10 Ağustos 2012
Sayı: SYKB 2012/32

 Kızıl Bayrak'tan
Sermayenin vurucu gücü AKP iktidarı ‘tam kölelik’ dayatıyor
Devlet, Kürdistan’da kirli savaş yöntemlerini yaygınlaştırıyor
İşçi sınıfı ayağa kaldırılmalıdır!
Alevilere yönelik
saldırılar sürüyor
“Türk-Kürt çatışması değil!”
“Direnişleri ortaklaştırıp, mücadeleyi büyütmeliyiz!”
Öncü bir Bosch işçisi ile fabrikadaki gelişmeler ve 2012-2014 MESS Grup TİS süreci üzerine
Metal İşçileri Birliği
Merkezi Yürütme Kurulu
Ağustos ayı toplantısı
Direnişteki MICHA işçileriyle sınıf dayanışmasını yükseltelim!
“Eğitim ve sağlıkta neo-liberal dönüşümler”
TKİP, işçi sınıfı ve emekçileri emperyalist saldırganlığa ve
halkların boğazlanmasına karşı aktif mücadeleye çağırıyor!..
Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya:
Siyasal islamın iktidar hamleleri ve islamın “protestanlaştırılması”- V.Yaraşır
Emperyalist-gerici savaşı sadece
direnen halklar önleyebilir!
9. Mamak Kültür-Sanat Festivali
başarıyla gerçekleştirildi
Bertolt Brecht: Mücadelenin, dünyayı değiştirme ve
dönüştürme eyleminin sanatçısı
Sermaye hizmetkârı dinci rektörlerin atamaları yapıldı!
Sermaye devleti kürtaj politikasını adım adım hayata geçiriyor!
Tekellerin sponsorluğunda olimpiyat
Kanla yazılan tarih
silinmez / silemezsiniz!
Akan nehir
tarih kadar eski bir gerçeği taşıyor
İşçinin canı sermayeye emanet
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya: Siyasal İslam’ın iktidar hamleleri ve islamın “protestanlaştırılması”

Volkan Yaraşır

 

Siyasal İslam’la kapitalizm arasındaki ilişki çalkantılı, gerilimli ve gelgitli bir seyir izledi. Özellikle II. Paylaşım Savaşı sonrası var olan ilişkiler derinleşti. Küresel jeo-politik ve jeo-stratejik yönelimler siyasal İslam’la kapitalizm arasında bir düzeyde rezonansın kurulmasını koşulladı.

Soğuk Savaş süreci siyasal İslam’la kapitalizm arasındaki ilişkinin yeni bir momentini simgeledi.

Yaratılan komünizm “heyulası” İslami mobilizasyonu tetikleyici işlev gördü. Bu süreç siyasal İslam’ın politik bir enstrüman olarak devreye girmesine yol açtı.

Özellikle Ortadoğu ve Uzakdoğu’da siyasal İslam anti-komünist operasyonların ana gücü oldu. Küresel düzeyde anti-komünist operasyonun başat örneği Endonezya’da yaratıldı. Endonezya’da Suharto’nun liderliğindeki karşı devrim (1965) müthiş bir şiddet uyguladı. CIA denetimiyle gerçekleştirilen darbe bir laboratuar işlevi gördü. Çok kısa bir zamanda bir milyonun üzerinde muhalif kişi katledildi. (1)

Küresel düzeyde yoğun anti-komünist propaganda, jeo-stratejik düzenlemelerle birlikte yürütüldü. Komünizm korkusu kolektif bir korku haline dönüştürüldü.

Jeo-politik ve jeo-stratejik ihtiyaçlara uygun bir şekilde siyasal İslam’a, karşı devrimci operasyonların kitlesel gücü olma misyonu yüklendi. Sovyetler Birliği’nin nüfuz ve ekonomik alanını daraltmak ve bu alanları destabilize etmek hedeflendi. Emperyalist-kapitalist sistemin nüfuz ve ekonomik alanını genişletmek yönünde son derece sistemli adımlar atıldı.

1980’li yıllarda ABD tarafından hayata geçirilen Yeşil Kuşak Doktrini, bu yönde yapılmış son derece konsantre içeriğe sahip, küresel bir operasyondu.

