyordu. Resmi görüşmelerin başlanmasından bir yıl önce Küba’nın arabulucu konumuyla iki tarafla da gizli görüşmeler yaptığı basına yansımıştı.

Küba ile Venezuella’nın aktif olarak yer aldığı ve Kolombiya’nın önemli bir etkiye sahip olduğu “Güney Amerika Ulusları Örgütleri Birliği (UNASUZ) ile Latin Amerika ve Karayip Devletler Birliği (CELAC), bölgede ekonomik gelişmenin ve sermaye akışının önündeki engellerin kaldırılması konusunda anlaşmaya vardılar. Chavez, iç savaşı anakronizm olarak değerlendirip, parlamentarist yolla yönetime gelinebileceği fikrini öne çıkardı. Buna Ekvador, Bolivya, Brezilya, Venezuella, Nikaragua gibi ülkeler örnek gösterildi.

FARC için yeni bir dönemin başladığı artık netleşmişti. Ayrıca Bolivya’nın mali ve sanayi oligarşisi yeni büyük maden işletmelerine ilişkin plan-projelerine büyük toprak sahiplerinin direnişlerini engel olarak görüyor. Toprak reformu sermayenin bu alanlara girmesinin yolunu açmış olacak. Bu bağlamda Santos bu sermaye kastının desteğini alıyor. FARC’ın yaşadığı sorunlar da bu eğilimi güçlendirdi.

Latin Amerika’nın askeri olarak yenilmeyen tek gerilla örgütü üst üste aldığı darbelerle uzun dönem bir demoralizasyon yaşadı. İnsansız hava araçlarının devreye sokulması, gerillaya karşı yeni askeri tekniğin yoğun bir şekilde kullanılması, iletişim ağlarının koparılması FARC’ı zor durumda bıraktı. Dayandığı sosyal tabandan uzak bölgelere çekilmek zorunda kaldı. Kentlerde ise, özellikle sendika, demokratik kitle örgütleri ve işçi sınıfı içinde uyguladığı eylem türleriyle destek kaybeden FARC’ın, artık askeri olarak Bolivya yönetimini zorlamayacağı kesin.

Programatik perspektifinin yeni koşullara uygun olmaması, değişen bölgesel koşullar nedeniyle dayandığı toplumsal katmanları harekete geçirmenin zorlaşması, FARC’ı bugünkü noktaya getirdi.

Böylece gerilla hareketleri tarihinde bir dönem kapanmış bulunuyor.

İktidar için mücadeledensilahlı reformizme” evrim

İlk dönem gerilla hareketlerinin oluşumu, 1960’lı yıllarda başlayarak ‘75 yılına kadar devam etti. Küba devriminde gerilla hareketinin oynadığı özgün rol büyük bir yanılgıya, gerilla mücadelesinin bölge devrimi için teorize edilmesine yol açtı. Yeni gerilla savaşı konsepti, bölgede yıllardır hakim olan reformcu partiler ile komünist partilerinin burjuva liberal programlarına bir alternatif olarak ortaya çıktı. Modern sınıfların analizine dayanmayan, bu toplumlarda önemli bir güce ulaşan işçi sınıfı ve kent yoksullarına dayanmayan bu hareketler, iktidarın kararlı küçük öncü grupların silahlı mücadelesiyle kazanılacağı yaklaşımını programatik düzeye çıkardılar.

Fokocu teori ve buna dayanan örgütlenmeler 30-40 yıl boyunca savaşımı sürdürebildiler. Fakat gerilla hareketleri örgütlü kitle hareketlerinden soyutlandılar. Birçok gerilla hareketi öğrenci önderleri ve orta sınıf üyelerin üzerinde yükseldi. FARC ise yoksul köylü inisiyatiflerine dayanan ve sosyal tabanı örgütlü olan tek gerilla hareketi olarak gelişti.

Bu gerilla hareketleri bilimsel sosyalizme dayalı bir programatik perspektiften yoksun oldukları için, ABD’nin gündeme getirdiği “düşük yoğunluklu savaş” konsepti, reform, demokratikleşme vaadleri, gerilla hareketlerini kitlesel açıdan etkisizleştirdi.

Bolivya, Guatemala, Peru, Venezuella gerilla hareketlerinin kitleselleşme çabaları, karşı-devrimin askeri zaferiyle sonuçlandı. Kolombiya ve Meksika bir istisna olarak kaldı.

1960’lı yılların sonlarında oluşan şehir gerilla hareketleri silahlı mücadeleyi kent odaklı yürüttüler. Arjantin (PRT-ERP), Şili (MİR,) Uruguay (ELN-Tupamaros) ve Kolombiya’da (M-19) ilk şehir gerilla hareketleri oluşturuldu.