Doktrin ikili bir işlev gördü. Birincisi, İslam coğrafyasında anti-komünist bir bloğun oluşturulması ve böylece Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanlarının daraltılması hedeflendi. Buna bağlı olarak toplumsal muhalefet, islamcı güçler tarafından bastırılmaya çalışıldı. İkincisi, Sovyetler Birliği’nin etnik ve dinsel özelliklerinden dolayı “yumuşak karnı” olarak değerlendirilen Kafkaslar ve Orta Asya destabilize edilmeye çalışıldı.

Yoğun antikomünizm propagandasının ekseni özel mülkün ilgası üzerinden şekillendi. Bu “hassasiyet” dünyevi kötülüğün göstergesi olacak manevi argümanlarla güçlendirildi ve sıradan birey yoğun bir şekilde ajite ve manipüle edildi ve taraf kılındı. Bir nevi kişiliğin patalojik olarak örgütlenmesi sağlandı. Küresel çapta, kapitalist devletler son derece sistematik mistifikasyon operasyonlarına girişti. Bu yönde ideolojik aygıtlar seferber edildi. Rafine toplum mühendisliği projeleri geliştirildi, falsifikasyon operasyonları yapıldı. Zihniyetler kurgulandı ve yeni mana dünyaları yaratıldı. Kitle histerisinin zeminleri oluşturuldu.

Mülkiyetin ilgası ve mülkiyeti kaybetme korkusu ileride siyasal İslam’la emperyalist-kapitalist sistem arasında kurulacak yeni ilişki düzeyini belirleyecekti. Bu arada siyasal İslamcı güçlerin son derece dünyevi yönelimleri olduğu ve muhalefette ya da ileriki yıllarda iktidarda olsalar da antikapitalist yaklaşımların bulunmadığı, kapitalist ilişkilere hızla, kolayca ve hatta büyük bir “açlıkla” adapte oldukları yaşanan birçok ülke pratiğinde ortaya çıktı.

Kapitalizmin absorbe etme gücü, yeniden şekil verme ve kurma özelliği, en ulvi şeyleri bile muazzam bir hızla ve kavrayışla metaya dönüştürme, meta ilişkisinin parçası haline getirme özelliği siyasal İslam’ı bütünüyle kuşattı.

Kapitalizmin yıkıcı kuralları, işleyiş yasaları, nüfuz etme gücü, esneme kabiliyeti ve aynı zamanda sosyo-kültürel boyutları ve organikliği siyasal İslam’ı şekillendirdi. Ya da siyasal İslam ona göre şekillendi.

Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali ve İran Devrimi, siyasal İslam’ın Kuzey Afrika’dan Arap Yarımadasına, Ortadoğu’dan Kafkaslara kadar geniş bir coğrafyada yükselişini işaretledi.

Afganistan işgali, ABD’nin CIA aracılığıyla İslamcı güçleri mobilize etmesini sağladı. Afganistan komünizme karşı İslamcıların “cihat” alanı ilan edildi. Bir anlamda Afganistan Yeşil Kuşak Doktrininin uygulama alanı veya ilk büyük laboratuarı oldu.

İran Devrimi İslam’ın yükselişini işaretlemesi yanında, hızla radikalize oluşunu da gösterdi. ABD karşıtlığı şeklinde biçimlenen bu radikalize oluş, İslam coğrafyasında müthiş bir etki yarattı. Aynı dönemde Afganistan savaşı içinde yer alan İslamcı güçler arasında denetim dışı, “bağımsız” örgütlenme arayışları görüldü.

Özellikle Sovyet sisteminin çöküşü, CIA kontrolünden çıkışı hızlandırdı. Afganistan yine merkezi rol oynadı. “Cihadilerin” ülkelerine dönmeleriyle benzer gelişmeler Kuzey Afrika’dan Orta Doğu’ya, hatta Türkiye’ye kadar yansıdı.

Cezayir’de İslamcı güçlerin atakları ve FIS’ın zaferi bu süreci pekiştirdi. Mısır’da siyasal İslam’ın gösterdiği başarılar dikkat çekti. (2)

90’lı yıllar ABD ve AB’nin radikal İslam’ı kontrol etmeye çalıştığı ama “ılımlı” İslamcı güçlerle de temaslarını derinleştirdiği yıllar oldu. Cezayir iç savaşı bu sürece damgasını vurdu.

2001 11 Eylül, ABD’nin siyasal İslam’la ilişkilerinde yeni bir dönemi işaretledi. ABD’nin yeni kolektif korku teması artık komünizm değil, radikal İslam’dı. İslamofobi yaratıldı. Yoğun mistifikasyon ve manipülasyonlarla küresel düzeyde kolektif korku üretildi. İslami giyim, davranış, ritüel ve mekanlar, korku nesneleri, imajları olarak öne çıkarıldı. Kolektif korku kendini Afganistan’da Taliban ve Usame Bin Ladin’de somutladı. Ayrıca “içimizdeki düşman” aranmaya ve kitleler paranoya edilmeye çalışıldı. Kolektif paranoya hali yaratıldı. Böylece terörize bir ortam oluşturularak “güvenlik” duygusu istismar edildi. Metropol ülkelerde ve periferide, hızla ve yüksek bir “meşruiyet” ortamında, otoriter düzenlemeler gündeme getirildi.

11 Eylül konseptinin bir başka boyutu ise “radikal İslam’ın” önü kesilirken, “ılımlı İslam” diye tanımlanan Soğuk Savaş sürecinden beri organik bağların sürdürüldüğü, hatta Mısır’dan Tunus’a, Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye kadar uzanan coğrafyada kapitalizmle de entegre olmuş, ciddi bir sermaye birikimi sağlamış İslamcı güçler, cemaatler, partiler ve yapılarla temaslar yoğunlaştırıldı ve ilişkiler pekiştirildi.

2001 sonrası ABD, hegemonyasının restorasyonu doğrultusunda imparatorluk projesine uygun adımlar atmaya başladı. Projenin odak coğrafyası ve yeni jeo-politiğin de merkezi olan Ortadoğu’ydu.

Ortadoğu bir İslam coğrafyasıydı. BOP ya da daha sonra GOP ile Afrika’dan Ortadoğu’ya ve Kafkaslara uzanan alanın yeniden yapılanması gündeme geldi. Enerji kaynakları, enerji yolları, kıymetli madenler, su kaynakları, bereketli toprakların kontrol altına alınması ve istikrarsızlık unsurlarının devre dışı bırakılması ve “Yeni Roma”nın ilanı amacıyla Irak ve Afganistan işgal edildi.

Öte yandan bölgenin kapitalist stabilizasyonunun sağlanması ve küresel sermayeyle entegrasyonunun derinleştirilmesi yönünde bir dizi proje devreye sokuldu.

Siyasal İslam’la/ılımlı İslam’la ilişkiler bu amaçla derinleştirildi. Özellikle Türkiye’deki gelişmeler dikkat çekti. Türkiye’de ılımlı İslam tanımlaması içindeki AKP’nin önü açıldı. 28 Şubat süreci, 2001 ekonomik krizi AKP’nin atağını pekiştirdi. 2002’de merkez partilerin çöküşüyle AKP %35’e yakın bir oyla iktidara geldi.

AKP’nin iktidara gelişi, Türkiye özgülünde bir “renkli devrim” uygulamasıydı. “Renkli devrimler” küresel sermayenin ihtiyaçlarına uygun, içinde toplum mühendisliği operasyonlarının bulunduğu, kapitalist stabilizasyon ve entegrasyon ihtiyaçlarına cevap veren köklü adımları içeriyordu. Bu operasyonlar özellikle eski Sovyet coğrafyasında gerçekleştirildi ve Rusya’nın yeni dönemde nüfuz alanlarını daraltmayı, kırmayı amaçladı. Türkiye’de “renkli devrim” süreci artık küresel sermayenin ve finans kapitalin ihtiyaçlarına cevap vermeyen Kemalist devlet/toplum yapılanmasının tasfiyesi üzerinden şekillendi. Aktüel neo-liberal karşı devrim taktikleri olarak biçimlendi. AKP, ABD’nin hem bölge ihtiyaçlarına uygun, hem de ülke içinde yapılacak yeni düzenlemeleri realize edecek, bir aktör olarak öne çıkarıldı.

Türkiye bölgede model ülke, AKP ise bölgede model parti olarak vizyonlaştırıldı. AKP neo-liberal, muhafazakar, “milli görüş gömleğini çıkarmasıyla” de-radikalizasyonun, yani ılımlı İslam’ın adresi oldu ve giderek vitrine oturdu.