Kır gerilla hareketleri, özellikle Che Guevara’nın katledilmesinin ardından, sabotaj, suikast ve diğer ses getiren eylem türleriyle, alt sınıfların sempatisini kazanıp harekete geçirmeyi öne çıkardılar.

‘70’li yıllar, Latin Amerika’da askeri diktatörlüklerin toplumun bütün kesimlerini terörize ettiği bir zaman dilimidir. Birinci dönem gerilla hareketlerinin en temel özelliği, silahlı mücadele ile oligarşinin iktidarına son vermek, radikal demokratik reformlar yapmak, halkın kendi kendini yöneteceği adil bir toplumun inşasını sağlamak ve uzak bir gelecekte sosyalizme geçişi hedeflemiş olmalarıdır. Bu açıdan gerilla mücadelesi, hedeflenen toplumsal-devrimci dönüşümün esas öğesi olarak ele alındı. Yani iktidar mücadelesinde gerilla güçleri esas rolü oynayacak ve kurulacak iktidarın en önemli unsuru olacaktı.

Sandinist Hareket’in 1979 yılında Nikaragua’da iktidara gelmesi, bölgede ikinci dönem gerilla hareketinin dönüm noktasıdır. Yeni dönem gerilla hareketleri farklı sınıfsal katmanların bir cephe içinde birliğini sağlamak, bölgesel devrim ve iktidarı ele geçirme stratejisi yerine ulusal kurtuluş, sol ulusalcı anti-emperyalist mücadele, demokratikleşme, radikal reform projeleri etrafında şekillendi.

Bu yeni ideolojik yönelim, ‘80’li yılların ortasından itibaren “barış görüşmeleri”nin yolunu hazırlamış oldu. Kurulu düzen zemininde demokratikleşme, gerilla güçlerinin topluma entegre edilmesi, gerilla hareketinin partiye dönüşerek seçimlere katılma yolunun açılması, askeri güçlerin sivil yönetimlerin denetimine verilmesi süreçleri işletildi. Sosyal reformlar ve ekonomik alanda yapısal dönüşümler ise barış görüşmelerinin dışında tutuldu. Böylece ‘96 yılının sonuna kadar Orta Amerika’da tüm gerilla hareketlerinin mevcut sistemle bütünleşmesi tamamlanmış oldu.

Gerilla mücadelelerine yol açan sosyo-ekonomik nedenler, işsizlik, sömürü, yoksulluk vb. varlığını sürdürmektedir. Bu açıdan bakıldığında, gerilla hareketlerinin düzene entegrasyonunu hedefleyen “silahlı reformizm” tanımı yerli yerine oturmaktadır. Zira gerilla mücadelesi devrimci toplumsal dönüşümün bir aracı değildir artık. Silahlı mücadele barış görüşmelerinde etkili olmak ve rejimi demokratikleştirmenin yolunu açmak amacıyla sürdürülmüştür. Silahlı mücadele rejimin demokratikleştirilmesinde bir taktik unsur olarak ele alınmıştır.

İdeolojik-stratejik yönelim yitirildikten sonra başka türlü yaklaşımın olanaklı olmadığını, en somut biçimiyle Sandinist Cephe’nin yaşadıkları göstermiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Sandinistler, oligarşi ve uluslararası sermayenin neo-liberal ekonomi politikalarını uygulayan sosyal demokrat bir güçtür artık. ‘90 yılında yaşanan seçim yenilgisi ise Sandinist Hareketi burjuva reformizminin politik platformu haline getirmiştir.

El Salvador’da Farabundo Marti Kurtuluş Hareketi (FMLN) ve benzerleri, askeri rejim sonrası, neo-liberal politikaların ve parlamenterist sistemin aktörlerine dönüşmüşlerdir.

Sosyal tabanını kır yoksullarının oluşturduğu için toprak reformunun barış görüşmelerinde gündeme alınması kendi başına bir şey ifade etmemektedir. FARC ile yapılacak anlaşmayla bölgede gerilla hareketlerinin bir dönemi kapanmış olacaktır.

 

 

 

 

 

Avrupa Birliği'nde kriz derinleşiyor

 

Tüm Avrupa’yı etkileyen ekonomik kriz giderek derinleşirken, Euro bölgesinin ikinci büyük ekonomisi Fransa da krizdeki ülkeler kervanına katıldı.

Almanya ekonomisi, yılın ilk çeyreğinde tahminlerin altında bir büyüme gösterirken, İtalya ekonomisi beklenenden daha fazla daraldı. İngiltere de resesyondaki ülkeler arasında.