2007’de AKP oylarını %47’ye yükseltti. Böylece AKP’nin ikinci dönemi başladı. Sağ popülist söylemler kitlelerde etkili sonuçlar yarattı. Neo-liberal politikalar, popülist ajitasyonlarla hayata geçirildi. Kitleler, kolektif yanılsamanın anaforunda sürüklendi. Özellikle sosyal güvenlik ve sağlıkta yapılan operasyonlar, halka yeni hizmet alanları olarak sunuldu. Medya büyük bir manipülasyon aracı olarak hareket etti. AKP’ye ajitasyon malzemesi sağladı.

Sosyal devletin sosyal yönünün özelleştirilmesi ya da metalaştırılması hızlandırıldı. Bu boşluk obskürantist (3) ve “cemaatçi”, “hayırsever” kapitalist uygulamalarla dolduruldu. Özellikle Fak-Fuk-Fon gibi kurumlar devreye girdi. Yerel yönetimler bu doğrultuda son derece önemli işlev gördü. Bütün bu adımlar ve yaratılan imaj kitlelerdeki yanılsamayı derinleştirdi. 2011 seçimlerinde %50’yi bulan oy oranı, AKP’yi zirveye taşıdı. AKP bir anlamda devletleşti. (4)

Bu süreç bir yanıyla da T.C.nin transformasyon süreci olarak gelişti. AKP transformasyonun temel bir aktörü olarak öne çıktı. (5)

Arap Devrimleri ve yeni konjonktür

Mısır ve Tunus’ta isyan dalgasının başlaması ve mevcut iktidarları sarsması ve devrimci sürecin halen devam etmesi bölgenin dizayn ihtiyacını artırdı.

ABD Irak ve Afganistan tecrübelerine dayanarak farklı yöntemleri devreye soktu. Dış müdahaleyi her zaman yine gündemde tutarak, iç dinamikleri mobilize etmeyi ön plana aldı. Bu yönde son derece konsantre ideolojik manipülasyonlara girişti. Özellikle medyayı bir tekno-ideolojik kitle bombardıman aracı olarak kullandı. İç dinamikleri yönlendirmeyi ve yeniden kurarak, şekillendirmeyi hedefledi.

Aynı konjonktürde ABD yeni jeo-politik yönelimini açıkladı ve Asya Pasifik’i hedef coğrafya olarak belirledi. Bu koşullarda model ülke olarak Türkiye, model parti olarak AKP iyice öne çıkartıldı. 2000’li yıllardan beri yapılan bu vitrin çalışması, aktüel olarak güçlendirildi. Bu yönde çeşitli atraksiyonlar da gündemde tutuldu. Özellikle İsrail’e yönelik bir davranışın Arap dünyasında heyecan yaratacağı bilinerek “one minute” gibi çıkışlarla Tayyip Erdoğan’ın yüksek bir profil çizmesi sağlandı. Ayrıca Kahire’de yapılan laisizm üzerine konuşma ve Time’a kapak olma, “Türkiye modeli” yaratmanın parçaları olarak değerlendirilebilir. Bu modelin realizasyonu ayrı bir tartışma konusudur.

CIA’nın eski başkan yardımcısı Graham Fuller’in son dönemdeki açılımları dikkat çekicidir. Fuller Türkiye’nin jeo-politiğini inceleyen bir kitap yazdı. Kitap “Türkiye modeli”ni tartışıyor ve bu modelin Ortadoğu’ya ne derece yansıtılabileceğini inceliyor. Ayrıca yaptığı röportajlarda Fuller, Ortadoğu’da yaşananları yeniçağın başlangıcı olarak değerlendirdi. Ortadoğu’da İslamcı hareketlerin karakteri üzerinde durdu ve özellikle Mısır’da Müslüman Kardeşler’in ılımlılığı üzerine açılımlarda bulundu. Son dönemlerde yine Mısır merkezli yapılan, ama Ortadoğu projeleriyle de bağlantılı olan Batı tipi demokrasi ve İslami demokrasi tartışmalarını da bu düzlemde ele alabiliriz.

Bu açıklamalar Pentagon ve CIA’nın bölge projeksiyonlarıyla uyumluluk gösteriyor. ABD’nin siyasal İslam’la ilişkisinde özellikle Arap devrimleri süreci yeni bir moment oldu. Aşağıdan devrimlerin engellenmesi, bölgenin kapitalist rasyonalizasyona uygun yeniden dizaynı ve emperyalist çıkarların korunması için siyasal İslam’la yeni ve ileri bir ilişki düzeyine geçildi. Tunus ve Mısır’da bu süreç bir restorasyon süreci olarak halen devam etmektedir.

İslamcı güçlerin Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde uzun yıllardan beri iktidarda olan Bonapartist rejimlere karşı en güçlü muhalefet odağı olması ve geniş kitle desteği, ABD’nin bölge projelerinde İslamcı güçlere önemli roller vermesine yol açtı. Arap devrimlerinin bölgedeki dengeleri altüst edici etkisi ABD kadar, İsrail’i de son derece tedirgin etti. Özellikle Mısır odaklı gelişmeler yıkıcı sonuçlar doğurabilirdi.

Mısır’da Bonapartist rejimin revizyonu ve Tunus’ta Ben Ali’nin yıkılması süreci hızlandırdı. Bölgeyi saran yoğun ve yaygın kitle hareketleri içinde siyasal İslamcı güçler de yer aldı. Yine aynı güçler devrimci gelişmelerin önünü kesen restorasyon politikalarına kolayca angaje oldu ve restorasyonun parçası haline geldi. Özellikle Mısır’da Müslüman Kardeşler bu yönde somut bir örnek oluşturdu. Müslüman Kardeşler askeri cuntayla işbirliği yaptı. Sistemin bekası yönünde aktif rol oynadı.

Arap devrimleri dalgası Suudi Arabistan, Ürdün ve Fas’ta monarşilerin sübvansiyonları ve bazı revizyonlarla kontrol altına alınmaya çalışıldı. Devlet sübvansiyonu olarak ücretler artırıldı ve gıda fiyatları düşürüldü. Halkın refah ve yaşam düzeyi yükseltildi. Ürdün’de kral kitle hareketi karşısında başbakanı görevden aldı. Fas kralı IV. Muhammed anayasa değişikliği yaptı. Parlamentonun yasama yetkileri güçlendirildi ve seçimlere gidildi.

Mısır’da yapılan seçimleri Müslüman Kardeşler’in siyasal yapısı olan Hürriyet ve Adalet Partisi kazandı. Parti seçimlerde %47 oranında oy aldı. Selefi Nur Partisi ise oyların %25’ini kazandı. Seçimler, Müslüman Kardeşler ağırlıklı İslamcıların önemli bir siyasal aktör olduğunu gösterdi.

Tunus’ta yapılan seçimleri ılımlı İslam’ı temsil eden En-Nahda oyların %30’unu alarak kazandı. En-Nahda lideri Gannuşi “Türkiye’de ve Tunus’ta İslam’la moderniteyi bağdaştıran bir hareket var. Biz bu hareketin temsilcisiyiz.” diye açıklamada bulundu. En-Nahda lideri AKP’yi örnek aldıklarını söyledi.

Fas’da amblemi AKP’nin amblemine benzeyen, adı da aynı olan ılımlı İslami çizgide yer alan Adalet ve Kalkınma Partisi çok yüksek bir oy oranıyla (2011’de) birinci parti oldu. Libya’da Kaddafi rejiminin yıkılmasında İslamcı güçler (bu güçlerin bir kısmı Taliban’la ilişkisi olmasına rağmen) belirleyici rol oynadı. Pentagon ve CIA bu kesimleri manipüle edip, yönlendirdi. Libya’da bugün homojen bir özellik göstermeseler de İslamcı yapıların belirleyici bir gücü ve rolü bulunuyor. ABD’nin Afrika’daki yeni üs alanı ve ön cephesi haline gelen Libya, Kuzey Afrika’da İslamcı güçlerin yükselişinin yeni alanlarından biri olarak öne çıktı.

Ürdün’de de İslami hareket güçlü ve geniş bir kitlesel tabana sahip. Müslüman Kardeşler’in siyasi kanadı olan İslami Çalışma Cephesi yükseliş gösteriyor. Cephe yerel seçimlere özellikle önem veriyor ve siyasal gücünü hızla artırıyor.