Avrupa Merkez Bankası geçtiğimiz günlerde, ekonomik büyümeye ivme kazandırmak amacıyla, faiz oranlarını tarihin en düşük seviyesi olan yüzde 0.5’e çekti.

Fransa dört yılda üçüncü kez resesyonda

Fransa ekonomisi 2013’ün ilk üç aylık diliminde yüzde % 0.2 küçüldü. 2012 yılının son üç ayında da aynı oranda küçülme yaşanmıştı. (Bir ülke iki çeyrek dönem üst üste gerileme gösterirse resesyona girmiş kabul ediliyor) Fransa böylece son dört yılda üçüncü kez resesyona girmiş oldu. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en ağır resesyonu 2009’da yaşayan Fransa’nın, 2012’de de resesyonda olduğu düşünülüyordu.

Üretimde uzun süredir ilerleme kaydedilmiyor. Yatırımlar beş çeyrek dönemdir geriliyor, ihracat düşüyor. Alım gücü 1984’ten bu yana en düşük seviyeye ulaşarak % 0.9 geriledi. Bu yıl gayri safi milli hasılanın % 3.9’una denk düşen bütçe açığının 2014’te % 4.2’ye çıkacağı tahmin ediliyor. İşsizlik rakamları ise % 10.6 ile rekor seviyeye ulaştı.

En büyük ekonomi Almanya’da daralma

Euro bölgesindeki kriz, Avrupa Birliği’nin en güçlü ekonomisi Almanya’nın ihracatını da etkilemeye başladı. Talep düştü, ihracat geçen seneye oranla % 1.5, ithalat % 6,9 oranında geriledi.

Alman İstatistik Dairesi tarafından geçtiğimiz hafta açıklanan rapor, Almanya’nın 2013’ün ilk çeyreğinde sadece % 0.1 büyüdüğünü ortaya koydu. Oysa % 0.3 seviyesinde bir büyüme bekleniyordu. Rapor ülke ekonomisinin bir önceki yıla kıyasla % 1.4 küçüldüğünü gösteriyor.

AB tarihinin en uzun resesyonunu yaşıyor

Avrupa Birliği tarafından açıklanan veriler, 17 üyeli Euro bölgesinin bu yılı da resesyonda geçireceğini, ekonominin % 0.4 küçüleceğini gösteriyor.

Avrupa Birliği’nin büyük ekonomilerinden biri olan İtalya 2011 yılının ortalarından bu yana resesyonda. 2012 yılında 8.6 milyon işçi ve emekçi yoksulluk sınırının altında yaşarken, bu sayı 2013’te 14 milyona fırladı. Gençler arasında işsizlik ise % 40’larda seyrediyor. Emekçilerin alım gücü geçtiğimiz yıla göre % 4.8 oranında düştü.

İngiltere ise gayrısafi yurt içi hâsılada yüz yıl içinde tanık olduğu en derin ve uzun süreli düşüşü yaşıyor.

Raporlara göre, Avrupa Birliği’nde işgücünün % 12.2’sine denk düşen 26 milyon insan işsiz. (Geçtiğimiz yıl bu oran % 11.4 idi) Bunların altı milyonu İspanya’da, beş milyonu ise Fransa’da bulunuyor. İşsizlik oranının Yunanistan ve İspanya’da % 27’ye tırmanacağı tahmin ediliyor. Gençler arasındaki işsizlik ise İspanya’da % 57, Yunanistan’da % 64 olarak açıklandı.

Sonuç olarak

Derinleşen kriz zenginler ve yoksullar arasında uçurumu sürekli büyütürken, işçi ve emekçilerden vergi adı altında alınan trilyonlar sorunlu bankalara aktarılıyor. Bunun sonucu oluşan devlet borçlarının faturası, sosyal yardımlar, eğitim, sağlık ve emeklilik maaşlarında yapılan kesintilerle işçi ve emekçilere dayatılıyor. Ücretler düşürülüyor, emekçiler güvencesiz işlerde çalışmaya zorlanıyor, kitleler yoksulluk ve sefalete sürükleniyor.

Bu koşullar geniş yığınlarda mevcut siyasal sisteme duyulan güveni yok ediyor, alttan alta öfkeyi besliyor. Yunanistan, İspanya ve Portekiz’deki işçi sınıfı ve emekçi kitleler genel grevler ve protestolar yoluyla kapitalist-emperyalist sisteme karşı koymayı sürdürüyorlar.

Önümüzdeki süreç emperyalist-kapitalist sistemin krizini derinleştirmekle kalmayacak, sınıf mücadelelerini besleyerek, sınıfın örgütlü devrimci gücünü de ortaya çıkaracaktır.