Suudi Arabistan selefilerin ve vahabilerin merkezi olarak rol oynuyor. Suudi Arabistan yeni süreçte ılımlı İslam’a yönelik proje üretme merkezi olarak konumlanmaya çalışıyor. Sünni hilalin odağı olmaya sıvanıyor. Ya da İslam’ın “Vatikan”ı olarak işlev görmeye hazırlanıyor. Yoğun ABD desteği, ekonomik gücü, İslam açısından kutsal topraklara sahip olması, kendisine önemli avantajlar sağlıyor.

Suriye’de Esad rejimine muhalif, yaygın örgütlülüğü bulunan Müslüman Kardeşler rejimin de-stabilizasyonunda aktif rol oynuyor. T.C. tarafından organize edilen Müslüman Kardeşler, T.C.’nin Suriye’ye müdahale etmesini istiyor. Örgütün ABD ile son derece iyi ilişkileri var. Esad rejimi sonrası kurguda Müslüman Kardeşler iktidar adayı olarak gösteriliyor.

Hamas da hızla “yeni düzene” uyumlulaştırıldı. Son FKÖ ve Hamas anlaşması, Hamas’ın Suriye’yle bağlarını zayıflattı. Böylece bir yandan Filistin sorununda yeni bir aşamaya girildi, öte yandan Hamas siyasal İslam’ın Ortadoğu’daki yeni işlevine uygun hareket etmesi için “hizaya” sokuldu.

Kısaca GOP’un içerdiği coğrafyada tırnak içinde radikal İslamcılar da dahil, bütün İslami güçlerin; Müslüman Kardeşler’den selefilere, vahabilerden çeşitli cihadi örgütlenmelere kadar, ABD’yle temasları güçlendi. Bu akımlar bölgenin “ılımlı” İslam eksenli yeniden düzenlenmesinde aktif rol almaya başladı. İslamcı güçler homojen bir özelliğe sahip değiller, hatta aralarında ciddi ayrılıklar, bölünmeler ve farklılıklar var. Ama bu durum “yeni Ortadoğu düzeninin” kurulmasında, tüm bu güçlerin emperyalist projelere angaje olmasına engel teşkil etmiyor.

İslamın “protestanlaştırılması” ya da ehl-i dünya olması

Bütün bu adımlarla Ortadoğu yeniden dizayn ediliyor.

ABD Ortadoğu’da Şii hilaline karşı Sünni hilali oluşturularak, özellikle İran’ın bölgedeki hegemonyasını parçalamayı hedefliyor.

Yemen ve Bahreyn’de bu yönde Şii muhalefetine karşı imha politikası izlendi.

Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır, İsrail ve Katar İran’ın Sünni bir hilalle kuşatılmasından yana aktif rol üstleniyor. İran’ı kuşatma stratejisi bir yanıyla Suriye, Lübnan ve Irak’taki Şii güçlerin etkisizleştirilmesi şeklinde biçimleniyor, diğer yanıyla İran savaşının her düzeydeki hazırlıkları yapılıyor.

Bu kuşatma stratejisi bir başka boyutuyla Ortadoğu’nun sürekli bir savaş haline sokulması ve büyük bir etnik ve mezhebi polarizasyon anaforunda sarsılması anlamı taşıyor.

Ortadoğu’nun içine gireceği kaos, bölgenin yeniden dizaynının yolunu açıyor. Kapitalist krizin derinleşmesi bölgesel savaşları tetikliyor. Kapitalist-emperyalist sistem bölgesel savaşlarla hegemonyasını yeniden kurmaya, yıkım ve katliamlar üzerinden yeni kar ve pazar alanları yaratmaya ve derinleştirmeye çalışıyor. Savaş, kapitalist krizin yıkıcılığına karşı sistemin soluklanmasını sağlıyor. Bir anlamıyla Ortadoğu sürekli bir savaş coğrafyasına dönüşüyor. Şii hilaline karşı Sünni hilalin oluşturulması Ortadoğu’nun her ülkesini savaş cephesi haline getiriyor. Her ülke aynı zamanda iç savaş ortamına giriyor.

Ortadoğu’nun ılımlı İslam eksenli yeniden dizaynıyla kapitalist entegrasyonun derinleştirilmesi ve coğrafyanın bütününün küresel sermayeye açılması hedefleniyor.

Başta Türkiye, Mısır, Tunus ve Fas’taki İslamcı güçlerin zaten küresel sermayeyle yakın ilişkileri var. Yine bu güçler önemli sermaye kliklerini temsil ediyor.

Siyasal İslam artık kapitalizmin katalizörü olarak devreye giriyor. Kapitalist entegrasyonun yarattığı muazzam olanaklar, siyasal İslam’ın ehl-i dünya (6) tercihi, dünyeviliğin baştan çıkarıcılığı, gündelik yaşamın kurgusu, tüketim toplumunun yarattığı muazzam çekim ve mülkiyet düşkünlüğü ve konsantre bencillik İslamcı güçleri bir anafor gibi sarıyor ve kendine bağlıyor.

Müslüman Kardeşler’den En-Nahda’ya, AKP’den Fas’ın AKP’sine, Suudi Arabistan’da selefilerden vahabilere, “radikal cihadilere” kadar Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da kapitalizmin soğukkanlı rasyonlarına uygun adımlar atılıyor.

Bu yeni süreç bir nevi “İslam”ın mutasyona uğratılarak, “Protestanlaşması” ya da ehl-i dünya olması şeklinde biçimleniyor. Nasıl ki Avrupa’da kapitalizmin gelişme sürecinde Protestanlık, Weberyen anlamda kapitalizmin ruhunu oluşturduysa, Ortadoğu’da da siyasal İslam’ın bu işlevi görmesi hedefleniyor. (7)

Ortadoğu’da küresel sermayenin operasyonları büyük kitle desteğine sahip “Protestanlaştırılmış” İslam’la realize edilecek. Ayrıca kapitalist barbarlığa karşı da doğabilecek reaksiyonların önünün kesilmesinde de siyasal İslam’a yeni roller yüklenecek. Siyasal İslam bir nevi dini resignasyon, yani dinsel boyun eğişi, kendini tutmayı, dünya nimetlerinden vazgeçmeyi öğütleyecek. Bu adımlar, Ortadoğu ülkelerinde elitlerin elinde toplanacak muazzam zenginliği meşrulaştırırken, olağanüstü yoksulluğu, sefaleti “normalleştirmeyi”, kanıksamayı, “kader” olarak algılamayı kolaylaştıracaktır.

İdeolojik bir çimento olarak kitlelerin enerjisinin massedilmesinde İslam şimdiden devreye girdi. Kolektif halüsinasyonun yarattığı ruh hali, rıza göstermeyi ve biat etmeyi koşullandırıcı zeminler yaratır.

Bölgedeki İslamcı güçlerin uzun yıllardan beri (muhalif bir güçken uyguladıkları toplumsal güç olma ve nüfuz etme taktikleri) çeşitli hayırseverlik örgütlenmeleri, iktidarları döneminde yaygınlaşacaktır. Türkiye’de AKP’nin uyguladığı hayırsever/cemaatçi kapitalizmin çeşitli versiyonları (8), Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki yeni İslamcı iktidarların izleyeceği yoldur. Türkiye bu yönde ilk deneyim oldu. Benzer gelişmeleri Mısır, Tunus ve Fas’ta da bekleyebiliriz.

Bu adımlar Ortadoğu’nun bir savaş coğrafyasına dönüşerek, küresel sermayenin yağma, yıkım ve talanına hizmet edecektir. Ilımlı İslam Ortadoğu’da yaratılacak büyük katastrofun suç ortaklığına sıvanıyor. Ve kapitalist barbarlığın meşruluğunu sağlamak için misyon yükleniyor.

Dipnot:

(1) Endonezya’nın siyasal tarihi, sınıflar mücadelesi ve Suharto karşı devrimi için bakınız: Volkan Yaraşır, Sokakta Politika, Gendaş Yay., 2002. s. 17-85.

(2) 1980’li yıllar siyasal İslam’ın gelişimini işaretledi. 1990’lara girildiğinde İslamcı hareket kitlesel bir güce ulaştı.

1967 Arap-İsrail savaşı ve bu savaşta Arapların yenilgisi siyasal İslam’ın atağını simgeledi. Yenilgi Arap milliyetçiliğinin gerilemesine yol açtı. Oluşan boşluk İslamcı güçler tarafından doldurulmaya başlandı.

İran devrimi siyasal İslam’ın gelişmesinde tarihsel bir moment oldu. Etkisini tüm İslam coğrafyasında hissettirdi.

1980’lerin başında Fas, Tunus ve Sudan’da başlayan “ekmek ayaklanmaları” siyasal İslam’la yoksulların kaynaşmasının simgeleri oldu. Neo-liberal politikalar sonucu temel gıda maddelerine yapılan zamlar, Arap dünyasında toplumun en yoksularını harekete geçirdi. İslamcı güçler bu hareket içinde aktif biçimde rol aldı. Politik etkisini güçlendirdi. Örgütlenmesini yaygınlaştırdı.

Sovyet sisteminin çöküşü, siyasal İslam’ın gelişiminin bir başka momentini işaretledi. Sovyet sisteminin çöküşü bir dizi sonuç yarattı. En başta Arap milliyetçiliği hızla geriledi. Sosyalizmin bir kalkınma modeli olarak algılanması Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya kadar Arap sosyalizmi adında devlet kapitalizminin değişik varyantlarının doğumuna yol açtı. Bu ülkeleri Sovyetler Birliği, kendi nüfuz alanında gördüğünden dolayı ciddi askeri ve ekonomik yardım yapıyordu. Sistemin yıkılışı Arap Sosyalizmi diye kendini tanımlayan ülkeleri boşlukta bıraktı. Bu aynı zamanda “ideolojik” boşluktu. Böylece “sosyalizm” adındaki milliyetçi, popülist, devletçi akımların etkisizleşmesi İslamcı hareketlerin büyük bir güçle siyasal arenada yer almasına yol açtı. Radikal neo-liberal politikalar altında mülksüzleşen, hızla yoksullaşan kitlelerin bu dünyaya ilişkin çığlığı, İslamcı hareketlerin güç kazanmasına yol açtı. Ve iktidar yürüyüşünü hızlandırdı. Önemli bir siyasal hareket haline gelmesine neden oldu. Emperyalizmin yeni jeo-politik yönelimiyle, siyasal İslam’ın aşırı pragmatik ve dünyevi ya da kapitalizme içkin politikaları hızla kaynaşmanın ve angaje oluşun önünü açtı.

(3) Obskürantizm: İnsanları bilinçli olarak cahil bırakma, onların kendi başına düşünmelerini engelleme çabası ve insanların doğaüstü şeylere inanmalarına zemin hazırlama.

(4) Yazı bir AKP değerlendirmesi olmadığından konu daraltıldı ve siyasal İslam ekseni öne çıkarıldı. Siyasal İslam’ın uluslararası düzeyde değerlendirilmesi ve AKP’nin iktidara geliş süreci için bakınız: Volkan Yaraşır – Tarık Aygün, Siyasal İslam ve AKP, Akyüz Yayın Grubu, 2002.

(5) T.C’nin transformasyon süreci ve yeniden yapılanması, iktidar savaşları, BOP ve Yeni Osmanlıcılık için bakınız: Volkan Yaraşır, TC’nin Transformasyonu, GOP ve Hegemonya Savaşları; Volkan Yaraşır, “Sol Liberalizm: İllüzyon Tüccarları ve Kolera Günleri”, Yıkıcı Güç Kolektif Özne, Eksen Yay., 2011. s.122-147.

(6) İslami bir terminolojidir. Ehl-i dünya, uhreviyatı dünyaya feda eden, dünyayı her şeye tercih eden, sadece dünya için yaşayan, haram ve helal demeden dünya nimetlerinin peşinde olan kişiler için kullanılır.

(7) Max Weber Avrupa’da kapitalizmin gelişme dinamiğinde Kalvenizmin öneminin altını çizer. Prütenler/ Kalvenistler çalışmayı kutsar. Hatta çalışmadaki başarının cennetin yolunu açacağına inanırlar. Kalvenistler için zengin olmak, çalışmak, yatırım yapmak ahlaki bir görev ve dinsel bir vecibedir. Weber bu çalışma etiği anlayışını, Protestan ahlakını kapitalizmin ruhu olarak tanımlar.

(8) “Hayırsever-Cemaatçi” Kapitalizm için bakınız: Volkan Yaraşır, “Cemaatçi/ ‘Hayırsever Kapitalizm’ Kapitalizm Kökleşiyor”, Yıkıcı Güç, Kolektif Özne, Eksen Yay., 2011. s. 105-122.